Memur-Sen Kadinlar Komisyonu 'Aile Ve Kadin Politikalarina Yeni Bir Paradigma' Raporunu Açikladi
Memur-Sen Kadinlar Komisyonu Baskani Sidika Aydin, “Istanbul Sözlesmesi’nin kaldirilmasi herhangi bir bosluk üretmedigi gibi olumlu bir adim olmustur” dedi.
Memur-Sen Kadinlar Komisyonu Baskani Aydin, kadin ve aile politikalarinin analiz edildigi, siddetten arindirilmis bir toplum arayisina katki sunulmasinin hedeflendigi “Aile ve Kadin Politikalarina Yeni Bir Paradigma” isimli raporu Memur-Sen Genel Merkezi’nde düzenlenen basin toplantisi ile açikladi.
Raporun üç ana güzergah üzerinden sekillendigini söyleyen Aydin, “Malumunuz Istanbul Sözlesmesi, yol açtigi toplumsal rahatsizlik ve demokratik talepler dogrultusunda 20 Mart 2021 tarihli Resmi Gazete’de yayinlanan Cumhurbaskani Karari’yla Türkiye bakimindan feshedildi. Sözlesmenin kaldirilmasi herhangi bir
bosluk üretmedigi gibi olumlu bir adim olmustur. Kadinlar Komisyonu olarak feshin hemen akabinde konuyu etraflica ele almak için bir çalisma baslattik. Bugün kamuoyu ile paylasacagimiz rapor mart ayinda baslayan uzun soluklu çalismamizin neticesidir. Raporumuz üç ana güzergah üzerinden sekillenmistir. Ilk olarak toplumsal cinsiyet paradigmasinin sekillendirdigi ulusal mevzuat incelenmistir. Akabinde yasal statüsünden devletin müdahalesine degin aile kurumu mercek altina alinmis ve son olarak üzerinde çokça konusulan ancak detayli olarak ele alinmayan siddet olgusu irdelenmistir” diye konustu.
“Sözlesmenin ideolojik ruhundan ve zihniyetinden arindirilmasi gerekmektedir”
Türkiye’nin Istanbul Sözlesmesi’nden çekilmekle derin bir kültürel isgal badiresini atlattigini, ancak toplumsal cinsiyet ideolojisini ana akimlastirmayi hedefleyen yaklasimin varligini sürdürmekte oldugunu söyleyen Aydin, “Karsi karsiya olunan temel problem sudur; Türkiye Istanbul Sözlesmesi’nin seklen feshiyle yetinecek midir? Yoksa ruhen de feshini saglamaya yönelik adimlar atarak, cinsiyet ve aile konularinda özgün, özgür, toplumsal degerlerle barisik ve dengeli bir yaklasimla yeni çözümler üretmeye mi çalisacaktir? Sözlesmeye dayanilarak ulusal mevzuatta yapilan bütün düzenlemeler, programlar, uygulamalar ve kurumlar fesihten sonra da devam etmektedir. Sözlesmenin feshi sebebiyle ulusal mevzuatta henüz bir degisim yasanmamistir. Bununla birlikte sözlesmenin mevzuata ve politikalara sinen ruhu nedeniyle olumsuz etkisi sürmektedir. Bu baglamda sözlesmeden çekilmek yeterli degildir. Mevzuatin ve kurumlarin sözlesmenin ideolojik ruhundan ve zihniyetinden arindirilmasi gerekmektedir. Bugün, Kadinin Statüsü Genel Müdürlügü vizyonundan kadina yönelik siddetle mücadele ulusal eylem planlarina, halen yürürlükte olan Kadinin Güçlenmesi Strateji Belgesi ve Eylem Plani’ndan 6284 Sayili Kanun’a degin toplumsal cinsiyet paradigmasi halen mevzuattaki etkin durumunu muhafaza etmektedir. Su bir gerçektir ki Türkiye, Istanbul Sözlesmesi’nden çekilmekle derin bir kültürel isgal badiresini atlatmistir. Ancak görüldügü üzere toplumsal cinsiyet ideolojisini ana akimlastirmayi hedefleyen yaklasim varligini sürdürmektedir. Aileye dair ulusal hukuku inceledigimizde genel olarak ahenksiz bir aile mevzuatina sahip oldugumuz görülmektedir. Ulusal hukukumuz, toplumsal cinsiyet paradigmasini benimseyen ve benimsemeyen yaklasimlarin çatisma sahnesidir. Bir bütün olarak bakildiginda kadin-erkek ve aile olgularini ilgilendiren mevzuatin toplumsal deger ve gerçekliklerden uzak ahenksiz oldugu görülmektedir” seklinde konustu.
“Kültürel ahengini kaybetmis bir toplumda güvencesiz kalan kadinlar siklikla siddet magduru olmakta”
Ceza hukukuyla yakindan iliskili olan siddet kavraminin ceza hukukunda tanimsiz birakilmasinin kavramin baska baska tanimlarinin kamu organlarinca benimsenmesine yol açtigini belirten Aydin, “Bugün Istanbul Sözlesmesi feshedildi ancak sözlesmenin en büyük vaadi olarak lanse edilmesine ragmen önleyemedigi siddet olgusu maalesef devam etmektedir. Kadina siddet bir vakiadir; modernizmin getirdigi rol karmasalarinin sonucudur. Türkiye’nin aile krizinin kökeninde rol karmasasi, rol karmasasinin kökeninde ise kültür buhrani vardir. Kültürel ahengini kaybetmis bir toplumda güvencesiz kalan kadinlar siklikla siddet magduru olmakta, özellikle kanun nezdinde güvenceler bulduklarinda ise erisebildikleri imkanlari siddet faili olmak yönünde kullanabilmektedir. Siddeti hukuki olarak mercek altina aldigimizda, açik bir tanim noksanligi söz konusudur. Oysa bir sorunun çözülmesinin ilk basamagi, kavramin hukuki olarak tanimlanmasidir. Zira bir olguya el atilirken en önemli asama tanimdir. Türk ceza hukuku geleneginde soyut olarak siddet suçu bulunmamaktadir. Haliyle siddetin doktriner bir tanimi da bulunmamaktadir. Ceza hukukuyla yakindan iliskili olan siddet kavraminin ceza hukukunda tanimsiz birakilmasi, kavramin baska baska tanimlarinin kamu organlarinca benimsenmesine yol açmaktadir. Karsi karsiya oldugumuz sorunsal sudur; yasal dayanagi, dolayisiyla baglayiciligi olmayan siddet tanimlari, hukuk politikalarinin, özellikle de çok hassas bir alan olan aile politikalarinin kaynagi olabilir mi? Olursa hukuk sistematigi dagilmaz mi? Hukuk namina hukuksuzluklara yol açilmaz mi? Gündemde en üst siralarda tutulan siddetin kanunlarda yani Türk hukukunda tanimsiz birakilan bir kavram olmasi ilk basta sasirtici gelebilir. Fakat vakia budur. Son on yildir Türkiye hukuki tanimdan yoksun, bir o kadar da yogun siddet tartismalarina teslim olmus durumdadir. Siddetin bir gerçeklik olmasi, tartismalarin zeminine ve yöntemine dair elestiriler getirmeyi fazlasiyla zorlastirmaktadir. Yöntemsel elestiriler, radikal feminist reaksiyona çarparak, erillik, hatta siddet yanliligiymis gibi gösterilmekte, savusturulmaktadir. Siddet, özellikle de kadina siddet konusu bir söylemsel despotizme dönüsmüs durumdadir. Siddetin sahici ve makul yollarla çözümlenip bertaraf edilmesini zorlastiran da budur. Siddete yaklasimda en büyük hata, mücadeleye parçaci yaklasilmasi ve odagin dogru belirlenmemesidir. Kadina siddet vurgusu, bilinçli veya bilinçsiz olarak erkeklik karsitligi üretmekte, kadin-erkek çatismalarini azaltmak söyle dursun, arttirmaktadir. Bu rapor, öncelikle siddete bütüncül yaklasmayi, Siddetle mücadelede illa ki bir odak belirlenecekse de çocugun öncelenmesini önermektedir” ifadelerini kullandi.
“Siddet, nesilden nesle aktarilan bir iletisim hastaligidir”
"Siddetin görüldügü ve normallestirildigi dönem kisinin yetisme dönemidir" diyen Aydin, “Günümüzde siddetin çok büyük oranda ögrenilmis bir davranis oldugu arastirmalar neticesinde kesinlik kazanmistir. Siddet, nesilden nesile aktarilan bir iletisim hastaligidir. Bu baglamda erken çocukluk dönemi kritiktir. Sivrisineklerle ugrasmaktansa batakligi kurutmaya çalismak daha dogru bir stratejidir. Bataklik, çocukluk evresidir. Siddetin görüldügü ve normallestirildigi dönem, kisinin yetisme dönemidir. Siddete sadece maruz kalmak degil, tanik olmak bile ciddi bir magduriyettir. Üstelik bu magduriyet günümüzde televizyon ve bilgisayar basta olmak üzere elektronik cihazlarla son derece yayginlasmistir. Gittikçe siradanlasan ve siradanlastigi ölçüde toplumu kusatan siddete karsi topyekûn bir mücadeleye ihtiyacimiz oldugu açiktir. Bu konu ertelenemez, küçümsenemez, basitlestirilemez. Dün siddet olgusunun saglikli tartisilmasinin önündeki en büyük engel, siddetle mücadeleyi Istanbul Sözlesmesi’ne indirgeyen ideolojik yaklasimdi. Bugün ise Istanbul Sözlesmesi’nin tahrif ettigi mevzuatin ve tahrip ettigi degerlerin tamiri ile siddeti kökten önleyecek düzenlemeler ve programlarin baslatilmasi için bir kamusal müzakere sürecinin tam zamanidir. Nitekim Sözlesme’nin iptalini bir son olarak degil, siddetle topyekûn mücadelede bir baslangiç olarak görmekteyiz” dedi.
Aydin, “Istanbul Sözlesmesi’yle ayni frekansta olan toplumsal cinsiyet ideolojisine dayali bütün mevzuat ayiklanmali ve tasfiye edilmelidir. Istanbul Sözlesmesi’nin ulusal uygulama yasasi olan 6284 sayili Kanun ilga edilmelidir. Siddetle mücadelede dengesizlik olusturmayacak, kapsamli, probleme bütüncül ve yapisal yaklasan yeni ve daha etkili bir yasa çikarilmalidir. Siddetin kök sebeplerini arastirmak ve ortadan kaldirmak, siddeti artiran söylem ve yaklasimlari tespit etmek, siddetle mücadeleyi koordine etmek ve izlemek üzere, yeni paradigmayi hayata geçirecek nitelikte bir komisyon kurulmalidir. Öne çikardigimiz anlayisa uygun olarak siddeti önleme ve siddet magdurlarini koruma mekanizmalari, cinsiyetçi yaklasimdan uzak, etkili ve adil bir sekilde dizayn edilmelidir. Iyi niyetli olsa dahi müdahalenin aile kurumunu kirilganlastirdigi bilinmeli, kamu gücünün aileye müdahalesi istisnai düzeyde tutulmalidir. Aileyi ilgilendiren düzenlemeler aileyi kamu kurumu olarak konumlandirmamalidir. Ailelerin sivil, özgür ve özgün yapisina saygi duymali, bu yapiyi korumaya özen göstermelidir. Devletin aileye duyarli politikalar gelistirmesi aile politikalari açisindan kirmiziçizgi olmalidir. Modern hayatin getirdigi çalisma kosullari karsisinda aileye duyarli çalisma düzeni güçlendirilmeli, is-aile hayati uyumu artirilmalidir. Evlilik tesvikinden aile yardimina, dogum izninden süt iznine, bakim hizmetlerinden aile dostu vergilendirmeye kadar bütün alanlarda aileyi güçlendirecek politikalar gelistirilmelidir. Evlenmenin sözlesme hukuku kapsamina alinmasi, Medeni Kanun’un da bu mantikla hazirlanmasi devletin atmasi gereken en önemli adimlardandir. Kamu organlari feminist yönlendirmelerden siyrilmali, ailenin korunmasinda toplumsal cinsiyet ideolojisinin ötesinde bir yaklasim benimsemeli, Devlet, kadin ve aile politikalarinin birbirini zayiflatan iki alternatif olarak gösterilmesine dayanan ideolojik baskidan azade hareket etmelidir” degerlendirmesini yapti.
Devletin siddetle mücadele ve aileye müdahale konularinda yeni bir paradigmaya ihtiyaci oldugunu ifade eden Aydin sunlari söyledi:
“Paradigmanin insasi için toplumsal istisare kanallari sonuna kadar açilmali, sosyal paydaslar, sendikalar, üniversiteler, sivil toplum örgütleri ve ilgili kurum, kurulus ve kisiler istisare süreçlerinde yer almalidir. Hazirlanacak çalismalar, mevzuat metinleri ve programlar genis ve nitelikli bir kamusal tartismaya mutlaka açilarak yasalasmali ve uygulanmalidir. Bu baglamda bugün kamuoyuna ilan edilecek olan Kadina Yönelik Siddetle Mücadele 4. Ulusal Eylem Plani’nin hazirlik sürecinde sosyal diyalog mekanizmalarinin isletildigini söylemek pek de mümkün degildir. Bu vesileyle bu gibi planlamalarda sosyal paydaslarin, haberdar edilmenin ötesinde istisarelere dahil edilmeleri geregini tekraren hatirlatmak isteriz. Sosyal diyalog mekanizmalari isletilmeden toplumsal uzlasi zeminleri yakalanmasi olanaksizdir. Istanbul Sözlesmesi’nin feshi buna en canli örnektir.”
Kaynak: İHA
Raporun üç ana güzergah üzerinden sekillendigini söyleyen Aydin, “Malumunuz Istanbul Sözlesmesi, yol açtigi toplumsal rahatsizlik ve demokratik talepler dogrultusunda 20 Mart 2021 tarihli Resmi Gazete’de yayinlanan Cumhurbaskani Karari’yla Türkiye bakimindan feshedildi. Sözlesmenin kaldirilmasi herhangi bir
bosluk üretmedigi gibi olumlu bir adim olmustur. Kadinlar Komisyonu olarak feshin hemen akabinde konuyu etraflica ele almak için bir çalisma baslattik. Bugün kamuoyu ile paylasacagimiz rapor mart ayinda baslayan uzun soluklu çalismamizin neticesidir. Raporumuz üç ana güzergah üzerinden sekillenmistir. Ilk olarak toplumsal cinsiyet paradigmasinin sekillendirdigi ulusal mevzuat incelenmistir. Akabinde yasal statüsünden devletin müdahalesine degin aile kurumu mercek altina alinmis ve son olarak üzerinde çokça konusulan ancak detayli olarak ele alinmayan siddet olgusu irdelenmistir” diye konustu.
“Sözlesmenin ideolojik ruhundan ve zihniyetinden arindirilmasi gerekmektedir”
Türkiye’nin Istanbul Sözlesmesi’nden çekilmekle derin bir kültürel isgal badiresini atlattigini, ancak toplumsal cinsiyet ideolojisini ana akimlastirmayi hedefleyen yaklasimin varligini sürdürmekte oldugunu söyleyen Aydin, “Karsi karsiya olunan temel problem sudur; Türkiye Istanbul Sözlesmesi’nin seklen feshiyle yetinecek midir? Yoksa ruhen de feshini saglamaya yönelik adimlar atarak, cinsiyet ve aile konularinda özgün, özgür, toplumsal degerlerle barisik ve dengeli bir yaklasimla yeni çözümler üretmeye mi çalisacaktir? Sözlesmeye dayanilarak ulusal mevzuatta yapilan bütün düzenlemeler, programlar, uygulamalar ve kurumlar fesihten sonra da devam etmektedir. Sözlesmenin feshi sebebiyle ulusal mevzuatta henüz bir degisim yasanmamistir. Bununla birlikte sözlesmenin mevzuata ve politikalara sinen ruhu nedeniyle olumsuz etkisi sürmektedir. Bu baglamda sözlesmeden çekilmek yeterli degildir. Mevzuatin ve kurumlarin sözlesmenin ideolojik ruhundan ve zihniyetinden arindirilmasi gerekmektedir. Bugün, Kadinin Statüsü Genel Müdürlügü vizyonundan kadina yönelik siddetle mücadele ulusal eylem planlarina, halen yürürlükte olan Kadinin Güçlenmesi Strateji Belgesi ve Eylem Plani’ndan 6284 Sayili Kanun’a degin toplumsal cinsiyet paradigmasi halen mevzuattaki etkin durumunu muhafaza etmektedir. Su bir gerçektir ki Türkiye, Istanbul Sözlesmesi’nden çekilmekle derin bir kültürel isgal badiresini atlatmistir. Ancak görüldügü üzere toplumsal cinsiyet ideolojisini ana akimlastirmayi hedefleyen yaklasim varligini sürdürmektedir. Aileye dair ulusal hukuku inceledigimizde genel olarak ahenksiz bir aile mevzuatina sahip oldugumuz görülmektedir. Ulusal hukukumuz, toplumsal cinsiyet paradigmasini benimseyen ve benimsemeyen yaklasimlarin çatisma sahnesidir. Bir bütün olarak bakildiginda kadin-erkek ve aile olgularini ilgilendiren mevzuatin toplumsal deger ve gerçekliklerden uzak ahenksiz oldugu görülmektedir” seklinde konustu.
“Kültürel ahengini kaybetmis bir toplumda güvencesiz kalan kadinlar siklikla siddet magduru olmakta”
Ceza hukukuyla yakindan iliskili olan siddet kavraminin ceza hukukunda tanimsiz birakilmasinin kavramin baska baska tanimlarinin kamu organlarinca benimsenmesine yol açtigini belirten Aydin, “Bugün Istanbul Sözlesmesi feshedildi ancak sözlesmenin en büyük vaadi olarak lanse edilmesine ragmen önleyemedigi siddet olgusu maalesef devam etmektedir. Kadina siddet bir vakiadir; modernizmin getirdigi rol karmasalarinin sonucudur. Türkiye’nin aile krizinin kökeninde rol karmasasi, rol karmasasinin kökeninde ise kültür buhrani vardir. Kültürel ahengini kaybetmis bir toplumda güvencesiz kalan kadinlar siklikla siddet magduru olmakta, özellikle kanun nezdinde güvenceler bulduklarinda ise erisebildikleri imkanlari siddet faili olmak yönünde kullanabilmektedir. Siddeti hukuki olarak mercek altina aldigimizda, açik bir tanim noksanligi söz konusudur. Oysa bir sorunun çözülmesinin ilk basamagi, kavramin hukuki olarak tanimlanmasidir. Zira bir olguya el atilirken en önemli asama tanimdir. Türk ceza hukuku geleneginde soyut olarak siddet suçu bulunmamaktadir. Haliyle siddetin doktriner bir tanimi da bulunmamaktadir. Ceza hukukuyla yakindan iliskili olan siddet kavraminin ceza hukukunda tanimsiz birakilmasi, kavramin baska baska tanimlarinin kamu organlarinca benimsenmesine yol açmaktadir. Karsi karsiya oldugumuz sorunsal sudur; yasal dayanagi, dolayisiyla baglayiciligi olmayan siddet tanimlari, hukuk politikalarinin, özellikle de çok hassas bir alan olan aile politikalarinin kaynagi olabilir mi? Olursa hukuk sistematigi dagilmaz mi? Hukuk namina hukuksuzluklara yol açilmaz mi? Gündemde en üst siralarda tutulan siddetin kanunlarda yani Türk hukukunda tanimsiz birakilan bir kavram olmasi ilk basta sasirtici gelebilir. Fakat vakia budur. Son on yildir Türkiye hukuki tanimdan yoksun, bir o kadar da yogun siddet tartismalarina teslim olmus durumdadir. Siddetin bir gerçeklik olmasi, tartismalarin zeminine ve yöntemine dair elestiriler getirmeyi fazlasiyla zorlastirmaktadir. Yöntemsel elestiriler, radikal feminist reaksiyona çarparak, erillik, hatta siddet yanliligiymis gibi gösterilmekte, savusturulmaktadir. Siddet, özellikle de kadina siddet konusu bir söylemsel despotizme dönüsmüs durumdadir. Siddetin sahici ve makul yollarla çözümlenip bertaraf edilmesini zorlastiran da budur. Siddete yaklasimda en büyük hata, mücadeleye parçaci yaklasilmasi ve odagin dogru belirlenmemesidir. Kadina siddet vurgusu, bilinçli veya bilinçsiz olarak erkeklik karsitligi üretmekte, kadin-erkek çatismalarini azaltmak söyle dursun, arttirmaktadir. Bu rapor, öncelikle siddete bütüncül yaklasmayi, Siddetle mücadelede illa ki bir odak belirlenecekse de çocugun öncelenmesini önermektedir” ifadelerini kullandi.
“Siddet, nesilden nesle aktarilan bir iletisim hastaligidir”
"Siddetin görüldügü ve normallestirildigi dönem kisinin yetisme dönemidir" diyen Aydin, “Günümüzde siddetin çok büyük oranda ögrenilmis bir davranis oldugu arastirmalar neticesinde kesinlik kazanmistir. Siddet, nesilden nesile aktarilan bir iletisim hastaligidir. Bu baglamda erken çocukluk dönemi kritiktir. Sivrisineklerle ugrasmaktansa batakligi kurutmaya çalismak daha dogru bir stratejidir. Bataklik, çocukluk evresidir. Siddetin görüldügü ve normallestirildigi dönem, kisinin yetisme dönemidir. Siddete sadece maruz kalmak degil, tanik olmak bile ciddi bir magduriyettir. Üstelik bu magduriyet günümüzde televizyon ve bilgisayar basta olmak üzere elektronik cihazlarla son derece yayginlasmistir. Gittikçe siradanlasan ve siradanlastigi ölçüde toplumu kusatan siddete karsi topyekûn bir mücadeleye ihtiyacimiz oldugu açiktir. Bu konu ertelenemez, küçümsenemez, basitlestirilemez. Dün siddet olgusunun saglikli tartisilmasinin önündeki en büyük engel, siddetle mücadeleyi Istanbul Sözlesmesi’ne indirgeyen ideolojik yaklasimdi. Bugün ise Istanbul Sözlesmesi’nin tahrif ettigi mevzuatin ve tahrip ettigi degerlerin tamiri ile siddeti kökten önleyecek düzenlemeler ve programlarin baslatilmasi için bir kamusal müzakere sürecinin tam zamanidir. Nitekim Sözlesme’nin iptalini bir son olarak degil, siddetle topyekûn mücadelede bir baslangiç olarak görmekteyiz” dedi.
Aydin, “Istanbul Sözlesmesi’yle ayni frekansta olan toplumsal cinsiyet ideolojisine dayali bütün mevzuat ayiklanmali ve tasfiye edilmelidir. Istanbul Sözlesmesi’nin ulusal uygulama yasasi olan 6284 sayili Kanun ilga edilmelidir. Siddetle mücadelede dengesizlik olusturmayacak, kapsamli, probleme bütüncül ve yapisal yaklasan yeni ve daha etkili bir yasa çikarilmalidir. Siddetin kök sebeplerini arastirmak ve ortadan kaldirmak, siddeti artiran söylem ve yaklasimlari tespit etmek, siddetle mücadeleyi koordine etmek ve izlemek üzere, yeni paradigmayi hayata geçirecek nitelikte bir komisyon kurulmalidir. Öne çikardigimiz anlayisa uygun olarak siddeti önleme ve siddet magdurlarini koruma mekanizmalari, cinsiyetçi yaklasimdan uzak, etkili ve adil bir sekilde dizayn edilmelidir. Iyi niyetli olsa dahi müdahalenin aile kurumunu kirilganlastirdigi bilinmeli, kamu gücünün aileye müdahalesi istisnai düzeyde tutulmalidir. Aileyi ilgilendiren düzenlemeler aileyi kamu kurumu olarak konumlandirmamalidir. Ailelerin sivil, özgür ve özgün yapisina saygi duymali, bu yapiyi korumaya özen göstermelidir. Devletin aileye duyarli politikalar gelistirmesi aile politikalari açisindan kirmiziçizgi olmalidir. Modern hayatin getirdigi çalisma kosullari karsisinda aileye duyarli çalisma düzeni güçlendirilmeli, is-aile hayati uyumu artirilmalidir. Evlilik tesvikinden aile yardimina, dogum izninden süt iznine, bakim hizmetlerinden aile dostu vergilendirmeye kadar bütün alanlarda aileyi güçlendirecek politikalar gelistirilmelidir. Evlenmenin sözlesme hukuku kapsamina alinmasi, Medeni Kanun’un da bu mantikla hazirlanmasi devletin atmasi gereken en önemli adimlardandir. Kamu organlari feminist yönlendirmelerden siyrilmali, ailenin korunmasinda toplumsal cinsiyet ideolojisinin ötesinde bir yaklasim benimsemeli, Devlet, kadin ve aile politikalarinin birbirini zayiflatan iki alternatif olarak gösterilmesine dayanan ideolojik baskidan azade hareket etmelidir” degerlendirmesini yapti.
Devletin siddetle mücadele ve aileye müdahale konularinda yeni bir paradigmaya ihtiyaci oldugunu ifade eden Aydin sunlari söyledi:
“Paradigmanin insasi için toplumsal istisare kanallari sonuna kadar açilmali, sosyal paydaslar, sendikalar, üniversiteler, sivil toplum örgütleri ve ilgili kurum, kurulus ve kisiler istisare süreçlerinde yer almalidir. Hazirlanacak çalismalar, mevzuat metinleri ve programlar genis ve nitelikli bir kamusal tartismaya mutlaka açilarak yasalasmali ve uygulanmalidir. Bu baglamda bugün kamuoyuna ilan edilecek olan Kadina Yönelik Siddetle Mücadele 4. Ulusal Eylem Plani’nin hazirlik sürecinde sosyal diyalog mekanizmalarinin isletildigini söylemek pek de mümkün degildir. Bu vesileyle bu gibi planlamalarda sosyal paydaslarin, haberdar edilmenin ötesinde istisarelere dahil edilmeleri geregini tekraren hatirlatmak isteriz. Sosyal diyalog mekanizmalari isletilmeden toplumsal uzlasi zeminleri yakalanmasi olanaksizdir. Istanbul Sözlesmesi’nin feshi buna en canli örnektir.”