Zeyrek: Nükleer mevsim ne getirir?
Radikal gazetesi yazarlarından Deniz Zeyrek köşesine dünya üzerindeki nükleer silahlanmayı köşesine taşıdı.
İşte Deniz Zeyrek'in köşe yazısı;
‘Nükleer silahlar’ (Halk arasındaki adıyla atom bombaları) konusu birçoğumuza sıkıcı gelir. Ancak 2. dünya savaşının finalindeki Hiroşima felaketine neden olan atom bombasını anımsamak bile, konunun herkes tarafından yakından ve hassasiyetle izlenmesi gerektiğini gösterir.
Çok fazla farkında değiliz ama ilkbahar bir çeşit ‘nükleer mevsim’e dönüştü. Önce, 6 Nisan’da ABD Başkanı Barack Obama ülkesinin 10 yıllık Nükleer Durum Stratejisini açıkladı. İki gün sonra 8 Nisan’da ABD ve Rusya, 1982’de Sovyetlerle ABD’nin imzaladığı, 5 Aralık 2009 günü süresi biten Stratejik Silahların İndirimi Anlaşmasını (START) güncelledi. Bugün ise 45 ülke Washington’da toplanarak kritik konuları ele alacak. ABD’deki zirvenin ardından Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması’nın (NPT) gözden geçirileceği uluslararası bir konferans yapılacak. Gelecek ay NATO da sahip olduğu nükleer başlıklarla ilgili durumunu gözden geçirecek. Haziran ayında ise BM Güvenlik Konseyi’nin toplanıp, nükleer çalışmalarda ısrarcı davranan İran’ın durumunu değerlendirmesi bekleniyor.
Gerek bütün bu nükleer trafiğin, gerekse bugün ABD’de yapılacak nükleer zirvenin üç önemli hedefi var:
* İlki, nükleer silahların dünya üzerinden tamamen silinmesini sağlayacak bir yol haritası belirlemek. 40’lı yaşlardaki ABD Başkanı Barack Obama, ‘sıfır nükleer silah’ diye ortaya koyduğu bu hedefine, kendi ömrü hayatında ulaşılamayacağını açıkça ifade ediyor. Diğer bir deyişle ‘normal şartlar altında’ en erken yarım asır sonra, nükleer silahsız bir dünyaya geçilebileceğini öngörüyor. Ancak, kaynakların azaldığı, talebin, dolayısıyla da savaş ve çatışma gerekçelerinin arttığı yeryüzünde Obama’nın hedefini gerçekleştirecek ‘normal şartların’ mümkün olmadığı da görülüyor. Yeni stratejisinde hiçbir saldırıya nükleer silahlarla karşılık vermeyeceğini duyuran ABD’nin İran’ı ve Kuzey Kore’yi ayrı kaba koyması, Türkiye’dekiler de dahil dahil birçok stratejik üste yeterli sayıda nükleer başlık tutması, nükleer silahlardan bu kadar kolay kurtulamayacağımızı gösteriyor.
* İkinci hedef, mevcut silahların şeffaf bir şekilde denetlenmesi, korunması ve imhası. ABD’nin yanı sıra Rusya, Fransa, İngiltere, Çin, Hindistan, Pakistan, Kuzey Kore ve İsrail nükleer silah sahibi. İran’ın nükleer programında kısa süre içinde nükleer silaha ulaşabilecek bir aşamaya geldiği biliniyor. Hindistan, Pakistan, Kuzey Kore ve İsrail, atom silahlarına karşı en etkili denetim mekanizması olan NPT’ye dahil olmamış. Başbakan Tayyip Erdoğan sık sık ‘İran NPT’ye taraf ama İsrail değil’ dese de İran, NPT yükümlülüklerine (ikinci bir nükleer tesisini aylarca Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’ndan-UAEK gizleyecek kadar pervasızca) uymuyor. Pakistan başta olmak üzere Hindistan ve Kuzey Kore gibi ülkelerin stoklarının nasıl korunduğu bilinmiyor. ABD’nin bu üç ülkeyi NPT saflarına katmak için İsrail’e de baskı yapabileceği konuşuluyor. Nitekim Obama, nükleer silahsızlanmanın ‘evrensel’ olması gerektiğini söylerken, İsrail’in kapsam dışı tutulmayacağını ima ediyordu.
* Üçüncü hedef, teknoloji sayesinde yakın gelecekte sırt çantalarında bile taşınabilecek hale getirilecek nükleer patlayıcıların ‘terörist’ yapılanmaların eline geçmesine neden olacak güvenlik açıklarının kapatılması. Bu sayede Pakistan’daki iç karışıklık, İran’ın ABD ve İsrail gibi ülkelerle hesaplaşma arayışlarıyla El Kaide gibi örgütlerin ‘nükleer terör’ arayışlarının engellenmesi isteniyor.
NATO ve ABD’ye ait nükleer başlıklara ‘zorunlu’ ev sahipliği yapan Türkiye, nükleer şeffaflık konusundaki sorumlu tavrıyla en ‘tuzu kuru’ ülkelerden biri. Ancak, Başbakan Erdoğan’ın İran konusundaki tavrı, zirvenin üç önemli hedefi açısından değerlendirildiğinde Türkiye’yi bir tartışmanın odağı haline getiriyor. Türkiye’den ayrılmadan İran’ın şeffaf olmadığı ihtimaline dikkat çekerek ABD’nin yüreğine su serpen Erdoğan’ın bugün zirvede çarkedip ‘İran’ın avukatlığını’ sürdürmesi, Türkiye’nin haketmediği halde ‘nükleer mevsim’ boyunca tartışmanın odağında kalmasına neden olabilir.
‘Nükleer silahlar’ (Halk arasındaki adıyla atom bombaları) konusu birçoğumuza sıkıcı gelir. Ancak 2. dünya savaşının finalindeki Hiroşima felaketine neden olan atom bombasını anımsamak bile, konunun herkes tarafından yakından ve hassasiyetle izlenmesi gerektiğini gösterir.
Çok fazla farkında değiliz ama ilkbahar bir çeşit ‘nükleer mevsim’e dönüştü. Önce, 6 Nisan’da ABD Başkanı Barack Obama ülkesinin 10 yıllık Nükleer Durum Stratejisini açıkladı. İki gün sonra 8 Nisan’da ABD ve Rusya, 1982’de Sovyetlerle ABD’nin imzaladığı, 5 Aralık 2009 günü süresi biten Stratejik Silahların İndirimi Anlaşmasını (START) güncelledi. Bugün ise 45 ülke Washington’da toplanarak kritik konuları ele alacak. ABD’deki zirvenin ardından Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması’nın (NPT) gözden geçirileceği uluslararası bir konferans yapılacak. Gelecek ay NATO da sahip olduğu nükleer başlıklarla ilgili durumunu gözden geçirecek. Haziran ayında ise BM Güvenlik Konseyi’nin toplanıp, nükleer çalışmalarda ısrarcı davranan İran’ın durumunu değerlendirmesi bekleniyor.
Gerek bütün bu nükleer trafiğin, gerekse bugün ABD’de yapılacak nükleer zirvenin üç önemli hedefi var:
* İlki, nükleer silahların dünya üzerinden tamamen silinmesini sağlayacak bir yol haritası belirlemek. 40’lı yaşlardaki ABD Başkanı Barack Obama, ‘sıfır nükleer silah’ diye ortaya koyduğu bu hedefine, kendi ömrü hayatında ulaşılamayacağını açıkça ifade ediyor. Diğer bir deyişle ‘normal şartlar altında’ en erken yarım asır sonra, nükleer silahsız bir dünyaya geçilebileceğini öngörüyor. Ancak, kaynakların azaldığı, talebin, dolayısıyla da savaş ve çatışma gerekçelerinin arttığı yeryüzünde Obama’nın hedefini gerçekleştirecek ‘normal şartların’ mümkün olmadığı da görülüyor. Yeni stratejisinde hiçbir saldırıya nükleer silahlarla karşılık vermeyeceğini duyuran ABD’nin İran’ı ve Kuzey Kore’yi ayrı kaba koyması, Türkiye’dekiler de dahil dahil birçok stratejik üste yeterli sayıda nükleer başlık tutması, nükleer silahlardan bu kadar kolay kurtulamayacağımızı gösteriyor.
* İkinci hedef, mevcut silahların şeffaf bir şekilde denetlenmesi, korunması ve imhası. ABD’nin yanı sıra Rusya, Fransa, İngiltere, Çin, Hindistan, Pakistan, Kuzey Kore ve İsrail nükleer silah sahibi. İran’ın nükleer programında kısa süre içinde nükleer silaha ulaşabilecek bir aşamaya geldiği biliniyor. Hindistan, Pakistan, Kuzey Kore ve İsrail, atom silahlarına karşı en etkili denetim mekanizması olan NPT’ye dahil olmamış. Başbakan Tayyip Erdoğan sık sık ‘İran NPT’ye taraf ama İsrail değil’ dese de İran, NPT yükümlülüklerine (ikinci bir nükleer tesisini aylarca Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’ndan-UAEK gizleyecek kadar pervasızca) uymuyor. Pakistan başta olmak üzere Hindistan ve Kuzey Kore gibi ülkelerin stoklarının nasıl korunduğu bilinmiyor. ABD’nin bu üç ülkeyi NPT saflarına katmak için İsrail’e de baskı yapabileceği konuşuluyor. Nitekim Obama, nükleer silahsızlanmanın ‘evrensel’ olması gerektiğini söylerken, İsrail’in kapsam dışı tutulmayacağını ima ediyordu.
* Üçüncü hedef, teknoloji sayesinde yakın gelecekte sırt çantalarında bile taşınabilecek hale getirilecek nükleer patlayıcıların ‘terörist’ yapılanmaların eline geçmesine neden olacak güvenlik açıklarının kapatılması. Bu sayede Pakistan’daki iç karışıklık, İran’ın ABD ve İsrail gibi ülkelerle hesaplaşma arayışlarıyla El Kaide gibi örgütlerin ‘nükleer terör’ arayışlarının engellenmesi isteniyor.
NATO ve ABD’ye ait nükleer başlıklara ‘zorunlu’ ev sahipliği yapan Türkiye, nükleer şeffaflık konusundaki sorumlu tavrıyla en ‘tuzu kuru’ ülkelerden biri. Ancak, Başbakan Erdoğan’ın İran konusundaki tavrı, zirvenin üç önemli hedefi açısından değerlendirildiğinde Türkiye’yi bir tartışmanın odağı haline getiriyor. Türkiye’den ayrılmadan İran’ın şeffaf olmadığı ihtimaline dikkat çekerek ABD’nin yüreğine su serpen Erdoğan’ın bugün zirvede çarkedip ‘İran’ın avukatlığını’ sürdürmesi, Türkiye’nin haketmediği halde ‘nükleer mevsim’ boyunca tartışmanın odağında kalmasına neden olabilir.