Ab Bakanı ve Başmüzakereci Bağış, İzmir'de
İZMİR - AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğine ilişkin, "Bize havlu attırmak isteyenlere, kendi iç politikalarında Türkiye'nin üyelik sürecini istismar etmek isteyenlere hiçbir zaman pirim vermedik, vermeyeceğiz" dedi.
Bağış, İzmir Swissotel'de düzenlenen ve "Gençlik, Demokrasi ve Değişim" konulu Parlamentolararası Yaz Kampı'nın açılışında yaptığı konuşmada, dün Meclis'te demokrasinin önemli bir adımlarından birini daha attıklarını, TBMM başkanı ve başkanlık divanı üyelerini seçtiklerini hatırlattı.
Parlamentolararası Yaz Kampı'nın, Türkiye'nin demokrasi kültürünü en özümsemiş illerinden biri olan İzmir'de gerçekleştirilmesinin çok anlamlı olduğunu dile getiren Bağış, "İzmir, demokrasiyi özümseme, benimseme adına dünyanın birçok şehrine örnek olacak bir merkezimiz ama demokrasiyi benimserken şiddeti reddetmiş olması gerçekten de çok anlamlıdır" diye konuştu.
AB sürecinin sonucundan çok daha önemli olduğunu ve Türkiye'nin 1959 yılından bu yana çok farklı bir noktaya geldiğini ifade eden Bağış, şöyle konuştu:
"AB süreci, Türkiye'nin kişi başına düşen gelirinin 400 dolardan 11 bin dolara yükselme sürecidir aynı zamanda. AB süreci, Türkiye'nin 14 üniversitesinin 200'ün üzerine çıkması sürecidir. AB süreci, yıllık turizm gelirinin 9 milyar dolardan 30 milyar dolara yükselme sürecidir. Türkiye'ye gelen küresel yatırımın, istihdam imkanlarının kat kat artması demektir. Türkiye'de daha sağlıklı gıdaya, ulaşım imkanlarına, daha sağlıklı oyuncağa ulaşabilme imkanının, daha emniyetli yollarda seyahat edebilmenin daha iyi hastanelerde tedavi görebilmenin aslında vatandaşımıza sunulmasının da sürecidir. Bu süreç, sadece Türkiye için değil AB için de çok önemli bir süreçtir. Bugün gerçekten de AB'nin Türkiye'ye olan ihtiyacı artık Türkiye'nin AB'ye olan ihtiyacından çok daha fazla noktaya gelmiştir.
Almanya'nın Bavyera bölgesinden bir Hristiyan demokrat siyasetçinin, eski bir eyalet başbakanının bugün "Gün gelecek Almanya'nın şansölyesi ve Fransa'nın devlet başkanı dizlerinin üstünde Türkiye'ye yalvarıp üyelik için ikna etmeye çalışacaklar" demesi tesadüf değildir, rastgele söylenmiş bir söz değildir. Türkiye'nin strajejik önemi AB'nin birçok siyasetçisi tarafından artık fark edilmiştir. Ama bunda bizim atmamız gereken adımlar var. Türkiye'nin kalkınması, Türkiye'nin zenginleşmesi bu yüzden AB sürecinde elimizi güçlendirmekle kalmıyor vatandaşlarımızın yaşam kalitesini arttırması bakımından çok önemli süreci bizlere müjdeliyor. Bir söz vardır "Fırsatlar rüzgara benzer, marifet onu geçerken tutabilmektir." Türkiye 53 yılda o fırsatları çok iyi tutmuştur, iyi değerlendirmiştir. Değerlendiremediği dönemler de olmuştur. Maalesef bu ülkede demokrasinin hak ettiği kadar önemsenmediği, bazen darbeci zihniyetlere pirim verildiği dönemler de olmuştur. O dönemlerde Türkiye'nin hep gerilediği, fakirleştiği ve sıkıntılar yaşadığı dönemler olmuştur. Ama ne zaman Türkiye demokrasini güçlendirmişse ne zaman milli iradenin gereğini yerine getirmişse Türkiye her zaman kalkınmıştır. Demokrasinin en önemli atardamarı da parlamentolardır. Parlamentolarımızın, özellikle Avrupa'daki muadilleriyle diyaloğunu çok önemsiyoruz. AB sürecindeki en büyük engel olarak gördüğümüz ön yargıların kırılması ancak bu tür değişim programlarıyla gerçekleşecektir. Türkiye'nin üyeliğine karşı çıkanların büyük çoğunluğu Türkiye'yi hiç görmemiş olanlardır. Türkiye'yi görenler, Türk insanının yakınlığını, Türkiye'nin aslında üyesi olmaya çalıştığı AB medeniyet projesinin en önemli merkezlerinden biri olduğunu görenler, Türkiye'nin üyeliğine de sıcak yaklaşmaktadır. Bu tür programlar aracılığıyla o ön yargıları kırmamız lazım."
-"Halkın neredeyse tamamı AB yolunda atılan reformları destekliyor"
Yaptırdıkları bilimsel çalışmalarda, anketlerde Türk halkının neredeyse tamamının AB yolunda atılan reform adımlarının Türkiye'nin demokrasisine, ekonomisine, insan hakları standartlarını güçlendirdiğine inandığını ancak "AB'ye üye olmak istiyor musunuz?" sorusuna desteğin yarı yarıya azaldığını ifade eden Bağış,"diye sorduğumuzda maalesef o rakam daha da azalıyor. Neredeyse reformu destekleyenlerin dörtte birine kadar inebiliyor. Orada görüyoruz ki ön yargılar maalesef karşılıklı. Bir yandan AB konusunda, reformlar konusunda son derece arzulu olan kendi vatandaşlarımız artık AB'ye önyargılar nedeniyle güvenini kaybetmeye başlamış. Ama aynı zamanda Avrupa'da Türkiye'nin önemini idrak eden entelektüeller dışında hala bir Türkiye korkusu var. Korkunun ecele faydası yok. Ama Türkiye'nin AB'ye olası çok önemli katkıları var" şeklinde konuştu.
Türkiye'nin, 28-29 yaş ortalamasıyla Avrupa'nın en genç nüfuslarından biri olduğunu, ülkedeki nüfusun yaklaşık yüzde 70-75'inin 40 yaş altında olduğunu vurgulayan Bağış, şöyle devam etti:
"Biz genç milletiz. Tarih boyunca da hep gençlerimizle övünmüşüzdür. 14 yaşında Çanakkale'de göğsünü siper etmiş ecdadın torunlarıyız. Biz, 21 yaşında bir çağı kapatıp yeni bir çağı açan, İstanbul'u fethedip dünyada farkı bir süreci başlatan Fatih Sultan Mehmet'in torunlarıyız. Biz, gençleri her zaman önemsemiş ve cumhuriyeti gençlere emanet etmiş Atatürk'ün torunlarıyız. Böyle gençliği önemsemiş bir ulus, bugün Avrupa'nın en genç nüfusuyla Avrupa'ya çok önemli katkıları olacaktır. AB'nin ortalama yaşı 45. Biz 28-29 gibi ortalama yaşla Avrupa'nın sadece en genç dinamik nüfusuna sahip değiliz aynı zamanda en güçlü ordusuna da sahibiz. Avrupa'nın ihtiyaç duyduğu enerji kaynaklarının yüzde 75'ini de bizim doğumuzda, kuzeyimizde ve güneyimizde barındırıyoruz.
Türkiye, AB için çok stratejiktir. Ama hepsinden önemlisi bugün Mısır'da olaylar yaşanıyor. Hepimiz yakından hassasiyetle takip ediyoruz. Bugün Mısır'a da, Tunus'a da, Libya'ya da gidip oradaki Müslüman kardeşleriyle birlikte ibadet edebilecek birçok Müslüman lider vardır. Aynı ülkelere gidip demokrasinin ve laikliğin erdemlerinden bahsedebilecek birçok batılı lider de vardır. Ama ikisini eş zamanlı yapabilecek çok fazla kişi yok. İşte 2 yıl önce sayın başbakanımız Kahire'ye gittiğinde sabahın 2'sinde kendisini 20 bin Mısırlı genç karşıladıysa, Libya'da Cuma namazı sonrası meydanda toplanan 30 bin kişiye hitabında "Laiklikten korkmayın, anayasanızda laikliğe mutlaka yer verin" mesajını vurgulayabildiyse, "Laiklik dinsizlik değildir, tam aksine dileyenin dilediği inanca dileyebildiği kadar inanabilmesinin güvencesidir" dediği zaman Türkiye'nin doğunun en batılı, batının en doğulu ülkesi olduğunu bir kez daha vurgulamış oluyoruz. İşte bizim AB'ye yapacağımız en büyük katkı da budur.
AB, insanlık tarihinin en kapsamlı barış projesidir. Asırlarca yüzyıllarca birbirleriyle savaşmış Avrupalı milletlerin bir daha savaşmamasını sağlamış çok önemli bir projesidir ama bütün bu önemine rağmen hala kıtasal projedir. Türkiye'nin üyeliği kıtasal barış projesini küreselleştirecektir. AB sürecini sadece 75 milyon vatandaşımız için değil, sadece 1,5 milyarlık İslam alemi için de değil kendini batıdan izole edilmiş 3 milyarlık insanlık alemi için de değil küresel barış için çok önemsiyoruz. Bu yüzden Avrupa'ya rağmen Avrupa standartlarını ve Avrupa'nın barışını küreselleştirmek için elimizden geleni yapmaya devam edeceğiz. Bu yüzden bize havlu attırmak isteyenlere, kendi iç politikalarında Türkiye'nin üyelik sürecini istismar etmek isteyenlere hiçbir zaman pirim vermedik, vermeyeceğiz. Demokrasimizi benimsemiş olan İzmir'den bunu bir kez daha vurgulamakta çok büyük fayda görüyorum."
Kaynak: AA
Parlamentolararası Yaz Kampı'nın, Türkiye'nin demokrasi kültürünü en özümsemiş illerinden biri olan İzmir'de gerçekleştirilmesinin çok anlamlı olduğunu dile getiren Bağış, "İzmir, demokrasiyi özümseme, benimseme adına dünyanın birçok şehrine örnek olacak bir merkezimiz ama demokrasiyi benimserken şiddeti reddetmiş olması gerçekten de çok anlamlıdır" diye konuştu.
AB sürecinin sonucundan çok daha önemli olduğunu ve Türkiye'nin 1959 yılından bu yana çok farklı bir noktaya geldiğini ifade eden Bağış, şöyle konuştu:
"AB süreci, Türkiye'nin kişi başına düşen gelirinin 400 dolardan 11 bin dolara yükselme sürecidir aynı zamanda. AB süreci, Türkiye'nin 14 üniversitesinin 200'ün üzerine çıkması sürecidir. AB süreci, yıllık turizm gelirinin 9 milyar dolardan 30 milyar dolara yükselme sürecidir. Türkiye'ye gelen küresel yatırımın, istihdam imkanlarının kat kat artması demektir. Türkiye'de daha sağlıklı gıdaya, ulaşım imkanlarına, daha sağlıklı oyuncağa ulaşabilme imkanının, daha emniyetli yollarda seyahat edebilmenin daha iyi hastanelerde tedavi görebilmenin aslında vatandaşımıza sunulmasının da sürecidir. Bu süreç, sadece Türkiye için değil AB için de çok önemli bir süreçtir. Bugün gerçekten de AB'nin Türkiye'ye olan ihtiyacı artık Türkiye'nin AB'ye olan ihtiyacından çok daha fazla noktaya gelmiştir.
Almanya'nın Bavyera bölgesinden bir Hristiyan demokrat siyasetçinin, eski bir eyalet başbakanının bugün "Gün gelecek Almanya'nın şansölyesi ve Fransa'nın devlet başkanı dizlerinin üstünde Türkiye'ye yalvarıp üyelik için ikna etmeye çalışacaklar" demesi tesadüf değildir, rastgele söylenmiş bir söz değildir. Türkiye'nin strajejik önemi AB'nin birçok siyasetçisi tarafından artık fark edilmiştir. Ama bunda bizim atmamız gereken adımlar var. Türkiye'nin kalkınması, Türkiye'nin zenginleşmesi bu yüzden AB sürecinde elimizi güçlendirmekle kalmıyor vatandaşlarımızın yaşam kalitesini arttırması bakımından çok önemli süreci bizlere müjdeliyor. Bir söz vardır "Fırsatlar rüzgara benzer, marifet onu geçerken tutabilmektir." Türkiye 53 yılda o fırsatları çok iyi tutmuştur, iyi değerlendirmiştir. Değerlendiremediği dönemler de olmuştur. Maalesef bu ülkede demokrasinin hak ettiği kadar önemsenmediği, bazen darbeci zihniyetlere pirim verildiği dönemler de olmuştur. O dönemlerde Türkiye'nin hep gerilediği, fakirleştiği ve sıkıntılar yaşadığı dönemler olmuştur. Ama ne zaman Türkiye demokrasini güçlendirmişse ne zaman milli iradenin gereğini yerine getirmişse Türkiye her zaman kalkınmıştır. Demokrasinin en önemli atardamarı da parlamentolardır. Parlamentolarımızın, özellikle Avrupa'daki muadilleriyle diyaloğunu çok önemsiyoruz. AB sürecindeki en büyük engel olarak gördüğümüz ön yargıların kırılması ancak bu tür değişim programlarıyla gerçekleşecektir. Türkiye'nin üyeliğine karşı çıkanların büyük çoğunluğu Türkiye'yi hiç görmemiş olanlardır. Türkiye'yi görenler, Türk insanının yakınlığını, Türkiye'nin aslında üyesi olmaya çalıştığı AB medeniyet projesinin en önemli merkezlerinden biri olduğunu görenler, Türkiye'nin üyeliğine de sıcak yaklaşmaktadır. Bu tür programlar aracılığıyla o ön yargıları kırmamız lazım."
-"Halkın neredeyse tamamı AB yolunda atılan reformları destekliyor"
Yaptırdıkları bilimsel çalışmalarda, anketlerde Türk halkının neredeyse tamamının AB yolunda atılan reform adımlarının Türkiye'nin demokrasisine, ekonomisine, insan hakları standartlarını güçlendirdiğine inandığını ancak "AB'ye üye olmak istiyor musunuz?" sorusuna desteğin yarı yarıya azaldığını ifade eden Bağış,"diye sorduğumuzda maalesef o rakam daha da azalıyor. Neredeyse reformu destekleyenlerin dörtte birine kadar inebiliyor. Orada görüyoruz ki ön yargılar maalesef karşılıklı. Bir yandan AB konusunda, reformlar konusunda son derece arzulu olan kendi vatandaşlarımız artık AB'ye önyargılar nedeniyle güvenini kaybetmeye başlamış. Ama aynı zamanda Avrupa'da Türkiye'nin önemini idrak eden entelektüeller dışında hala bir Türkiye korkusu var. Korkunun ecele faydası yok. Ama Türkiye'nin AB'ye olası çok önemli katkıları var" şeklinde konuştu.
Türkiye'nin, 28-29 yaş ortalamasıyla Avrupa'nın en genç nüfuslarından biri olduğunu, ülkedeki nüfusun yaklaşık yüzde 70-75'inin 40 yaş altında olduğunu vurgulayan Bağış, şöyle devam etti:
"Biz genç milletiz. Tarih boyunca da hep gençlerimizle övünmüşüzdür. 14 yaşında Çanakkale'de göğsünü siper etmiş ecdadın torunlarıyız. Biz, 21 yaşında bir çağı kapatıp yeni bir çağı açan, İstanbul'u fethedip dünyada farkı bir süreci başlatan Fatih Sultan Mehmet'in torunlarıyız. Biz, gençleri her zaman önemsemiş ve cumhuriyeti gençlere emanet etmiş Atatürk'ün torunlarıyız. Böyle gençliği önemsemiş bir ulus, bugün Avrupa'nın en genç nüfusuyla Avrupa'ya çok önemli katkıları olacaktır. AB'nin ortalama yaşı 45. Biz 28-29 gibi ortalama yaşla Avrupa'nın sadece en genç dinamik nüfusuna sahip değiliz aynı zamanda en güçlü ordusuna da sahibiz. Avrupa'nın ihtiyaç duyduğu enerji kaynaklarının yüzde 75'ini de bizim doğumuzda, kuzeyimizde ve güneyimizde barındırıyoruz.
Türkiye, AB için çok stratejiktir. Ama hepsinden önemlisi bugün Mısır'da olaylar yaşanıyor. Hepimiz yakından hassasiyetle takip ediyoruz. Bugün Mısır'a da, Tunus'a da, Libya'ya da gidip oradaki Müslüman kardeşleriyle birlikte ibadet edebilecek birçok Müslüman lider vardır. Aynı ülkelere gidip demokrasinin ve laikliğin erdemlerinden bahsedebilecek birçok batılı lider de vardır. Ama ikisini eş zamanlı yapabilecek çok fazla kişi yok. İşte 2 yıl önce sayın başbakanımız Kahire'ye gittiğinde sabahın 2'sinde kendisini 20 bin Mısırlı genç karşıladıysa, Libya'da Cuma namazı sonrası meydanda toplanan 30 bin kişiye hitabında "Laiklikten korkmayın, anayasanızda laikliğe mutlaka yer verin" mesajını vurgulayabildiyse, "Laiklik dinsizlik değildir, tam aksine dileyenin dilediği inanca dileyebildiği kadar inanabilmesinin güvencesidir" dediği zaman Türkiye'nin doğunun en batılı, batının en doğulu ülkesi olduğunu bir kez daha vurgulamış oluyoruz. İşte bizim AB'ye yapacağımız en büyük katkı da budur.
AB, insanlık tarihinin en kapsamlı barış projesidir. Asırlarca yüzyıllarca birbirleriyle savaşmış Avrupalı milletlerin bir daha savaşmamasını sağlamış çok önemli bir projesidir ama bütün bu önemine rağmen hala kıtasal projedir. Türkiye'nin üyeliği kıtasal barış projesini küreselleştirecektir. AB sürecini sadece 75 milyon vatandaşımız için değil, sadece 1,5 milyarlık İslam alemi için de değil kendini batıdan izole edilmiş 3 milyarlık insanlık alemi için de değil küresel barış için çok önemsiyoruz. Bu yüzden Avrupa'ya rağmen Avrupa standartlarını ve Avrupa'nın barışını küreselleştirmek için elimizden geleni yapmaya devam edeceğiz. Bu yüzden bize havlu attırmak isteyenlere, kendi iç politikalarında Türkiye'nin üyelik sürecini istismar etmek isteyenlere hiçbir zaman pirim vermedik, vermeyeceğiz. Demokrasimizi benimsemiş olan İzmir'den bunu bir kez daha vurgulamakta çok büyük fayda görüyorum."