ANALİZ - Lula'nın Dönüşü Latin Amerika'da Siyaseti Hareketlendirecek
Yalnızca ülkesinde değil Latin Amerika genelinde ve hatta küresel alanda büyük saygınlığa sahip Lula’nın özgürlüğüne kavuşması, ulusal ve bölgesel siyaset üzerinde etkili olacak Lula’nın enerjisine, istekliliğine ve Lula’nın toplumdaki prestijine büyük ihtiyaç duyduğu açık olan partisinin eğilimine bakıldığında, eski başkanın aktif siyasete dönerek devlet başkanlığı için mücadeleye gireceği öngörülebilir Günümüz Latin Amerikası, Lula’nın başkanlığının ilk yıllarında Venezuela’nın Dostları Grubu’nu kurarak Chavez’i ABD ile uzlaştırdığı dönemden çok daha farklı koşullar içinde. Trump yönetiminin Latin Amerika’ya bakışı, Obama yönetimine kıyasla çok daha katı ve müdahaleci
İSTANBUL -SEGÂH TEKİN- Brezilya’nın son yirmi yılına damga vuran en önemli siyasetçisi, iki dönem devlet başkanlığı yapmış olan Luiz Inácio Lula da Silva ya da bilinen adıyla Lula, geçtiğimiz günlerde cezaevinden çıktı. Lula'nın dönüşü, sadece Brezilya'da değil, Latin Amerika genelinde siyasal hareketliliğinin yönünü belirleyebilecek önemli bir gelişme.
Eski bir işçi ve sendika lideri olan İşçi Partili (PT) Lula, siyasete sendikacılık faaliyetleri aracılığı ile 1964 askeri darbesi sonrasında atıldı.1980’lerde Brezilya’nın demokrasiye geçiş sürecine destek veren siyasal hareketlerin içinde yer aldı. 1989’dan itibaren üç kez aday olduğu başkanlık seçimlerini kaybetti ve 2002 ile 2006 sonunda yapılan seçimleri kazanarak 2003-2010 yılları arasında ülkeyi yönetti. 2000’li yıllarda Pembe Dalga olarak adlandırılan dönemde yalnızca Brezilya da değil, Latin Amerika ülkelerinin çoğunda sol görüşlü liderler başkanlık koltuğuna oturdu. Fakat bu genel eğilime rağmen, Venezuela ve Bolivya ile Brezilya ve Arjantin gibi ülkelerde liderlerin siyasal görüşleri ve hedefleri birbirinden farklı oldu. Brezilya, dışta küresel alandaki ekonomik ve siyasal ağırlığını artırmaya ve bölgesel liderliğe yönelirken içte imkanlar dahilinde sosyal devlet uygulamaları aracılığı ile ekonominin canlandırılmasına ve orta sınıfın genişletilmesine çalıştı.
Ülkenin işçi sınıfından gelen ilk devlet başkanı olarak, Brezilya yasaları uyarınca iki dönem art arda başkanlık görevi yürüttükten sonra üçüncü kez aday olmayan Lula, bu düzenlemeyi değiştirmek gibi bir çaba içine de girmedi. 2010 seçimlerinde ise başkanlığı döneminde bakanlık görevine getirmiş olduğu PT’nin adayı Dilma Rousseff’i destekledi ve böylelikle ülkenin ilk kadın ve ilk eski solcu militan devlet başkanının iktidara gelmesinin yolunu açtı.
Rousseff de 2014 seçimleri sonucunda ikinci kez başkanlık koltuğuna otururken Brezilya’nın 1985’ten bu yana kesintisiz işleyen demokrasisi, PT’nin aşırı bulunan kamu harcamalarına, hayat pahalılığına ve kamusal hizmetlerdeki yetersizliklere yönelik kitlesel gösteriler ile 2013’ten itibaren sarsıntıya uğradı. Bu süreci fırsata çeviren muhalefetin girişimleriyle, önemli mevkilerdeki isimlere yönelik yolsuzluk suçlamaları birbiri ardına geldi. Yolsuzluğun yaygın ve yapısal bir olgu olduğu Brezilya’da siyasal bir cezalandırma mekanizmasına dönüşen yolsuzluk suçlamaları ile çok sayıda siyasetçi ve iş insanı hapse girdi. Rousseff ise ekonomiye ilişkin verileri manipüle etmek suçlaması ile 2016’da başkanlık görevinden azledildi ve yerine vekaleten yardımcısı Michel Temer getirildi.
- Bolsanaro yönetimine tepkiler artıyor
PT’nin yanı sıra çeşitli partilerden siyasetçilere ve iş insanlarına yönelik yürütülen karmaşık yolsuzluk soruşturması, bir araç yıkama istasyonunun da kara para aklama amacıyla kullanılmasına atıfla basın ve kamuoyu tarafından araba yıkama operasyonu olarak anıldı. Eski devlet başkanı Lula da soruşturma çerçevesinde, yolsuzluk ve kara para aklama suçları ile Nisan 2018’de tutuklanarak cezaevine konuldu. Böylelikle Ekim 2018’de düzenlenecek olan devlet başkanlığı seçimlerinde aday olması engellenen Lula, PT’nin adayı Fernando Haddad’a cezaevinden destek verdi. Fakat Brezilya halkı nezdinde partisi kadar kendisinin de büyük etkisi olan Lula’nın yokluğunda PT seçimleri kazanamadı ve Brezilya’nın yeni devlet başkanı, eski bir asker olan sağ görüşlü popülist lider Jair Bolsonaro oldu.
ABD Başkanı Trump’a hayranlığını sıklıkla dile getiren Bolsonaro, seçim kampanyası sürecinde ve başkanlığının ilk günlerinde gerek Brezilya halkından gerekse uluslararası kamuoyundan ciddi destek aldı. Fakat Brezilya’nın geleneksel olarak barışçıl ve çok ortaklı dış politika anlayışını yıpratan söylemlerinin yanı sıra kendi kabinesi ile düştüğü görüş ayrılıkları ile süregelen sosyo-ekonomik sorunlar, Bolsonaro’nun Brezilya’nın kamuoyu nezdindeki imajının yıpranmasına neden oldu. Venezuela’daki kriz sürecinde darbeyi destekleyen ABD yanlısı tutumu ve yaz aylarında Amazonlar’da çıkan büyük yangınlar konusunda hem müdahalede hem de uluslararası toplumla iletişimde yaşanan sorunlar, “herkesle konuşabilen ülke” imajına geçmişte önemli yatırım yapmış olan Brezilya’nın küresel ilişkilerini zedeledi. İlginç bir tesadüf olarak, Brezilya açısından bakıldığında, Bolsonaro yönetiminin beklentileri karşılamaması, dış politikadaki olumsuzluklar, Amazonlar’daki yangınların Brezilya’nın sürdürülebilir kalkınma ile ilgili sorunlarını ve uzun vadeli çevre politikalarına duyulan ihtiyacı ortaya çıkarması gibi gelişmeler bir şekilde geçmişte PT’nin başarılı olduğu konuları akla getirdi.
Gelinen noktada Latin Amerika genelinde hem sağ hem de sol görüşten hükümetler, halklarından gelen başta siyasal, ekonomik ve toplumsal sorunların çözümü ve kamu hizmetlerinin iyileştirilmesi talepleri olmak üzere kimi zaman şiddet ve protestolarla dışa vuran yoğun tepkiyle karşı karşıyalar. Venezuela ve Bolivya’daki sosyalist liderleri darbeye taşıyan süreçlerin her ikisine de toplumun önemli kesiminin darbecilere desteği ve hükümetlere tepkisi zemin hazırladı. Fakat benzeri tepki, Ekvador ve Şili’nin sağ görüşlü liderlerine de gösterilmekte olup Kolombiya’nın da gösteri dalgasında sırada olduğu bilinmektedir.
- Yargı süreci devam ediyor
Tam da bu günlerde Latin Amerika’da siyasal hareketliliğinin yönünü belirleyebilecek önemli bir gelişme yaşandı ve Lula, 19 ay tutuklu kaldıktan sonra geçtiğimiz günlerde serbest kaldı. Bu gelişme, "Lula’nın dönüşü Brezilya siyasetini ve Latin Amerika’yı nasıl etkileyecek?" sorusunu akıllara getiriyor. Belirtmek gerekir ki hakkındaki yargılama süreci halen devam eden Lula’nın hapisten çıkışı suçlamalardan aklanmasına değil, Brezilya’da yapılan yeni bir yasal düzenlemeye dayandırıldı. Bu durumu, siyasal amaçlı bir yolsuzluk suçlamasının önüne yine siyasal müdahaleyle kanun yapılarak geçildiği şeklinde yorumlamak yanlış olmaz. Kaynağı, Brezilya Federal Cumhuriyeti’nin ilk anayasası olan 1888 Anayasası’nda yer alan masumiyet karinesine dayanan yeni düzenleme, suçu kesinleşmemiş hükümlülerin belirli koşullarda yargılama tamamlanıncaya kadar serbest kalmalarına olanak sağlıyor.
Yalnızca Lula değil yolsuzluk suçlaması ile hapiste olan çok sayıda siyasetçi ve iş insanı da bu sayede cezaevinden çıktı. Bu düzenleme bir yanıyla siyasal rekabet nedeniyle hapiste tutmanın bir koz olarak kullanılmasını engelleyecektir. Diğer yandan ise avukat sayısının gelişmiş ülke ortalamalarının üstünde, yasama sürecinin ise çok yavaş olduğu, yolsuzluğun siyasetin her kademesine sirayet ettiği, şiddetin ise sıradanlaştığı bir ülkede iyi avukatlar tutacak ekonomik gücü olanların yargılamaları yıllarca uzatarak hapse girmemelerini kolaylaştıracaktır. Lula ise halihazırda serbest kalmakla beraber bu dava konusunda suçsuzluğu hakkındaki nihai kararı Federal Yüksek Mahkeme verecek. Hakkında yine yolsuzluk ve kara para aklama suçlamaları ile açılmış bir başka dava daha bulunan Lula’nın durumunun bu sebeplerle yeniden bir siyasal pazarlık konusuna dönüşebileceğini göz ardı etmek mümkün değil. Bununla beraber, Lula’nın cezaevinden çıkışı, kendisinin de arzu ettiği gibi PT’nin Brezilya siyasetine görkemli bir biçimde dönüşüne ve hatta Lula’nın yeniden başkanlığına giden yolu açacak ilk adım olarak okunabilir. Ekim 2019’da Arjantin’de yapılan devlet başkanlığı seçimlerini Lula’nın eski dostu Cristina Fernandez de Kirchner destekli, merkez soldan Alberto Fernandez’in kazanmış olması da Lula’nın Brezilya’daki etkisini güçlendirecektir. Bu seçim zaferi, Arjantin gibi Brezilya için de merkez soldan sağa geçen liderliğin yeniden sola geçebileceğini gösterdi.
- Bölgesel koşullar Lula'nın döneminden çok farklı
Cezaevi günleri boyunca siyasetten kopmayan Lula bu süreçte ulusal ve uluslararası medya kuruluşlarına çok sayıda röportaj verdi, kamuoyu ile paylaşılan mektupları aracılığıyla hem suçsuzluğunu savundu hem de kitlelere siyasal mesajlarını iletme imkânı buldu. Bolsonaro’ya karşı Haddad’ın başkanlık yarışında da elindeki imkanları seferber ederek siyasal mücadeleye katıldı ve partisinin adayı Haddad’ı destekledi. Hatta Haddad’ın seçilmesi halinde Lula’nın cezaevinden çıkarılarak başkanlık koltuğunu devralacağı söylentileri dolaşsa da Haddad seçilemediği için bu ihtimal de gerçekleşmedi.
Önümüzdeki günlerde Lula’yı ve Brezilya siyasetini nelerin beklediği sorusuna dönecek olursak muhakkak ki yalnızca ülkesinde değil Latin Amerika genelinde ve hatta küresel alanda büyük saygınlığa sahip Lula’nın özgürlüğüne kavuşması, ulusal ve bölgesel siyaset üzerinde etkili olacaktır. Bu etkinin düzeyini elbette zaman gösterecek. Fakat Lula’nın enerjisine, istekliliğine ve bunun da ötesinde Lula’nın toplumdaki prestijine ve liderlik ışığına büyük ihtiyaç duyduğu açık olan PT’nin eğilimine bakıldığında, Lula’nın aktif siyasete dönerek devlet başkanlığı için mücadeleye girmesi olası görünüyor. Twitter’da yaptığı paylaşımlarla da siyasete dönüşünü müjdeleyen Lula, cezaevinden çıktıktan sonra verdiği ilk röportajda PT’yi ve Latin Amerika’da sol siyaseti güçlendirmek adına Brezilya’yı dolaşacağını açıkladı. Nocaute ekibine verdiği röportajda Lula, amacının halka dönmek ve halkı dinlemek olduğunu söylerken gerek Brezilya gerekse Latin Amerika için toplumsal hoşnutsuzluğu aşmanın ve siyasetin sorunlarına çözüm getirmenin yolunun halkın taleplerine yönelmekten geçtiğini ortaya koydu.
Gerek Brezilya’da gerekse Latin Amerika genelinde siyasetin derin bir kutuplaşma içine girdiği son yıllarda, Lula’nın dönüşünün uzlaştırıcı bir bakış açısının ortaya çıkmasını sağlayacağı düşünülebilir. Bununla beraber günümüz Latin Amerikası, Lula’nın başkanlığının ilk yıllarında Venezuela’nın Dostları Grubu’nu kurarak Chavez’i ABD ile uzlaştırdığı dönemden çok daha farklı koşullar içinde. Trump yönetiminin Latin Amerika’ya bakışı, Obama yönetimine kıyasla çok daha katı ve müdahaleci. Sol siyasetçilerin otoriterleşme eğilimleri Venezuela’da ve Bolivya’da; süregelen sosyo-ekonomik sorunlar ise hem bu ülkelerde hem de geçmişte Şili’de Bachelet ve Brezilya’da Rousseff dönemlerinde liderlere karşı yalnızca muhalefetten değil kendi tabanlarından da gelen tepkilere yol açtı. Yine darbe süreçleri, sadece ilgili ülkeleri değil, genel itibarıyla Latin Amerika siyasetini kutuplaştırarak kamplara ayırdığı gibi küresel aktörler de olaylarda yerini aldı. Brezilya’nın çok değil yalnızca on yıl önce zımni bölgesel liderliğinin konuşulduğu Latin Amerika ise ABD ve Çin’in de dahil olduğu çok kutuplu gerilimlere sahne oldu. Uzun zamandır Latin Amerika ile arasında mesafe olan Meksika ise Trump yönetimi ile yaşadığı sorunların da etkisiyle yeniden yüzünü bölgeye döndü. Meksika, önce Venezuela’daki darbe girişiminde ABD destekli Guaido ile arasında mesafe koyarak ardından da Bolivya’daki darbede ordunun hapsetmek istediği Morales’i ülkesine davet ederek Latin Amerika adına güçlü bir liderlik profili sergiledi. Brezilya ise bu fırsatları kaçırdı ve ABD ile eşgüdümlü hareket etmeyi seçti.
Lula, ulusal ve bölgesel gerilimlere atıfla yine verdiği röportajda kutuplaşma olmadan siyaset olamayacağını söylerken PT’nin diğerlerinden farkını ortaya koymanın gerekliliğinin altını çizdi. Bununa beraber siyasal geçmişi göz önüne alındığında kastettiği kutuplaşmanın yapıcı hedeflere yönelik olduğu düşünülebilir. Nitekim Bolivya’daki darbe hakkında taraflı bir yorum yapmaktan kaçınan Lula’nın, kendisini ve partisini Latin Amerika’daki sorunların bir tarafı olmaktan ziyade halkın taleplerini gerçekleştirecek yeni bir siyasal anlayışın temsilcisi olarak konumlandıracağı öngörülebilir. Tüm bu gelişmeler, Lula ile veya onsuz, uzlaştırıcı yönünü kaybetmeyen güçlü bir Brezilya’nın Latin Amerika genelinde ve özellikle de Güney Amerika’da siyasal kutuplaşmanın ve toplumsal hoşnutsuzluğun önüne geçilmesine önemli katkı sunabileceğini göstermektedir.
[Dr. Segâh Tekin Necmettin Erbakan Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesidir]
Kaynak: AA
Eski bir işçi ve sendika lideri olan İşçi Partili (PT) Lula, siyasete sendikacılık faaliyetleri aracılığı ile 1964 askeri darbesi sonrasında atıldı.1980’lerde Brezilya’nın demokrasiye geçiş sürecine destek veren siyasal hareketlerin içinde yer aldı. 1989’dan itibaren üç kez aday olduğu başkanlık seçimlerini kaybetti ve 2002 ile 2006 sonunda yapılan seçimleri kazanarak 2003-2010 yılları arasında ülkeyi yönetti. 2000’li yıllarda Pembe Dalga olarak adlandırılan dönemde yalnızca Brezilya da değil, Latin Amerika ülkelerinin çoğunda sol görüşlü liderler başkanlık koltuğuna oturdu. Fakat bu genel eğilime rağmen, Venezuela ve Bolivya ile Brezilya ve Arjantin gibi ülkelerde liderlerin siyasal görüşleri ve hedefleri birbirinden farklı oldu. Brezilya, dışta küresel alandaki ekonomik ve siyasal ağırlığını artırmaya ve bölgesel liderliğe yönelirken içte imkanlar dahilinde sosyal devlet uygulamaları aracılığı ile ekonominin canlandırılmasına ve orta sınıfın genişletilmesine çalıştı.
Ülkenin işçi sınıfından gelen ilk devlet başkanı olarak, Brezilya yasaları uyarınca iki dönem art arda başkanlık görevi yürüttükten sonra üçüncü kez aday olmayan Lula, bu düzenlemeyi değiştirmek gibi bir çaba içine de girmedi. 2010 seçimlerinde ise başkanlığı döneminde bakanlık görevine getirmiş olduğu PT’nin adayı Dilma Rousseff’i destekledi ve böylelikle ülkenin ilk kadın ve ilk eski solcu militan devlet başkanının iktidara gelmesinin yolunu açtı.
Rousseff de 2014 seçimleri sonucunda ikinci kez başkanlık koltuğuna otururken Brezilya’nın 1985’ten bu yana kesintisiz işleyen demokrasisi, PT’nin aşırı bulunan kamu harcamalarına, hayat pahalılığına ve kamusal hizmetlerdeki yetersizliklere yönelik kitlesel gösteriler ile 2013’ten itibaren sarsıntıya uğradı. Bu süreci fırsata çeviren muhalefetin girişimleriyle, önemli mevkilerdeki isimlere yönelik yolsuzluk suçlamaları birbiri ardına geldi. Yolsuzluğun yaygın ve yapısal bir olgu olduğu Brezilya’da siyasal bir cezalandırma mekanizmasına dönüşen yolsuzluk suçlamaları ile çok sayıda siyasetçi ve iş insanı hapse girdi. Rousseff ise ekonomiye ilişkin verileri manipüle etmek suçlaması ile 2016’da başkanlık görevinden azledildi ve yerine vekaleten yardımcısı Michel Temer getirildi.
- Bolsanaro yönetimine tepkiler artıyor
PT’nin yanı sıra çeşitli partilerden siyasetçilere ve iş insanlarına yönelik yürütülen karmaşık yolsuzluk soruşturması, bir araç yıkama istasyonunun da kara para aklama amacıyla kullanılmasına atıfla basın ve kamuoyu tarafından araba yıkama operasyonu olarak anıldı. Eski devlet başkanı Lula da soruşturma çerçevesinde, yolsuzluk ve kara para aklama suçları ile Nisan 2018’de tutuklanarak cezaevine konuldu. Böylelikle Ekim 2018’de düzenlenecek olan devlet başkanlığı seçimlerinde aday olması engellenen Lula, PT’nin adayı Fernando Haddad’a cezaevinden destek verdi. Fakat Brezilya halkı nezdinde partisi kadar kendisinin de büyük etkisi olan Lula’nın yokluğunda PT seçimleri kazanamadı ve Brezilya’nın yeni devlet başkanı, eski bir asker olan sağ görüşlü popülist lider Jair Bolsonaro oldu.
ABD Başkanı Trump’a hayranlığını sıklıkla dile getiren Bolsonaro, seçim kampanyası sürecinde ve başkanlığının ilk günlerinde gerek Brezilya halkından gerekse uluslararası kamuoyundan ciddi destek aldı. Fakat Brezilya’nın geleneksel olarak barışçıl ve çok ortaklı dış politika anlayışını yıpratan söylemlerinin yanı sıra kendi kabinesi ile düştüğü görüş ayrılıkları ile süregelen sosyo-ekonomik sorunlar, Bolsonaro’nun Brezilya’nın kamuoyu nezdindeki imajının yıpranmasına neden oldu. Venezuela’daki kriz sürecinde darbeyi destekleyen ABD yanlısı tutumu ve yaz aylarında Amazonlar’da çıkan büyük yangınlar konusunda hem müdahalede hem de uluslararası toplumla iletişimde yaşanan sorunlar, “herkesle konuşabilen ülke” imajına geçmişte önemli yatırım yapmış olan Brezilya’nın küresel ilişkilerini zedeledi. İlginç bir tesadüf olarak, Brezilya açısından bakıldığında, Bolsonaro yönetiminin beklentileri karşılamaması, dış politikadaki olumsuzluklar, Amazonlar’daki yangınların Brezilya’nın sürdürülebilir kalkınma ile ilgili sorunlarını ve uzun vadeli çevre politikalarına duyulan ihtiyacı ortaya çıkarması gibi gelişmeler bir şekilde geçmişte PT’nin başarılı olduğu konuları akla getirdi.
Gelinen noktada Latin Amerika genelinde hem sağ hem de sol görüşten hükümetler, halklarından gelen başta siyasal, ekonomik ve toplumsal sorunların çözümü ve kamu hizmetlerinin iyileştirilmesi talepleri olmak üzere kimi zaman şiddet ve protestolarla dışa vuran yoğun tepkiyle karşı karşıyalar. Venezuela ve Bolivya’daki sosyalist liderleri darbeye taşıyan süreçlerin her ikisine de toplumun önemli kesiminin darbecilere desteği ve hükümetlere tepkisi zemin hazırladı. Fakat benzeri tepki, Ekvador ve Şili’nin sağ görüşlü liderlerine de gösterilmekte olup Kolombiya’nın da gösteri dalgasında sırada olduğu bilinmektedir.
- Yargı süreci devam ediyor
Tam da bu günlerde Latin Amerika’da siyasal hareketliliğinin yönünü belirleyebilecek önemli bir gelişme yaşandı ve Lula, 19 ay tutuklu kaldıktan sonra geçtiğimiz günlerde serbest kaldı. Bu gelişme, "Lula’nın dönüşü Brezilya siyasetini ve Latin Amerika’yı nasıl etkileyecek?" sorusunu akıllara getiriyor. Belirtmek gerekir ki hakkındaki yargılama süreci halen devam eden Lula’nın hapisten çıkışı suçlamalardan aklanmasına değil, Brezilya’da yapılan yeni bir yasal düzenlemeye dayandırıldı. Bu durumu, siyasal amaçlı bir yolsuzluk suçlamasının önüne yine siyasal müdahaleyle kanun yapılarak geçildiği şeklinde yorumlamak yanlış olmaz. Kaynağı, Brezilya Federal Cumhuriyeti’nin ilk anayasası olan 1888 Anayasası’nda yer alan masumiyet karinesine dayanan yeni düzenleme, suçu kesinleşmemiş hükümlülerin belirli koşullarda yargılama tamamlanıncaya kadar serbest kalmalarına olanak sağlıyor.
Yalnızca Lula değil yolsuzluk suçlaması ile hapiste olan çok sayıda siyasetçi ve iş insanı da bu sayede cezaevinden çıktı. Bu düzenleme bir yanıyla siyasal rekabet nedeniyle hapiste tutmanın bir koz olarak kullanılmasını engelleyecektir. Diğer yandan ise avukat sayısının gelişmiş ülke ortalamalarının üstünde, yasama sürecinin ise çok yavaş olduğu, yolsuzluğun siyasetin her kademesine sirayet ettiği, şiddetin ise sıradanlaştığı bir ülkede iyi avukatlar tutacak ekonomik gücü olanların yargılamaları yıllarca uzatarak hapse girmemelerini kolaylaştıracaktır. Lula ise halihazırda serbest kalmakla beraber bu dava konusunda suçsuzluğu hakkındaki nihai kararı Federal Yüksek Mahkeme verecek. Hakkında yine yolsuzluk ve kara para aklama suçlamaları ile açılmış bir başka dava daha bulunan Lula’nın durumunun bu sebeplerle yeniden bir siyasal pazarlık konusuna dönüşebileceğini göz ardı etmek mümkün değil. Bununla beraber, Lula’nın cezaevinden çıkışı, kendisinin de arzu ettiği gibi PT’nin Brezilya siyasetine görkemli bir biçimde dönüşüne ve hatta Lula’nın yeniden başkanlığına giden yolu açacak ilk adım olarak okunabilir. Ekim 2019’da Arjantin’de yapılan devlet başkanlığı seçimlerini Lula’nın eski dostu Cristina Fernandez de Kirchner destekli, merkez soldan Alberto Fernandez’in kazanmış olması da Lula’nın Brezilya’daki etkisini güçlendirecektir. Bu seçim zaferi, Arjantin gibi Brezilya için de merkez soldan sağa geçen liderliğin yeniden sola geçebileceğini gösterdi.
- Bölgesel koşullar Lula'nın döneminden çok farklı
Cezaevi günleri boyunca siyasetten kopmayan Lula bu süreçte ulusal ve uluslararası medya kuruluşlarına çok sayıda röportaj verdi, kamuoyu ile paylaşılan mektupları aracılığıyla hem suçsuzluğunu savundu hem de kitlelere siyasal mesajlarını iletme imkânı buldu. Bolsonaro’ya karşı Haddad’ın başkanlık yarışında da elindeki imkanları seferber ederek siyasal mücadeleye katıldı ve partisinin adayı Haddad’ı destekledi. Hatta Haddad’ın seçilmesi halinde Lula’nın cezaevinden çıkarılarak başkanlık koltuğunu devralacağı söylentileri dolaşsa da Haddad seçilemediği için bu ihtimal de gerçekleşmedi.
Önümüzdeki günlerde Lula’yı ve Brezilya siyasetini nelerin beklediği sorusuna dönecek olursak muhakkak ki yalnızca ülkesinde değil Latin Amerika genelinde ve hatta küresel alanda büyük saygınlığa sahip Lula’nın özgürlüğüne kavuşması, ulusal ve bölgesel siyaset üzerinde etkili olacaktır. Bu etkinin düzeyini elbette zaman gösterecek. Fakat Lula’nın enerjisine, istekliliğine ve bunun da ötesinde Lula’nın toplumdaki prestijine ve liderlik ışığına büyük ihtiyaç duyduğu açık olan PT’nin eğilimine bakıldığında, Lula’nın aktif siyasete dönerek devlet başkanlığı için mücadeleye girmesi olası görünüyor. Twitter’da yaptığı paylaşımlarla da siyasete dönüşünü müjdeleyen Lula, cezaevinden çıktıktan sonra verdiği ilk röportajda PT’yi ve Latin Amerika’da sol siyaseti güçlendirmek adına Brezilya’yı dolaşacağını açıkladı. Nocaute ekibine verdiği röportajda Lula, amacının halka dönmek ve halkı dinlemek olduğunu söylerken gerek Brezilya gerekse Latin Amerika için toplumsal hoşnutsuzluğu aşmanın ve siyasetin sorunlarına çözüm getirmenin yolunun halkın taleplerine yönelmekten geçtiğini ortaya koydu.
Gerek Brezilya’da gerekse Latin Amerika genelinde siyasetin derin bir kutuplaşma içine girdiği son yıllarda, Lula’nın dönüşünün uzlaştırıcı bir bakış açısının ortaya çıkmasını sağlayacağı düşünülebilir. Bununla beraber günümüz Latin Amerikası, Lula’nın başkanlığının ilk yıllarında Venezuela’nın Dostları Grubu’nu kurarak Chavez’i ABD ile uzlaştırdığı dönemden çok daha farklı koşullar içinde. Trump yönetiminin Latin Amerika’ya bakışı, Obama yönetimine kıyasla çok daha katı ve müdahaleci. Sol siyasetçilerin otoriterleşme eğilimleri Venezuela’da ve Bolivya’da; süregelen sosyo-ekonomik sorunlar ise hem bu ülkelerde hem de geçmişte Şili’de Bachelet ve Brezilya’da Rousseff dönemlerinde liderlere karşı yalnızca muhalefetten değil kendi tabanlarından da gelen tepkilere yol açtı. Yine darbe süreçleri, sadece ilgili ülkeleri değil, genel itibarıyla Latin Amerika siyasetini kutuplaştırarak kamplara ayırdığı gibi küresel aktörler de olaylarda yerini aldı. Brezilya’nın çok değil yalnızca on yıl önce zımni bölgesel liderliğinin konuşulduğu Latin Amerika ise ABD ve Çin’in de dahil olduğu çok kutuplu gerilimlere sahne oldu. Uzun zamandır Latin Amerika ile arasında mesafe olan Meksika ise Trump yönetimi ile yaşadığı sorunların da etkisiyle yeniden yüzünü bölgeye döndü. Meksika, önce Venezuela’daki darbe girişiminde ABD destekli Guaido ile arasında mesafe koyarak ardından da Bolivya’daki darbede ordunun hapsetmek istediği Morales’i ülkesine davet ederek Latin Amerika adına güçlü bir liderlik profili sergiledi. Brezilya ise bu fırsatları kaçırdı ve ABD ile eşgüdümlü hareket etmeyi seçti.
Lula, ulusal ve bölgesel gerilimlere atıfla yine verdiği röportajda kutuplaşma olmadan siyaset olamayacağını söylerken PT’nin diğerlerinden farkını ortaya koymanın gerekliliğinin altını çizdi. Bununa beraber siyasal geçmişi göz önüne alındığında kastettiği kutuplaşmanın yapıcı hedeflere yönelik olduğu düşünülebilir. Nitekim Bolivya’daki darbe hakkında taraflı bir yorum yapmaktan kaçınan Lula’nın, kendisini ve partisini Latin Amerika’daki sorunların bir tarafı olmaktan ziyade halkın taleplerini gerçekleştirecek yeni bir siyasal anlayışın temsilcisi olarak konumlandıracağı öngörülebilir. Tüm bu gelişmeler, Lula ile veya onsuz, uzlaştırıcı yönünü kaybetmeyen güçlü bir Brezilya’nın Latin Amerika genelinde ve özellikle de Güney Amerika’da siyasal kutuplaşmanın ve toplumsal hoşnutsuzluğun önüne geçilmesine önemli katkı sunabileceğini göstermektedir.
[Dr. Segâh Tekin Necmettin Erbakan Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesidir]