Kurt kapanından nasıl çıkılır? - AÇIK GÖRÜŞ

İsveç’te yaşayan Kürt siyasetçi ve yazar Kemal Burkay, son dönemde tırmanan PKK’nın şiddet eylemlerini, “Kürtlerin haklarını tanımak şurada kalsın, varlığını itirafa bile tahammül edemeyen” statükocu güçlerin PKK eliyle “AK Parti’ye açtığı bir savaş” olarak değerlendiriyor.



İsveç’te yaşayan Kürt siyasetçi ve yazar Kemal Burkay, son dönemde tırmanan PKK’nın şiddet eylemlerini, “Kürtlerin haklarını tanımak şurada kalsın, varlığını itirafa bile tahammül edemeyen” statükocu güçlerin PKK eliyle “AK Parti’ye açtığı bir savaş” olarak değerlendiriyor.
KEMAL BURKAY


YAZAR

Hükümetin bir yıl önce başlattığı açılım süreciyle birlikte toplumda Kürt sorununun çözümü yönünde önemli umutlar doğmuş ve belli bir yumuşama ortamı oluşmuştu. Gerçi hükümetin bu konuda net ve kapsamlı bir projesi yoktu, sanki el yordamı ile yürüyordu. Ben de bu nedenle, açılım konusundaki kaygılarımı daha baştan dile getirmiştim. Ama hükümet en azından, yüz yıla yakındır izlenen inkâra ve zora dayalı politikaların Kürt sorununu çözmeye yetmeyeceğini söyleyip çözüm için yeni bir anlayışın gereğine işaret ediyordu. Bu başlı başına önemliydi. Yine hükümet, ilk iş olarak 30 yıla yakındır süren çatışma ortamına son vermek, PKK’nın dağdan inmesini sağlamak istiyordu. Kanımca bu da önemliydi. Böylece Kürt sorununun barışçı yöntemlerle çözümü için uygun bir zemin oluşabilirdi. Bu nedenle ben de açılım sürecini olumlu buldum ve destekledim.

Birbirini izleyen yanlışlar

Ne var ki, süreci sabote etmeye çalışan güçler de hemen harekete geçtiler. Muhalefet partileri CHP ve MHP hükümeti topa tuttular; ülkenin bölünmesine, ulusal birliğin bozulmasına dair, görülmemiş bir demagoji ile kitlelerin önyargılarına seslendiler, kışkırttılar. Habur’dan ilk PKK grubunun girişi sırasında yaşanan coşku da, yıllar yılı PKK ve Kürt karşıtlığı ile koşullandırılmış bu kesimlerdeki tepkileri yükseltmekte kullanıldı. Türk Genelkurmayı da bu yaygara karşısında “Kürtçe eğitim yok, af yok!” ve benzeri kırmızı çizgileri çekince hükümet daha başından durakladı. Önce açılımın adını değiştirdi, ardından somut adımları durdurdu.

Belli ki hükümet açılım sürecinde, yalnızca derli toplu bir projeden yoksun değildi, aynı zamanda karşısındaki güçlükleri, engelleri gereği gibi hesaplamamıştı ve kararsızdı. Bununla kalmadı, açılım sürecini zora sokacak ciddi yanlışlar birbirini izledi. Hükümet, PKK’ya karşı net tutum almadığı gerekçesiyle DTP ile görüşmekten kaçındı. Oysa DTP, PKK’ya nasıl bakarsa baksın, legal bir yapılanma idi, Parlamento’da grubu vardı ve bölgede birçok belediyeyi yönetiyordu. Eğer amaç silahları susturmaksa DTP ile yürütülecek diyalog bu işi kolaylaştırırdı. Tam tersine, DTP bu süreçte Anayasa Mahkemesi’nce kapatıldı ve Ahmet Türk ile Aysel Tuğluk siyasi yasaklı kapsamına alındılar. KCK mensubu denip yüzlerce DTP mensubu siyasetçi ve seçilmiş belediye başkanı, dizi dizi kelepçelenmiş olarak gözaltına alındı ve tutuklandılar. Sokak eylemlerinde taş atan çocuklara yönelik acımasız bir tutuklama, yargılama ve mahkumiyet süreci başladı. Hükümet ise bu olumsuz gelişmeleri ya başlattı, ya da engellemek için hiçbir çaba göstermedi, en azından onayladı. Taş attıkları için terör örgütü üyesi sayılıp her biri onlarca yıl cezaya muhatap olan çocukların sorununa çözüm bulmak için gerekli yasal değişiklik bile bir türlü gerçekleşmedi. Bunu, bu hükümete güvenip barış sürecine hizmet için Habur’dan giriş yapanların tutuklanması izledi.

Kürt siyaseti statükoyla barıştı mı?

Bu tutumun açılım süreciyle bağdaşmadığı, böylece siyasetin yolunun açılmayacağı ve PKK’nın dağdan inmesinin, silahların susmasının sağlanamıyacağı belliydi.

Elbet bu süreçte kararsız olan ve yanlış yapan yalnızca hükümet değildi. Sürece destek vermesi gereken PKK ve yandaş örgütleri de -bilerek ya da bilmeyerek- önemli yanlışlar yaptılar. Hükümetin projesini yetersiz bulabilir, eleştirici ve önerici olabilirlerdi. Ama aynı zamanda bu olumlu başlangıca ve atılacak her olumlu adıma destek olmalıydılar. Statükocu güçlerin ağır saldırıları karşısında hükümete omuz vermeliydiler. Oysa onlar da, ne yazık ki, statükoyu değil, hükümeti karşıya aldılar. PKK, sözleri ve eylemleriyle, açılım sürecini sabote etmek için canhıraş bir çaba içinde olan CHP ve MHP’nin yanına düştü. Öcalan İmralı’dan gönderdiği mesajlarla hükümeti hedef aldı ve Kürt sorununun çözümünü “devletten” beklediğini açıkladı. Bununla herhalde orduyu kast ediyordu! Metropollerde ve Kürt kentlerinde, Kürt gençlerinin ve çocukların sokakta taş atmayla başlayıp molotof kokteyline varan ve can alan eylemlerinin kitlelerde öfkeye yol açacağı ve açılım sürecine zarar vereceği belliydi. PKK veya KCK ne derece bunun arkasındaydı, bilemem; ama DTP de bunu engellemek, gençleri teskin etmek için pek bir çaba göstermedi. PKK’nın bu dönemde gerçekleştirdiği, ya kendi yaptığı, ya da sahip çıktığı, Reşadiye ile başlayıp Halkalı’ya kadar uzanan eylemler ise işin tuzu biberi oldu.

Böylece statükocu güçlerin süreci sabote etmeye yönelik yoğun çabalarının yanı sıra Hükümetin ve PKK-BDP kesiminin yanlışları birbirini besleyerek açılım süreciyle ortaya çıkan olumlu ortamı berhava etti. Taraflar yeniden şiddet dilini konuşmaya başladılar. Son MGK toplantısının sonuçları, çözümün bir kez daha askere havale edildiği yönünde. OHAL isteyenler var. Bir bakıma başa dönülüyor havası ve kaygısı var.

Çözüm karşıtı, savaş yanlısı...

Böyle bir ortamda yalnızca sıradan insanın kafası karışık değil; aynı karışıklık medyada, yazar çizerlerde, yorumcularda da görülüyor.

Hükümetin böylesine önemli bir sorunun çözümü konusundaki hazırlıksızlığını ve kararsızlığını anladık. Bu bir bakıma, başından beri Kürt sorunu ve genel olarak demokratikleşme konusunda el yordamıyla yürüyen hükümet için sürpriz olmadı. Statükonun barış ve demokrasi düşmanlığı, gerilimden ve şiddetten yarar beklemesi ve bunu kışkırtması da şaşırtıcı değil. Pek çok insan için anlaşılması güç olan, PKK’nın ve yandaş örgütlerinin tavrı. Açılım sürecine karşı çıkmak, hele hele PKK’nın yaptığı veya sahip çıktığı son şiddet eylemleri Kürt halkının çıkarına değil. Bu eylemler Kürt sorununun çözümüne, barışa ve demokrasiye hizmet etmiyor. Tam tersine çözüm karşıtı, savaş yanlısı güçlere hizmet ediyor, diyalogu ve Kürt halkının haklarını savunan kesimlerin elini zayıflatıyor.

O halde PKK bunları neden yapıyor? İşin püf noktası da burada. PKK’nın bu tutumu medyada oldukça farklı biçimlerde yorumlanıyor. Bazılarına göre PKK, açılım sürecini asıl olarak kendisine silah bıraktırma, yani kendisini tasfiye olarak gördü, bu nedenle karşı çıkmakta.

Bazılarına göre PKK Kürt sorununun çözümünü istemiyor. Böylece kendi varlığına gerek kalmayacak... Çözüm olacaksa da kendisi muhatap alınıp parsayı toplamak istiyor...

Bazılarına göre Apo Stalinist bir lider,

PKK üstündeki etkisi güçlü; ben olmadan sorunu çözemezsiniz demek istiyor ve işi zora sokarak muhatap alınmak istiyor, kendi durumunu iyileştirmek istiyor.

Bu tür yorumların belli bir haklılık payı olabilir, ama bunlar PKK eylemlerinin asıl nedenlerini açıklamaya yetmiyor. Son günlerde yogun biçimde dile getirilen İsrail taşeronluğu iddiası da kanımca gerçekçi değil. İsrail’le ilişkilerin bozulması son bir yıllık olay. Oysa PKK’nın eylemleri Öcalan yakalanınca durmuştu, ama 2004’ten itibaren yeniden başladı ve bugüne kadar geldi.

PKK içindeki derin devlet

PKK belli koşullarla silah bırakmaya da karşı değil. Yani siyasetin yolu açılır ve silah bırakanlar cezaevlerine gitmezlerse PKK pekâlâ silah bırakabilir. Bunu Öcalan daha onbir yıl önce, yargılama sürecinde dile getirdi. Dağdaki komutanları da evet dediler. Ama devlet buna yanaşmadı. Aksine PKK’nın silahlı gücünü Güney Kürdistan’a geçirmesini tercih etti. Neden? Bunun nedeni açık: PKK’yı Güney Kürtlerine karşı kullanmak için, oradaki özerk oluşumu destabilize etmek için... (İşin ilginci, bu konuda Öcalan’la görüşen subay, “hepsini geçirme, 500 kadarı içerde kalsın, lazım olur!..” demişti. Bunu bizzat Öcalan açıkladı... Demek ki amaç aynı zamanda bu silahlı gücü Kuzey Kürtlerine karşı kullanmaktı).

Herkes gibi PKK’yı yönetenler de, gerek Öcalan, gerek dağdaki komutanlar, gerek sivil plandaki önde gelenler, son dönemdeki karakol baskınlarının, Reşadiye, İskenderun, Halkalı olaylarının Kürt sorununun çözümüne hizmet etmediğini ve bununla sonuç alınamıyacağını bilirler. Buna kuşku olmasın... Buna rağmen bu eylemler oluyor ve PKK sahip çıkıyorsa nedeni şu: Öcalan yakalandıktan sonra PKK tam bir kapana kısıldı. Öcalan içerde, can kaygısında. İşin garibi örgüt ise “iradesini” ona emenat etmiş durumda...

Derin devletin PKK içinde geçmişten beri eli vardı, Öcalan’ın yakalanmasından sonra ise bu el çok daha güçlendi.

AK Parti’ye savaş açıldı

Kanımca sorun budur. Söz konusu eylemler Türkiye’deki derin yapı tarafından hayata geçiriliyor. Amaç bellidir: gerilimi arttırmak, AK Parti hükümetini köşeye sıkıştırıp düşürmek, demokratikleşme sürecini, AB ile bütünleşmeyi engellemek, ülkeyi geçmişten beri yöneten bürokratik kliğin tekelini sürdürmek, bir başka deyişle statükoyu korumak... Son anayasa değişikliği girişimi ise kavgayı kızıştıran etken oldu.

Suçluyu uzak yerde aramanın alemi yok. Bu kavga bu ülkenin içinde, statüko güçleriyle değişim güçleri arasında yaşanıyor. Kemalist rejim geçmişten beri yerine ve zamanına göre İslamcı hareketi sola ve demokratik güçlere karşı kullandı; ama direksiyonu İslamcı bir partiye terk etmek istemiyor. Kürtlerin haklarını tanımak şurda kalsın, varlığını itirafa bile tahammül edemiyor. Bu nedenle sorun çözmedeki tek yöntemi yalan ve sopa. Bu nedenle AK Parti’ye savaş açtı. Öte yandan, söz konusu kurt kapanına düşen yalnızca PKK ve Kürtler değil,

Türkler de...

Buradan nasıl mı çıkılır? Cevabı bellidir: Bu tuzağı, bu oyunu iyi görerek, kamuoyunu bu konuda aydınlatarak... Bu aydınlatma işinde Türk medyasına, özellikle hükümete büyük görev düşüyor.

Hükümet olan biteni -kuşku olmasın- herkesten iyi biliyor. Elinin altında arşivler, raporlar, bizlerin ulaşamıyacağı bilgiler var. Bunları kamuoyu ile paylaşsın. Kimin eli kimin cebinde, bu eylemleri kim tezgahlıyor, amacı ne, ortaya koysun. Kürt olsun Türk olsun, insanların gözü böyle açılır, kitlelerin desteği kazanılır, oyun bozulur. Ülkenin ve halkın kaderi böyle değişir.

Gerçeği tüm çıplaklığıyla ortaya sermek, Hükümet için bile belki zor, ama başkayolu yok.

ferhadcan@hotmail.com

 

 

Star Gazete