Fatih Altaylı Kardak krizini son kez yazdı
Fatih Altaylı, okuyucularından gelen yoğun mesajlar üzerine Türkiye ve Yunanistan arasında krize neden olan Kardak krizini son kez köşesine taşıdı...
İşte Fatih Altaylı'nın yazısı
Bıktım bu Kardak'tan
Ertuğrul Özkök, yargılanan subaylarımızdan yola çıkarak Kardak krizi günlerini yazınca sizlerden çokça mesaj geldi. “Asıl sen oradaydın. Sen yaz” diye.
14 senelik bir konuyu, üstelik de konuşmaktan, anlatmaktan bıktığım bir konuyu bir kez daha ve inşallah son kez yazayım. Yazayım da, belki birileri ibret alır.
Hürriyet Gazetesi yazı işlerinde bir sabah toplantısı.
Masa kalabalık. Başta Özkök oturuyor. Yanında Fikret Ercan, Tufan Türenç. Tam kadro herkes orada. Tabii o zamanki adıyla Hürriyet Haber Ajansı GenelMüdürü Uğur Cebeci de.
Uğur gündemi anlatırken bir Yunan televizyonunun Kardak kayalıkları denilen ve Türkiye’ye ait olduğu iddia edilen bir yere Yunan bayrağı diktiğini anlattı.
Bunun üzerine yazı işlerinde Uğur Cebeci’ye takılmaya başladık. “Bak Yunan gazetecilere. Adamlar ülkelerine toprak katıyor. Sen boş otur. Bir yere bayrak diktiğin mi var” gibi takılmalar.
Tabii Kardak’a Yunan bayrağı çekildiği haberini gazetede kullandık.
Ertesi gün yine aynı toplantı odası.
Uğur Cebeci odaya büyük bir çalımla girdi ve toplantı masasına bir grup fotoğraf fırlattı. “Alın işte size gazetecilik” diye.
Bizim takılmalarımız üzerine Uğur, yememiş içmemiş İzmir Bürosu’ndan Cesur Sert’i bir helikoptere koymuş ve Kardak kayalıklarına yollamış. Cesur da inmiş, Yunan bayrağını indirmiş, yerine Türk bayrağını dikmiş.
Güldük geçtik.
SAVAŞ ÇIKAR, YAPMAYALIM
Öğleden sonra gazeteye geldim. Yazı işleri salonuna girdim. O da ne? Uğur Cebeci’nin diktirdiği, Cesur Sert’in de diktiği bayrak, gazetede tam sayfa manşet.
Hemen Ertuğrul Özkök’ü yakaladım. “Abi, napıyoruz. Bu manşet savaş çıkarır. Bari bu kadar büyük vermesek” dedim.
Özkök, Hürriyet’in geçmişte de benzer haberler yaptığını, Hürriyet’in misyonunda böyle haberler olduğunu, Kıbrıs davasına da böyle sahip çıkıldığını falan anlattı. İkna edemedim.
Haber aynen çıktı gazetede.
Bu arada ben de Ege Sanayici ve İşadamları Derneği’nin toplantısında bir konuşma yapmak için İzmir’e uçtum.
Ertesi gün haber çıktı ve ortalık birbirine girdi. Tam dediğim gibi, neredeyse savaş çıkacak.
Ben de İzmir’den dönüyorum. Havaalanında telefonum çaldı.
Telefonda Özkök. Hayli neşeli, “Bak olanları gördün mü?” dedi.
“Gördüm, haklı çıktım” dedim. “Haklı çıkmadın. Türkiye’nin çıkarlarını koruduk ve gündem yarattık. Bodrum’a gider misin, senin kaleminden yazalım olan biteni” dedi.
“Vallahi ben uçağa binmek üzereyim, İstanbul’a geliyorum. Kardak’a gidecek halim de yok, üzerimde takım elbise var. Ama İstanbul’a gelip üzerimi değiştireyim, hemen giderim” dedim.
MAAİLE KARDAK’A
İzmir’den İstanbul’a geldim. Eve gittim. Giyindim. Evden çıkacağım, eşim sordu “Nereye” diye. “Bodrum’a” dedim. “Ben de geliyorum” dedi. (Özkök’ün “Renkli bir şeyler giy” dediği külliyen palavra. Nereden bilecek benim bota bineceğimi de öyle bir şey diyecek.)
“Hande, eğlenmeye gitmiyorum Bodrum’a ocak ayında. Neredeyse savaş çıkıyor, ona gidiyorum” dedim.
“Olsun” dedi. Beraber çıktık yola.
O zaman Bodrum’a her dakika uçak yok. Tekrar İzmir’e gittim, havaalanından bir otomobil kiralayıp Bodrum’a doğru yola çıktım.
Yanımda Hande, foto muhabiri Ertuğrul Balıkçıoğlu ve kameraman Halil İbrahim Gürer.
Yolda askeri konvoylara rastladık ve takibe geçtik. Bizi doğrudan askerlerin hazırlık yaptığı yere götürdü bu takip.
Botlar şişiriliyor, SAT’lar yola çıkıyor.
Onlar gitti. Biz de orada bulduğumuz bir otele yerleştik. Ertesi sabah erkenden kalktık. Hava berbat. Gümüşlük’te rüzgâr, fırtına. Sulu kar yağıyor. 50-60 kadar gazeteci, büyük bir balıkçı teknesine doluşmuşlar yola çıkıyorlar.
Ben Ertuğrul ile Halil İbo’ya, “Çocuklar o tekne Kardak’a iki saatte anca gider. Biz başka bir şey yapalım” dedim ve kıyıda bağlı duran bir sürat motorunu işaret ettim.
Oradaki bakkala girdim, “Şu motor kimin?” diye sordum.
Bakkalın sahibininmiş ama adam evde uyuyor.
BAKKALIN MOTORU
Evi 100 metre ötede. Gittim kapıyı çaldım. Epey bir çaldıktan sonra don paça birisi kapıyı açtı. Uykulu gözlerle.
“Senin tekneyi kiralamak istiyorum” dedim. “Napıcan” dedi.
“Kardak’a gideceğim” dedim. “Olmaz” dedi.
“Sat o zaman” dedim.
Ters ters baktı. “Sen götür” dedim.
Bir fiyat söyledi. “Tamam” dedim.
Pantolonunu giydi, çıktık.
Tekneye bindik. 10 dakikaya kalmadan Kardak kayalıklarına vardık.
Adalardan birinde askerleri gördüm yeşil yeşil.
Askerlerin hepsi birbirine benziyor aslında. Anlamadık hangi milletten. Bizimkilerdir deyip kıyıya yanaştık.
Birden üzerimize silahlar döndü. Yunanlılarmış. Hemen topukladık. Kaçıyoruz. O sırada bir Yunan savaş gemisinden indirilen bir bot peşimize düştü. Biz hemen diğer Kardak’a yanaştık.
Bizim askerler orada. (Şimdi terör örgütü üyesi olma suçlamasıyla yargılananlar.) Yanaştık kıyıya.
Kayalık berbat bir yer.
“Hiç gelmeyin Fatih Bey” dedi biri, “Biz de adadan ayrılıyoruz.” “Ben de sizinle geleyim” dedim. “Olmaz” dedi. Kestirip attı.
Biz de iki askeri botun yanında adadan ayrıldık.
EMİR GELDİ: BOTA ATLA
Aklım botta.Ama hava fırtına. Tekne kalkıp iniyor. Bota atlamak niyetindeyim. Denize atacak halleri yok ya beni. Kameraman İbo, “Aman abi atlama, düşersin. Bu kaz tüyü ceketle taş gibi dibe gidersin” diyor, Hande “Atla” diyor.
Hande “Atla” deyince Genelkurmay Başkanı’ndan emir almış er gibi kendimi fırlattım bota doğru. Ellerim botu, daha doğrusu yanındaki ipleri tuttu ama ayaklarım suda.
Çekip aldılar beni bota. Biraz kızgın. Sonra muhabbet başladı. Kardak’ta neler yaşadıklarını anlattılar. Silahlarını tanıttılar.
Sonra sohbet ede ede kıyıya geldik.
Zaten o gün taraflar anlaştı. Kriz bitti.
Olay bundan ibarettir.
Üzüntüm, o kahramanların şimdi terörist muamelesi görüyor olmasına.
Bazıları nutuk atarken, onlar canlarını vermeye hazırdı bu ülke için.
Yargılanacaklarsa yargılansınlar. Adalete söz söyleyecek halimiz yok.
Ama “terör örgütü” demeleri benim bile ağırıma gidiyor.
“Darbe yapacaklardı” deyin, deliliniz var ise. O da suç. Teröristle aynı kefeye koymayın. Lütfen.
Bıktım bu Kardak'tan
Ertuğrul Özkök, yargılanan subaylarımızdan yola çıkarak Kardak krizi günlerini yazınca sizlerden çokça mesaj geldi. “Asıl sen oradaydın. Sen yaz” diye.
14 senelik bir konuyu, üstelik de konuşmaktan, anlatmaktan bıktığım bir konuyu bir kez daha ve inşallah son kez yazayım. Yazayım da, belki birileri ibret alır.
Hürriyet Gazetesi yazı işlerinde bir sabah toplantısı.
Masa kalabalık. Başta Özkök oturuyor. Yanında Fikret Ercan, Tufan Türenç. Tam kadro herkes orada. Tabii o zamanki adıyla Hürriyet Haber Ajansı GenelMüdürü Uğur Cebeci de.
Uğur gündemi anlatırken bir Yunan televizyonunun Kardak kayalıkları denilen ve Türkiye’ye ait olduğu iddia edilen bir yere Yunan bayrağı diktiğini anlattı.
Bunun üzerine yazı işlerinde Uğur Cebeci’ye takılmaya başladık. “Bak Yunan gazetecilere. Adamlar ülkelerine toprak katıyor. Sen boş otur. Bir yere bayrak diktiğin mi var” gibi takılmalar.
Tabii Kardak’a Yunan bayrağı çekildiği haberini gazetede kullandık.
Ertesi gün yine aynı toplantı odası.
Uğur Cebeci odaya büyük bir çalımla girdi ve toplantı masasına bir grup fotoğraf fırlattı. “Alın işte size gazetecilik” diye.
Bizim takılmalarımız üzerine Uğur, yememiş içmemiş İzmir Bürosu’ndan Cesur Sert’i bir helikoptere koymuş ve Kardak kayalıklarına yollamış. Cesur da inmiş, Yunan bayrağını indirmiş, yerine Türk bayrağını dikmiş.
Güldük geçtik.
SAVAŞ ÇIKAR, YAPMAYALIM
Öğleden sonra gazeteye geldim. Yazı işleri salonuna girdim. O da ne? Uğur Cebeci’nin diktirdiği, Cesur Sert’in de diktiği bayrak, gazetede tam sayfa manşet.
Hemen Ertuğrul Özkök’ü yakaladım. “Abi, napıyoruz. Bu manşet savaş çıkarır. Bari bu kadar büyük vermesek” dedim.
Özkök, Hürriyet’in geçmişte de benzer haberler yaptığını, Hürriyet’in misyonunda böyle haberler olduğunu, Kıbrıs davasına da böyle sahip çıkıldığını falan anlattı. İkna edemedim.
Haber aynen çıktı gazetede.
Bu arada ben de Ege Sanayici ve İşadamları Derneği’nin toplantısında bir konuşma yapmak için İzmir’e uçtum.
Ertesi gün haber çıktı ve ortalık birbirine girdi. Tam dediğim gibi, neredeyse savaş çıkacak.
Ben de İzmir’den dönüyorum. Havaalanında telefonum çaldı.
Telefonda Özkök. Hayli neşeli, “Bak olanları gördün mü?” dedi.
“Gördüm, haklı çıktım” dedim. “Haklı çıkmadın. Türkiye’nin çıkarlarını koruduk ve gündem yarattık. Bodrum’a gider misin, senin kaleminden yazalım olan biteni” dedi.
“Vallahi ben uçağa binmek üzereyim, İstanbul’a geliyorum. Kardak’a gidecek halim de yok, üzerimde takım elbise var. Ama İstanbul’a gelip üzerimi değiştireyim, hemen giderim” dedim.
MAAİLE KARDAK’A
İzmir’den İstanbul’a geldim. Eve gittim. Giyindim. Evden çıkacağım, eşim sordu “Nereye” diye. “Bodrum’a” dedim. “Ben de geliyorum” dedi. (Özkök’ün “Renkli bir şeyler giy” dediği külliyen palavra. Nereden bilecek benim bota bineceğimi de öyle bir şey diyecek.)
“Hande, eğlenmeye gitmiyorum Bodrum’a ocak ayında. Neredeyse savaş çıkıyor, ona gidiyorum” dedim.
“Olsun” dedi. Beraber çıktık yola.
O zaman Bodrum’a her dakika uçak yok. Tekrar İzmir’e gittim, havaalanından bir otomobil kiralayıp Bodrum’a doğru yola çıktım.
Yanımda Hande, foto muhabiri Ertuğrul Balıkçıoğlu ve kameraman Halil İbrahim Gürer.
Yolda askeri konvoylara rastladık ve takibe geçtik. Bizi doğrudan askerlerin hazırlık yaptığı yere götürdü bu takip.
Botlar şişiriliyor, SAT’lar yola çıkıyor.
Onlar gitti. Biz de orada bulduğumuz bir otele yerleştik. Ertesi sabah erkenden kalktık. Hava berbat. Gümüşlük’te rüzgâr, fırtına. Sulu kar yağıyor. 50-60 kadar gazeteci, büyük bir balıkçı teknesine doluşmuşlar yola çıkıyorlar.
Ben Ertuğrul ile Halil İbo’ya, “Çocuklar o tekne Kardak’a iki saatte anca gider. Biz başka bir şey yapalım” dedim ve kıyıda bağlı duran bir sürat motorunu işaret ettim.
Oradaki bakkala girdim, “Şu motor kimin?” diye sordum.
Bakkalın sahibininmiş ama adam evde uyuyor.
BAKKALIN MOTORU
Evi 100 metre ötede. Gittim kapıyı çaldım. Epey bir çaldıktan sonra don paça birisi kapıyı açtı. Uykulu gözlerle.
“Senin tekneyi kiralamak istiyorum” dedim. “Napıcan” dedi.
“Kardak’a gideceğim” dedim. “Olmaz” dedi.
“Sat o zaman” dedim.
Ters ters baktı. “Sen götür” dedim.
Bir fiyat söyledi. “Tamam” dedim.
Pantolonunu giydi, çıktık.
Tekneye bindik. 10 dakikaya kalmadan Kardak kayalıklarına vardık.
Adalardan birinde askerleri gördüm yeşil yeşil.
Askerlerin hepsi birbirine benziyor aslında. Anlamadık hangi milletten. Bizimkilerdir deyip kıyıya yanaştık.
Birden üzerimize silahlar döndü. Yunanlılarmış. Hemen topukladık. Kaçıyoruz. O sırada bir Yunan savaş gemisinden indirilen bir bot peşimize düştü. Biz hemen diğer Kardak’a yanaştık.
Bizim askerler orada. (Şimdi terör örgütü üyesi olma suçlamasıyla yargılananlar.) Yanaştık kıyıya.
Kayalık berbat bir yer.
“Hiç gelmeyin Fatih Bey” dedi biri, “Biz de adadan ayrılıyoruz.” “Ben de sizinle geleyim” dedim. “Olmaz” dedi. Kestirip attı.
Biz de iki askeri botun yanında adadan ayrıldık.
EMİR GELDİ: BOTA ATLA
Aklım botta.Ama hava fırtına. Tekne kalkıp iniyor. Bota atlamak niyetindeyim. Denize atacak halleri yok ya beni. Kameraman İbo, “Aman abi atlama, düşersin. Bu kaz tüyü ceketle taş gibi dibe gidersin” diyor, Hande “Atla” diyor.
Hande “Atla” deyince Genelkurmay Başkanı’ndan emir almış er gibi kendimi fırlattım bota doğru. Ellerim botu, daha doğrusu yanındaki ipleri tuttu ama ayaklarım suda.
Çekip aldılar beni bota. Biraz kızgın. Sonra muhabbet başladı. Kardak’ta neler yaşadıklarını anlattılar. Silahlarını tanıttılar.
Sonra sohbet ede ede kıyıya geldik.
Zaten o gün taraflar anlaştı. Kriz bitti.
Olay bundan ibarettir.
Üzüntüm, o kahramanların şimdi terörist muamelesi görüyor olmasına.
Bazıları nutuk atarken, onlar canlarını vermeye hazırdı bu ülke için.
Yargılanacaklarsa yargılansınlar. Adalete söz söyleyecek halimiz yok.
Ama “terör örgütü” demeleri benim bile ağırıma gidiyor.
“Darbe yapacaklardı” deyin, deliliniz var ise. O da suç. Teröristle aynı kefeye koymayın. Lütfen.