ANALİZ - Ortadoğu Açıklaması Yeni Dünya Düzeninin Adının Konulduğu, Oyun Bozucu Coğrafya

Yeni uluslararası sistemin adı, büyük ölçüde Ortadoğu merkezli yaşanan güç mücadelesiyle birlikte şekillenmiş görünüyor. Bu bağlamda Ortadoğu, güç merkezinin Batı’dan Doğu’ya kayışını hızlandırıcı bir rol oynamıştır ve ABD’nin tek kutuplu bir dünya inşa edemeyeceği anlaşılmıştır ABD Ortadoğu’da kaybettiğinin ve daha fazla vakit, enerji ve güç kaybetmemesi gerektiğinin farkında. Küresel güç statüsünü tekrar kazanmak için hızlı bir şekilde Ortadoğu’yu terk etmek ve RusyaÇin yakın çevresine konuşlanmak isteğinde ABD en temelde kendi kurguladığı oyunun bumerang etkisiyle karşı karşıya kaldı. Masa başındaki planlar sahada istenen sonuçları vermediği gibi, “ötekiler ittifakı” tarafından başarıyla yürütülen hibrit savaş yöntemi de ABD’yi doğrudan savaşa zorluyor: Zira onlar adına savaşacak bir güç yok Sahada (DEAŞ, PYDYPG/PKK gibi) vekil güçlerini büyük ölçüde kaybeden ABDİsrail ikilisi, terör örgütleri ve yöntemi üzerinden istediklerini elde edemeyince, devreye yeni vekil güçleri ve onların meşruiyet gerekçelerini sokmaya çalışıyorlar. “Arap Ordusu”, “Arap NATO’su” ve benzeri adlar altında “Barış Gücü” şeklinde gündeme gelen oluşumlar bunun bir sonucu olarak değerlendirilebilir İsrail bölgede en güçlü olduğunu zannettiği bir anda zayıflığını gördü; etrafını saran harabeye dönmüş coğrafyadaki yeni dirilişin ve her geçen gün güçlenen dip dalgasının kendisini nasıl bir geleceğe doğru ittiğinin tamamen farkında. İsrail bundan dolayı güvenliğini bölge Kürtlüğüyle sağlamaya çalışıyor Gerek Batı içindeki bölünmede gerekse çok kutuplu bir dünya oluşumunda, Türkiye’nin Doğu ile Batı arasında dengeleyici bir güç merkezi olduğunu ortaya koymuştur. Daha somut bir ifadeyle Ortadoğu’daki fay hatları, Türkiye’nin çok kutuplu dünyada bir güç merkezi olarak yer almasının önünü açmıştır

İSTANBUL -MEHMET SEYFETTİN EROL- Aralık 2018’in son günlerinde Bağdat’ın batısındaki el-Esed hava üssünde görevli Amerikan askerlerine Noel dolayısıyla sürpriz bir ziyaret gerçekleştiren Donald Trump’a uçuşu sorulduğunda, “Endişelerim mi vardı; evet endişelerim vardı” cevabını vermişti. Oysa söz konusu ziyaretin sadece 3,5 saat sürmesi, Bağdat’a gidilmemesi ve Irak başbakanıyla yapacağı görüşmeyi iptal etmesi, endişeden öte bir şeye, korkuya işaret ediyordu. Ortadoğu tüm gerçekliğiyle Trump’a soğuk bir “hoş geldin” demişti.

Birkaç gün önce, 3 Mart’ta Washington’da Cumhuriyetçiler tarafından gerçekleştirilen Muhafazakâr Siyasi Eylem Konferansı’nda Trump “Biz Ortadoğu’ya son 20 yılda 7 trilyon dolar harcadık ama ışıklarını kapatmadan uçağımızı indiremiyoruz. Bu çok kötü. 7 trilyon dolar harcadık ve inerken ışıklarımızı kapatmak zorundayız” demek suretiyle bir itirafta daha bulunmuş oldu.

Söz konusu konferansta, Ortadoğu’da harcanan paranın bölgede olumlu sonuçlar vermediğini ifade eden Trump’ın ABD’nin kendi altyapısını yenilemesi gerektiğinin altını çizmesi de dikkatlerden kaçmadı. Gerçi Trump uzunca bir süredir dikkatleri bu hususa çekmekteydi. Bu bağlamda, Trump tarafından tekrar gündeme getirilen “Önce Amerika” (America First) sloganı, kuşkusuz Ortadoğu’yu da büyük ölçüde içine alan ABD dış politikasındaki bir değişikliğe, arayışa işaret ediyordu.

Görünen o ki Trump’ın başkan seçildikten sonra yaptığı “balkon konuşmasında” verdiği mesajlar halen net olarak anlaşılabilmiş değil. Zira o konuşmaya bakıldığında, Trump en büyük önceliği ekonomiye ve bu noktada ABD’ye meydan okuyan bir güç olarak Çin’e veriyordu. Trump o balkon konuşmasında ABD’nin eş zamanlı olarak uygulaması gereken üç temel hedefi şöyle ortaya koymuştu: ABD’nin bir an önce özelde Suriye’den, daha genel anlamda Ortadoğu’dan çekilmesi; hızlı bir şekilde Çin ve Rusya’yı kuşatmak ve yakın çevrelerini istikrarsızlaştırmak; ABD ekonomisini himayeci politikalarla ve tehdit politikalarıyla toparlamak, ona yeni bir ivme, dinamizm kazandırmak.

Peki, ne oldu da Trump iktidara geldiği ilk günlerden itibaren bu hedefleri ortaya koydu ve buna yönelik bir politikayı zikzaklı bir şekilde de olsa izlemek mecburiyetinde kaldı? 11 Eylül sonrası Avrasya’nın merkezi olarak da kabul gören Afganistan’a yerleşen, Orta Asya’da askeri üsler edinmeye başlayan, sonrasında ani bir kararla Irak’ı işgal eden ABD, niçin tekrar bu bölgeye terör ve krizler üzerinden dönmeye çalışıyor? Kısacası Ortadoğu’da neler oldu, neler oluyor ve ABD “Yeni Büyük Oyun”un adresini bir kez daha değiştirmek zorunda? Bu soruların aslında tek bir cevabı var: ABD Ortadoğu’da kaybediyor; hatta kaybetti. Ortadoğu merkezli küresel fay hatlarını derinden etkileyen kırılmalar, ABD’yi zorunlu bir dış politika değişikliğine, arayışına itmiş görünüyor. Nasıl mı? Birer birer sıralayalım.

- ABD Ortadoğu’da bataklığa gömüldü

Açıkçası tüm gelişmeler, ABD’nin Ortadoğu’da bu sefer bir batağa saplandığını gösteriyor. ABD çırpındıkça daha da batıyor. Böyle giderse bırakın küresel liderliği, ikinci bir iç savaşla yüz yüze gelebileceği endişesini taşıyor. Trump’ın balkon konuşmasında işaret ettiği hususlardan biri de zaten bu olasılıktı ve bu durum “Önce Amerika” sloganıyla ifade edilmişti. Trump’ı bu slogana iten en büyük etken ise hiç kuşkusuz ABD’nin Ortadoğu’daki başarısızlıkları, hatalarıydı. Dolayısıyla Ortadoğu’nun ABD açısından yol açtığı en önemli sonuçlardan biri, yaklaşık olarak 75 yıl önce rafa kaldırdığı “Önce Amerika” politikasına dönüş olmuştur.

Diğer taraftan, Trump her ne kadar “Önce Amerika” sloganıyla yeni bir izolasyon politikasından bahsediyor olsa da, ABD’nin artık böyle bir politikayı uygulamaya koyabilmesi neredeyse imkânsız. Zira daha önceki izolasyonist politikanın şartları bugün için söz konusu bile değil. Bu bağlamda Ortadoğu, Amerikan iç ve dış siyasetinde önemli bir kırılmaya yol açan bir fay hattı olarak şimdiden tarihteki yerini almış durumda.

- ABD kendi oyununun kurbanı oldu

ABD en temelde kendi kurguladığı oyunun bumerang etkisiyle karşı karşıya kaldı. Masa başındaki planlar sahada istenen sonuçları vermediği gibi, “ötekiler ittifakı” tarafından başarıyla yürütülen hibrit savaş yöntemi de ABD’yi doğrudan savaşa zorluyor: Zira onlar adına savaşacak bir güç yok.

Dolayısıyla sahada (DEAŞ, PYD-YPG/PKK gibi) vekil güçlerini büyük ölçüde kaybeden ABD-İsrail ikilisi, terör örgütleri ve yöntemi üzerinden istediklerini elde edemeyince, devreye yeni vekil güçleri ve onların meşruiyet gerekçelerini sokmaya çalışıyorlar. “Arap Ordusu”, “Arap NATO’su” ve benzeri adlar altında “Barış Gücü” şeklinde gündeme gelen oluşumlar bunun bir sonucu olarak değerlendirilebilir. Fakat bölgede başta Mısır ve Körfez ülkelerinden BAE, Kuveyt ve benzerleri olmak üzere, İsrail eksenli oluşturulmaya çalışılan ve Suriye’nin kuzeyi dâhil, Ortadoğu-İslam dünyasında görevler verilmeye çalışılan bu eksen inşasının tutmadığı görülüyor. Son NATO zirvesinde bu örgüte Suriye’de rol yüklenilmeye çalışılması da bu tespiti teyit ediyor.

Daha da ötesi ABD, yakın çevrelerde yürüttüğü güç mücadelesinin bir benzerine Venezuela’da zorlanıyor. ABD Ortadoğu’da oynanan oyunu kendi “arka bahçesinde” oynamaya zorlanıyor. Ortadoğu bu yönüyle ABD’nin arka bahçesini açan bir kilit olarak karşımıza çıkıyor.

- ABD küresel güç statüsünü Ortadoğu’da kaybetmiştir

Ortadoğu, özellikle Arap Baharı ve Suriye iç savaşıyla birlikte, “küresel güç” ve “küresel/bölgesel güç adaylarının” çatıştığı bir ön cepheye dönüşmüştür. Çin’in 2015’ten bu yana Doğu Akdeniz’deki varlığı ve aynı şekilde Rusya’nın Eylül 2015 itibarıyla Suriye’ye silahlı kuvvetlerini sevk etmesi ve burada milis güçleriyle birlikte yürüttüğü mücadele bunun bir göstergesidir. Ortadoğu bu bağlamda, Çin’in deniz aşırı bir güç olarak, donanması üzerinden ABD’ye ilk meydan okuduğu bir bölge olurken, Şanghay İşbirliği Örgütü’nün iki kurucu (Rusya ve Çin), bir gözlemci (İran) ve bir diyalog ortağı (Türkiye) burada de facto bir birliktelik sergilemiştir.

Rusya-Çin ikilisi ve hatta İran, ABD’yi kendi yakın çevrelerinden uzak tutabilmek ve onun gücünü, enerjisini dağıtabilmek için Suriye’de bu ülkeyle mücadele içerisindedir. Eğer ABD burada kazanırsa onlar kaybedecek, onlar kazanırsa ABD gücü büyük bir darbe alacaktır. Dolayısıyla Ortadoğu’daki güç mücadelesi, tüm bölgesel güçler tarafından bir beka meselesi olarak görülmüştür. Buna ABD’nin kendisi de dahil.

- Ortadoğu yeni dünya düzeninin adını koymuştur

Yeni uluslararası sistemin adı, büyük ölçüde Ortadoğu merkezli yaşanan güç mücadelesiyle birlikte şekillenmiş görünüyor. Bu bağlamda Ortadoğu, güç merkezinin Batı’dan Doğu’ya kayışını hızlandırıcı bir rol oynamıştır ve ABD’nin tek kutuplu bir dünya inşa edemeyeceği anlaşılmıştır. Nitekim yeni dünya düzeninin adı, bu bağlamda “Çok Kutuplu Dünya” olarak kabul görmeye başlamıştır.

Ortadoğu aynı zamanda Batı değerlerinin ve güç anlayışının da iflas ettiği, bir anlamda “kral çıplak” denildiği bir turnusol kâğıdı vazifesi görmüştür. Batı’nın başta demokrasi ve insan hakları olmak üzere tüm dünyaya dayattığı değerlerin içinin boş ve birer aldatmacadan ibaret olduğu Irak ve diğer örneklerde görülmüştür.

ABD’nin gücü, daha doğrusu gücünün sınırları Ortadoğu’da test edilmiştir. ABD, küresel lider olmak bir tarafa, Batı üzerindeki liderliğini de Ortadoğu’daki başarısızlığı ve yol açtığı beklenmedik sonuçlardan ötürü kaybetmiştir. Nitekim mülteci sorunu, DAEŞ faktörü/terörü ve benzeri hadiselerin Avrupa’da etkisini göstermesi, önce Avrupa’daki siyasi liderleri, sonrasında da Atlantik’in iki yakasını karşı karşıya getirmiştir. ABD ile Almanya merkezli Avrupa Birliği (AB) arasındaki güç mücadelesine Brexit süreciyle birlikte İngiltere de dâhil olmuştur.

- Ortadoğu küresel fay hattının yönünü tayin etmiştir

ABD Ortadoğu’da kaybettiğinin ve daha fazla vakit, enerji ve güç kaybetmemesi gerektiğinin farkında. Küresel güç statüsünü tekrar kazanmak için hızlı bir şekilde Ortadoğu’yu terk etmek ve Rusya-Çin yakın çevresine konuşlanmak isteğinde. Rusya ve özellikle de Çin’in yumuşak karnı durumunda bulunan Orta Asya-Güney Asya hattı, hızlı bir şekilde Ortadoğululaştırılıyor. Doğu Türkistan, Myanmar, Keşmir, Belucistan ve Afganistan’daki krizlerin tekrar patlak vermesi bunun birer göstergesi. Ortadoğu’da oynanan etnik-mezhepsel bazlı oyun bu bölgelerde de sergilenmeye çalışılıyor. Nitekim yöntem ve araçlardaki benzerlikler bunu çok net bir şekilde ortaya koyuyor. Ortadoğu bu bağlamda iki taraf açısından da önemli bir deneyim alanı olagelmiştir.

Bu arada, ABD’nin Türk-İslam dünyasına yönelik adeta bir “günah çıkartma” peşinde olduğu da dikkatlerden kaçmıyor. Bu bağlamda son yıllarda önce Myanmar (Burma/Birmanya) ve son dönemde Doğu Türkistan’a yönelik artan ilgisi ve “destekleri” bazı kafaları karıştırmış durumda. Şunun çok net bir şekilde bilinmesi lazım: ABD’nin/Batı’nın Türk-İslam dünyasına yönelik gerçek yüzü, Ortadoğu’da ve Akdeniz’in derinliklerinde görülmüş ve test edilmiştir.

Diğer taraftan, ABD’deki kafa karışıklığı da dikkatlerden kaçmıyor. Trump her ne kadar Suriye’den, Ortadoğu’dan çıkmak istese de, bunun kısa bir zamanda gerçekleşmeyeceği anlaşılıyor. Zira ABD dış politikası bağımsız değildir. ABD dış politikasının Evanjelikler üzerinden İsrail’in ipoteği altında olduğu, Suriye/Ortadoğu merkezli son gelişmelerde çok net bir şekilde görülmüştür. Trump’ın Suriye’den çekilmeyle ilgili çelişkili, zikzak dolu açıklamaları bunun bir göstergedir.

- İsrail kaybetti

İsrail bölgede en güçlü olduğunu zannettiği bir anda zayıflığını gördü. ABD’nin Suriye’den çekilmesine tüm hatlarıyla karşı çıkmasının altında da bu yatıyor. İsrail, etrafını saran harabeye dönmüş coğrafyadaki yeni dirilişin ve her geçen gün güçlenen dip dalgasının kendisini nasıl bir geleceğe doğru ittiğinin tamamen farkında. İsrail bundan dolayı güvenliğini bölge Kürtlüğüyle sağlamaya çalışıyor. Fakat Erbil başta olmak üzere Kuzey Irak’ta sallandırılan İsrail bayrakları, ona güvenenler açısından nasıl bir hüsran yarattıysa, aynı akıbet Suriye’nin kuzeyi için de geçerli. Zira gerçek manada hiçbir Müslüman Kürdün bu projeye destek vermesi mümkün değildir; destek şöyle dursun, aynen Haçlı Seferleri’nde ve Derbent Savaşı’nda olduğu gibi bunun karşısındadır. Nitekim Ortadoğu Kürtlerinden destek bulamadığı için İsrail, bölgedeki bir takım kukla yönetimleri ve terörist örgütleri Kürtlerin temsilcisi ve bu örgütler üzerinden kendisini de “Kürtlerin hamisi olan güç” olarak göstermeye çalışıyor.

Kudüs, Filistin-İsrail meselesi ve bu bağlamda Ortadoğu, İslam dünyasında yeniden birliğin önünü açarken, Müslümanlar yitikleri konumundaki “birliği” tekrar oluşturmaya başlamış durumdalar. ABD-İsrail ikilisi Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) üzerinden İslam dünyasında etnik-mezhepsel fay hatlarını hareket geçirmek suretiyle bir “İslam iç savaşı” hedeflerken, Türkiye ve İran bu oyunu bozmuştur. Katar-Suudi Arabistan krizi, 25 Eylül referandum krizi ve İran’da gerçekleştirilen DAEŞ saldırıları karşısında takınılan tavır bunun birer göstergesidir.

- Dün Osmanlı, bugün Türkiye Cumhuriyeti

İsrail devletinin bölgedeki varlığı, ancak ve ancak cihan devleti Osmanlı’nın tasfiyesiyle mümkün olabilmişti. Bunun bilincinde olan güçler, Türkiye Cumhuriyeti devletini yıkmadan bölgede Büyük İsrail Projesi’ni (BİP) hayata geçiremeyeceklerinin farkındalar. Bundan dolayı Türkiye, özellikle İsrail Cumhurbaşkanı Peres’in “one minute” krizinin ardından beyan ettiği bir kuşatmayla karşı karşıya ve bu sürece son dönemde NATO da dahil edilmeye çalışılıyor.

Türkiye’yi dört bir taraftan önce çevrelemeye, pasifize etmeye, akabinde de BOP/BİP’i kabul ettirmeye yönelik, işgal dahil, her türlü yöntem ve hedefi ihtiva eden bu politikaya karşı Türkiye’nin cevabı “de facto yakın çevre ittifakı” olmuştur. Türkiye’nin S-400 tercihi ve bu konudaki ısrarı, tehdit algısının yönünü ve boyutunu ortaya koyması açısından da önemli.

Türk-Rus ortaklığı bunun somut bir göstergesi. Doğu Akdeniz’de yalnızlaştırılmaya ve bölgedeki çıkarları, varlığı tehdit edilmeye çalışılan Türkiye, buna Rusya ile cevap verdi ve Rusya böylece sıcak denizlere inebilmiş durumda. Karadeniz’in güvenliği ekseninde kendisini gösteren Türk-Rus işbirliği, Akdeniz’de de boy göstermeye başladı. Bu husus, çok büyük bir olasılıkla ABD-İsrail ikilisinin yaptığı hesaplarda yer almamıştı. Dolayısıyla Ortadoğu menşeli gelişmeler bir kez daha Türk-Rus birlikteliğinin önünü açmış ve bölgedeki oyunu bozmuştur.

- Türkiye’nin “üçüncü güç merkezi” olarak yükselişi başlamıştır

Ortadoğu demek büyük ölçüde Türkiye demektir. Türkiye demek ise “Türk-İslam dünyası jeopolitiği” demektir. Dolayısıyla Türkiye’nin bölgesel ağırlığı sadece Osmanlı ile sınırlı değildir; Büyük Selçuklu coğrafyasını da içeren bir stratejik derinliğe, etkiye sahiptir ve bu avantajı, aynen Milli Mücadele döneminde olduğu gibi, bugün de Ortadoğu ağırlıklı Türk-İslam dünyasında hızlı bir karşılık, destek bulmuştur. Nitekim Türkiye’nin sahadaki gücü buna dayanmakta.

Türkiye hiç kuşkusuz yeni dünya düzeninin adının belirlenmesinde ya da küresel güç mücadelesinin seyrinde belirleyici bir yere sahip olduğunu Ortadoğu’da ortaya koymuştur. Türkiye’nin Irak, Suriye, Filistin, Katar ve hatta İran ağırlıklı duruşu, direnci ve mücadelesi Türk-İslam dünyası jeopolitiğinin dönüşü açısından önemli kırılmalara yol açmıştır. Nitekim 24 Ağustos 2016’da Suriye iç savaşına sahada da müdahil olmasıyla birlikte, savaştaki denge ABD aleyhine bozulmuştur.

Dolayısıyla Ortadoğu, gerek Batı içindeki bölünmede gerekse çok kutuplu bir dünya oluşumunda, Türkiye’nin Doğu ile Batı arasında dengeleyici bir güç merkezi olduğunu ortaya koymuştur. Daha somut bir ifadeyle Ortadoğu’daki fay hatları, Türkiye’nin çok kutuplu dünyada bir güç merkezi olarak yer almasının önünü açmıştır.

[Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi öğretim üyesi olan Prof. Dr. Mehmet Seyfettin Erol aynı zamanda Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi (ANKASAM) başkanıdır]
Kaynak: AA