‘sars’ın Akrabası ‘corona’ Virüsü Ortaya Çıktı
Türk Klinik Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları Kongresi'nin 16.’sı Antalya’da başladı.
Doktorlar, gereksiz kullanılan antibiyotikler, AİDS ve HİV tedavileri, Krım Kongo Ateşi ve yeni saptanmış virüs olan ‘corona’ hakkında bilgi verdi.
Kervansaray Lara Oteli’nde gerçekleştirilen kongre öncesi Doktorlar, basın toplantısı düzenledi.
Antibiyotiklerin önce tanınması gerektiğini söyleyen Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon ve Klinik Mikrobiyoloji Ana Bilim Dalı Üyesi Prof. Dr. Halis Akalın antibiyotiklerin onların etkili olduğu bakterilerin neden olduğu enfeksiyonların tedavisinde kullanıldığını belirtti.
Türkiye’de ve dünyada en önemli sorunlardan bir tanesinin gerekmediği halde antibiyotiklerin kullanılması olduğunu söyleyen Prof. Dr. Akalın, nezle ve grip virüslerinin oluşturduğu enfeksiyon hastalıklarında antibiyotiklerin herhangi bir etkinliği olmadığını bildirdi. Bu tür virüslerin oluşturduğu enfeksiyonlarda gereksiz antibiyotik kullanımının bakterilerdeki antibiyotik direncini daha da arttırdığını kaydeden Prof. Dr. Akalın, “Genel olarak ülkemizde antibiyotik direncinin temel sorunları nedir diye baktığımız zaman burada bir kez daha parantez içerisinde söylüyorum tabii ki bir hastanın antibiyotikle tedavi edilmesi gereken bir hastalığı varsa, bakteriyel enfeksiyonu varsa burada uygun dozda, uygun antibiyotikle ve uygun sürede tedavisi kaçınılmaz. Ama ülkemizdeki antibiyotik ve direnç konusu Batı Avrupa veya Kuzey Avrupa ülkeleri ile karşılaştırdığımız zaman daha sık kullanılıyor. Yani ilaç kullanım oranlarına baktığımızda ülkemizde her zaman ilk iki, üçüncü sırada yer alıyor” dedi
Antibiyotik kullanımında 3 önemli faktörden bahseden Prof. Dr. Akalın şöyle konuştu: “Bunlardan bir tanesi eczanelerden reçete olmadan antibiyotik alınması. İkinci önemli faktör hastalarımızın hekime gittiği zaman ilaç beklentisi içerisinde olması. Bu ilaç içerisine tabi antibiyotikler de dahil. Tabii hekim de toplumun bir parçası olduğu için kaçınılmaz olarak ilaç beklentisi içerisinde gelen hastadan hekim etkileniyor. Üçüncü önemli faktör ise hekimlerin yaptığı doğru olmayan uygulamalar. Mutlaka bir hekim tavsiyesi çok önemli, başkalarının tavsiyesi ile kullanmamalıyız, evde asla saklamamalıyız. Çünkü özellikle antibiyotiklerin uygun olmayan kullanımları belki de en önemli sorun. Örneğin gerekmediği halde kullanılan antibiyotiğe bağlı gelişen ishalin bazen hastayı hastaneye yatmasına neden olacak kadar ağırlaşmasına sebep olduğunu görüyoruz.”
AİDS’DE YAŞ ORTALAMASI GENÇLEŞİYOR
Eskiden AİDS ve HİV virüsü başvurularında yaş ortalamasının 35-50 arası olduğuna değinen İstabul Eğitim Araştırma Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği Şefi Uzman Doktor Muzaffer Fincancı son yıllarda yaş ortalamasının 20-25 yaşa gerilediğini belirtti.
Aslında AİDS’in dünyada rakam olarak artmadığını kaydeden Uzm. Dr. Fincancı, “5 yıl önce 39 milyondu, en son 2007 de 34 milyon oldu. Yeni olgu sayısı biraz azaldı. Ama aynı zamanda ölümler azaldı. Birkaç yıldır böyle düz bir çizgi çiziyor gibi. Türkiye’de yeni olgu sayısında artış var. 2000’lere kadar yılda 100-200 yeni vaka tanısı vardı, giderek bu böyle artmaya başladı.
2010’dan sonra yılda 500-600’lere ulaşmaya başladı.
2012’nin ilk yarısında 700’e yakın vaka oldu. Çok tehlikeli bir artış. Her kes bunun farkında. Ama toplum bunun ne kadar farkında o konuda çok emin değiliz” dedi
Türkiye’de 2012 yılı Haziran ayının verilerine göre 1985 yılından bu yana toplam sayının 5 bin 740 olduğunu ifade eden Uzm. Dr. Fincancı, “Dünyayı kıyasladığımız zaman çok büyük bir sayı değilmiş gibi geliyor. Ama son yıllarda artışa ayrıntıya baktığımız zaman tehlikenin işte o zaman farkına varıyorsunuz. Burada diğer dikkat çekici olan yaş ortalamasının biraz düşmesi. Yani eskiden yaş ortalaması 35-50 yaşlarındaki kişilerdi, ama şimdi 20-25 yaşındaki gençlerin yaş ortalaması biraz gerilemesi başladı.
Bu da gençlerde biraz bilgi eksikliğinin olduğunu gösteriyor. Bir kişi ile bile korunmasız cinsel ilişkinin kendisinin AİDS yapacağının farkında değiller ne yazık ki. Bu da şunu gösteriyor. Farkındalık az” şeklinde konuştu
AİDS ve HİV tedavisinin 1996 yılından bu yana yapıldığını söyleyen Uzm. Dr. Fincancı şöyle konuştu: “Tedaviden kastımız da virüsü saptanabilir düzeyin altında tutmak, yani kana baktığın zaman virüs yok gözüküyor, ama yok mu, var. Onun için de ilacı hiçbir zaman kesemiyorsunuz. Yani vücuttan tamamen yok edip atma mümkün değil. Bir sürü ilaç geliştirildi, mikrop buna direnç kazanıyor, kazandıkça da biz yeni ilaç geliştiriyoruz, karşılıklı bir mücadele halindeyiz. İnsanlar artık HİV, AİDS oldukları zaman normal bir süre yaşaya biliyorlar.” HİV virüsü ile birçok çocuk doğduğuna da değinen Uzm. Dr. Fincancı annenin kontrol edildiği takdirde çocuğa bulaşma ihtimalinin yüzde 1’in altında olduğunu kaydetti.
Kontrol edilmezse çocuğa bulaşma ihtimalinin yüzde 25-30’larda olduğunu ifade eden Uzm. Dr. Fincancı, “Kontrol etmezseniz, hiç farkında olmayan HİV+ bir hasta çocuğunu doğurursa, bu çocuğun HİV+ pozitif olma ihtimali yüze 30’ları bulabilir. Bu çok büyük bir rakam. Kabul edilemez bir rakam. Afrika’daki durum ne yazık ki bu. Afrika’da çocuklar doğruyorlar ve HİV+ oluyorlar. Bunu önlemek mümkün” şeklinde konuştu.
HASTANE ENFEKSİYONLARI İÇİN EN ÇOK RİSKLİ YERLER YOĞUN BAKIM Eski roma döneminden bu yana hastane enfeksiyonlarının olduğunu söyleyen Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Önder Ergönül ise bunların doğası gereği en sorunlu enfeksiyonlar olduğunu belirtti.
Bu enfeksiyonların tedavisi için çok yoğun ilaçlar kullanıldığını ifade eden Prof. Dr. Ergönül, yoğun bakımda kalan hastaların ister istemez bu enfeksiyonlarla tanıştığını kaydetti.
En çok riskli olan yerlerin yoğun bakımlar olduğunu ifade eden Prof. Dr. Ergönül, “Yoğun bakamlarda bazen hasta öyle olur ki acaba enfeksiyondan mı öldü, yoksa kendi hastalığından mı öldü diye karıştırılır. Ciddi bir sorundur. Son dönemlerde mahkemelerde davalar da görülmeye başladı” dedi.
“ARTIK TEDAVİDE ‘AL GÜLÜM, VER GÜLÜM’ İLİŞKİSİ” Son dönemlerde insanların sağlık algısının değiştiğini söyleyen Prof. Dr. Ergönül şöyle konuştu: “Eskiden Doktorlar elinden geleni iyi niyetle yapar, iyi niyetinden sual olunmaz, ama hasta ölürse de ölür, çünkü herkes ölür nihayetinde. Böyle bir zihniyet vardı. Yani ebeveyn gibiydi o zaman Doktorlar. Ama şimdi son yıllarda tanık oluyoruz. Sağlık Amerika’da gördüğümüz şekilde Türkiye’de de gelişmeye başladı.
Sağlığını bir ticari ilişki, yani ‘al gülüm, ver gülüm’ ilişkisi diyelim, ‘ben parasını verdim, beni iyileştireceksin’ diyor hasta şu anda. Yani ömrü satın almaya çalışıyor.” Hastane enfeksiyonlarının son yıllarda ünlülerin ölümünden sonra sorgulanır hale geldiğini kaydeden Prof. Dr. Ergönül, “Aslında bunun ilk çıkışı Ankara’da Eski Sağlık Bakanı Veysel Atasoy hastane mikrobundan öldü 2004 yılında. Ölümünden sonra bakanlık bazı adımlar atmak zorunda kaldı. Çok gecikmiş bir adımdı. Amerika’da olduğu gibi hastane enfeksiyonları ciddiye alınarak bir takım kurallar kanunlar çıkarıldı. Ama hastane enfeksiyonları zor enfeksiyonlardır, tedavisi zordur. Mikroplar ilaçlara dirençlidir. Çok meşakkatli bir iştir. Bir noktada suçlanırsınız. Hastanın yapabileceği bir şey yok teslim oluyor” dedi.
“HACCA GİDENLERDE YENİ ‘CORONA’ VİRÜSÜ SAPTANDI” 2012 yılının Haziran ayında hac ziyaretine gidenlerde yeni bir virüsün saptandığını ifade eden Prof. Dr. Ergönül konuşmalarını şöyle sürdürdü: “En son rastlanan enfeksiyonlardan bir tanesi hacda ‘Corona’ virüs denilen, eskiden ‘sars’ diye bir virüs vardı 2004 yılında. ‘Sars’ın akrabası bir virüs saptandı. İlk defa Haziran 2012 yılında, yani toplam 9 ay önce saptandı. Bu tamamen yeni. Yeni bir oluşum. Türkiye’de de gereken önlemlerin alınması lazım. Türkiye’de şu ana kadar saptanmadı. Türkiye’de ciddi bir hac trafiği var. Dolayısı ile oradan kapıla bilinir.” ‘Corona’ virüsünün henüz bir aşısı olmadığını, tedavisinin da geliştirilmediğini kaydeden Prof. Dr. Ergönül, “Ölümcül ola biliyor. Hastalar ilk defa İngiltere ve Almanya’da öldükleri için saptandı bu virüs. Belirtileri solunum yolu, zattürre ile giden, gribe benzer ama gribin çabuk zattürreye çevrilmiş hali, yani akciğer enfeksiyonuna çevrilmiş halidir. Toplam 100 kişide saptanmış, 10 ölüm var” şeklinde konuştu.
KIRIM KONGO KANAMALI ATEŞİ’NDEN 10 YILDA 400 KİŞİ ÖLDÜ Türkiye’nin Kırım Kongo Kanamalı Ateşi ile 10 yıl önce tanıştığını söyleyen Prof. Dr. Ergönül bunun beklenmedik bir şekilde kanamalarla seyreden ve ölüme neden olan bir hastalık odlunu belirtti.
10 yıl içerisinde yaklaşık 7 bin vatandaşta kesin olarak yakalandığını 400 kişinin de hayatını kaybettiğini ifade eden Prof. Dr. Ergönül, “Bu yıl yine Mart, Nisan ayında havaların ısınması ile bekliyoruz. Önce keneler canlanıyor. Kışın kış uykusu gibi inaktif haldeler, baharla beraber aktif hale geliyorlar. Vatandaşlarımızın yine dikkatli olmaları lazım. Keneye maruz kalma ihtimalini ola bildiğince azaltmak, kapalı yerleri ola bildiğince örtmek, pantolonları çorabın içerisine sokmak gibi espriler yapıldı, ama çok yanlış bir yöntem değildi aslında. Uzun kollu gömlek giymek, yeşillik alanlara dikkat etmek, vücut hijyeni çok önemli” dedi
Vatandaşların keneyi gördüğü zaman çıkarması, bir hafta içerisinde her hangi bir rahatsızlık görürse doktora gitmesi gerektiğini kaydeden Prof. Dr. Ergönül doktora gidildiği zaman kurtulma şansının büyük olduğunu belirtti.
Kaynak: İHA
Kervansaray Lara Oteli’nde gerçekleştirilen kongre öncesi Doktorlar, basın toplantısı düzenledi.
Antibiyotiklerin önce tanınması gerektiğini söyleyen Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon ve Klinik Mikrobiyoloji Ana Bilim Dalı Üyesi Prof. Dr. Halis Akalın antibiyotiklerin onların etkili olduğu bakterilerin neden olduğu enfeksiyonların tedavisinde kullanıldığını belirtti.
Türkiye’de ve dünyada en önemli sorunlardan bir tanesinin gerekmediği halde antibiyotiklerin kullanılması olduğunu söyleyen Prof. Dr. Akalın, nezle ve grip virüslerinin oluşturduğu enfeksiyon hastalıklarında antibiyotiklerin herhangi bir etkinliği olmadığını bildirdi. Bu tür virüslerin oluşturduğu enfeksiyonlarda gereksiz antibiyotik kullanımının bakterilerdeki antibiyotik direncini daha da arttırdığını kaydeden Prof. Dr. Akalın, “Genel olarak ülkemizde antibiyotik direncinin temel sorunları nedir diye baktığımız zaman burada bir kez daha parantez içerisinde söylüyorum tabii ki bir hastanın antibiyotikle tedavi edilmesi gereken bir hastalığı varsa, bakteriyel enfeksiyonu varsa burada uygun dozda, uygun antibiyotikle ve uygun sürede tedavisi kaçınılmaz. Ama ülkemizdeki antibiyotik ve direnç konusu Batı Avrupa veya Kuzey Avrupa ülkeleri ile karşılaştırdığımız zaman daha sık kullanılıyor. Yani ilaç kullanım oranlarına baktığımızda ülkemizde her zaman ilk iki, üçüncü sırada yer alıyor” dedi
Antibiyotik kullanımında 3 önemli faktörden bahseden Prof. Dr. Akalın şöyle konuştu: “Bunlardan bir tanesi eczanelerden reçete olmadan antibiyotik alınması. İkinci önemli faktör hastalarımızın hekime gittiği zaman ilaç beklentisi içerisinde olması. Bu ilaç içerisine tabi antibiyotikler de dahil. Tabii hekim de toplumun bir parçası olduğu için kaçınılmaz olarak ilaç beklentisi içerisinde gelen hastadan hekim etkileniyor. Üçüncü önemli faktör ise hekimlerin yaptığı doğru olmayan uygulamalar. Mutlaka bir hekim tavsiyesi çok önemli, başkalarının tavsiyesi ile kullanmamalıyız, evde asla saklamamalıyız. Çünkü özellikle antibiyotiklerin uygun olmayan kullanımları belki de en önemli sorun. Örneğin gerekmediği halde kullanılan antibiyotiğe bağlı gelişen ishalin bazen hastayı hastaneye yatmasına neden olacak kadar ağırlaşmasına sebep olduğunu görüyoruz.”
AİDS’DE YAŞ ORTALAMASI GENÇLEŞİYOR
Eskiden AİDS ve HİV virüsü başvurularında yaş ortalamasının 35-50 arası olduğuna değinen İstabul Eğitim Araştırma Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği Şefi Uzman Doktor Muzaffer Fincancı son yıllarda yaş ortalamasının 20-25 yaşa gerilediğini belirtti.
Aslında AİDS’in dünyada rakam olarak artmadığını kaydeden Uzm. Dr. Fincancı, “5 yıl önce 39 milyondu, en son 2007 de 34 milyon oldu. Yeni olgu sayısı biraz azaldı. Ama aynı zamanda ölümler azaldı. Birkaç yıldır böyle düz bir çizgi çiziyor gibi. Türkiye’de yeni olgu sayısında artış var. 2000’lere kadar yılda 100-200 yeni vaka tanısı vardı, giderek bu böyle artmaya başladı.
2010’dan sonra yılda 500-600’lere ulaşmaya başladı.
2012’nin ilk yarısında 700’e yakın vaka oldu. Çok tehlikeli bir artış. Her kes bunun farkında. Ama toplum bunun ne kadar farkında o konuda çok emin değiliz” dedi
Türkiye’de 2012 yılı Haziran ayının verilerine göre 1985 yılından bu yana toplam sayının 5 bin 740 olduğunu ifade eden Uzm. Dr. Fincancı, “Dünyayı kıyasladığımız zaman çok büyük bir sayı değilmiş gibi geliyor. Ama son yıllarda artışa ayrıntıya baktığımız zaman tehlikenin işte o zaman farkına varıyorsunuz. Burada diğer dikkat çekici olan yaş ortalamasının biraz düşmesi. Yani eskiden yaş ortalaması 35-50 yaşlarındaki kişilerdi, ama şimdi 20-25 yaşındaki gençlerin yaş ortalaması biraz gerilemesi başladı.
Bu da gençlerde biraz bilgi eksikliğinin olduğunu gösteriyor. Bir kişi ile bile korunmasız cinsel ilişkinin kendisinin AİDS yapacağının farkında değiller ne yazık ki. Bu da şunu gösteriyor. Farkındalık az” şeklinde konuştu
AİDS ve HİV tedavisinin 1996 yılından bu yana yapıldığını söyleyen Uzm. Dr. Fincancı şöyle konuştu: “Tedaviden kastımız da virüsü saptanabilir düzeyin altında tutmak, yani kana baktığın zaman virüs yok gözüküyor, ama yok mu, var. Onun için de ilacı hiçbir zaman kesemiyorsunuz. Yani vücuttan tamamen yok edip atma mümkün değil. Bir sürü ilaç geliştirildi, mikrop buna direnç kazanıyor, kazandıkça da biz yeni ilaç geliştiriyoruz, karşılıklı bir mücadele halindeyiz. İnsanlar artık HİV, AİDS oldukları zaman normal bir süre yaşaya biliyorlar.” HİV virüsü ile birçok çocuk doğduğuna da değinen Uzm. Dr. Fincancı annenin kontrol edildiği takdirde çocuğa bulaşma ihtimalinin yüzde 1’in altında olduğunu kaydetti.
Kontrol edilmezse çocuğa bulaşma ihtimalinin yüzde 25-30’larda olduğunu ifade eden Uzm. Dr. Fincancı, “Kontrol etmezseniz, hiç farkında olmayan HİV+ bir hasta çocuğunu doğurursa, bu çocuğun HİV+ pozitif olma ihtimali yüze 30’ları bulabilir. Bu çok büyük bir rakam. Kabul edilemez bir rakam. Afrika’daki durum ne yazık ki bu. Afrika’da çocuklar doğruyorlar ve HİV+ oluyorlar. Bunu önlemek mümkün” şeklinde konuştu.
HASTANE ENFEKSİYONLARI İÇİN EN ÇOK RİSKLİ YERLER YOĞUN BAKIM Eski roma döneminden bu yana hastane enfeksiyonlarının olduğunu söyleyen Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Önder Ergönül ise bunların doğası gereği en sorunlu enfeksiyonlar olduğunu belirtti.
Bu enfeksiyonların tedavisi için çok yoğun ilaçlar kullanıldığını ifade eden Prof. Dr. Ergönül, yoğun bakımda kalan hastaların ister istemez bu enfeksiyonlarla tanıştığını kaydetti.
En çok riskli olan yerlerin yoğun bakımlar olduğunu ifade eden Prof. Dr. Ergönül, “Yoğun bakamlarda bazen hasta öyle olur ki acaba enfeksiyondan mı öldü, yoksa kendi hastalığından mı öldü diye karıştırılır. Ciddi bir sorundur. Son dönemlerde mahkemelerde davalar da görülmeye başladı” dedi.
“ARTIK TEDAVİDE ‘AL GÜLÜM, VER GÜLÜM’ İLİŞKİSİ” Son dönemlerde insanların sağlık algısının değiştiğini söyleyen Prof. Dr. Ergönül şöyle konuştu: “Eskiden Doktorlar elinden geleni iyi niyetle yapar, iyi niyetinden sual olunmaz, ama hasta ölürse de ölür, çünkü herkes ölür nihayetinde. Böyle bir zihniyet vardı. Yani ebeveyn gibiydi o zaman Doktorlar. Ama şimdi son yıllarda tanık oluyoruz. Sağlık Amerika’da gördüğümüz şekilde Türkiye’de de gelişmeye başladı.
Sağlığını bir ticari ilişki, yani ‘al gülüm, ver gülüm’ ilişkisi diyelim, ‘ben parasını verdim, beni iyileştireceksin’ diyor hasta şu anda. Yani ömrü satın almaya çalışıyor.” Hastane enfeksiyonlarının son yıllarda ünlülerin ölümünden sonra sorgulanır hale geldiğini kaydeden Prof. Dr. Ergönül, “Aslında bunun ilk çıkışı Ankara’da Eski Sağlık Bakanı Veysel Atasoy hastane mikrobundan öldü 2004 yılında. Ölümünden sonra bakanlık bazı adımlar atmak zorunda kaldı. Çok gecikmiş bir adımdı. Amerika’da olduğu gibi hastane enfeksiyonları ciddiye alınarak bir takım kurallar kanunlar çıkarıldı. Ama hastane enfeksiyonları zor enfeksiyonlardır, tedavisi zordur. Mikroplar ilaçlara dirençlidir. Çok meşakkatli bir iştir. Bir noktada suçlanırsınız. Hastanın yapabileceği bir şey yok teslim oluyor” dedi.
“HACCA GİDENLERDE YENİ ‘CORONA’ VİRÜSÜ SAPTANDI” 2012 yılının Haziran ayında hac ziyaretine gidenlerde yeni bir virüsün saptandığını ifade eden Prof. Dr. Ergönül konuşmalarını şöyle sürdürdü: “En son rastlanan enfeksiyonlardan bir tanesi hacda ‘Corona’ virüs denilen, eskiden ‘sars’ diye bir virüs vardı 2004 yılında. ‘Sars’ın akrabası bir virüs saptandı. İlk defa Haziran 2012 yılında, yani toplam 9 ay önce saptandı. Bu tamamen yeni. Yeni bir oluşum. Türkiye’de de gereken önlemlerin alınması lazım. Türkiye’de şu ana kadar saptanmadı. Türkiye’de ciddi bir hac trafiği var. Dolayısı ile oradan kapıla bilinir.” ‘Corona’ virüsünün henüz bir aşısı olmadığını, tedavisinin da geliştirilmediğini kaydeden Prof. Dr. Ergönül, “Ölümcül ola biliyor. Hastalar ilk defa İngiltere ve Almanya’da öldükleri için saptandı bu virüs. Belirtileri solunum yolu, zattürre ile giden, gribe benzer ama gribin çabuk zattürreye çevrilmiş hali, yani akciğer enfeksiyonuna çevrilmiş halidir. Toplam 100 kişide saptanmış, 10 ölüm var” şeklinde konuştu.
KIRIM KONGO KANAMALI ATEŞİ’NDEN 10 YILDA 400 KİŞİ ÖLDÜ Türkiye’nin Kırım Kongo Kanamalı Ateşi ile 10 yıl önce tanıştığını söyleyen Prof. Dr. Ergönül bunun beklenmedik bir şekilde kanamalarla seyreden ve ölüme neden olan bir hastalık odlunu belirtti.
10 yıl içerisinde yaklaşık 7 bin vatandaşta kesin olarak yakalandığını 400 kişinin de hayatını kaybettiğini ifade eden Prof. Dr. Ergönül, “Bu yıl yine Mart, Nisan ayında havaların ısınması ile bekliyoruz. Önce keneler canlanıyor. Kışın kış uykusu gibi inaktif haldeler, baharla beraber aktif hale geliyorlar. Vatandaşlarımızın yine dikkatli olmaları lazım. Keneye maruz kalma ihtimalini ola bildiğince azaltmak, kapalı yerleri ola bildiğince örtmek, pantolonları çorabın içerisine sokmak gibi espriler yapıldı, ama çok yanlış bir yöntem değildi aslında. Uzun kollu gömlek giymek, yeşillik alanlara dikkat etmek, vücut hijyeni çok önemli” dedi
Vatandaşların keneyi gördüğü zaman çıkarması, bir hafta içerisinde her hangi bir rahatsızlık görürse doktora gitmesi gerektiğini kaydeden Prof. Dr. Ergönül doktora gidildiği zaman kurtulma şansının büyük olduğunu belirtti.