AKP-BDP görüşmesi
Anayasa değişiklikleriyle ilgili halkoylaması, muhalefet partilerince genelde AKP hükümeti, özelde ise "Demokr...
Anayasa değişiklikleriyle ilgili halkoylaması, muhalefet partilerince genelde AKP hükümeti, özelde ise "Demokratik Açılım" politikaları için bir güven oylamasına dönüştürüldü. Bilhassa MHP, anayasa değişiklikleri ile demokratik açılım arasında doğrudan bir bağlantı kurdu, halk oylamasında "evet" çıkması halinde bunun bölünmenin ilk adımı olacağını savundu ve bütün propagandasını korkulara yaslanan bu politik dil üzerinden yürüttü. Ancak sonuçlar açıklandığında, halkın milliyetçi hamasete rağbet etmediği görüldü. MHP'nin Kürt meselesindeki çözüm üretmekten uzak çatışmacı üslubu, başta bu partinin geleneksel olarak güçlü olduğu bölgelerde olmak üzere, seçmen nezdinde bir karşılık bulmadı. Aksine halk, net bir tavırla, çatışmayı değil çözümü tercih etti. Halkoylamasından çıkan %58'lik kabul, siyasal iktidara bir özgüven kazandırdı. Halkın çözümden yana tavır koyması, iktidarın da bu konuda daha faza inisiyatif almasını sağladı. Bu inisiyatif iki yönlü gelişiyor: Bir taraftan, devletin ilgili birimleri hem İmralı'da Öcalan ile görüşmeler yürütüyorlar hem de bölgedeki komşu ülkelerle temaslarını yoğunlaştırıyorlar. Bu görüşmeler ve temaslardaki gayenin, PKK'nin silahsızlandırılması için gerekli altyapının hazırlanması olduğu görülüyor. Diğer taraftan ise, hükümet yetkilileri BDP ile görüşmeye başlıyorlar.
Görüşmenin değeri
Her ülkede uzun yıllara yayılan ve uzadıkça derinleşen sorunlar bulunabilir. Demokratik ülkeler bu tür sorunları demokratik müzakerenin konusu yaparak gidermeye çalışırlar. Bir sorunu tüm boyutlarıyla ortaya koymak ve çözümde ortak bir noktaya varmak için, öncelikle yapılması gereken, soruna taraf olan herkesin katılımının sağlandığı açık uçlu bir müzakere ortamı oluşturmaktır. Sorunların hukuki ve meşru zeminlere taşınması, hukuk dışına sapma eğilimlerini törpüler, bunda ısrar edenlerin toplumsal tabanlarını zayıflatır. Görüşme alanlarını ve olanaklarını artırmak, şiddete karşı en etkili tedbirdir. Son dönemlerde Kürt meselesiyle ilgili görüşme trafiği bu meyanda değerlendirilmelidir. Düşünüldüğünün aksine toplum bu görüşmelere olumsuz bir tepki vermiyor, aksine geniş kesimlerin bu görüşmeleri makul karşıladığı görülüyor. Bunun yanında görüşmelerden somut ve olumlu birtakım sonuçlar da elde ediliyor; mesela PKK eylemsizlik kararını uzatıyor, görüşmelerin ilerlemesi halinde daha da uzatacağının işaretlerini veriyor. Bu pozitif havaya bakıldığında, geçmişte bir türlü gerçekleşmeyen görüşmelere üzülmemek, yanlışlara hayıflanmamak elde değil. Ancak bugün, düne takılıp kalmaktan kaçınmak gerekir. Taraflar, geçmişteki hataları sürekli olarak birbirlerine hatırlatıp, zaten zayıf olan güven duygusunu daha fazla aşındırmaktan imtina etmeli, bunun yerine geçmişteki yanlışlardan gerekli dersleri çıkararak aynı yolda ilerleme iradesini göstermelidir.
"Sahici görüşmeler"
Gelinen nokta, AKP ve BDP'nin sırtına önemli sorumluluklar yüklemektedir. Güvensizliği ortadan kaldıracak adımlar atma ve taraflar arasında karşılıklı güven tesis etmek, bu iki partinin öncelikli uğraş alanı olmalıdır. Çünkü yol alabilmek için bu partilerin birbirlerinden emin olmaları, birlikte daha fazla mesai yapmaları ve sorun alanları üzerinde beraber çalışabilmeleri gerekir. AKP-BDP görüşmeleri, "dostlar alışverişte görsün" kabilinden görüşmeler olmamalıdır. Zira bu nevi görüşmeler, halkta yeşeren ümitleri soldurur ve gerçek bir çözümü imkânsız kılar. Her iki parti de böyle bir vebalin altından kalkamaz. Bu nedenle, somut adımlarla ilerleyen sahici görüşme iradesine ihtiyaç vardır. Bu görüşmelerde kullanılacak dil son derece mühimdir. Bir çözümün olması için mümkün olan en fazla sayıda insanın ikna edilmesi gereğini hep akılda tutmak ve yapılacak tüm açıklamalarda karşılıklı olarak hassasiyetleri gözetmek icap eder. Siyasa iktidar, kuşkuları artıracak ve sürecin ilerlemesini sekteye uğratacak açıklamalardan uzak durmalıdır. Mesela, "Anadilde eğitim olmaz!" deyip kestirip atmanın devam eden sürece hiçbir katkısının olmadığı açıktır. Bu yaklaşımın içerdiği ahlaki sorunlar bir yana, Türkiye'nin mevcut eğitim sistemi ile Avrupa ile tam bütünleşebilmesinin mümkün olmadığını görmek gerekir. AB ile üyelik görüşmeleri ilerlediğinde Türkiye'nin birtakım değişikliklere gitmesi ve anadilde eğitime olanak verecek yasal-anayasal düzenlemeleri yapması da kaçınılmaz olacaktır. Dolayısıyla yarın adım atmak mecburiyetinde kalacağınız bir konuda bugünden böylesi değişim- karşıtı bir tavır takınmak doğru değildir. Keza "af" konusunda da benzer şeyler söylenebilir. Türkiye, nerdeyse iç savaş boyutuna varan bir çatışma yaşadı/yaşıyor. Bu acıyı nihayete erdirmenin yolu ise, çatışmaları durduracak/ bitirecek ve ardından PKK'yi silahsızlandıracak bir programın oluşturulmasından geçiyor. Böylesi bir programda silahlı grupların ellerinden silahlarını almak ve onların siyasal yaşama katılımlarını sağlamak için, kaçınılmaz olarak, birtakım hukuki ve siyasi tedbirlere başvurulması gerektiği de biliniyor. Böyle bir durumda iktidardan beklenen, her fırsatı kullanması, özellikle muhalefet kanadından bu yönde gelecek destekleri değerlendirmesi ve konuyu kamusal tartışmaya açmasıdır. Bunun yerine, örneğin Kılıçdaroğlu'nun dillendirdiği "af" konusunu elinin tersiyle itmek, sürecin önünü açmaz.
"Uç taleplerden kaçınmak"
Bu dönemin en önemli aktörlerden biri olan BDP'nin de önemli mükellefiyetleri bulunmaktadır. Kürt meselesinin demokratik çözüme kavuşturulabilmesi için muhafazakâr kesimin böyle bir çözüm sürecine razı edilmesi ve sürece katılımının sağlanması gerekir. Muhafazakâr kesim üzerinde böyle bir etkiyi ise ancak AKP ve Erdoğan gerçekleştirebilir. Bu nedenle, AKP'yi her türlü kötülüğün müsebbibi olarak gören karşıtlık siyaseti yerine, işbirliğini öne çıkaran bir uzlaşmacı siyaset hem BDP'ye puan kazandırır, hem de barışın tabanını güçlendirir. BDP, sürecin doğru yönde ilerlemesi için zamanlamaya dikkat etmelidir. Orhan Miroğlu'nun ifadesiyle "doğru talepleri yanlış zamanlarda dile getirme" yanlışına düşmemeli, ileride konuşulması lazım gelen bir konuyu bir önkoşul haline getirmemelidir. Eğer önce nispeten kolay bir problem ele alınır ve halledilir, ondan sonra daha ağır bir probleme geçilirse, süreçte mesafe alındığı görülür ve çözüme olan güven artar. BDP, sadece iktidarla değil aynı zamanda muhalefetle de (en başta CHP ile) diyalog kapılarını açık tutmaya özen göstermeli, onların da bu soruna eğilmelerini sağlamalıdır.
Provokasyonlara kararlı duruş
Demokratik açılım süreçleri, provokasyonlara açık süreçlerdir. Herhangi bir nedenle toplumsal barışın inşasından ve demokrasinin güçlenmesinden rahatsız olanlar, bu süreci sabote edebilirler. Bu sabotajla bazen şiddet yoluyla (Reşadiye'de askerlerin, Hakkâri'de PKK'lilerin öldürülmesi) bazen de şiddet dışı yollarla (DTP'nin kapatılması, KCK tutuklamaları) olur. Böyle bir sabotaj karşısında süreci yürütenlere düşen iki görev vardır: İlki, sabotajı gerçekleştirenleri deşifre ederek toplumsal baskı altına almak ve onların siyasi meşruiyetlerini zayıflatmaktır. İkincisi ise, bu tür eylemler karşısında paniğe kapılmamak, geri çekilmemek, tam aksine bu eylemlere rağmen süreçten ödün verilmeyeceği konusunda topluma açık ve net açık bir mesaj verebilmektir.
Görüşmenin değeri
Her ülkede uzun yıllara yayılan ve uzadıkça derinleşen sorunlar bulunabilir. Demokratik ülkeler bu tür sorunları demokratik müzakerenin konusu yaparak gidermeye çalışırlar. Bir sorunu tüm boyutlarıyla ortaya koymak ve çözümde ortak bir noktaya varmak için, öncelikle yapılması gereken, soruna taraf olan herkesin katılımının sağlandığı açık uçlu bir müzakere ortamı oluşturmaktır. Sorunların hukuki ve meşru zeminlere taşınması, hukuk dışına sapma eğilimlerini törpüler, bunda ısrar edenlerin toplumsal tabanlarını zayıflatır. Görüşme alanlarını ve olanaklarını artırmak, şiddete karşı en etkili tedbirdir. Son dönemlerde Kürt meselesiyle ilgili görüşme trafiği bu meyanda değerlendirilmelidir. Düşünüldüğünün aksine toplum bu görüşmelere olumsuz bir tepki vermiyor, aksine geniş kesimlerin bu görüşmeleri makul karşıladığı görülüyor. Bunun yanında görüşmelerden somut ve olumlu birtakım sonuçlar da elde ediliyor; mesela PKK eylemsizlik kararını uzatıyor, görüşmelerin ilerlemesi halinde daha da uzatacağının işaretlerini veriyor. Bu pozitif havaya bakıldığında, geçmişte bir türlü gerçekleşmeyen görüşmelere üzülmemek, yanlışlara hayıflanmamak elde değil. Ancak bugün, düne takılıp kalmaktan kaçınmak gerekir. Taraflar, geçmişteki hataları sürekli olarak birbirlerine hatırlatıp, zaten zayıf olan güven duygusunu daha fazla aşındırmaktan imtina etmeli, bunun yerine geçmişteki yanlışlardan gerekli dersleri çıkararak aynı yolda ilerleme iradesini göstermelidir.
"Sahici görüşmeler"
Gelinen nokta, AKP ve BDP'nin sırtına önemli sorumluluklar yüklemektedir. Güvensizliği ortadan kaldıracak adımlar atma ve taraflar arasında karşılıklı güven tesis etmek, bu iki partinin öncelikli uğraş alanı olmalıdır. Çünkü yol alabilmek için bu partilerin birbirlerinden emin olmaları, birlikte daha fazla mesai yapmaları ve sorun alanları üzerinde beraber çalışabilmeleri gerekir. AKP-BDP görüşmeleri, "dostlar alışverişte görsün" kabilinden görüşmeler olmamalıdır. Zira bu nevi görüşmeler, halkta yeşeren ümitleri soldurur ve gerçek bir çözümü imkânsız kılar. Her iki parti de böyle bir vebalin altından kalkamaz. Bu nedenle, somut adımlarla ilerleyen sahici görüşme iradesine ihtiyaç vardır. Bu görüşmelerde kullanılacak dil son derece mühimdir. Bir çözümün olması için mümkün olan en fazla sayıda insanın ikna edilmesi gereğini hep akılda tutmak ve yapılacak tüm açıklamalarda karşılıklı olarak hassasiyetleri gözetmek icap eder. Siyasa iktidar, kuşkuları artıracak ve sürecin ilerlemesini sekteye uğratacak açıklamalardan uzak durmalıdır. Mesela, "Anadilde eğitim olmaz!" deyip kestirip atmanın devam eden sürece hiçbir katkısının olmadığı açıktır. Bu yaklaşımın içerdiği ahlaki sorunlar bir yana, Türkiye'nin mevcut eğitim sistemi ile Avrupa ile tam bütünleşebilmesinin mümkün olmadığını görmek gerekir. AB ile üyelik görüşmeleri ilerlediğinde Türkiye'nin birtakım değişikliklere gitmesi ve anadilde eğitime olanak verecek yasal-anayasal düzenlemeleri yapması da kaçınılmaz olacaktır. Dolayısıyla yarın adım atmak mecburiyetinde kalacağınız bir konuda bugünden böylesi değişim- karşıtı bir tavır takınmak doğru değildir. Keza "af" konusunda da benzer şeyler söylenebilir. Türkiye, nerdeyse iç savaş boyutuna varan bir çatışma yaşadı/yaşıyor. Bu acıyı nihayete erdirmenin yolu ise, çatışmaları durduracak/ bitirecek ve ardından PKK'yi silahsızlandıracak bir programın oluşturulmasından geçiyor. Böylesi bir programda silahlı grupların ellerinden silahlarını almak ve onların siyasal yaşama katılımlarını sağlamak için, kaçınılmaz olarak, birtakım hukuki ve siyasi tedbirlere başvurulması gerektiği de biliniyor. Böyle bir durumda iktidardan beklenen, her fırsatı kullanması, özellikle muhalefet kanadından bu yönde gelecek destekleri değerlendirmesi ve konuyu kamusal tartışmaya açmasıdır. Bunun yerine, örneğin Kılıçdaroğlu'nun dillendirdiği "af" konusunu elinin tersiyle itmek, sürecin önünü açmaz.
"Uç taleplerden kaçınmak"
Bu dönemin en önemli aktörlerden biri olan BDP'nin de önemli mükellefiyetleri bulunmaktadır. Kürt meselesinin demokratik çözüme kavuşturulabilmesi için muhafazakâr kesimin böyle bir çözüm sürecine razı edilmesi ve sürece katılımının sağlanması gerekir. Muhafazakâr kesim üzerinde böyle bir etkiyi ise ancak AKP ve Erdoğan gerçekleştirebilir. Bu nedenle, AKP'yi her türlü kötülüğün müsebbibi olarak gören karşıtlık siyaseti yerine, işbirliğini öne çıkaran bir uzlaşmacı siyaset hem BDP'ye puan kazandırır, hem de barışın tabanını güçlendirir. BDP, sürecin doğru yönde ilerlemesi için zamanlamaya dikkat etmelidir. Orhan Miroğlu'nun ifadesiyle "doğru talepleri yanlış zamanlarda dile getirme" yanlışına düşmemeli, ileride konuşulması lazım gelen bir konuyu bir önkoşul haline getirmemelidir. Eğer önce nispeten kolay bir problem ele alınır ve halledilir, ondan sonra daha ağır bir probleme geçilirse, süreçte mesafe alındığı görülür ve çözüme olan güven artar. BDP, sadece iktidarla değil aynı zamanda muhalefetle de (en başta CHP ile) diyalog kapılarını açık tutmaya özen göstermeli, onların da bu soruna eğilmelerini sağlamalıdır.
Provokasyonlara kararlı duruş
Demokratik açılım süreçleri, provokasyonlara açık süreçlerdir. Herhangi bir nedenle toplumsal barışın inşasından ve demokrasinin güçlenmesinden rahatsız olanlar, bu süreci sabote edebilirler. Bu sabotajla bazen şiddet yoluyla (Reşadiye'de askerlerin, Hakkâri'de PKK'lilerin öldürülmesi) bazen de şiddet dışı yollarla (DTP'nin kapatılması, KCK tutuklamaları) olur. Böyle bir sabotaj karşısında süreci yürütenlere düşen iki görev vardır: İlki, sabotajı gerçekleştirenleri deşifre ederek toplumsal baskı altına almak ve onların siyasi meşruiyetlerini zayıflatmaktır. İkincisi ise, bu tür eylemler karşısında paniğe kapılmamak, geri çekilmemek, tam aksine bu eylemlere rağmen süreçten ödün verilmeyeceği konusunda topluma açık ve net açık bir mesaj verebilmektir.