Medeni: Çağın Kayıp Vicdanı ve İHH
Bilal Medeni TımeTurk Köşesinde Gazze ve Filistin'i ele aldı.
Sızılı bir ırmak misali durmadan akan, hissiyat biriktiren, duyarlılıkları bileyen sessiz ama derinden bir çalışma yapılıyor haftalardır. İHH’nın gemi yolculuğu için görmesekte birçok gayretkeş insan büyük fedakârlıklar yapıyorlar. Karayolundan sonra denizden de Gazze’ye girilecek inşallah.
Gazze yolculuğu salt insani bir yardım faaliyeti değildir. Bu girişimle hedeflenen aslında bir Kudüs seferidir. Filistin ile alakalı tüm eylemselliklerin özünde Kudüs yatar. Dolayısıyla gemiyle Gazze’ye yapılan bu sefer aslında Kudüs’e bir adım daha yakınlaşmanın çabasıdır.
Haftalardır Türkiye’nin hemen hemen tüm illerinde Filistin geceleri tertiplenerek insanların duyarlılıkları arttırılmaya çalışılıyor. Bu duyarlılıklar ile hazırlıklar son safhaya gelindiğinde ise gemi intifadası başlamış olacaktır.
İHH şimdiye değin yaptığı çalışmalar ile kendi konumunu küresel ölçekte yükseklere taşımış ve kendisine yönelik beklentileri oldukça fazlalaştırmıştır. Şartlar İHH’yı salt insani yardım faaliyeti yürüten bir kuruluş olmanın ötesine taşımıştır. İnsani yardımların yanında tavır alan, inisiyatif üstlenen ve inancın mesajını taşıyan bir aktör konumuna yükselmiştir. Artık savaşların ve işgallerin yıkımlarına dönük imar ve insani yardımın yanında o savaşları ve işgalleri bitirecek hatta önleyecek bir konuma doğru evirilmektedir.
Bu misyonu İHH’nın Kafkaslarda ve Ortadoğuda üstlendiğini biliyoruz. Ama İHH bu misyonu bu coğrafyaların ötesine taşıyabilmeli. Sadece halkları Müslümanlardan olan coğrafyalara değil zulüm altında olan tüm coğrafyalara zulümleri önleyici bir destek eli olabilmelidir. Bizler İHH’nın konvoylarını, gemi filolarını ve hatta ilerde uçak filolarını tüm dünya ölçeğinde görmek istiyoruz.
Batılı insani yardım kuruluşları ve çevre örgütleri kendi toplumlarının ve yönetimlerinin sebebiyet verdikleri yıkımların enkazını temizlemeye çalışmaktadırlar. Oysa İHH gibi bizim içimizden olan kurumlar kirlenmemiş masum bir zemin üzerinden hareket etmektedirler ki bu mantalite kendilerine oldukça mümbit bir alan açabilmektedir. Batı medeniyeti doğayı ve insanı önce tahrif ve tahrib eder daha sonrasında ise sömüreceği nesneye dönüştürdüğü bu iki alan üzerindeki hâkimiyetini sürdürebilmek adına geçici çabalar sergiler. Batılı yardım kuruluşları, insan hakları örgütleri, çevreci yapılanmaları hep ait oldukları medeniyetin vicdan azabının ürünüdürler. Bu durum onları ezilmiş dünya halkları nezdinde hem inandırıcı kılmamaktadır hem de çalışmalarına şüphe ile bakılmasına sebep olmaktadır. Zira yıkıp yakan da kendileri kısmi olarak bunu onarmaya çalışanlarda kendileri. Artık gadre uğramış dünya halkları bu tür temsillere inanmamaktadır.
Bu durumun İHH ve benzeri kuruluşlara sağladığı fayda tartışmasız ki çok büyüktür. Artık dünya tıpkı geçmişte olduğu gibi İslam’ın ve onun samimi müntesiplerinin barış soluğuna ziyadesiyle muhtaçtır. Sebebi olmadığımız felaketlerin, savaşların, sömürülerin izalesi için çabalamamız bahsettiğimiz bu soluğun müjdecisi olacaktır. İHH, tarihte İslam’ın Uzakdoğu’ya, Asya’ya ve dünyanın daha ücra yerlerine yayılmasında öncü rol oynayan davetçilerin ardılları olduklarını unutmamalı ve bu bilinçle hareket etmelidir.
Yaşadığımız şartlar varolan adaletsizliklerin ve zulümlerin devletler aracılığıyla onarılacağı imkânına olanak bırakmamıştır. Zira yerküre üzerinde cari olan tüm aksaklıklar zaten bu devletler ve onların yaslandıkları fikriyatlardan kaynaklanmaktadır. İnsanlığın muzdarip olduğu hususların elemine edilmesinde sivil inisiyatiflerin rolü böylece kendiliğinden belirginleşir.
İnsanlık, adına devlet denen koca ve katil mekanizmaların tehdidi altında her geçen gün daha çok ezilmektedir. İktidar, zulmün mukaddimesidir. Ve yeryüzü bu mukaddimeleri defalarca tedris etti. Şimdi iktidarların kirli yüzünün sivil hareketler ile afişe edilme vaktidir. Zira tüm iktidarlar/devletler aynı madolyonun değişik yüzleridirler. Hem ayrıdırlar hem de aynı... zulüm sahiplerinin birlikteliklerinin mazlumların birlikteliğine örnek teşkil etmesi zamanı gelmiştir artık. Dünyanın tüm mazlumları birleşmelidirler. Tıpkı dünyanın tüm zalimlerinin birlik olmaları gibi...
Salt inanca ve insaniliğe bağlı, otoritelerle ilkeli bir ilişki içerisinde olan ve haksızlıklar karşısında başka hiçbir kriter aramayan sivil hareketlere ihtiyacımız vardır. Bu hareketler yerleşik sistemler ile vuku bulan adaletsizlikler arasındaki ilişkiyi oldukça yalın bir biçimde insanlığa anlatabilmelidirler. Kimi zaman uğruna ölünen, fetişleştirilen devletlerin ne denli çirkef canavarlar olduğunun resmini gösterebilmeli ve devletlerle ilgili algılar ile yaşanan ifsad arasındaki çelişkiyi hem derinleştirmeli hem de ifşa etmelidir bu sivil organizasyonlar.
Yaşadığımız çağın en büyük eksikliği doğaya ve insana yönelik vicdanın yitirilmiş olmasıdır. Yerküre ölçeğinde yaşanan tüm sancılanmalar da bu eksikliğin bir dışavurumudur. Evet, dünya vicdanını aramaktadır. Geride bıraktığımız asrın vicdanını temsil edemedik belki ama müslümanlar olarak bu yüzyılın vicdanı olmak mecburiyetindeyiz. Buna hem bizim hem de dünya halklarının ve hatta tüm evrenin ihtiyacı vardır. Bu sadece bir ihtiyaç değil aynı zamanda inancımızın omuzlarımıza yüklediği ağır bir mesuliyettir. İHH bir vicdan olabilmelidir. Hem de katil bir medeniyetin vicdan azabının ürünü olmaktan öte sadece ezilmiş insanların vicdanı...
İHH bahsini ettiğimiz bu misyonu icra ettikçe varlığını idame ettirebilecektir. Bu misyonunu yitirdiğinde ise biz İHH’nın kaybını tartışıyor olacağız. Bizi ve kurumlarımızı var eden husus yüklendiğimiz misyonlardır. Misyon ise bulunduğumuz halin illetidir. Unutumamalıdır ki illet değiştiğinde kanaat de değişir...
Gazze yolculuğu salt insani bir yardım faaliyeti değildir. Bu girişimle hedeflenen aslında bir Kudüs seferidir. Filistin ile alakalı tüm eylemselliklerin özünde Kudüs yatar. Dolayısıyla gemiyle Gazze’ye yapılan bu sefer aslında Kudüs’e bir adım daha yakınlaşmanın çabasıdır.
Haftalardır Türkiye’nin hemen hemen tüm illerinde Filistin geceleri tertiplenerek insanların duyarlılıkları arttırılmaya çalışılıyor. Bu duyarlılıklar ile hazırlıklar son safhaya gelindiğinde ise gemi intifadası başlamış olacaktır.
İHH şimdiye değin yaptığı çalışmalar ile kendi konumunu küresel ölçekte yükseklere taşımış ve kendisine yönelik beklentileri oldukça fazlalaştırmıştır. Şartlar İHH’yı salt insani yardım faaliyeti yürüten bir kuruluş olmanın ötesine taşımıştır. İnsani yardımların yanında tavır alan, inisiyatif üstlenen ve inancın mesajını taşıyan bir aktör konumuna yükselmiştir. Artık savaşların ve işgallerin yıkımlarına dönük imar ve insani yardımın yanında o savaşları ve işgalleri bitirecek hatta önleyecek bir konuma doğru evirilmektedir.
Bu misyonu İHH’nın Kafkaslarda ve Ortadoğuda üstlendiğini biliyoruz. Ama İHH bu misyonu bu coğrafyaların ötesine taşıyabilmeli. Sadece halkları Müslümanlardan olan coğrafyalara değil zulüm altında olan tüm coğrafyalara zulümleri önleyici bir destek eli olabilmelidir. Bizler İHH’nın konvoylarını, gemi filolarını ve hatta ilerde uçak filolarını tüm dünya ölçeğinde görmek istiyoruz.
Batılı insani yardım kuruluşları ve çevre örgütleri kendi toplumlarının ve yönetimlerinin sebebiyet verdikleri yıkımların enkazını temizlemeye çalışmaktadırlar. Oysa İHH gibi bizim içimizden olan kurumlar kirlenmemiş masum bir zemin üzerinden hareket etmektedirler ki bu mantalite kendilerine oldukça mümbit bir alan açabilmektedir. Batı medeniyeti doğayı ve insanı önce tahrif ve tahrib eder daha sonrasında ise sömüreceği nesneye dönüştürdüğü bu iki alan üzerindeki hâkimiyetini sürdürebilmek adına geçici çabalar sergiler. Batılı yardım kuruluşları, insan hakları örgütleri, çevreci yapılanmaları hep ait oldukları medeniyetin vicdan azabının ürünüdürler. Bu durum onları ezilmiş dünya halkları nezdinde hem inandırıcı kılmamaktadır hem de çalışmalarına şüphe ile bakılmasına sebep olmaktadır. Zira yıkıp yakan da kendileri kısmi olarak bunu onarmaya çalışanlarda kendileri. Artık gadre uğramış dünya halkları bu tür temsillere inanmamaktadır.
Bu durumun İHH ve benzeri kuruluşlara sağladığı fayda tartışmasız ki çok büyüktür. Artık dünya tıpkı geçmişte olduğu gibi İslam’ın ve onun samimi müntesiplerinin barış soluğuna ziyadesiyle muhtaçtır. Sebebi olmadığımız felaketlerin, savaşların, sömürülerin izalesi için çabalamamız bahsettiğimiz bu soluğun müjdecisi olacaktır. İHH, tarihte İslam’ın Uzakdoğu’ya, Asya’ya ve dünyanın daha ücra yerlerine yayılmasında öncü rol oynayan davetçilerin ardılları olduklarını unutmamalı ve bu bilinçle hareket etmelidir.
Yaşadığımız şartlar varolan adaletsizliklerin ve zulümlerin devletler aracılığıyla onarılacağı imkânına olanak bırakmamıştır. Zira yerküre üzerinde cari olan tüm aksaklıklar zaten bu devletler ve onların yaslandıkları fikriyatlardan kaynaklanmaktadır. İnsanlığın muzdarip olduğu hususların elemine edilmesinde sivil inisiyatiflerin rolü böylece kendiliğinden belirginleşir.
İnsanlık, adına devlet denen koca ve katil mekanizmaların tehdidi altında her geçen gün daha çok ezilmektedir. İktidar, zulmün mukaddimesidir. Ve yeryüzü bu mukaddimeleri defalarca tedris etti. Şimdi iktidarların kirli yüzünün sivil hareketler ile afişe edilme vaktidir. Zira tüm iktidarlar/devletler aynı madolyonun değişik yüzleridirler. Hem ayrıdırlar hem de aynı... zulüm sahiplerinin birlikteliklerinin mazlumların birlikteliğine örnek teşkil etmesi zamanı gelmiştir artık. Dünyanın tüm mazlumları birleşmelidirler. Tıpkı dünyanın tüm zalimlerinin birlik olmaları gibi...
Salt inanca ve insaniliğe bağlı, otoritelerle ilkeli bir ilişki içerisinde olan ve haksızlıklar karşısında başka hiçbir kriter aramayan sivil hareketlere ihtiyacımız vardır. Bu hareketler yerleşik sistemler ile vuku bulan adaletsizlikler arasındaki ilişkiyi oldukça yalın bir biçimde insanlığa anlatabilmelidirler. Kimi zaman uğruna ölünen, fetişleştirilen devletlerin ne denli çirkef canavarlar olduğunun resmini gösterebilmeli ve devletlerle ilgili algılar ile yaşanan ifsad arasındaki çelişkiyi hem derinleştirmeli hem de ifşa etmelidir bu sivil organizasyonlar.
Yaşadığımız çağın en büyük eksikliği doğaya ve insana yönelik vicdanın yitirilmiş olmasıdır. Yerküre ölçeğinde yaşanan tüm sancılanmalar da bu eksikliğin bir dışavurumudur. Evet, dünya vicdanını aramaktadır. Geride bıraktığımız asrın vicdanını temsil edemedik belki ama müslümanlar olarak bu yüzyılın vicdanı olmak mecburiyetindeyiz. Buna hem bizim hem de dünya halklarının ve hatta tüm evrenin ihtiyacı vardır. Bu sadece bir ihtiyaç değil aynı zamanda inancımızın omuzlarımıza yüklediği ağır bir mesuliyettir. İHH bir vicdan olabilmelidir. Hem de katil bir medeniyetin vicdan azabının ürünü olmaktan öte sadece ezilmiş insanların vicdanı...
İHH bahsini ettiğimiz bu misyonu icra ettikçe varlığını idame ettirebilecektir. Bu misyonunu yitirdiğinde ise biz İHH’nın kaybını tartışıyor olacağız. Bizi ve kurumlarımızı var eden husus yüklendiğimiz misyonlardır. Misyon ise bulunduğumuz halin illetidir. Unutumamalıdır ki illet değiştiğinde kanaat de değişir...
