Cameron Türkiye desteğinde yalnız
Türkiye'nin üyeliğini ertelediği için AB'yi sert bir dille eleştiren Britanya başbakanı, bu üyeliğin hem Ankara hem de Brüksel'deki destekçilerinin giderek azaldığını unutmuşa benziyor. Avrupa tarafından terslenmekle geçen yılların ardından incinen Türkiye'de de AB hevesi dibe vurdu
Türkiye yarım asrı aşkın bir süredir büyük Avrupa salonunun bekleme odasında oturuyor ve kapıların ardına kadar açılıp AB’de yerini nihayet alabileceği günü bekliyor.
Türkler ertelemelere homurdanıyor, birçoğu AB’nin yıllardır yalan vaatlerle ayak sürüdüğünü düşünüyor. Ancak yaşadıkları düş kırıklığı bu hafta bizzat AB içinde bir yankı buldu. Salı günü Ankara’da konuşan Britanya Başbakanı David Cameron müzakerelerin ağır ilerlemesine ‘kızdığını’ söyleyerek, ‘Ankara’dan Brüksel’e giden yolun açılması’ çağrısında bulundu. Cameron Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkanların ‘korumacılık, dar milliyetçilik veya önyargıyla hareket ettiğini’ söyledi ve onları bariyerler koyarak ‘İslam’ı kasten yanlış anlamakla’ suçladı.
En kötü dönem yaşanıyor
Cameron’ın konuşması Türkiye’de yaygın bir memnuniyet yarattı, fakat çiçeği burnunda Britanya liderinin (ya da başka birinin) ülkenin AB sürecini tekrar rayına sokup sokamayacağı konusunda şüpheler söz konusu. Gerçekten de Türkiye’nin süreci, AB’nin ülkeyi resmen aday olarak kabul ettiği 2004’ten bu yana en kötü dönemini yaşıyor. En iyimser senaryolar bile, Türkiye’nin (tabii süreç tamamen çökmezse) en az 15 yıl sonra üye olabileceğini söylüyor. Müzakereler son derece ağır ilerliyor ve 35 ‘müzakere başlığı’nın sadece 13’ü açıldı. Sekiz
başlık, Türkiye liman ve havaalanlarını, tanımadığı AB üyesi Kıbrıs’a açmayı kabul edene dek kapalı kalacak.
Birçok AB hükümeti son yıllarda Türkiye’ye yönelik tutumlarını sertleştiriyor. Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas
Sarkozy ve Almanya Başbakanı Angela Merkel üyeliğe kuvvetle karşı ve Türkiye’ye ikinci sınıf bir ‘imtiyazlı ortaklık’ verilmesini istiyor. Türkiye’nin ‘Küçük Asya’da olduğunu açık açık savunan Sarkozy, ‘Fransız öğrencilere Avrupa’nın sınırlarının Suriye ve Irak’a uzandığını anlatan’ kişi olmak istemediğini söylüyor. Ve bu üyeliği engelelyenler Avrupa’nın ağır toplarından ibaret değil: Bulgaristan Türkiye’nin ilk önce, Osmanlı güçlerince sürülen Trakyalılar için tazminat ödemesini talep etti. Eylülde Türkiye’nin üyelik süreciyle ilgili üst düzey bir kurula başkanlık eden ve AB liderlerini kolay oy toplamak için halkın korkularına oynamakla suçlayan eski Finlandiya Devlet Başkanı ve Nobel Barış Ödülü sahibi Martti Ahtisaari, bütün bunların artık ‘Türkiye’yi sopalama’ raddesine geldiğini söylüyor.
Avrupa tarafından terslenmekle geçen yılların ardından Türkiye incinmiş durumda. 2008 tarihli bir anket, üyeliğe 2004’te verilen yüzde 70 oranındaki desteğin yüzde 42’ye düştüğünü gösterdi. Martta yapılan bir başka anket, Türklerin yüzde 65’inin ülkenin bir gün AB’ye katılacağını sanmadığını ve yarıya yakınının da Türkiye’nin gerçekte Batı’nın parçası olmadığını düşündüğünü ortaya koydu. Heves dibe vururken, Türkiye’nin üyeliği açısından hayati önem taşıyan siyasi reformların ivmesi de azalıyor ve bu bir kısır döngü yaratıyor. Bu nedenle Türkiye bugüne dek yargı sistemini, medya yasalarını, sivil güvenceleri ve azınlık haklarını AB normlarına uygun hale getiremedi. Uluslararası Af Örgütü işkencenin yükselişe geçtiğini söylerken, ABD Mülteciler ve Göçmenler Komitesi Türkiye’yi mülteciler konusunda dünyadaki en kötü durumdaki ülkelerden biri olarak niteliyor.
Müzakerelerin sarpa sarmasına, Türkiye’nin Doğu komşularıyla (bilhassa İran, Sudan ve Suriye, dahası Hamas; ki hepsi Batı’da neredeyse parya devlet statüsünde) yakınlaşması eşlik ediyor. İran’ın uranyum stokunu zenginleştirmeye yardım etmeyi önermesi Türkiye’yi, Tahran’a yeni yaptırım dayatma kararı alan AB’yle
doğrudan çatışma noktasına getirdi.
Ancak Brüksel’deki Avrupa Politika Çalışmaları Merkezi’nde araştırmacı ve İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olan Senem Aydın’a göre Türkiye’nin Batı’ya yönelik artan huysuzluğu, AB’nin soğuk muamelesiyle ancak kısmen açıklanabilir. “Her şey için Avrupa’yı suçlayamazsınız. Bu Türkiye içindeki dinamiklerle de alakalı. Daha iddialı bir Türkiye görmek isteyen ciddi bir halk kitlesi var” diyor Aydın. Türkiye’nin Doğu’ya meyletmesinde finansal bir mantık da var; bu, kendisini orta Asya ülkelerinin zengin petrol ve doğalgaz kaynakları için geçiş noktası olarak konumlandıran Türkiye’nin artan ekonomik özgüveninin de yansıması. Türkiye dünyanın 16. büyük ekonomisi. Ekonomi geçen yıl yüzde 4.7 daralsa da hayata döndü ve 2010’un ilk çeyreğinde yüzde 11.7 büyüdü.
‘Hediye verilecek zaman değil’
Türkiye’nin üyelik çabalarını destekleyenler, bunun ülkeyi Batı’ya sıkı sıkıya bağlayacağını söylüyor. Destekleyenler arasında, geçen yıl Türkiye’de yaptığı konuşmada AB’nin bu üyelikten ‘etnisite, gelenek ve inanç açısından çeşitlilik’ elde edeceğini söyleyen ABD Başkanı Barack Obama da var. Uluslararası Çalışmalar ve Araştırma Merkezi’nden Anne-Marie Le Gloannec, AB’nin artık Türkiye’nin yolundaki başlıca engel olmadığını söylüyor. Türkiye’nin kendi yolunu bulma vakti geldiğini belirten Gloannec, şöyle diyor: “Birkaç yıl önce, engellerin Avrupa tarafında bulunduğunu söyleyebilirdiniz. Şimdiyse bir şeyleri kanıtlama sorumluluğu Türk tarafında. Türkiye rota değiştiriyor ve nereye gittiğini hakikaten merak ediyorsunuz. Cameron’ın zamanlaması kötü: Bu, hediye verecek zaman değil.”
Cameron’ın sırtını dayayabileceği küresel siyasi sermayesi var hâlâ.
Fakat olanca taze heyecanına rağmen Cameron, Türkiye’nin üyeliğini destekleyen ancak gerek Ankara, gerekse de Brüksel’de giderek küçülen bir grubun parçası.
Türkiye, Britanya başbakanının desteğiyle bile kendisini AB’nin kapısında çok uzun bir bekleyişe hazırlamak
zorunda kalabilir. (29 Temmuz 2010)
Radikal