Cumhurbaşkanı Gül Columbıa Üniversitesi'nde Konuştu

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül New York'taki Columbia Üniversitesi'nde yaptığı konuşmada, Türkiye'deki tartışma ortamının bile basın özgürlüğünde gelinen noktayı gösterdiğini söyledi.

New York'ta temaslarını sürdüren Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Columbia Üniversitesi'ni ziyaret ederek öğrencilere hitaben bir konuşma yaptı. Cumhurbaşkanı Gül, konuşmasının ardından gündeme ilişkin çeşitli soruları cevapladı. Gazze olayından sonra gerileyen Türkiye-İsrail ilişkileri hakkında sorulan bir soruya cevap veren Cumhurbaşkanı Gül, Türk-İsrail ilişkilerinin aslında birkaç ay öncesine kadar çok güçlü bir şekilde devam ettiğini söyleyerek, "Türkiye, İsrail'in varlığını, bölgedeki önemini tanıyan ilk
Müslüman ülke, ta başından beri. O günden bu yana da İsrail'le bir çok ilişkileri olan, İsrail'le bir çok anlaşmaları olan ve hatta barışın temini için İsrail ve Arap ülkeleri arasında çok yoğun bir şekilde çalışan bir ülke. Bunun en son örneği birkaç sene öncesine kadar Suriye ile İsrail arasında direk görüşmelere geçme safhasını neredeyse organize etmesi ve belli bir anlayışa ulaştırması iki ülkeyi. Bunun da ötesinde bir çok alanda, ekonomik, siyasi, kültürel hatta askeri alanlarda hep ilişkiler olmuş.
Ama 2006 yılında Gazze'deki herkesin gözü önünde olaylar olunca bu bizi şoke etti. Çünkü bundan bir hafta öncesine kadar, birkaç gün öncesine kadar biz Suriye ve İsrail arasındaki barışı ve direk görüşmeleri sağlamak için çaba veren ve neredeyse neticeye ulaşma aşamasında olan bir pozisyondaydık. Başbakan Olmert Türkiye'deydi birkaç gün önce, saatlerce hep konuşuldu. Bir çok raunt yapıldı Suriye ve İsrail arasında ve biz bir oteldeydik, onlar iki ayrı otelde. Devamlı ikisinin arasında gidip gelip neticede
her şeyi olgunlaştırmak üzereyken Gazze'deki olaylar oldu. Gazze'deki olaylar canlı yayınla bütün dünyada yayınlandı. Biraz önce Dünya Basket Şampiyonasından bahsettim, eminim sizler canlı seyrettiniz. Aynı onu seyreder gibi Gazze'de insanların nasıl öldüğünü, Gazze'nin nasıl bombalandığını bütün dünya ve dolayısıyla bölgemiz, Türk halkı, herkes seyretti. Bundan sonra hiçbir şey olmamış gibi davranmak demokratik bir ülkede, açık bir toplumda hiçbir hükümet için mümkün değildi açıkçası. Dolayısıyla o
söylediğiniz bazı ortak, manevraların, çalışmaların iptal edilmesi hep bu şartlar üzerine oldu. Maalesef ondan sonra da arzu edilmeyen gelişmeler oldu, eminim bunları da yakın takip ettiniz Türkiye ile İsrail arasında. Ama hep bunlar bizim tercihimiz olarak ortaya çıkmadı açıkçası, yani başlatan biz olmadık. Akdeniz'de insani yardım gemileri, bir çok NGO'lar (yardım kuruluşları), 30 ülkeden insan haklarında duyarlı birçok insanın içinde bulunduğu gemiler bağımsız bir şekilde hükümetlerden ve
hükümetimizden oraya giderken Akdeniz'in ortasında, uluslararası sularda, İsrail kıyılarından 80 mil ötede eğer saldırıya uğrarsa ve içinde insanlar öldürülürse, biri Amerikan-Türk vatandaşı, 8'i Türk vatandaşı, bunları görmemezlikten gelmek tabii ki mümkün değil. Ümit ederim ki bütün bunlar uluslararası hukuk çerçevesinde çözülür. Çünkü BM'nin üyesi olan bir ülkeyi uluslararası hukuk bağlar. Hiç kime bu dünyada 'Ben uluslararası hukukun dışında kalacağım' diyemez, böyle deme hakkı da yok. Dolayısıyla
bu sıkıntılar var ve bu sıkıntılar maalesef aniden ortaya çıktı bunun neticeleri sizin de söylediğiniz gibi ortaya çıkıyor. Ümit ederim ki bütün bunlar yine olgun bir şekilde ve uluslararası hukuk çerçevesinde çözümlenir, bölgede kalıcı bir barış sağlanır ve tekrar geniş bir işbirliği söz konusu olur" ifadelerini kullandı.
Türkiye'deki basın özgürlüğü başbakanın damadının çalıştığı bir şirkette alınan kredi oranlarıyla ilgili sorulan bir soruyu cevaplayan Gül, "Türk basınının içinde bulunduğu durum ve çoğulculuğu, bütün bunları söyledim. Sayın başbakanın damadının herhangi bir şirketin başında olması yasak olamaz. Önemli olan şey bu krediler alınırken, bunlar hangi şartlarda, nasıl, garantileri yeteri kadar verildi mi, faiz oranları nedir, bunlara tabii bakmak gerekir. Benim bildiğim kadarıyla liborun çok üstünde bir faiz
oranıyla, çünkü bu çok tartışılan bir konu, tabii bende Türkiye'de sordum, haklı olarak tartışılıyor sizin sorduğunuz gibi. Libor artı çok yüksek bir faiz oranıyla alınmış krediler. Tabii ki neticede bunların hepsinin ödenmesi gerekiyor, bunların ödenmesinde de bildiğim kadarıyla bir aksaklık söz konusu değil. Burada önemli olan şey şu herhangi bir şekilde basına bir baskı, ifade özgürlüğünde herhangi bir sınırlama söz konusu mu, değil mi? Bunlar tartışılıyor ama, Türkiye'de bu tartışma ortamının olması bu
sorulardan çok daha ötede, daha açık, daha hatta agresif, şimdi siz öyle değilsiniz yanlış anlaşılmasın, çok daha agresif bir şekilde tartışılıyor bunlar Türkiye'de. Bu tartışma ortamı var, bu bile basın özgürlüğünün Türkiye'de geldiği noktayı göstermektedir. Konuşmamın başında da söyledim, bizim hala yapacaklarımız var. Ben söylemiyorum ki biz her bakımdan çok iyi durumdayız. Yapacaklarımız var, yapmalarımız söz konusu hala" diye cevap verdi.
"Gazze'ye giden filoların aynısı Kürt bölgesine gitseydi ve soruşturulmaya kapalı olsaydı siz ne yapardınız?" şeklinde sorulan bir soruya 'Teşekkür ederim bu soruyu bu kadar açık sorduğunuz için, ortada şöyle doğru olmayan bir nokta var. Kürtler bizim kendi vatandaşlarımız, bin yıldır bu coğrafyada beraberiz. Benim şimdi şu heyetimde kim Türk, kim Kürt bilmiyorum ben. Bakanlar kurulunda kim Kürt, kim Türk sorarsanız bilinir. Yani hepimiz Türkiye Cumhuriyeti'nin eşit vatandaşlarıyız, ama demokratik
standartların noksanlığından dolayı haklı çok şikayetler vardı. Bunu da ben söyledim, hatta 1980 yılında Türkiye'de askeri iktidar söz konusu olduğunda Kürtçe konuşmak bile yasaklanmıştı. Dolayısıyla demokratik standartların noksanlığından dolayı çok şikayetler tabii ki Türkiye'de vardı ve Kürt vatandaşlarımızla ilgili de çok sıkıntılar vardı. Dolayısıyla bizler aynı milletin farklı farklı parçalarıyız, ama İsrail ve Filistinliler aynı millet değil, aynı milletin parçaları değil. Burada bunu da söylememe
müsaade ederseniz, İsrail'in işgal ettiği topraklar. Gazze, İsrail'e ait değil, Filistin toprakları İsrail'e ait değil. Dolayısıyla oradaki mücadele ile buradaki mücadele birbirinin aynısı değil. Ayrıca oradaki ambargoyu kıralım diyen sadece Türkiye değil, veya Türkiye'den giden o NGO'lar değil. Onlar belki de en sonuydu giden, ondan önce bir çok NGO İngiltere'den, Yunanistan'dan, İtalya'dan birçok ülkeden gitti. Başkan Obama, Hillary Clinton, Birleşmiş Milletler, Rusya, AB herkes bu ambargonun
kaldırılması yönünde çağrılarda bulundu. Dolayısıyla insani yardım için gidenler ve duyarlı sivil toplum örgütleri NGO'larda olur, böyle insani bir konuya duyarlı olan insanların kendilerine fedakarlık yapıyorlar, geliyorlar, dediğim gibi sadece Türkiye'den değil 30 farklı ülkeden insanlar vardı. Şimdi bunlar ayrı şeyler. Ama terörle mücadele yani kendi ülkenizde, kendi milletinizin içerisinde bu sadece Kürt vatandaşlarımızın arasından çıkan PKK terör örgütü değil, Türk vatandaşlarımızın içinden de
çıkan terör örgütleri var bizim. Marksist, Leninist eski Stalinist, yani teröre başvuran, düşünce anlamında hiçbir şey söylemem, Marksist de olabilir, başka şey de olabilir bu ayrı. Ama şiddet, organizasyon, illegal terör örgütü olursa, dolayısıyla bunları ayırmak lazım kanaatindeyim" dedi.
Türkiye'nin Avrupa Birliği üyelik müzakereleri hakkında sorulan bir soruya cevap veren Cumhurbaşkanı Gül, "Avrupa Birliği konusu Türkiye'nin stratejik bir konusu. Türkiye AB ile tam üyeliği stratejik bir hedef olarak seçmiş ve bütün politik partilerimizin hepsi de bu anlayışta ve bu yönde destek vermekte. Şimdi açıkçası bu konuda en büyük zorluk nedir derseniz. Bu üniversitede biraz rahat konuşayım, Avrupa Birliği'nin vizyon noksanlığı. Türkiye üstüne düşenleri yapıyor, hiçbir zaman Türkiye AB
kriterlerini tamamlamadan AB'ye tam üye olsun talebinde değilim, böyle bir hakkımız yok. Kulübün kriterlerini yerine getirmek zorundayız, ama kulübün kriterlerini yerine getirmemizi bile engelleyecek zaman zaman politik davranışlar içerisinde bazı üye ülkeler. Bununla Komisyonu kastetmiyorum, AB Komisyonu gerçekten çok dürüst ve çok sağlam bir duruş içerisinde, teknik taraf. Ama üye ülkelerin birçok dahili politikaları var. AB'nin 30 sene sonrasını, 50 sene sonrasını, 70 sene sonrasını düşünme vizyonu AB'de
noksan. Bugün dünyada büyük olup da oynamayan bir oyuncu var açıkçası, o da Avrupa Birliği. Bunu çok açık bir şekilde görüyorum. Niçin derseniz, bize çok yapay problemler çıkartıyorlar bu müzakere süreci içerisinde. Halbuki bu müzakere süreci demek, üye olmak isteyen ülke iş yapacak, yani kendi standartlarını yükseltecek. AB'de takip edecek, sonunda bütün standartlar tamamlanırsa 'Tamam, siz hazırsınız, o zaman karar aşamasına gelelim' diyecek. Bizim o karar aşamasına, yani standartlarımızı tam yükseltip o
noktaya gelmemizden bir çekince var açıkçası. Daha teknik tabirle şöyle, AB ile müzakere sürecinde fasıllar var, 33 tane, serbest piyasa ekonomisiyle ilgili, enerjiyle ilgili, kültürle ilgili, eğitimle ilgili, yargıyla ilgili, çevreyle ilgili fasıllar. Bu konuların hepsinde siz Avrupa standartlarını adapte ediyorsunuz, kendi kanununuz yapıyorsunuz, kendi yasanız yapıyorsunuz ve standartlarınızı yükseltiyorsunuz. Bütün bunları yaparken de müzakereyle yapıyorsunuz. Şimdi bu müzakerelerde çok gereksiz
engellerle karşı karşıya kalıyoruz. Dolayısıyla siz sorunuzda en büyük zorluk nedir dediniz, en büyük zorluğu ben bizim hızımızı durdurma gayreti var AB'de. En büyük zorluğu burada görüyorum" dedi.
İran hakkında sorulan bir soruyu yanıtlayan Cumhurbaşkanı Gül, "Tabii burada bulunduğum süre içerisinde bana en çok sorulan sorulardan bir tanesi İran nükleer meselesi, bu çok soruldu. Birde Türkiye'nin güvenlik Konseyi'nde yaptırımlarla ilgili hayır oyunu düşünürseniz, bu soru çok daha fazla soruldu bana. Şimdi sizin sorunuzla tabii ki gündemle ilgili bir soru. Burada herkesin bilmesini isterim, biz nükleer silahlara karşı bir ülkeyiz. Bölgemizde ve komşumuzda herhangi bir nükleer silahı kesinlikle
görmek istemeyiz. Dolayısıyla bu nükleer silah meselesini hafife almıyoruz. Ama nükleer silah meselesinin çözümü, yani herhangi bir problemin çözümünün neticede iki yolu var, biri savaş biri diplomasi. Biz bunun diplomasiyle çözülmesini istiyoruz. Çünkü savaş olursa bizim bölgemizde olacak, komşumuzda olacak. Biz bunu biliyoruz ve biz bunu gördük. Nasıl? Irak'ta gördük, 1990 yılında birinci savaştan bu yana Irak'taki istikrarsızlık Türkiye'ye güvenlik sorunu çıkardı. Türkiye'ye büyük göçler oldu, Türk
ekonomisine çok büyük sıkıntıları oldu. Ayrıca o zaman Irak'a olan ambargo da bir netice vermedi. Bugün şöyle bir baktığımızda o ambargonun ne etkisi oldu dersek, o günkü Saddam rejimini cezaland raırmadı, Irak halkını cezalandırdı. Irak halkını bir taraftan Saddam rejimi cezalandırıyordu, bir tarafta da ambargolar cezalandırdı. Halk iki şeyin arasında kaldı. Biz aynı tecrübeleri ikinci defa yaşamak istemiyoruz bölgemizde. Onun için çok diplomasi yolunda inisiyatif alıyoruz ve daha çok gayret sarf ediyoruz.
Çünkü bu negatifler olursa koşumuzda ve bölgemizde olacak. Eğer buna benzer bir olay belki Latin Amerika'da, belki Asya'nın daha uzak bir köşesinde olacak olsaydı bizde o kadar ilgilenmeyebilirdik. Bizde uzaktan genel tavırlar ortaya koyabilirdik ama komşumuzda olacak. Dolayısıyla bir savaş durumunda ne kadar göç olacak, ne kadar ekonomiler altüst olacak, ne kadar güvenlik sorunları ortaya çıkacak, biz bunlardan çok çekiniyoruz açıkçası. Onun için olağanüstü bir gayret sarf ediyoruz bu iş diplomatik yolla
hallolsun diye. Ambargo söz konusu olduğunda tabii ki Birleşmiş Milletler ambargosu bizi bağlayacaktır, çünkü BM'nin bağlayıcı kararları altında bu karar alındı ve bizi bağlıyor ve bizde buna uyuyoruz, uyduğumuzu da raporlarla gösteriyoruz. Bazı ülkeler var ki onun ötesinde ambargolar uyguluyorlar. Doğrusu burada biz zor duruma düşüyoruz, eğer bize empoze edildiği gibi sıfır ticarete varsak, biz enerji bağımlısı bir ülkeyiz. Türkiye'de gaz ve petrol yok, her şey etrafımızda ama bizde yok. Bize kokusu
geliyor onların ama uzandığımızda hiç elleyemiyoruz, yok. Dolayısıyla yüzde 98 ithal ediyoruz gaz ve petrolü. İthal ettiğimiz gazın bir kısmı da İran'dan geliyor. Şimdi biz BM yaptırımlarının dışında da gönüllü yaptırımlara katılsak sonunda şu çıkacak ortaya, bir bakıca ki gaz mecburuz alıyoruz, 10 milyar dolarlık biz İran'a ödeme yapacağız, ithalatımız olacak, İran bize hiçbir şey ödemeyecek. Bir taraftan ithalatımız 10 milyar dolar olacak, öbür taraftan ihracatımız hiç olmayacak, dış ticaret açığımız 10
milyar dolar olacak. 10 milyar doların da ötesine geçebilir, çünkü gaz ihtiyacımız giderek artıyor, büyüyen bir ekonomi daha çok gaz alıyor. Sadece İran'dan almıyoruz, Irak'tan alıyoruz, başka yerlerden alıyoruz. Dolayısıyla bunların dikkate alınması gerekir. Bir bakıma tabii ki kendi milli çıkarlarımızı da düşünmek zorundayız. Ama tabii bütün bunlar bizim nükleer meseleyi hafife aldığımız anlamına gelmez, çünkü eğer sizin komşunuzda bir nükleer silah varsa, ben İran'ın kesin böyle bir silah yaptığını
söylemiyorum ama bu bir tartışılan bir konu bugün, böyle şüpheler de var, zaten problem onun için ortaya çıkıyor. Eğer herhangi bir komşunuzda nükleer silah söz konusu olursa onun en büyük tehdidi uzaktaki başka kıtalara değil komşuya söz konusu olur. Yani iki arkadaştan biri daima silah taşır birisinde silah olmazsa herhalde siz kendinizi çok konforlu hissetmezsiniz. Dolayısıyla Türkiye koçusunda ve çevresinde nükleer silaha tolerans gösteren bir ülke asla değil. Hatta daha da ileri giderek BM'de
yaptığım konuşmada da söyledim, bütün bölgenin nükleer silahlardan arındırılmasıyla ilgili BM'nin 1991 yılında 687 sayılı bir kararı var. Bunun üstüne gitmek lazım, bu tabii tek başına bir nükleer silahlardan arındırılma değil. Bunun yanında İsrail'in güvenliği, Arap-İsrail barış meseleleri ve nükleer silahların arındırılması, hepsi bir paket şeklinde aslında. Bunu tekrar ele almamız gerekir ve bunun üzerinde tekrar çalışmamız gerekir çağrısında bulundum BM'de. Dolayısıyla çok kompleks bir soru,
bende geniş bir cevap vermiş oldum. Çünkü bugünlerde bizi çok ilgilendiriyor ve bazen de suçlanıyoruz açıkçası BM'de kullandığımız oydan dolayı. Halbuki BM'de kullandığımız oy o günden bugüne diplomasi yolunda biraz daha mesafe kat ettirdi ve olumlu gelişmeler oldu. Nitekim dün Başkan Obama Genel Kurul'da yaptığı konuşmada 'Diplomasi penceresi açık İran'a' dedi. Eğer diplomasi penceresi açıksa ve bu yönde az ama yavaş ama pozitif bazı gelişmeler de söz konusuysa o da Türkiye'nin tavrından dolayı oldu ve
Türkiye'nin komşusuyla olan ilişkilerini bu problemin çözümünde değerlendirmesi oldu" ifadelerini kullandı.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül daha sonra ABD'nin Boston kentine geçmek üzere New York'tan ayrıldı.