ANALİZ - Ezidilerin Yeni Liderini Bekleyen Sorunlar
Mağduriyetlerle daha da pekişen kendini kimliklendirme süreci ve bununla birlikte gelişen küresel farkındalık, Ezidileri eskiden hayal bile edemeyecekleri bir sosyopolitik safhaya taşıyor Ezidiliği Kürt kimliğinden soyutlayıp farklı ve bağımsız bir etnik/dinî kimlik olarak ortaya koyma niyetlenen bir kesim mevcut. Bu akım hâlen azınlıkta; fakat söylem ve hareket gücü gittikçe artıyor Nobel Barış Ödülü sahibi Ezidi aktivist Nadia Murad’ın söylemlerinde ve Avrupa’daki diasporanın sözcülerinde bu eğilim hayli fazla hissediliyor Irak hükümetinin geçtiğimiz günlerde aldığı, Haşdi Şabi bünyesindeki tüm yapıların kaldırılarak teşkilatların birleştirilmesi ve orta vadede bunların federal polis ve ordu saflarına entegre edilmesi kararının Sincar’ı ne derece etkileyeceği henüz belli değil
Mir Hazım Beg’in seçimi öncelikle aile içinde gerçekleşti. Biri kendi kardeşi olmak üzere, Mir ailesinden altı adayla yarışmak zorunda kalan Hazım Beg, altı ay süren uzlaştırma çabaları neticesinde mirliğe yükseltildi. Arkasından bu seçim Ruhanî Meclisi tarafından onaylandı. Şimdi Hazım Beg bu meclisin doğal başkanı olacak. Bağdat Üniversitesi’nde ziraat okuyan Hazım Beg 55 yaşında. Babasının hastalığı nedeniyle mirlik vazifesini vekaleten on yıldır fiili olarak yürütüyordu. Barzani’nin KDP’sine yakın bir şahsiyet olarak biliniyor. Seçilmesindeki uzlaştırma ve ikna sürecinde KDP’den destek aldığı ifade ediliyor.
- Ezidiler yeni Irak siyasetinin yükselen unsurlarından biri
Kesin rakamları bilinmemekle birlikte Irak’ta 500 bin kadar Ezidi yaşıyor. Bu nüfusun yüzde 85-90’ı Musul’un kuzeybatısındaki dağlık Sincar (Şengal) bölgesinde meskun. Ezidilerin tarihî yerleşim yerlerinden bir diğeri Dohuk’un güneyindeki Şeyhan bölgesi. Ezidilerin kutsallık atfettikleri meşhur sufi Adi b. Musafir’in türbesi Şeyhan’a bağlı Laliş köyünde bulunuyor. Toplumun ruhanîleri ve siyasi büyükleri de burada oturuyor. Musul’un hemen kuzeydoğusuna düşen Bahzani ve Başika’da da Ezidiler çoğunlukta. Buradakiler Arapçayı anadilleri olarak kullanıyorlar. Çoğunluğu oluşturan Sincar ve Şeyhan Ezidileri ise Kürtçenin Kurmanci lehçesini konuşuyorlar. Kutsal kitapları da bu dilde yazılmış ve bu dilde okunuyor. Ezidiler genel olarak kendilerini Kürt olarak tanımlıyor. Ruhanî Meclisi’nin 2010 yılındaki bir beyanında, Kürt olmanın Ezidilikte belirleyici unsur olduğu ilan edilmişti.
Şeyhan Ezidileri Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) sınırları içinde yaşıyor. Bahzani ve Başika ilçeleri ve Sincar ise yeni Irak Anayasasının 140. maddesinde konu edilen, IKBY ve Irak hükümeti arasındaki “tartışmalı bölgeler” içerisinde yer alıyor. 2003’teki ABD işgaliyle başlayan iç savaş nedeniyle Iraklı Hristiyanların büyük kısmının ülke dışına çıktığı hesaba katıldığında, bugün Ezidilerin Irak’ın en büyük gayrimüslim azınlığı haline geldiğini söyleyebiliriz. Sincar’ın Ağustos 2014’de DEAŞ tarafından ele geçirilmesi ve akabinde maruz kaldıkları korkunç katliam ve büyük dram, Ezidi toplumunu sadece yerel bazda değil, dünya çapında siyasi ve hukuki bir gündem maddesi haline getirdi. Kasım 2015’te DEAŞ’ın bölgeden çıkartılması sorunları bitirmedi. Altüst olan toplumsal ve siyasi dengeler, yerlerinden edilenler, toplu mezarlar, kaçırılan ve tecavüze uğrayan kadınlar, rekabet ve çatışma halindeki milis güçleri, kötü ekonomi, güvenlik ve altyapı sorunları Ezidilerin önünde duran başlıca meseleler. Sorunlar büyük ve haliyle toplumun Mir Hazım Beg’den beklentileri de büyük.
- Kürt rakiplerin kavga alanı olarak Sincar
Başta Laliş olmak üzere Şeyhan bölgesinin IKBY sınırları içinde olması, Barzani’nin KDP’sini bir şekilde Ezidilerin doğal hamisi kılıyor. Mir ailesi burada yaşıyor ve aradaki ilişkiler bu yüzden gayet iyi. IKBY’nin dışında kalan ve “tartışmalı bölgenin” parçası olan Sincar’da ise durum daha farklı. Bünyesinde Ezidilerin de olduğu Barzani’ye bağlı Peşmerge güçleri DEAŞ’ın Sincar’dan temizlenmesinde en büyük pay sahibi. Kuzey Irak’ta KDP’nin en ciddi rakibi olan terör örgütü PKK, bu başarıyı kendine yontmak için bir hayli çaba sarf etti. Sincar’ın kurtarılması sonrasında doğan siyasi boşluğu doldurmak hedefiyle KDP’yle sürekli çekişti; Şengal Direniş Güçleri (YBŞ) adıyla, önemli bölümü Ezidilerden oluşan bölgesel bir askeri yapılanmaya gitti. Ayrıca Suriye’deki sözde üç kantona ilaveten, “özyönetim” adıyla 2015 yılı başında bir “Sincar Kantonu” yapılandırmaya teşebbüs etti. Siyasi parti kurarak bu oluşumu Irak hükümetine kabul ettirmek için çaba gösterdi.
KDP ise bu girişimlere devamlı karşı çıktı. PKK ve YBŞ’yi, bu özel bölgenin yabancısı olan istismar amaçlı yapılar olarak takdim etti. Özyönetim isteğinin altyapısız, yapay bir talep olduğunu söyledi. Ancak Irak merkezi hükümetinin baskıları ve IKBY’nin iç siyasi sorunları nedeniyle, Peşmerge 2017’de Sincar’dan ve Başika’dan çekildi. Her ne kadar Peşmerge’nin yerini Haşdi Şabi güçleri ve Irak ordusu doldursa da bu çekilme PKK’ya yaradı. PKK merkeze sokulmadı; ancak Sincar dağlarının kuzeyinde Hanesor’da varlığını devam ettirmeye çalışıyor. Zira Sincar Suriye sınırında bir bölge ve Suriye’de Fırat’ın doğusundaki PKK bağlantılı ve ABD destekli SDG/PYD/YPG işgalinin doğu istikametinde ve Irak içinde bir devamı olarak stratejik öneme sahip.
Türkiye kararlı tutumuyla Sincar’da PKK kaynaklı bir oldubittiye şimdiye kadar izin vermedi. Irak hükümeti de bölgedeki kontrolünü sürdürmek ve Türkiye’nin doğrudan müdahalesine mahal vermemek için bir taraftan PKK’nın hareketliliğini olabildiğince kısıtlamaya çalışıyor. Diğer taraftan ise Ezidi Kürtler nazarında KDP’yle rekabeti devam etsin diye, PKK’yı bölgeden tamamen uzak tutacak siyasi ve askeri girişimleri askıya alıyor; hatta zaman zaman örgüte destek veriyor. Bu minvalde Ezidilerin KDP ve PKK yanlıları olarak bir bölünme yaşadıklarını görmek mümkün. Peşmerge bünyesinde olmakla birlikte, yer yer başına buyruk hareket etme eğilimindeki Haydar Şeşo gibi yarı bağımsız Ezidi güçlerin bölücü etkisini de buna ilave edebiliriz.
- Irak hükümetinin Sincar’a müdahalesi ve Ezidiler
Ocak 2017 itibarıyla Sincar’da üçüncü bir Ezidi askeri güç olarak Haşdi Şabi’yi görüyoruz. Peşmerge çekilince bölgeye gelen Haşd bünyesindeki sadece Ezidilerden oluşan Laliş Tugayı merkezdeki gücünü hâlen muhafaza ediyor. DEAŞ’ın katliam yaptığı bir köyden ismini alan Koço taburunu da ikinci bir Ezidi Haşdi Şabi birimi olarak sayabiliriz. Çoğunluğunu Şiilerin oluşturduğu Haşd birlikleri ise fazla kalmadılar ve merkezi hükümetin talimatıyla geçen yıl Ağustos ayında bölgeden çekildiler. Teçhizatı, maaşları ve imkanları bakımından hem Peşmerge’den hem de YBŞ’den daha iyi durumda oldukları için, söz konusu Haşd güçlerine bu oluşumlardan çok sayıda geçişler oldu. Bu durum KDP ve PKK’nın bölgedeki askeri etkinliğini haliyle azalttı. Irak hükümetinin geçtiğimiz günlerde aldığı, Haşdi Şabi bünyesindeki tüm yapıların kaldırılarak teşkilatların birleştirilmesi ve orta vadede bunların federal polis ve ordu saflarına entegre edilmesi kararının Sincar’ı ne derece etkileyeceği henüz belli değil. İran’a yakın Haşd güçlerinin karşı çıkışlarına benzer şekilde, muhtemel bir özerklik peşindeki Ezidi yöneticilerin ve tabii ki yeni seçilen Hazım Beg’in böyle bir entegrasyona sıcak bakmayacağı tahmin edilebilir.
Mir Hazım Beg’in “Sincar Kürt Bölgesi’nin bir parçasıdır” şeklindeki demeci, PKK/KCK’nın sözde eş başkanının “Sincar Irak’ın bir parçasıdır” sözüne karşılık verilen bir cevaptı. Hazım Beg Rudaw’a verdiği röportajında da düşüncesini açıkça belli etti. Sincar’ın kurtuluşunda IKBY’nin rolünün büyük olduğunu, Irak hükümetinin ise pek bir şey yapmadığını söyledi. Onun “Ülkemiz Irak’tır, hükümetimiz ise IKBY’dir” cümlesi çok şey ifade ediyor. Hazım Beg “tartışmalı bölgelerde” referandumu belirleyici kılan, Anayasanın 140. maddesinin uygulanması halinde sorunun büyük bölümünün çözüleceğine inanıyor. Bu bağlamda, olası bir referandumda Sincar’ın, ayrıca Bahzani ve Beşika’nın IKBY sınırları içinde kalmasını istiyor. Bu arada Barzani yönetiminden gelen, Sincar’ın idari bakımdan vilayet statüsüne yükseltilmesi çağrısı da söz konusu dayanışmayı pekiştiriyor. Bunun gerçekleşmesinin Sincar’ı bir nebze avantajlı hale getireceği düşünülüyor.
Şüphesiz Peşmerge’nin Sincar’ın kurtarılmasındaki rolü büyüktü. Ancak Ezidiler bundan fazlasını bekliyorlardı. Özellikle Sincar’ın güneyindeki kırsalda uzun süre kalan DEAŞ artıklarının temizlenmesinde Peşmerge pasif kaldı. Ayrıca şehir güvenliklerini tam olarak sağlayamadı. Ezidilerin önemli bir bölümü, KDP ve emrindeki Peşmerge’nin samimi olmadığını, Ezidilerin yararına işler yapmak yerine, sadece kendi çıkar ve gündemleri doğrultusunda PKK ve Irak hükümeti karşısında Sincar’da mevzi aldıklarını düşünüyor. IKBY hükümetinin yanında olacağını belli eden Hazım Beg’in Ezidilerdeki bu güvensizlik algısını gidermesi gerekiyor.
Öte yandan, Ezidiliği Kürt kimliğinden soyutlayıp farklı ve bağımsız bir etnik/dinî kimlik olarak ortaya koyma niyetlenen bir kesim de mevcut. Bu akım hâlen azınlıkta; fakat söylem ve hareket gücü gittikçe artıyor. Nobel Barış Ödülü sahibi Ezidi aktivist Nadia Murad’ın söylemlerinde ve Avrupa’daki diasporanın sözcülerinde bu eğilim hayli fazla hissediliyor. Saddam Hüseyin dönemindeki Araplaştırma politikası içinde de Ezidiliğe bağımsız bir kimlik kazandırma gayreti vardı. Fakat şimdi bu, Araplaştırmadan da bağımsız olarak, çok daha modern ve seküler bir söylem olarak öne çıkıyor. PKK’nın dile getirdiği, yahut Irak merkezi hükümetinin istediği şekilde “Ezidilerin Irak’a aidiyeti”, Sincar’ın IKBY’den uzaklaştırılması niyetinin üstü örtülü bir ifadesi aslında. “Bağımsız Ezidi kimliği” bu yeni dönemde söz konusu niyeti de destekleyen bir argümana dönüşebiliyor. Hazım Beg bu yeni trendi bakalım neyle ve nasıl dengeleyecek.
- Kuzey Irak kamplarındaki Ezidiler Sincar’a dönmeyi bekliyor
IKBY Diyanet İşleri Başkanlığı’nda Ezidi İşlerinden Sorumlu Daire Başkanı Hayri Bozan’ın verdiği rakamlara göre, bin 300 kadar Ezidi DEAŞ tarafından katledildi; çoğu kadın 6 bin 500 kişi kaçırıldı. Bunların yaklaşık yarısı geri getirildi, diğer yarısı ise hâlâ kayıp. Tespit edilebilen toplu mezar sayısı 80. Sığınma kamplarındaki 350 bin kadar Ezidi henüz yurtlarına dönemedi. En önemli sebep ise emniyet endişesi. Özellikle kırsalda daha önce birlikte yaşadıkları Sünni Araplara karşı büyük bir güvensizliğin oluştuğu gözlemleniyor. Sincar Araplarının bir kısmı Ezidilerle aynı muameleyi gördüler. Fakat diğer bir kesim gönüllü veya mecburen DEAŞ’la beraber hareket ettiği için, bu yeni durumda eski komşularla birlikte yaşama meselesi ciddi bir psikolojik bariyer oluşturuyor. Bunun yanı sıra sağlık ve eğitim açısından da durum iç açıcı değil. Yerleşim yerlerine su ve elektrik verilemiyor. Altyapı neredeyse tümüyle harap durumda. İş bulma ve yapma imkanı zaten mevcut değil. Hal böyle olunca IKBY bölgesindeki kamplardan ve Türkiye’den geri dönüşler düşük sayılarda gerçekleşiyor. Savaş mağduru diğer etnik ve mezhebî gruplara nispeten Ezidilerin uluslararası yardımlardan görece iyi şartlarda yararlanmaları, doğal olarak geri dönüş isteklerini zayıflatıyor. Bu sorunlar sadece IKBY’nin desteğiyle halledilecek boyutta değil. Irak hükümetinin yardımına belki daha fazla muhtaçlar. Hazım Beg’den beklentiler genellikle bu konularla alakalı olacak. Bu yüzden, bahse konu siyasi dengeleri ustalıkla kurması gerekiyor.
Nisan ayında Ezidi Ruhanî Meclisi DEAŞ döneminde tecavüze uğrayan kadınların ve onlardan doğan çocukların “babalarının kim olduğuna bakılmaksızın Ezidi toplumuna kabul edileceğini” ilan etmiş ve o zaman meclis başkanlığına vekalet eden Hazım Beg bunu kamuoyuna duyurmuştu. Fakat üç gün sonra Ruhanî Meclis -muhtemelen din adamlarının kuvvetli itirazı neticesinde- bir düzeltme yapmak zorunda kaldı. “Sadece Anne-babası Ezidi olanların Ezidi kalacakları” açıklandı. Bunun anlamı, kadınların topluma kabul edileceği ama çocukların Ezidi sayılmayacağıydı.
Bu son karar aslında Ezidilerin yüzlerce yıllık dini pratiklerine de uygun. Bir Ezidinin toplum dışından biriyle evlenmesi haram sayılıyor ve bu durum dinî kurallara göre dışlanmayı gerektiriyor. Fakat bu son karar, başta diasporadakiler olmak üzere, seküler Ezidiler için evrensel insan hakları bakımından kabul edilemez bir nitelik arz ediyor. Yine dinî bir pratik olan Ezidi kastlar arası evlilik yasağının da aynı kesimin eleştiri listesinde olduğu biliniyor. Ruhanî Meclisi’ne artık asaleten riyaset edecek olan Hazım Beg’in, bu konuları ve benzeri teolojik karakterli problemleri geleneksel değerleri aşındırmadan, ama gittikçe dozu artan modern taleplere de tatmin edici cevaplar vermek suretiyle, yani ince bir dengeyle ele alması bekleniyor. Bahsi geçen bağımsız Ezidi kimliği söyleminin, dinsel hiyerarşinin zayıflatılması hedefini de içerdiğini Hazım Beg ve yeni yönetim kadrosunun fark etmemesi mümkün değil.
- Mir Hazım Beg’in eski usulde devam ederek başarılı olması zor görünüyor
PKK’nın YBŞ askeri biriminin yanı sıra Ezidi kadınlardan oluşan YTŞ adlı yeni bir birim kurmasının Sincar’da doğurduğu rahatsızlık da aslında tam bu konuyla ilgili. Ezidi büyükler, geleneksel değerlere hiç uygun olmayan bu faaliyet biçimini kınadılar ve eleştirmeye devam ediyorlar. Fakat benzer girişimler mutlaka devam edecektir. Zira Irak Ezidi toplumu bundan beş yıl önceki toplum değil. DEAŞ’ın Sincar katliamı Ezidilerin tarihinde farklı bir dönemi başlattı. Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Geleneksel olarak okula/okullaşmaya karşı olduklarına dair haklarında yaygın toplumsal yargıların bulunduğu Ezidilerin, şimdi Nobel ödülleri bile var. Mağduriyetlerle daha da pekişen kendini kimliklendirme süreci ve bununla birlikte gelişen küresel farkındalık, Ezidileri eskiden hayal bile edemeyecekleri bir sosyo-politik safhaya taşıyor.
Bir önceki mir olan Tahsin Beg 1944’de işbaşına geçmişti. O günden bu yana dünya çok değişti. Bu nedenle, yeni mir Hazım Beg’in eski usulde devam ederek başarılı olması zor görünüyor. Kast sisteminin doğurduğu eski itaat ilişkileri bir hayli gevşedi. Avrupa’ya gidenler artık göçmen olmaktan çıktılar; modern değerleri benimsediler. Sincar’da olup bitenler onları da etkiledi. Şimdi ülkeleriyle daha ilgililer ve olaylara daha fazla müdahiller. Ermenistan ve Gürcistan Ezidileri adına da benzer şeyler söylenebilir. Hazım Beg’in göreve gelir gelmez dillendirdiği “Ezidi Yüksek Meclisi” projesi, bahse mevzu durumun yol açtığı bir ihtiyaç. Buna göre, 120 kişiden oluşması planlanan bu mecliste, nüfus oranlarına göre çoğunluğunu Sincarlıların oluşturduğu, fakat IKBY, Suriye, Türkiye, Kafkasya ve Avrupa’dan da temsilcilerin bulunduğu bir karar mekanizması kurulacak.
Söz konusu meclis iyi bir fikir gibi görünse de çözüm bekleyen bir dizi sorunla birlikte hayata geçmeyi bekliyor. Ezidiler şimdiye kadar etnik aidiyetlerinden ziyade dinî kimlikleriyle farklılaşan bir topluluk oldu. Bunun somut tezahürü ise neredeyse bir asırlık yaşı olan ve o zamanın ihtiyacından doğan Ezidi Ruhanî Meclisi. Günlük seküler meseleler üzerinde kararlar alması beklenen yeni meclisin talep ve hedefleri ile ruhanîlerin önceliklerinin çatışmasının nasıl önleneceği akla gelen ilk soru. Ezidilik gibi kadim bir dini yapının modern seküler değerlerle uzlaşması hiç kolay değil. Diğer taraftan bu meclisin, Ezidilerin de parçası olduğu IKBY meclisi, hatta Irak meclisiyle yetki bölüşümünü nasıl yapacağı konusu da gündeme geliyor. Barzani yönetimi şimdilik Hazım Beg’in mir seçilmesinden memnun görünüyor. Bu konuları muhakkak ki aralarında konuşacaklar ve çözümler üretecekler.
Fakat şöyle bir gerçek de var ki Hazım Beg ve hangi kasttan ve görüşten olurlarsa olsunlar olayları izleyen Ezidiler, kendilerini içinde buldukları bu elverişli siyasal konjonktürün, kısmî statüde bile olsa bir “Sincar özerkliği” için altın fırsatlar sunduğunu görüyorlar. IKBY ve Irak hükümetlerinin de, kendilerinin doğrudan dahli olmadan gelişen bu yeni durumu anlayıp değerlendirmeye çalıştıklarını söyleyebiliriz. Yeni Ezidi yönetimi hiç kolay olmasa da bu hedefe ulaşmak için çalışacaktır. Mir Hazım Beg gibi birinin süreci yönetiyor olması, aslında Türkiye’nin de aralarında bulunduğu bölgesel aktörler için bir avantaj. Ezidilerin geleneksel dengelerini bozmadan modern siyasi talepleri karşılama niyetinde olan, “fırsattan istifade” saikıyla riskli maceralara girmeye pek istekli olmayan bir siyasi figürün, hâlen ateş içindeki bölgenin istikrarına önemli katkılar sunacağını öngörebiliriz.
[Prof. Dr. Mehmet Ali Büyükkara İstanbul Şehir Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi öğretim üyesidir]