ANALİZ - Küresel Ekonomi Politik Ve Doğu Akdeniz'de Enerji Düğümü
Küresel sistemin özellikle 2008 finans krizi sonrasında giderek çoktaraflı liberal karakterinden uzaklaşarak daha sert siyasi ve ekonomik rekabetin öne çıktığı bir yapıya evrilmesi, birçok alanda derin yönetişim sorunları ortaya çıkardı Doğu Akdeniz’de keşfedilen enerji kaynakları bağlamında gündeme gelen uluslararası anlaşmazlıklar küresel ve bölgesel düzeyde beliren yönetişim açıkları açısından oldukça çarpıcı bir örnek oluşturuyor Doğu Akdeniz enerji denkleminden Türkiye’yi dışlamak ve hem stratejik hem de ekonomik olarak Ankara’yı izole etmek isteyen bir ülkeler grubunun ortaya çıktığı görülebiliyor Ancak Türkiye, bölgede kendi enerji aramalarını başlatarak herhangi bir aktörün empoze edeceği oldubittilere razı olmayacağını açıkça ortaya koymuş bulunuyor.
Amerika Birleşik Devletleri’nin savaş-sonrası dönem boyunca dönemsel iniş çıkışlara rağmen büyük oranda oynamaya özen gösterdiği ‘küresel istikrar sağlayıcı egemen güç’ rolünü artık tamamen terk ettiği çok açık. Başta ABD ve Çin olmak üzere küresel güçler farklı konularda farklı aktörler ile çok boyutlu ittifak arayışlarına girerek birbirlerini dengelemek ve herhangi bir aktörün tek bir alanda fazlaca baskın bir konuma sahip olmasını engellemek arayışındalar. Bu perspektiften bakarak ‘hegemonya-sonrası’ küresel ekonomi politik sistemin hem uluslararası hem de bölgesel düzeylerde daha çok çatışma ve istikrarsızlık dinamikleri üreteceğini öngörmek zor değil. Liberal bir uluslararası sistemi ayakta tutmak için gerekli olan maddi ve siyasi maliyetleri üstlenmeye razı herhangi bir küresel aktörün ortada olmaması ticaret sisteminden çevre konularına, güvenlik meselelerinden bölgesel anlaşmazlıkların çözümüne kadar birçok alanda derin yönetişim açıkları doğuruyor. Bu yönetişim açıkları ikili, üçlü ve çok-taraflı ittifak sistemlerinin karşılıklı çıkar algılamalarına bağlı olarak karmaşık ağlar oluşturdukları esnek işbirliklerini ortaya çıkarıyor.
Diğer taraftan küresel rekabetin klasik siyasi, askeri ve jeopolitik ekseninden çıkarak daha çok stratejik ekonomik çıkarların, yüksek teknolojilerde üstünlük arayışlarının ve sürdürülebilir büyüme için büyük önem taşıyan enerji kaynaklarının kontrolü üzerinden ilerlemesi yeni çatışma dinamiklerini tetikliyor. Bu dinamikler, siyasi ve askeri rekabet stratejilerini besleyen ekonomik ve teknolojik alanlarda üstünlük sağlamak isteyen aktörlerin devlet-devlet, devlet-şirket ve şirket-şirket rekabeti içeren yüzleşmeler üzerinden karşı karşıya gelmelerine yol açıyor.
- Doğu Akdeniz'de çok boyutlu stratejik mücadele
Son dönemde Doğu Akdeniz’de keşfedilen enerji kaynakları bağlamında gündeme gelen uluslararası anlaşmazlıklar ise küresel ve bölgesel düzeyde sözünü ettiğimiz yönetişim açıkları açısından oldukça çarpıcı bir örnek oluşturuyor.
Doğu-Batı hattında 4 bin km, Kuzey-Güney hattında ise 750 km’lik geniş bir alanı kapsayan Doğu Akdeniz Havzası, Suriye kıyılarından Sicilya Adası ve Tunus’un doğusuna kadar uzanan son derece kritik bir coğrafyayı temsil ediyor. Bu havzada 2000’li yılların başlarından itibaren gerçekleştirilen araştırmalar sonucunda büyük miktarda petrol ve doğalgaz yataklarının keşfedilmiş olması, hem küresel siyasi aktörlerin hem de enerji sektöründeki dev çokuluslu şirketlerin dikkatlerini bu bölgeye çevirdi. 2009 yılında İsrail açıklarında keşfedilen Tamar sahası, 2010 yılında yine aynı bölgede keşfedilen Leviathan sahası, 2012 yılında Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin hak iddia ettiği Münhasır Ekonomik Bölge’de keşfedilen Afrodit sahası Doğu Akdeniz havzasını özellikle küresel doğalgaz üretiminin geleceği açısından son derece önemli bir konuma taşıdı. Küresel ekonomik krizin hemen sonrasında yapılan bu keşifler, sanayileşmiş ve gelişmekte olan ülkelerin büyüme sıkıntıları yaşadıkları ve üretim maliyetlerinin düşürülmesinin kritik önem arz ettiği bir dönemde ayrıca dikkat çekti. Ancak Arap Baharı sürecinden bu yana Tunus’tan Suriye’ye uzanan hatta bulunan ülkelerin yaşadıkları iç istikrarsızlıklar ve savaşlar bölgedeki enerji denkleminin yerel aktörlerin katılımları ile belli bir çözüm noktasına ilerletilmesini geciktirdi.
ABD Jeolojik Araştırmalar Merkezi verilerine göre Doğu Akdeniz’in Levant adı verilen ve Suriye kıyılarını da içinde barındıran bölgesinde yaklaşık 3,5 trilyon metreküp doğalgaz ve 1,7 milyar varil civarında petrol rezervi bulunuyor. Böylesine devasa enerji rezervlerinin kendilerini kontrol eden güçlere trilyonlarca dolar tutarında bir gelir sağlayacağı düşünüldüğünde farklı küresel ve bölgesel aktörlerin Münhasır Ekonomik Alan tanımları üzerinden sert hukuki tartışmalara girmelerini anlamak zor değil. Küresel sistemin diğer birçok alanında da stratejik rekabet halinde olan ABD ve Rusya’nın dışında bölgedeki enerji denklemini yakından takip eden Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler’in; ayrıca uluslararası hukuka göre bu havzadaki enerji yatakları üzerinde hak sahibi olan Türkiye, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Mısır, Yunanistan, Suriye, Filistin, İsrail, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Lübnan’ın yer aldıkları çok boyutlu bir stratejik mücadele ortaya çıkmış bulunuyor. Bu ülkelere ‘Bir Kuşak Bir Yol’ projesi bağlamında oluşturduğu lojistik hatlarında Akdeniz limanlarına özel önem veren ve Ortadoğu’da enerji kaynakları üzerindeki kontrolünü arttırmak isteyen Çin ile Total, BP, ENI gibi çokuluslu enerji şirketleri üzerinden bölgedeki ekonomi denklemine dahil olan Fransa, İngiltere ve İtalya’yı da eklemek gerekiyor.
- Türkiye'yi dışlama ve yalnızlaştırma çabaları
Bu kadar çok küresel ve bölgesel aktörün stratejik çıkarlarının dar bir coğrafi alanda çakışması, ister istemez birçok anlaşmazlığı da beraberinde getiriyor. Ülkelerin Münhasır Ekonomik Bölge olarak tanımladıkları bazı parsellerin birbirleriyle kesişmesi, uluslararası hukuk bağlamında ikili ve çok-taraflı müzakereler ile çözüm üretilmesini gerekli kılıyor. Ancak bölge çapında askeri çatışmalar sona erdirilip bir barış ve istikrar ortamı oluşturulmadan Doğu Akdeniz enerji kaynaklarının küresel piyasalara ulaştırılması ve ticari değerlerinin realize edilmesi oldukça zor. Bu bağlamda özellikle yıllık 450 milyar metreküp doğalgaz talebi olan Avrupa Birliği ülkeleri için enerji arz güvenliği ve istikrarlı tedarik açısından büyük önem taşıyan Doğu Akdeniz enerji kaynaklarının uluslararası piyasalara ulaştırılması için gündeme gelen üç senaryo var: Bunlardan ilki, deniz altından Türkiye’deki mevcut boru hatları ile bağlantı yapılarak Avrupa pazarlarına ulaşılması; ikincisi, uzun bir denizaltı boru hattı döşenerek Yunanistan üzerinden Avrupa’ya transfer edilmesi; üçüncüsü ise bir boru hattı ile Mısır’a taşınacak doğal gazın LNG tesislerinde sıvılaştırıldıktan sonra Avrupa’ya taşınması senaryosu. Bunlar arasında maliyet ve sürdürülebilirlik açısından en makul olanı hiç şüphesiz Türkiye üzerinden geçecek boru hatları ile bir aktarım koridorunun oluşturulması olarak görünüyor. Ancak bu koridorun hayata geçirilebilmesi için Türkiye ile Güney Kıbrıs Rum Yönetimi arasındaki Münhasır Ekonomik Bölge ihtilaflarının ve ABD-İsrail şirketlerinin varlığına yönelik itirazların bir şekilde aşılması gerekecek.
Yine İsrail ve Mısır’la diplomatik alanda yaşanan ciddi problemler bu ülkelerle uzun vadeli bir enerji işbirliğinin realize edilmesi konusunda önemli bir bariyer oluşturuyor. Resmin içine Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile onları destekleyen ABD’yi de eklediğimizde Doğu Akdeniz enerji denkleminden Türkiye’yi dışlamak ve hem stratejik hem de ekonomik olarak Ankara’yı izole etmek isteyen bir ülkeler grubunun ortaya çıktığı görülebiliyor. Buna karşı Türkiye, İsrail’in Güney Kıbrıs Rum Yönetimi tarafından hak iddia edilen parsellerde başlattığı arama çalışmalarını protesto ederek ve üç yüksek teknolojili sondaj gemisi satın alıp bölgede kendi enerji aramalarını başlatarak herhangi bir aktörün empoze edeceği oldubittilere razı olmayacağını açıkça ortaya koymuş bulunuyor. Ancak orta vadede Türkiye’nin kendisi ile çıkarları örtüşen küresel ve bölgesel müttefikleri motive ederek Doğu Akdeniz’deki enerji oyununda yalnızlaştırılma riskini aşması büyük önem taşıyor. Zira sadece Kıbrıs etrafındaki bölgede toplam 30 milyar varillik bir petrol rezervi bulunması, enerji kaynakları uluslararası piyasalara ulaştırıldığı takdirde ortaya çıkabilecek potansiyel ekonomik kazancın büyüklüğünü ortaya koyar nitelikte. Örneğin TANAP projesinde ortaklık yapılan Azerbaycan’ın ve Türk Akımı projesinde ortaklık yapılan Rusya’nın enerji şirketleri üzerinden Doğu Akdeniz denkleminde Türkiye’nin yanında olmaları, bu bağlamda önemli bir stratejik rahatlama sağlayabilir. Yeni küresel düzenin ve zamanın ruhu ile uyumlu olarak, konu bazlı yeni ittifaklar ve işbirlikleri ile yol almak gerekiyor.
[Prof. Dr. Sadık Ünay İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi öğretim üyesidir]