Sofia'nın anneannesi Türk!
Gürcistan'ın Eurovision temsilcisi Sofia Nizharadze geçtiğimiz cuma akşamı “Beyaz Show”a konuk oldu. Sofia'nın anneannesi'nin Türk olduğu belirtildi.
Program sonrası Melike Karakartal’la buluşan Nizharadze, “Eurovision teklifini hiç beklemiyordum” dedi.
Sofia Nizharadze, Eurovision 2010’da Gürcistan’ı temsil eden genç bir müzisyen. Hatırlarsanız birkaç hafta önce Habitus’ta, Sofia’nın, tüm dünyadaki promosyon ve tanıtım çalışmalarını yürütmek için bir Türk şirketle anlaştığını duyurmuştum. Görünen o ki Sofia’nın Türkiye ile tek ilişkisi bu değilmiş... Meğer hem sesi hem kendisi güzel müzisyenin büyük anneannesi Türk’müş!
Geçen hafta Sofia’nın “Beyaz Show”a konuk olacağını, hatta Beyaz’ın, Sofia’nın Türkiye’deki kayıp akrabalarını bularak ona sürpriz yapacağını öğrendim. Cuma gecesi buluşma canlı yayında gerçekleşti. Samsun, Ankara ve İstanbul’dan gelen bir düzine akraba Kanal D stüdyolarındaydı. Halbuki Sofia’nın ailesi, yıllar önce “Türk akrabaların izini bulamayız” diyerek umudu kesmişti...
İşin ilginç yanı, akrabalar ailenin Gürcistan ayağından haberdar. Sofia isimli bir kızın dünyaya geldiğini de biliyorlar, ancak o küçük kızın Gürcistan’ın en kuvvetli seslerinden biri olduğunda ve ülkeyi Eurovision’da temsil edeceğinden bihaberler... “Beyaz Show” ekibi onları bulduğunda şaşkınlıklarını da tahmin edersiniz...
Her şey harika ancak programda “ufak” bir detay vardı: Sofia böyle bir sürprizle karşılaşacağını bilmiyordu...
Ve büyük an geldi: Kavuşma sahnesinde Sofia az kalsın sevinçten bayılacaktı! Yayından sonra tekrar bir araya geldiler ve saatler boyunca sohbet ettiler...
İşte, bugünkü röportajımızın konusu da bu sohbetten çıktı. Anne tarafının akrabaları, ailenin göç hikayesini anlattı, ben de ayrıntıları Sofia’ya sordum...
Öğrendim ki, tatile Gürcistan’a giden ve aşık olup bu ülkeye yerleştiğini sandığı büyük büyükannesinin meğer bambaşka bir Türkiye-Rusya-Gürcistan macerası varmış...
İşte Sofia’nın hikayesi, ilk kez Kelebek’te...
Şu işin en başına dönelim. Türk olan anneannenizin annesi, öyle mi?
- Evet, ismi Düriye. Aslında Osmanlı ımparatorluğu zamanlarında Çarlık Rusya’sına göç etmiş bir Türk aileye mensup. Aile uzun yıllar boyunca Moskova’da yaşıyor. Fakat komünizm geldikten sonra büyük büyükannem Düriye’nin babası, çocuklarının baskı sonucu Ruslar’la evlenip Hıristiyan olmalarından korkuyor ve tüm aileyi Türkiye’ye götürerek Samsun’da bir köye yerleştiriyor.
Düriye ne durumda bu arada?
- O dönmüyor. Çünkü piyano dersleri aldığı Gürcü asıllı profesörün oğluna aşık oluyor! Akrabalarının anlattığına göre o vakitler 15 yaşında, aşkı uğruna babasından kaçıyor. Tüm aile Samsun’a giderken o sevgilisiyle birlikte Gürcistan’a kaçıyor ve orada kalıyor. Uzun yıllar ailesiyle mektuplaşarak haberleşiyor. Ta ki kardeşi askeri okula girene kadar... Savaş yılları, hassas zamanlar... Büyük büyükannemin casus damgası yemesi an meselesi... Hâl böyle olunca Türkiye’de asker erkek kardeşiyle yasal yollardan haberleşemez oluyor...
Öyle mi kopuyor Türkiye ile bağlantısı?
- Hayır, hemen değil... Türkiye’ye giden araçların şoförleri, sınırda keçi otlatan çobanlar ulak oluyor mektuplar için... Tabii bu iptidai yöntemler uzun süre çalışmıyor ve tüm bağlantı kesiliyor... Bu esnada Düriye, aşık olduğu genç adamla evleniyor ve çocukları oluyor. Anneanem Lamara da her fırsatta Türk akrabalarımızı bulmaya çabaladı bugüne kadar. En son 15 yıl önce Türkiye’ye geldiği zaman Samsun’da akrabalarını bulmayı başarıyor fakat doğru düzgün kalamadan, konuşamadan ülkesine geri dönüyor. O yıllarda ben küçüktüm, anlattığı yerleri, Samsun’u ve orada yaşayan akrabalarımızın isimlerini hatırlıyorum. Sonra adreslerini kaybettik ve bağlantımız koptu. Bugüne kadar! “Beyaz Show” sayesinde kaybettiğim akrabalarımla bir araya geldim, hâlâ inanamıyorum. Anneannem Youtube’dan izlemiş ve gözyaşlarına boğulmuş...
MÜZİSYEN OLACAĞIMI BİLİYORDUM
Biraz sizden konuşalım... Sesinizden yola çıkıyor ve küçükken “elimde fırça aynanın karşısında şarkı söylerdim” gibi bir başlangıcınızın olduğunu tahmin ediyorum!
- Evet, aynen öyle! Konuşmayı öğrenmeden şarkı söyler gibi sesler çıkarırmışım. Elimde fırça tüm aileme konser verirdim, çok iyi hatırlıyorum. Müzisyen olacağımı kendimi hatırladığım andan beri biliyorum.
Kendinizi şarkı söylerken hatırladığınız en erken anılarınız ne zamana ait?
- Çok küçük yaşta başladım profesyonel hayatıma, 10 yaşında ıtalya’da bir festivalde sahnede hatırlıyorum kendimi. Gürcistan’ın ünlü filmlerinden biri olan Lullaby’ın soundtrack’inde yer aldım, o albümün kapağında adımı gördüğüm an yaşadığım heyecanı unutamıyorum...
Peki ya okul?
- 15 yaşıma kadar Gürcistan’da yaşadım, burada Tiflis Konservatuvarı’nı bitirdim. Ardından annemle Moskova’ya yerleştik ve orada, hem müzik akademisini hem de tiyatro akademisini bitirdim.
Moskova’da da hayli ünlü bir müzisyenmişsiniz, duyduk!
- Birkaç yıl önce Moskova’da Romeo ve Juliet gibi müzikallerde aldığım başroller, orada ve Avrupa’da tanınan bir müzisyen olmamı sağladı, evet. Fakat iki yıl önce savaş başlar başlamaz ülkeme geri döndüm...
Hiç “Moskova’da kalsaydım hayatım başka türlü olurdu” diyor musunuz?
- Evet, ama şöyle: Eurovision’a katılmaz, Türkiye’den bir ekiple çalışmaz ve akrabalarımı bulamazdım!
EUROVISION TEKLİFİNİ HİÇ BEKLEMİYORDUM
Eurovision macerası nasıl başladı?
- Geçen sene Gürcistan’daki yılbaşı kutlamalarında büyük bir konser düzenlendi. Orada Jose Carreras ile birlikte “West Side Story”nin bir parçasını söyledik. Eurovision’u yayınlayan ulusal kanalın yöneticisi bu konseri izlemiş ve sesimden etkilenmiş. Kısa bir süre sonra kendilerinden yarışmada Gürcistan’ı temsil etmek üzere benimle çalışmak istediklerini bildiren bir telefon aldım. Açıkçası havalara uçtum, hiç beklediğim bir şey değildi bu... Ama şu anda çok mutluyum!
ÇOK ŞANSLIYIM
“Shine” sizce Eurovision’u kazanır mı?
- Eurovision’da başarı birçok farklı faktöre bağlı, üstelik ne başarılı olur ne olmaz en baştan bilemiyorsunuz. “Shine” kuvvetli bir şarkı, başaracağımızı umuyorum. Ayrıca bu şarkı Eurovision konusunda deneyimli ve başarılı üç müzisyenin elinden çıkma. Hatta onlardan biri, Celine Dion ile çalışmış, Grammy ödüllü besteci Christian Leuzzi. Onunla bu işi yapma fırsatı bulduğum için çok şanslı hissediyorum kendimi
Hürriyet
Sofia Nizharadze, Eurovision 2010’da Gürcistan’ı temsil eden genç bir müzisyen. Hatırlarsanız birkaç hafta önce Habitus’ta, Sofia’nın, tüm dünyadaki promosyon ve tanıtım çalışmalarını yürütmek için bir Türk şirketle anlaştığını duyurmuştum. Görünen o ki Sofia’nın Türkiye ile tek ilişkisi bu değilmiş... Meğer hem sesi hem kendisi güzel müzisyenin büyük anneannesi Türk’müş!
Geçen hafta Sofia’nın “Beyaz Show”a konuk olacağını, hatta Beyaz’ın, Sofia’nın Türkiye’deki kayıp akrabalarını bularak ona sürpriz yapacağını öğrendim. Cuma gecesi buluşma canlı yayında gerçekleşti. Samsun, Ankara ve İstanbul’dan gelen bir düzine akraba Kanal D stüdyolarındaydı. Halbuki Sofia’nın ailesi, yıllar önce “Türk akrabaların izini bulamayız” diyerek umudu kesmişti...
İşin ilginç yanı, akrabalar ailenin Gürcistan ayağından haberdar. Sofia isimli bir kızın dünyaya geldiğini de biliyorlar, ancak o küçük kızın Gürcistan’ın en kuvvetli seslerinden biri olduğunda ve ülkeyi Eurovision’da temsil edeceğinden bihaberler... “Beyaz Show” ekibi onları bulduğunda şaşkınlıklarını da tahmin edersiniz...
Her şey harika ancak programda “ufak” bir detay vardı: Sofia böyle bir sürprizle karşılaşacağını bilmiyordu...
Ve büyük an geldi: Kavuşma sahnesinde Sofia az kalsın sevinçten bayılacaktı! Yayından sonra tekrar bir araya geldiler ve saatler boyunca sohbet ettiler...
İşte, bugünkü röportajımızın konusu da bu sohbetten çıktı. Anne tarafının akrabaları, ailenin göç hikayesini anlattı, ben de ayrıntıları Sofia’ya sordum...
Öğrendim ki, tatile Gürcistan’a giden ve aşık olup bu ülkeye yerleştiğini sandığı büyük büyükannesinin meğer bambaşka bir Türkiye-Rusya-Gürcistan macerası varmış...
İşte Sofia’nın hikayesi, ilk kez Kelebek’te...
Şu işin en başına dönelim. Türk olan anneannenizin annesi, öyle mi?
- Evet, ismi Düriye. Aslında Osmanlı ımparatorluğu zamanlarında Çarlık Rusya’sına göç etmiş bir Türk aileye mensup. Aile uzun yıllar boyunca Moskova’da yaşıyor. Fakat komünizm geldikten sonra büyük büyükannem Düriye’nin babası, çocuklarının baskı sonucu Ruslar’la evlenip Hıristiyan olmalarından korkuyor ve tüm aileyi Türkiye’ye götürerek Samsun’da bir köye yerleştiriyor.
Düriye ne durumda bu arada?
- O dönmüyor. Çünkü piyano dersleri aldığı Gürcü asıllı profesörün oğluna aşık oluyor! Akrabalarının anlattığına göre o vakitler 15 yaşında, aşkı uğruna babasından kaçıyor. Tüm aile Samsun’a giderken o sevgilisiyle birlikte Gürcistan’a kaçıyor ve orada kalıyor. Uzun yıllar ailesiyle mektuplaşarak haberleşiyor. Ta ki kardeşi askeri okula girene kadar... Savaş yılları, hassas zamanlar... Büyük büyükannemin casus damgası yemesi an meselesi... Hâl böyle olunca Türkiye’de asker erkek kardeşiyle yasal yollardan haberleşemez oluyor...
Öyle mi kopuyor Türkiye ile bağlantısı?
- Hayır, hemen değil... Türkiye’ye giden araçların şoförleri, sınırda keçi otlatan çobanlar ulak oluyor mektuplar için... Tabii bu iptidai yöntemler uzun süre çalışmıyor ve tüm bağlantı kesiliyor... Bu esnada Düriye, aşık olduğu genç adamla evleniyor ve çocukları oluyor. Anneanem Lamara da her fırsatta Türk akrabalarımızı bulmaya çabaladı bugüne kadar. En son 15 yıl önce Türkiye’ye geldiği zaman Samsun’da akrabalarını bulmayı başarıyor fakat doğru düzgün kalamadan, konuşamadan ülkesine geri dönüyor. O yıllarda ben küçüktüm, anlattığı yerleri, Samsun’u ve orada yaşayan akrabalarımızın isimlerini hatırlıyorum. Sonra adreslerini kaybettik ve bağlantımız koptu. Bugüne kadar! “Beyaz Show” sayesinde kaybettiğim akrabalarımla bir araya geldim, hâlâ inanamıyorum. Anneannem Youtube’dan izlemiş ve gözyaşlarına boğulmuş...
MÜZİSYEN OLACAĞIMI BİLİYORDUM
Biraz sizden konuşalım... Sesinizden yola çıkıyor ve küçükken “elimde fırça aynanın karşısında şarkı söylerdim” gibi bir başlangıcınızın olduğunu tahmin ediyorum!
- Evet, aynen öyle! Konuşmayı öğrenmeden şarkı söyler gibi sesler çıkarırmışım. Elimde fırça tüm aileme konser verirdim, çok iyi hatırlıyorum. Müzisyen olacağımı kendimi hatırladığım andan beri biliyorum.
Kendinizi şarkı söylerken hatırladığınız en erken anılarınız ne zamana ait?
- Çok küçük yaşta başladım profesyonel hayatıma, 10 yaşında ıtalya’da bir festivalde sahnede hatırlıyorum kendimi. Gürcistan’ın ünlü filmlerinden biri olan Lullaby’ın soundtrack’inde yer aldım, o albümün kapağında adımı gördüğüm an yaşadığım heyecanı unutamıyorum...
Peki ya okul?
- 15 yaşıma kadar Gürcistan’da yaşadım, burada Tiflis Konservatuvarı’nı bitirdim. Ardından annemle Moskova’ya yerleştik ve orada, hem müzik akademisini hem de tiyatro akademisini bitirdim.
Moskova’da da hayli ünlü bir müzisyenmişsiniz, duyduk!
- Birkaç yıl önce Moskova’da Romeo ve Juliet gibi müzikallerde aldığım başroller, orada ve Avrupa’da tanınan bir müzisyen olmamı sağladı, evet. Fakat iki yıl önce savaş başlar başlamaz ülkeme geri döndüm...
Hiç “Moskova’da kalsaydım hayatım başka türlü olurdu” diyor musunuz?
- Evet, ama şöyle: Eurovision’a katılmaz, Türkiye’den bir ekiple çalışmaz ve akrabalarımı bulamazdım!
EUROVISION TEKLİFİNİ HİÇ BEKLEMİYORDUM
Eurovision macerası nasıl başladı?
- Geçen sene Gürcistan’daki yılbaşı kutlamalarında büyük bir konser düzenlendi. Orada Jose Carreras ile birlikte “West Side Story”nin bir parçasını söyledik. Eurovision’u yayınlayan ulusal kanalın yöneticisi bu konseri izlemiş ve sesimden etkilenmiş. Kısa bir süre sonra kendilerinden yarışmada Gürcistan’ı temsil etmek üzere benimle çalışmak istediklerini bildiren bir telefon aldım. Açıkçası havalara uçtum, hiç beklediğim bir şey değildi bu... Ama şu anda çok mutluyum!
ÇOK ŞANSLIYIM
“Shine” sizce Eurovision’u kazanır mı?
- Eurovision’da başarı birçok farklı faktöre bağlı, üstelik ne başarılı olur ne olmaz en baştan bilemiyorsunuz. “Shine” kuvvetli bir şarkı, başaracağımızı umuyorum. Ayrıca bu şarkı Eurovision konusunda deneyimli ve başarılı üç müzisyenin elinden çıkma. Hatta onlardan biri, Celine Dion ile çalışmış, Grammy ödüllü besteci Christian Leuzzi. Onunla bu işi yapma fırsatı bulduğum için çok şanslı hissediyorum kendimi
Hürriyet