Boyner, Ekonomi Ve Siyaset Gündemini Değerlendirdi

Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Ümit Boyner, seçime hazırlık döneminin herkesin Türkiye‘nin temel sorunlarını ve bunlara siyasi partilerin getireceği çözüm önerilerinin tartışıldığı bir dönem olması gerektiğini belirterek, "Maalesef biz siyasetin siyaset içermeyen konularla yapıldığı bir çamur atma dönemini yaşıyor, enerjimizi boşa harcıyoruz" dedi..

Boyner, Ekonomi Ve Siyaset Gündemini Değerlendirdi
Adana Genç İşadamları Derneği (AGİAD) tarafından bu yıl 4.‘sü organize edilen ‘İş ve Meslek Ödülleri‘ kapsamında düzenlenen törene katılmak üzere kente gelen Boyner, HiltonSA Adana Oteli‘nde düzenlenen toplantıda ekonomide yaşanan gelişmeleri ele alarak, seçim süreci ve sonrasında nasıl bir süreç izlenmesi gerektiği konularında açıklamalarda bulundu. Bugün gelinen noktada Türkiye‘nin temel sorunlarının masaya yatırılıp, siyasi partilerin ortaya koyacağı çözüm önerilerinin tartıştığı bir dönem olması

gerektiğini kaydeden Boyner, ancak böyle bir ortamdan söz edilmesinin mümkün olmadığını, siyaset içermeyen konularla siyaset yapıldığı gibi ‘çamur atma dönemi‘ yaşandığını ve Türkiye‘nin enerjisini boşa harcadığını vurguladı.

"SEÇİM SONRASI DÖNEMİ BİR FIRSAT OLARAK YAKALAMALIYIZ"

Boyner, "Uluslararası rekabetin keskinleştiği, ülke ekonomilerinin büyümesi, istihdamın artırılması ve sürdürülebilir kalkınmanın mümkün kılınması için özel politika uygulamalarının tasarlandığı ve yarışın gittikçe daha zorlaştığı bir dönemdeyiz. Bizi yeni bir dönem bekliyor. Dünyadaki büyüme yarışında rekabetçi olmayı sağlamamız şart. Ama sadece zenginleşerek bunu başaramayız. Gelir dağılımı adaletini, bölgesel kalkınmışlık farklarını gözeterek; toplumsal katılım ve paylaşımı artırarak, eğitim

kalitesini, basın ve ifade özgürlüğünü geliştirerek, adalet sistemimizde tarafsızlık ve etkin çalışma için yapısal reformları gerçekleştirerek Dünya İnsani Gelişmişlik Endeksi‘nde şu anda bulunduğumuz 83. sıradan dünya ekonomisinde ilk 10‘a ulaşmayı hedefleyen bir Türkiye‘ye layık olan gelişmişliğe de ulaşmamız şart" dedi.

"YILLARDIR BİRİKEN SORUNLARI TOPLUMSAL MUTABAKATLA ÇÖZEBİLİRİZ"

Seçim sonrası sürecin bir fırsat olarak yakalanması gerektiğini söyleyen Boyner, bu fırsatın yıllardır biriktirilen sorunları yeni bir toplumsal mutabakatla çözebilme fırsatı olduğunun altını çizdi. Boyner, "Bu fırsatı da ötekileştirmeden, karşımızdakini yok saymadan en iyi şekilde değerlendirmeliyiz. Kadınlarımızla, gençlerimizle, bizi biz yapan tüm farklılıklarımızla, zenginliklerimizle, ama bir arada, birlikte çözme zamanı. Bilmeliyiz ki, önümüzdeki eşiği atlamak için birinci ligde tüm

vatandaşlarımızın mutlu, özgür ve müreffeh yaşayabilmeleri için anlaşmamız, birbirimizi anlamamız ve halının altına süpürülenleri, hep beraber temizlememiz gerekiyor. Korkmadan, yılmadan, korkutmaya çalışanlara karşı koyarak. Kendimize ve bu ülkenin güneydoğusundan kuzeybatısına, sahilinden yaylasına kadar eşit ve özgür vatandaşlar olarak birlikte bir arada ve huzurla yaşama hakkımız olduğuna inanarak ve güvenerek bunu yapmalıyız" ifadesini kullandı.

"GLOBAL KRİZİN ETKİLERİ BUGÜN HALA HİSSEDİLİYOR"

Tüm dünyayı olduğu gibi Türkiye‘yi de etkileyen global krizin etkilerinin bugün hala hissedildiğine dikkat çeken Boyner, küresel dengesizlikler, krizin başlangıcındaki düzeltmeye rağmen dünya gündemindeki ağırlığını da sürdürdüğünü vurguladı. Kriz öncesinde Japonya‘da izlenen ‘sıfır faiz oranı politikası‘nın gelişmekte olan ekonomilere sıcak para akışının o dönemlerdeki önemli kaynaklarından biri olarak öne çıktığını hatırlatan Boyner, kriz sonrasında ‘Euro Bölgesi‘nde, ABD ve İngiltere‘de uygulamaya

konulan miktarsal genişleme politikalarının küresel likidite dalgasının hızla hacim kazanmasına ve yükselmesine neden olduğunu anlattı. Boyner, konuşmasını şöyle sürdürdü:

"Öyle ki, brüt sermaye akımlarının kriz sonrası dip noktasını takip eden ilk üç çeyrek içerisinde dünya GSYH‘nın yüzde 6‘sına ulaştığını görürüz. Bu orana kriz öncesi dönemde ancak üç yıl içerisinde ulaşıldığı dikkate alınırsa; küresel likiditenin ulaştığı boyut ve Türkiye gibi ülkeler üzerindeki olası etkileri çok daha iyi anlaşılacaktır."

"DARALTICI BİR KAMU MALİYE POLİTİKASINDAN SÖZ ETMEK MÜMKÜN DEĞİL"

Türkiye‘nin özellikle 2002 sonrası kamu disiplinine gösterdiği özeni devam ettirerek kriz öncesi bütçe açığı seviyelerin üzerinde hareket etse de bütçe disiplinini korumaya gayret gösterdiğini dile getiren Boyner, buna rağmen kriz sonrasında ve mevcut dönemde daraltıcı bir kamu maliye politikasından söz edilmesinin pekte mümkün olmadığını söyledi. Mali teşviklerin de yardımıyla krizde daralan iç talebin canlanmasının dış talepteki gerilemeye karşın ekonomik büyümeyi sağlamada etkili olduğunu savunan

Boyner, 2009 yılının ikinci çeyreğinden başlayarak tüketimdeki küçülmenin yerini büyümeye bıraktığını, dördüncü çeyrekteyse özel tüketime kamu tüketiminin eklenmesiyle büyüme hızında yeniden pozitife döndüğünü anlattı. 2010 yılı sonu itibarıyla yüzde 8.9 olarak gerçekleşen ve Avrupa Bölgesi‘nde en yüksek büyüme hızı olarak tescil edilen güçlü büyümenin başlıca çekici gücünü özel tüketim ve özel yatırım harcamalarının oluşturduğu bilgisini veren Boyner, bu GSYH büyüme rakamının aynı zamanda Türkiye‘nin

krizden çıkışının sağlam ve kalıcı olduğunu teyit ettiğini vurguladı.

"İTHALATTA KRİZ ÖNCESİ DÖNEME DÖNÜŞ GÖZLEMLENİYOR"

Büyüme açısından ortaya konulan bu tablonun memnuniyet verici olduğunu ifade eden Boyner, "Özellikle 2010 yılında iç talebin içerisinde özel sektör gayri safi sabit sermaye oluşumu harcamaları, özellikle de makine-teçhizat harcamaları yıllık bazda en hızlı büyüme gösteren bileşenler olmuştur. Bu çerçevede, adı geçen bileşenlerde benzer büyüme hızın 2003 yılının son üç çeyreği ile 2004 ilk çeyrek arasında gözlemlendiğini düşünürsek; özel sektör yatırımlarındaki bu hızlı artışı, mevcut sermaye stokunun 7

yıla yakın bir süre sonrasında yenilenmesine yönelik çaba olarak yorumlayabiliriz. Tüketim ve yatırım rakamlarındaki bu hızlı artış büyümeyi desteklerken, diğer taraftan da artan enerji ve emtia fiyatlarıyla bir araya gelerek, Türkiye‘nin ithalat faturasında büyük artışlara neden olmuştur. İthalat 2010 yılı sonu itibarıyla kriz öncesi eğilimine dönmüş gözükmektedir. İthalattaki artış, özellikle aramalı ithalatındaki artış dikkat çekicidir. İthalatta hızlı, ihracatta ise olağan artışlar neticesinde,

ihracatın ithalatı karşılama oranı, 2009 Şubat ayında yüzde 93 iken, bu oran Mart 2011‘de yüzde 55‘e gerilemiştir. Aramalı ticaretinde, ihracatın ithalatı karşılama oranının 2009 Şubat ayında yüzde 77‘lere çıkması, 2011 Mart ayında ise yüzde 40‘ın altına gerilemesi dış ticaret açığının enerji fiyatlarındaki artışa ve iç talebin canlılığına duyarlı olduğunu ortaya koymaktadır" diye konuştu.

"EKONOMİNİN AŞIRI BİR ISINMA SÜRECİNDE OLDUĞU SÖYLENEMEZ"

Gerek tüketim, gerekse de yatırımların büyümesinde 2000-2001 krizleri sonrasında dalgalı kurun getirdiği görece istikrarlı kur hareketinin yanı sıra enflasyonla mücadelede sağlanan başarı, çok yüksek seviyelerden hızla tek hanelere gerileyen faiz oranları, artan borçlanma vadeleri ve sağlıklı bir yapıya kavuşan bankacılık sektörünün aracılık faaliyetlerinin gelişmesinde büyük rol oynadığını kaydeden Boyner, bu alandaki gelişmelerin artan küresel likidite ile birleşince tüketici ve yatırımcı açısından

yerli ve uluslararası finansman olanaklarını daha önce görülmeyen kapasitelere taşıdığını söyledi. Boyner, "Türkiye ekonomisinin bugün geldiğimiz noktada başarılı krizden çıkış ve toparlanma sürecine, enflasyon ve faizlerde gelişmiş ekonomilere yaklaşan oranlara rağmen, işsizlik, yüksek iç-düşük dış talep, artan ithalat bağımlılığı, artan dış ticaret ve cari işlemler açığı ve dünya enerji-emtia fiyatlarıyla birlikte büyüyen enflasyon baskılarıyla karşı karşıya olduğunu söylememiz mümkün" ifadesini kullandı.

Ekonomide ısınma olup olmadığı yönündeki tartışmalara da değinen Ümit Boyner, GSYH‘nın 2003 birinci çeyrek ile 2008 birinci çeyrek arasında yakaladığı potansiyel çıktı eğilimi dikkate alındığında 2010 yılı son çeyrek itibarıyla henüz böylesi bir eğilime uzak olunduğunun görülebileceğini, bu açıdan bakıldığında da Türkiye ekonomisinin bir aşırı ısınma sürecinde olduğunun söylenemeyeceğini vurguladı.

"KAYNAMA NOKTASINA GELMESEK BİLE ENFLASYON BASKISINI ARTTIRACAK"

2003 yılının ilk çeyreğiyle 2010 yılının son çeyreği arasında bir potansiyel çıktı eğilimi hesapladığındaysa 2008 birinci çeyrekteki kadar olmasa da 2010 yılı dördüncü dönemde potansiyel çıktı eğiliminin üzerine çıkıldığının açıkça görülebileceğini belirten Boyner, tüm bunların yanında son dönemde ithalat vergilerindeki artışın, yapı ruhsatlarında 2010 yılı Aralık ayı itibarıyla yıllık artışın yüzde 200‘leri aşması ve devam eden kredi genişlemesi, kapasite kullanım oranları ve işsizlik rakamlarına

dayandırılan ısınma olmadığı yönündeki analizlere karşı argüman olarak öne sürülebileceğini söyledi. Boyner, "Isınma var mı, yok mu tartışmalarını bir kenara bıraktığımızdaysa kaynama noktasına gelmese bile iç talep ağırlıklı yapının giderek ithalata yönelerek güçlenmesi ve enerji-emtia fiyatları artışlarının devam etmesi halinde ekonominin yüksek hızlarda büyümeye devam etmesinin mevcut cari açık sorununu ve enflasyon baskılarını daha da ağırlaştıracağı açık olarak görülmektedir" dedi.

"BİR DIŞ ETKENİN ŞOK ETKİSİ OLMADIĞI SÜRECE MEVCUT YAPI SÜRER"

Tam da bu noktada cari açık finansmanı konusunun gündeme gelebileceğini belirten Boyner, ‘nasılsa, küresel likiditenin desteklediği kısa vadeli sermaye hareketleri, o da olmazsa net hata ve noksan kalemi imdadımıza yetişir‘ diye düşünüldüğündeyse herhangi bir dış etken şok etkisi oluşturmadıkça mevcut yapının sürdürüleceğine olan inancın da korunabileceğini savundu. Boyner, cari açık/GSYH oranının çok da önemli olmadığını, asıl önemli olan noktanınsa solvent, bir başka ifadeyle de herhangi bir sorun

durumunda yükümlülüklerin yerine getirilebilmesi olduğunu ifade ederek, bu durumun yerine getirilebilmesi halinde mevcut sorunların da göz ardı edilebileceğini kaydetti.

"SORUN SADECE FİNANSMAN SORUNU DEĞİL"

Boyner, "Tüm bu teselli edici düşüncelerin ötesine baktığımızda, sorunun sadece finansman sorunu değil, cari açığın oluşum ve büyüme sürecinde meydana gelen gelişmelerin, ekonominin geneline yönelik olarak oluşturmuş olduğu riskleri nasıl yöneteceğimiz sorunu olduğu görülecektir. Başka bir deyişle, eğer cari açık bir sendrom ya da semptom ise, ekonomik bünyede başka tahribat meydana gelip gelmediği, başka tür riskler belirip belirmediği ve bu risklerin sistematik bir tehlike arz edip etmediği büyük önem

kazanmaktadır. Bu açıdan değerlendirildiğinde, olumlu varsayımlar altında bile yani küresel likiditenin aniden daralmayacağı, Türkiye‘ye olan ilginin devam edeceği, sermaye akımlarının aniden kesilmeyeceği veya tersine dönmeyeceği varsayımı altında dahi cari açığın ulaştığı seviyeye, şirketler ve hane halkı gibi kesimlerin mali yapılarında ne tür gelişmeler sonucunda gelindiği kritik bir soru halini almaktadır" ifadesini kullandı.

"SON 10 YILDA KAYDEDİLEN İLERLEME HERHANGnİ BİR GERİ ADIMA İZİN VERMEZ"

Dışarıda ve içeride olumlu koşulların devam etmesi, ekonominin kendi bünyesindeki kesimlerden herhangi birinde stres birikmemesinin risklerin oluşmadığı anlamına gelmeyeceği uyarısında bulunan Ümit Boyner, yurtiçi kesimler açısından oluşan risklerin gerçekleşmesinin, olumlu yöndeki varsayımlarda bozulmanın nasıl bir sorun sarmalı oluşturacağının, teknik niteliği yüksek tartışmalara konu olması gerektiğini söyledi. Boyner, olumsuz gelişmelere karşı alınacak önlemlerin şimdiden ilgili tarafların

gündemindeki yerini alması gerektiğini vurgulayarak, bu kapsamda sadece hükümetin değil, halihazırda ekonomi yönetiminin önemli bir parçasını oluşturan bağımsız düzenleyici ve denetleyici kurumların büyük sorumluluğa sahip olduğunu hatırlattı. Piyasa gözetimi ve denetimi açısından son 10 yılda kaydedilen ilerlemenin, bu alanda herhangi bir geri adıma izin vermeyecek kadar hassas olduğunu belirten Boyner, bu ilerlemeden geriye gidişin sonuçları tahmin edilebileceğinden çok daha vahim olabileceğinin altını

çizdi.

"ÖNÜMÜZDEKİ DÖNEMDE MİKRO REFORMLARI GERÇEKLEŞTİRMELİYİZ"

Önümüzdeki dönemde mikro reformların gerçekleştirilmesi gerektiğini ifade eden Boyner, şunları söyledi:

"Bağımsız düzenleyici ve denetleyici kurumlar risklerin sistemik hale gelmeden, yalın teknik gözle olayları irdelemek ve son derece karmaşık sorunlara, gelişmiş çözümler üretmek anlamında, Türkiye ekonomisinin istikrarı için kilit rol oynamaktadır ve bu rol cari açık dahil bir çok ekonomik sorunun yönetiminde siyasi irade üzerindeki yükü hafifletir niteliktedir. Geçtiğimiz 10 yıl içinde yapısal reformlar anlamında en önemli kazanımımız olan bağımsız kurumlar bu dönemdeki risk yönetiminde etkili rol

oynamalıdır. Türkiye son 10 yılda gerçekleştirdiği reformlarla yapısal bir dönüşüm elde etmiş ve krizlere dayanıklılığını artırmıştır. Paralel bir boyutta önümüzdeki dönemde başarmamız gereken de Yatırım Ortamını İyileştirme ve Yeni Sanayi Stratejisi bağlamında bekleyen mikro reformları gerçekleştirerek, verimlilik tabanlı büyümeye geçmek ve böylelikle cari açığı oluşturan büyüme modelimizi yapısal reformlarla dış ticaret fazlası üreten bir ekonomi haline dönüştürmektir."

Kaynak: İHA