Sde'den 1915 Olaylarına İlişkin Bildiri
Stratejik Düşünce Enstitüsü (SDE) öncülüğünde, çoğu akademisyenlerden oluşan 18 kişinin imzasıyla hazırlanan bildiride, 1915 olaylarına ilişkin Papa Franciscus'un açıklamaları ile Avrupa Parlamentosunun (AP) kararı eleştirildi.
"Yüz Yıl Sonra 1915'i Konuşmak" başlığıyla yayımlanan ortak bildiriyi okuyan SDE Başkanı Prof. Dr. Birol Akgün, 1915'e giden süreçte, Osmanlı devletinde barış ve huzur içinde birlikte yaşayan Türkler ve Ermenilerin, emperyalist politikalardan ve savaştan her anlamda en fazla zarar gören iki halk olduğunu belirtti.
Akgün, uluslararası aktörlerin "ortak acıları" Türkiye'ye karşı siyasi silaha dönüştürmek yerine daha yapıcı bir rol oynayabilmesi gerektiğini vurguladı.
Türkler ve Ermenilerin ortak acılarını anlayabilmek için yalnızca Anadolu'da yaşananlara değil, daha geniş bir çerçevede 1900'lü yılların başından itibaren Balkanlar ve Kafkasya'da yaşananlara da bakmak gerektiğine işaret eden Akgün, şunları kaydetti:
"1918'e gelindiğinde en az iki milyon insanın yerlerinden kopartılarak Anadolu'ya göç ettikleri görülmektedir. Bugüne kadar geride kalanlarla ilgili hiçbir Avrupa ülkesi bir yüzleşme içine girerek yaşananlara yönelik olarak özür dileme hassasiyetini göstermemiştir. Ayrıca Türkler sadece Çanakkale'de 250 bin insanını kaybederken, Ermeniler de savaş şartlarının ürettiği güvenlik sorunları nedeniyle 1915'te zorunlu göçe tabi tutulmuşlar ve bu süreçte pek çok kişi hayatını kaybetmiştir.
Türkiye'nin Ermeniler konusunda gösterdiği hassasiyet, Batılı ülkelerden çok daha ileri düzeyde olmuştur. Daha Osmanlı döneminde tehcir dolayısıyla mahkemeler kurulmuş ve tespit edilen sorumlular idam edilerek cezalandırılmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı sıfatıyla Recep Tayyip Erdoğan'ın 24 Nisan 2014 tarihinde yayınladığı 'taziye mesajında' vurguladığı gibi 'Birinci Dünya Savaşı esnasında yaşanan hadiseler, hepimizin ortak acısıdır. Bu acılı tarihe adil hafıza perspektifinden bakılması, insani ve ilmi bir sorumluluktur'. Tarihin tek yanlı okunması, acı çeken halkların acılarını azaltmayacağı gibi taraflar arasında ihtiyaç duyulan güven, barış ve diyalog ortamının geliştirilmesine de hizmet etmeyecektir."
- Ortak adil hafıza
Türkler ve Ermeniler arasındaki normalleşmeyi gerekli gördüklerini ve diyaloğu desteklediklerini ifade eden Akgün, iki halk arasındaki sürdürülebilir barışçıl ilişkilerin ancak ortak bir ''adil hafıza'' yaratılmasıyla mümkün olabileceğinin altını çizdi.
Akgün, bildirideki şu noktaların altını çizdi:
"İlişkilerin normalleştirilmesinin bir yolu olarak 2009 yılında Türkiye ve Ermenistan devletleri arasında ve BMGK üyeleri ile AB Dış İlişkiler Yüksek Temsilcisinin müzaheretinde Zürih'te imzalanan protokollerle çizilen yol haritasının bir an önce uygulamaya geçirilmesini temenni ediyoruz. Yine protokollerde öngörülen, tarihi olayların araştırılması için ortak bir tarih komisyonunun kurulması ve iki ülke arasında kapsamlı diplomatik, ekonomik ve siyasi ilişkilerin geliştirilmesini de destekliyoruz. Zira şuna inanıyoruz ki tarihin ve coğrafyanın kader arkadaşı yaptığı Ermeni ve Türk halkları eninde sonunda tarihin ağır yükünün yarattığı kırgınlıkları ve siyasi ön yargıları aşarak yeniden insani, siyasi ve ekonomik ilişkilerini mutlaka geliştireceklerdir.
İki halk arasındaki ilişkilerin tamirinde Avrupa'ya da sorumluluk düşüyor. Bir asır sonra Türkler ve Ermeniler arasındaki ilişkilerin yeniden normalleşmesi için herkesin ve bu arada özellikle Birinci Dünya Savaşı'nın, dolayısıyla savaşta yaşanan tüm acıların da müsebbibi olan Avrupalı dostlarımızın daha yapıcı roller oynaması istenir ve beklenir. Hatta yüzyıl önce kendilerinin sebep olduğu insani yaraların sarılması için yapıcı siyasi katkı sağlamak, Batılı aktörlerin insani, siyasi ve ahlaki yükümlülüğüdür de. Yaşananlarla birinci derecede yüzleşmesi gerekenler öncelikle Avrupa ülkeleridir."
- Çarpık bakış açısı
Prof. Dr. Birol Akgün, Avrupa'nın tek taraflı bakışını yanlış ve çarpık olarak niteledi.
Akgün, şöyle devam etti:
"Son günlerde Ermenilerce ilan edilen 'sözde soykırımı' anma tarihi olan 24 Nisan 2015 tarihi yaklaştıkça Katolik dünyasının dini lideri Papa Franciscus'in yapmış olduğu açıklamalar ve AP'nin aldığı tavsiye kararları, ne yazık ki bu sorumluluktan uzaktır ve tarihi olayların tek yönlü olarak okunması üzerine inşa edilmiş çarpık bir bakış açısını yansıtmaktadır.
Yalnızca Ermenilerin ürettiği tarihi anlatıyı yansıtan açıklamaları 'mutlak gerçeklikmiş' gibi okumak ve Türkiye'nin yıllardır ısrarla vurguladığı, sorunun çözümü için ortak komisyon tekliflerini ve diaspora da dahil olmak üzere tüm Ermenilerle iyi niyetle diyalog kurma çabalarını görmezden gelmek haksızlık ve insafsızlıktır. Bu yaklaşımın uluslararası ilişkilerin temelini oluşturan iyi niyet ve nesafet ilkeleriyle bağdaşmadığı da açıktır.
Katolik dünyanın dini otoritesi olarak kabul edilen Papa'nın 12 Nisan'da, hiçbir dini ve bilimsel temele dayanmayan ve tamamen siyasi nitelikli olan 1915 olayları ile ilgili açıklamaları, tarihsel gerçeklerle kesinlikle bağdaşmamaktadır. Papa'nın bu siyasi yaklaşımı, yakın dönemde Türkiye'ye yaptığı ziyarette vurguladığı Hristiyan dünyası ile Müslüman dünyası arasında barış ve diyalog köprüleri kurmayı amaçlayan 'uzlaştırıcı Papa' misyonuyla da uyuşmamaktadır.
Papa Franciscus'in konuşmasından hemen sonra, Avrupa Parlamentosu'nun Türkiye'yi 'soykırımı tanımaya' ve hatta '24 Nisan'ın dünya soykırım günü olarak kabul edilmesine' yönelik bir karar almasını da bir tesadüf olarak görmüyoruz. Batı medyasının önemli bir kısmının da benzer bir dil kullanması, son olayların birbirleriyle bağlantılı bir girişim olduğu izlenimini güçlendirmektedir."
Konuşmasında Türkiye'ye yönelik söz konusu açıklamaları yapanların ve kararları alanların, geçmişte yaşanan travmalarla yüzleşmeyi teşvik etmek ve inandırıcı olmak için, öncelikle kendilerinin neden olduğu insanlık trajedileriyle yüzleşmesi gerektiğini vurgulayan Akgün, şunları söyledi:
"Bu çerçevede Katolik Kilisesinin Engizisyon Mahkemeleri'nden başlaması ve Avrupa'nın 1492'de Endülüs'ün Hristiyanlarca geri alınması sonrasında Müslümanlar ve Yahudilere karşı yapılan muameleyi ve Batının emperyalizm döneminde dünyanın dört bir tarafında işlediği siyasi ve askeri günahları insanlık vicdanında unutulmuş değildir. Ayrıca 1994'te Ruanda'da, 1995'te Bosna'da işlenen 'soykırım' suçları Batının ihdas ettiği uluslararası mahkemelerce de kabul edilmişken AP ve Papa'nın henüz tam olarak aydınlanmamış 1915 olaylarından dolayı 24 Nisan tarihini 'soykırım günü' kabul etmelerini iyi niyetle telif etmek hiç mümkün değildir.
Uluslararası aktörlerce yapılan bu son hamlelerin insani bir duyarlılık adına yapıldığına inanmak çok zordur. Türkiye'nin yüzyıl sonra yeniden ekonomik olarak güçlendiği, iç sorunlarını demokratik yöntemlerle çözme cesareti gösterdiği; sahip olduğu insani-ahlaki değerleriyle uluslararası politikaya yön vermeye çalıştığı ve Ortadoğu gibi karmaşık bir bölgede istikrar ve denge unsuru olarak görülmeye başlandığı bir dönemde bu tür girişimlerin başlatılması; Türk halkı tarafından doğru biçimde değerlendirilecektir. Biz tüm bu girişimleri, tarihi acıların suiistimal edilerek Türkiye'ye karşı siyasi bir baskı aracına dönüştürülmesi olarak okuyoruz ve yanlış buluyoruz.
Oysa Türkiye, Ortadoğu'da gerçek demokrasiye sahip tek ülkedir. Demokrasisini her geçen gün Avrupa standartlarını merkeze alarak geliştirmekte ve çoğulcu bir demokratikleşme yönünde önemli adımlar atmaktadır. Türkiye izlediği politikalarla bugün savaşın ve insanlık trajedilerinin yaşandığı Ortadoğu'da tüm halkları kucaklayacak bir demokratik dönüşümü gerçekleştirebilecek yegane bölge ülkesidir. Ülkesindeki azınlıkların hakları konusunda önemli yasal düzenlemelere imza atan Türkiye'nin, bu aşamada desteklenmesi ve cesaretlendirilmesi yerine baskı altına alınmaya çalışılması en azından sonuç getirmeyecek yanlış bir stratejidir."
- Haçlı seferi
Birol Akgün, "Papa'nın ve AP'nin son yaklaşımları Türkiye öncülüğündeki Müslüman dünyaya karşı yeni bir Haçlı Seferi'nin işaret fişeği gibi algılanacak ve olumlu hiçbir katkı sağlamayacaktır" dedi.
Akgün, şunları kaydetti:
"Tarihte yaşanmış olumsuzlukları kaşıyarak, bölgesinde ve İslam dünyasında öne çıkan ve lider ülke konumuna gelen Türkiye'yi küçük düşürme amacı taşıyan bu tutumu SDE ve imzacı akademisyenler olarak şiddetle reddediyoruz. Türk ve Ermeni halklarının barışçıl geleceği, dışarıdan kurgulanan yanlış stratejilerle veya bu halkların ortak tarihinin tek yanlı siyasi yorumu üzerine inşa edilemez. Ortak gelecek, Türk ve Ermeni halklarının kararıyla şekillenecektir. Bu nedenle üçüncü tarafların ikili ilişkileri bu tür kararlarla yanlış yönlere çekmek yerine, gerçekten yapıcı bir rol oynamaları en doğru yaklaşım olacaktır."
Bildiride, çeşitli üniversitelerden 12 öğretim üyesi, bir gazeteci yazar, iki araştırmacı, SDE İç Politika ve Demokratikleşme Programı Koordinatörü ile SDE Yüksek İstişare Kurulu üyesinin imzası bulunuyor
Kaynak: AA
Akgün, uluslararası aktörlerin "ortak acıları" Türkiye'ye karşı siyasi silaha dönüştürmek yerine daha yapıcı bir rol oynayabilmesi gerektiğini vurguladı.
Türkler ve Ermenilerin ortak acılarını anlayabilmek için yalnızca Anadolu'da yaşananlara değil, daha geniş bir çerçevede 1900'lü yılların başından itibaren Balkanlar ve Kafkasya'da yaşananlara da bakmak gerektiğine işaret eden Akgün, şunları kaydetti:
"1918'e gelindiğinde en az iki milyon insanın yerlerinden kopartılarak Anadolu'ya göç ettikleri görülmektedir. Bugüne kadar geride kalanlarla ilgili hiçbir Avrupa ülkesi bir yüzleşme içine girerek yaşananlara yönelik olarak özür dileme hassasiyetini göstermemiştir. Ayrıca Türkler sadece Çanakkale'de 250 bin insanını kaybederken, Ermeniler de savaş şartlarının ürettiği güvenlik sorunları nedeniyle 1915'te zorunlu göçe tabi tutulmuşlar ve bu süreçte pek çok kişi hayatını kaybetmiştir.
Türkiye'nin Ermeniler konusunda gösterdiği hassasiyet, Batılı ülkelerden çok daha ileri düzeyde olmuştur. Daha Osmanlı döneminde tehcir dolayısıyla mahkemeler kurulmuş ve tespit edilen sorumlular idam edilerek cezalandırılmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı sıfatıyla Recep Tayyip Erdoğan'ın 24 Nisan 2014 tarihinde yayınladığı 'taziye mesajında' vurguladığı gibi 'Birinci Dünya Savaşı esnasında yaşanan hadiseler, hepimizin ortak acısıdır. Bu acılı tarihe adil hafıza perspektifinden bakılması, insani ve ilmi bir sorumluluktur'. Tarihin tek yanlı okunması, acı çeken halkların acılarını azaltmayacağı gibi taraflar arasında ihtiyaç duyulan güven, barış ve diyalog ortamının geliştirilmesine de hizmet etmeyecektir."
- Ortak adil hafıza
Türkler ve Ermeniler arasındaki normalleşmeyi gerekli gördüklerini ve diyaloğu desteklediklerini ifade eden Akgün, iki halk arasındaki sürdürülebilir barışçıl ilişkilerin ancak ortak bir ''adil hafıza'' yaratılmasıyla mümkün olabileceğinin altını çizdi.
Akgün, bildirideki şu noktaların altını çizdi:
"İlişkilerin normalleştirilmesinin bir yolu olarak 2009 yılında Türkiye ve Ermenistan devletleri arasında ve BMGK üyeleri ile AB Dış İlişkiler Yüksek Temsilcisinin müzaheretinde Zürih'te imzalanan protokollerle çizilen yol haritasının bir an önce uygulamaya geçirilmesini temenni ediyoruz. Yine protokollerde öngörülen, tarihi olayların araştırılması için ortak bir tarih komisyonunun kurulması ve iki ülke arasında kapsamlı diplomatik, ekonomik ve siyasi ilişkilerin geliştirilmesini de destekliyoruz. Zira şuna inanıyoruz ki tarihin ve coğrafyanın kader arkadaşı yaptığı Ermeni ve Türk halkları eninde sonunda tarihin ağır yükünün yarattığı kırgınlıkları ve siyasi ön yargıları aşarak yeniden insani, siyasi ve ekonomik ilişkilerini mutlaka geliştireceklerdir.
İki halk arasındaki ilişkilerin tamirinde Avrupa'ya da sorumluluk düşüyor. Bir asır sonra Türkler ve Ermeniler arasındaki ilişkilerin yeniden normalleşmesi için herkesin ve bu arada özellikle Birinci Dünya Savaşı'nın, dolayısıyla savaşta yaşanan tüm acıların da müsebbibi olan Avrupalı dostlarımızın daha yapıcı roller oynaması istenir ve beklenir. Hatta yüzyıl önce kendilerinin sebep olduğu insani yaraların sarılması için yapıcı siyasi katkı sağlamak, Batılı aktörlerin insani, siyasi ve ahlaki yükümlülüğüdür de. Yaşananlarla birinci derecede yüzleşmesi gerekenler öncelikle Avrupa ülkeleridir."
- Çarpık bakış açısı
Prof. Dr. Birol Akgün, Avrupa'nın tek taraflı bakışını yanlış ve çarpık olarak niteledi.
Akgün, şöyle devam etti:
"Son günlerde Ermenilerce ilan edilen 'sözde soykırımı' anma tarihi olan 24 Nisan 2015 tarihi yaklaştıkça Katolik dünyasının dini lideri Papa Franciscus'in yapmış olduğu açıklamalar ve AP'nin aldığı tavsiye kararları, ne yazık ki bu sorumluluktan uzaktır ve tarihi olayların tek yönlü olarak okunması üzerine inşa edilmiş çarpık bir bakış açısını yansıtmaktadır.
Yalnızca Ermenilerin ürettiği tarihi anlatıyı yansıtan açıklamaları 'mutlak gerçeklikmiş' gibi okumak ve Türkiye'nin yıllardır ısrarla vurguladığı, sorunun çözümü için ortak komisyon tekliflerini ve diaspora da dahil olmak üzere tüm Ermenilerle iyi niyetle diyalog kurma çabalarını görmezden gelmek haksızlık ve insafsızlıktır. Bu yaklaşımın uluslararası ilişkilerin temelini oluşturan iyi niyet ve nesafet ilkeleriyle bağdaşmadığı da açıktır.
Katolik dünyanın dini otoritesi olarak kabul edilen Papa'nın 12 Nisan'da, hiçbir dini ve bilimsel temele dayanmayan ve tamamen siyasi nitelikli olan 1915 olayları ile ilgili açıklamaları, tarihsel gerçeklerle kesinlikle bağdaşmamaktadır. Papa'nın bu siyasi yaklaşımı, yakın dönemde Türkiye'ye yaptığı ziyarette vurguladığı Hristiyan dünyası ile Müslüman dünyası arasında barış ve diyalog köprüleri kurmayı amaçlayan 'uzlaştırıcı Papa' misyonuyla da uyuşmamaktadır.
Papa Franciscus'in konuşmasından hemen sonra, Avrupa Parlamentosu'nun Türkiye'yi 'soykırımı tanımaya' ve hatta '24 Nisan'ın dünya soykırım günü olarak kabul edilmesine' yönelik bir karar almasını da bir tesadüf olarak görmüyoruz. Batı medyasının önemli bir kısmının da benzer bir dil kullanması, son olayların birbirleriyle bağlantılı bir girişim olduğu izlenimini güçlendirmektedir."
Konuşmasında Türkiye'ye yönelik söz konusu açıklamaları yapanların ve kararları alanların, geçmişte yaşanan travmalarla yüzleşmeyi teşvik etmek ve inandırıcı olmak için, öncelikle kendilerinin neden olduğu insanlık trajedileriyle yüzleşmesi gerektiğini vurgulayan Akgün, şunları söyledi:
"Bu çerçevede Katolik Kilisesinin Engizisyon Mahkemeleri'nden başlaması ve Avrupa'nın 1492'de Endülüs'ün Hristiyanlarca geri alınması sonrasında Müslümanlar ve Yahudilere karşı yapılan muameleyi ve Batının emperyalizm döneminde dünyanın dört bir tarafında işlediği siyasi ve askeri günahları insanlık vicdanında unutulmuş değildir. Ayrıca 1994'te Ruanda'da, 1995'te Bosna'da işlenen 'soykırım' suçları Batının ihdas ettiği uluslararası mahkemelerce de kabul edilmişken AP ve Papa'nın henüz tam olarak aydınlanmamış 1915 olaylarından dolayı 24 Nisan tarihini 'soykırım günü' kabul etmelerini iyi niyetle telif etmek hiç mümkün değildir.
Uluslararası aktörlerce yapılan bu son hamlelerin insani bir duyarlılık adına yapıldığına inanmak çok zordur. Türkiye'nin yüzyıl sonra yeniden ekonomik olarak güçlendiği, iç sorunlarını demokratik yöntemlerle çözme cesareti gösterdiği; sahip olduğu insani-ahlaki değerleriyle uluslararası politikaya yön vermeye çalıştığı ve Ortadoğu gibi karmaşık bir bölgede istikrar ve denge unsuru olarak görülmeye başlandığı bir dönemde bu tür girişimlerin başlatılması; Türk halkı tarafından doğru biçimde değerlendirilecektir. Biz tüm bu girişimleri, tarihi acıların suiistimal edilerek Türkiye'ye karşı siyasi bir baskı aracına dönüştürülmesi olarak okuyoruz ve yanlış buluyoruz.
Oysa Türkiye, Ortadoğu'da gerçek demokrasiye sahip tek ülkedir. Demokrasisini her geçen gün Avrupa standartlarını merkeze alarak geliştirmekte ve çoğulcu bir demokratikleşme yönünde önemli adımlar atmaktadır. Türkiye izlediği politikalarla bugün savaşın ve insanlık trajedilerinin yaşandığı Ortadoğu'da tüm halkları kucaklayacak bir demokratik dönüşümü gerçekleştirebilecek yegane bölge ülkesidir. Ülkesindeki azınlıkların hakları konusunda önemli yasal düzenlemelere imza atan Türkiye'nin, bu aşamada desteklenmesi ve cesaretlendirilmesi yerine baskı altına alınmaya çalışılması en azından sonuç getirmeyecek yanlış bir stratejidir."
- Haçlı seferi
Birol Akgün, "Papa'nın ve AP'nin son yaklaşımları Türkiye öncülüğündeki Müslüman dünyaya karşı yeni bir Haçlı Seferi'nin işaret fişeği gibi algılanacak ve olumlu hiçbir katkı sağlamayacaktır" dedi.
Akgün, şunları kaydetti:
"Tarihte yaşanmış olumsuzlukları kaşıyarak, bölgesinde ve İslam dünyasında öne çıkan ve lider ülke konumuna gelen Türkiye'yi küçük düşürme amacı taşıyan bu tutumu SDE ve imzacı akademisyenler olarak şiddetle reddediyoruz. Türk ve Ermeni halklarının barışçıl geleceği, dışarıdan kurgulanan yanlış stratejilerle veya bu halkların ortak tarihinin tek yanlı siyasi yorumu üzerine inşa edilemez. Ortak gelecek, Türk ve Ermeni halklarının kararıyla şekillenecektir. Bu nedenle üçüncü tarafların ikili ilişkileri bu tür kararlarla yanlış yönlere çekmek yerine, gerçekten yapıcı bir rol oynamaları en doğru yaklaşım olacaktır."
Bildiride, çeşitli üniversitelerden 12 öğretim üyesi, bir gazeteci yazar, iki araştırmacı, SDE İç Politika ve Demokratikleşme Programı Koordinatörü ile SDE Yüksek İstişare Kurulu üyesinin imzası bulunuyor
