Darbelerde tek suçlu asker mi?

Türkiye yeni yıla eski dertleriyle doldurulmuş kocaman bir çuvalla birlikte girdi. Bu dertlerin en başında ise rejimin temel sorusu yer alıyor:

Darbelerde tek suçlu asker mi?
Darbelerde tek suçlu asker mi?
Sivil hükümet mi, askeri darbe mi?

Parlamento açık, farklı siyasi partilerin grupları var, her Salı bu grup toplantılarından çıkan iri harflerle şekillenen siyasi açıklamalar yapılıyor.

Ama bunlar bir görüntü…

Bir de başka görüntü var:

Komutanların siyasi ortama vaziyet etme halleri!

Geçenlerde ifade veren eski kuvvet komutanlarına yöneltilen sorulardan biri de (Milliyet gazetesinde yer aldı) şuydu:

-Süleyman Demirel askeri darbe planlarınızı biliyor muydu?

Soru spekülatif ama havadan girmemiş, o metinlere… Savcıların elindeki yazılı belgelerde var. Demirel, “ülkenin felakete gittiğini, askerlerin yalnız kaldığını, tedbir alınması gerektiğini” düşünüyormuş.

Ne zaman?

Çok eski değil… 2004 yılının ortalarında…

ASKERLER DERBEDE YALNIZ MI?

Türkiye’de askerlerin çok fazla siyasi darbe yaptıkları tartışılmaz bir gerçek…

İnanmayanlar için bir sayım yapalım:

27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997 ve 27 Nisan 2007…

Son ikisini diğerlerinden ayrı yere koymak gerekiyor. Askerler “biz geldik” diye çıkıp hükümet mevkiine oturmadılar. 27 Nisan ise demokrasi teknesi salladı, ülkeyi genel seçimlere yolladı. O kadarla kaldı.

Peki, askerler bu operasyonları tek başlarına mı yapıyorlar?

İşte buna evet demek mümkün değil.

Askeri darbelerde, generallerin en yakın müttefikleri her zaman basın oldu. Eğer “özgür basın” olmasıydı, askerler kamuoyunu yönlendirmede ellerindeki TRT ile çok zavallı kalabilirlerdi.

Açın 1997 yılının Şubat- Mart aylarının gazetelerini bakın. Demokrat ve özgür(!) basın ne halde görün.

Bu saptama için “münafıklık dolu” suçlaması yapıp “iftira” deposunun kayıtsızlık bölümüne kaldırılmalı görüşünde olanlar bulunabilir. O zaman 28 Şubat’ın şatolarına buyurun. Dönemin sarsılmaz güç sembolü Sabah gazetesinin patronu Dinç Bilgin, konuşsun:

-Çok büyük kabahatlerimiz var. Hepimizin dolabında iskeletler duruyor!

Bilgin, bu cümleyi 28 Şubat Süreci diye tanımlanan demokrasi-dışı askeri operasyona destek verdiniz, diye soran Star Gazetesinden Fadime Özkan’ı yanıtlarken söylüyor.

Dinç Bilgin’e –gecikmiş- içtenliği için teşekkür borçluyuz.

HÜCUMBOTLU DEMOKRAT BASIN

28 Şubat’ın mağdurlarından biri de Mehmet Barlas idi. O dönem çalıştığı Sabah gazetesinden askerlerin talimatıyla kovuldu.

Yeni Şafak gazetesi ona sütunlarını açtı. Barlas da askeri darbelere karşı yazılar yazdı. Önce mağdur oldu, sonra da askeri darbelere karşı olan bir demokrat haline geldi.

Denilebilir ki, Mehmet Barlas’ın demokrasiye olan sadakati ve askeri darbelere olan karşıtlığı kesintisiz bir çizgi izler!

Acaba?

Dinç Bilgin birinci tanık olarak Fadime Özkan’a diyor ki:

-Mehmet Barlas’ı izliyorum NTV’de çok demokrat buluyorum. Ama 12 Eylül’de en yakın arkadaşı, Kenan Evren’di. Askeri hücumbotla Boğaz’da yalısına gelmişti. Biz de davetliydik. İşlerimiz tıkırdaydı, bozulmasını istemiyorduk!

Nasıl fotoğraf ama?

Dinç Bilgin’inki bir söz… Uçabilir. Yanlış hatırlıyor diye itiraza açık da olabilir.

Ama, 12 Eylül darbesiyle birlikte Milliyet’e başyazar olan Mehmet Barlas’ın darbeden hemen sonra yazdığı iki yazıya ne diyeceğiz?

Barlas o yazılarında “bizdeki askeri cuntanın Latin Amerika’daki gibi olmadığını” dedikten sonra şöyle devam ediyordu:

-Bunu Avrupa’ya anlatmalıyız!

12 Eylül’de askerlere partner, 28 Şubat’ta darbe karşıtı.

Gazeteci, eğer sahici demokrat ve gazeteciyse, 24 saat üzerinden günde 365 gün darbelere karşı olmak zorundadır.

Demokrasi mücadelesi bir zincire benzer. Çok sağlam denilen halkaların içinde birkaç tanesi çürük ise, o zincirin sağlamlığı çok tartışılır.

Tıpkı askeri darbelere karşı olduğunu söyleyen özgür (!) basın gibi…

Darbeler konusunda en büyük tek suçlu askerler değildir!

İnternethaber