ANALİZ - Avrupa 'DEAŞ Sicili' İle Yüzleşmek Zorunda
Avrupa ülkeleri, bir biçimde kendi ülkelerinde radikalleşen insanları bir başka ülkenin sorunu haline getirdikten sonra, sorumluluğu üzerinden atmaya çalışan yaklaşıma sahip Eğer terörle mücadele küresel bir işbirliği gerektiriyorsa, en azından kendi ülke vatandaşlarına ilişkin sorumlulukları alıp, yasal süreçlerinde düzenleme yapmak suretiyle bu sorunu aşabilirler Aksi takdirde, bu sorunun Irak ve Suriye çöllerinde eriyip gideceğini düşünenlerin yanıldığını gelecekteki kuşaklar tecrübe edecektir. Bu konuda Batı’nın ciddi bir yol alması gerekiyor DEAŞ'ın yükselme döneminde, dünyanın pek çok yerinden on binlerce kişi bu örgüte katıldı. Bazıları bu sayının 3 bin 500 ila 4 bin aralığında olduğunu iddia etse de, çeşitli çalışmalar, Avrupa’dan katılımların 5 bin civarında olduğunu gösteriyor Bu DEAŞ'lıların önemli bir kısmı ya öldü ya da ülkelerine geri döndü. Son dönemde hazırlanan raporlara göre ise Avrupa ülkesi pasaportu taşıyıp halen Suriye’de bulunanların sayısı 850 ila bin arasında değişiyor. Bunların büyük çoğunluğu ise YPG’nin kontrol ettiği kamplarda kalan kadın ve çocuklardan ibaret
Hatırlanacağı gibi, ABD’nin desteğiyle DEAŞ’ın kontrol ettiği bölgeleri ele geçiren PKK/YPG bu süreçte kritik kazanımlar elde etmişti. Bu kazanımların başında ise kendisini DEAŞ ile mücadelede vazgeçilmez bir aktör olarak sunması yatıyordu. Öyle ki “YPG” denildiğinde, Batı’da birçok kişinin aklına, DEAŞ tehdidine karşı Batı’nın müttefiki olan bir örgüt gelmesini sağlayacak bir ortam oluştu. Propaganda makinesinin çarkları profesyonelce ve sistematik bir şekilde dönerken, YPG’nin her köşeye sıkıştığında “yakaladığım DEAŞ’lılar serbest kalır; ona göre!” fikrini işlemesi dahi onun açısından pozitif bir ortam üretmeye başladı. Oysa sahayı yakından izleyenlerin gözlemleyebildiği gibi, YPG işine geldiği vakit, Rakka’da DEAŞ’lıların konvoylar halinde çıkışına göz yumarak ya da kontrol ettiği bölgelerden DEAŞ’lıların bir biçimde Türkiye sınırına gelmesini ve kaçak yollarla Türkiye’ye girmesini sağlayarak, aslında çizdiğinden çok daha farklı bir politika izledi. Ancak her ne olursa olsun, şu anda Suriye’de kalan DEAŞ’lılar konusu başka bir düzleme geçmiş durumda.
ABD Başkanı Donald Trump’ın Avrupa’nın Suriye’deki DEAŞ’lılar arasındaki vatandaşlarını almak istemediği ve bu konuda sorumluluktan kaçtığı yönündeki açıklamalarından sonra, son dönemde yaşanan gelişmeler bu konunun yeniden gündeme geleceğini gösteriyor. Aslında Suriye’de kalan DEAŞ’lılar konusu pek o kadar da karmaşık değil. Örgütün yükselme döneminde, dünyanın pek çok yerinden on binlerce kişi bu örgüte katıldı. Bazıları bu sayının 3 bin 500 ila 4 bin aralığında olduğunu iddia etse de, çeşitli çalışmalar, Avrupa’dan katılımların 5 bin civarında olduğunu gösteriyor. Bu kişilerin önemli bir kısmı ya öldü ya da ülkelerine geri döndü. Son dönemde hazırlanan raporlara göre ise Avrupa ülkesi pasaportu taşıyıp halen Suriye’de bulunanların sayısı 850 ila bin arasında değişiyor. Bunların büyük çoğunluğu ise YPG’nin kontrol ettiği kamplarda kalan kadın ve çocuklardan ibaret. Ancak aralarında örgüte militan olarak katılan erkeklerin de bulunduğu görmezden gelinemez. Kampların bir kısmı Barış Pınarı harekâtı bölgesine yakın ve/veya içinde kalıyor. Ancak asıl mesele YPG’nin bu kampları ve DEAŞ varlığını bir koz olarak kullanması. Basitçe, Türkiye’nin harekâtını gerekçe göstererek “bu kampları kontrol edemem, ne haliniz varsa görün” yaklaşımıyla herkesi tehdit ediyor. Bunun sonucunda bir kısım DEAŞ’lının serbest kalacağı ve ülkelerine dönerek tehdit oluşturacağını öne sürerek kendi önemini artırmaya çalışıyor. Nitekim harekâtın başlamasından kısa süre sonra, bu propagandasına dayanak oluşturacak bazı görüntüler paylaşmaya da çalıştı. Görüntüler izlendiğinde, her ne kadar o hapishanelerdeki kişilerin içeriden bir yardımla kaçtığı apaçık görünüyor olsa da, oluşturulan algı, bunların oluşturacağı tehdide odaklanıyor. Sonuçta, şurası açık ki gittikçe artan sayıda DEAŞ’lı, tutuldukları kamplardan ayrılarak çevreye yayılmaya başladı.
Peki, bu durum nelere yol açabilir?
Öncelikle, geçtiğimiz günlerde Türkiye’nin yaklaşık 200 DEAŞ’lıyı yakaladığını hatırlayalım. Yani Türkiye’nin kontrol ettiği bölgelere geldikleri andan itibaren, terörle mücadele süreci çerçevesinde, bu örgüt militanlarına gerekli hukuki işlemler yapılıyor. Fakat konu son derece çetrefil. DEAŞ’a katılan Türk vatandaşları Türk yargı sistemi tarafından yargılanıyor. Oysa yabancı devletlerin bu konudaki yaklaşımları çelişkili. Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ve Rusya’nın vatandaşlarını alma eğilimine karşın, Avrupa ülkelerinin büyük çoğunluğu bundan özellikle uzak duruyor. DEAŞ’a az sayıda vatandaşı katılan Balkan ülkeleri vatandaşlarını bu kamplardan alıp hem yargılama hem de topluma kazandırma süreçlerini başlatmışken, Avrupa’nın geri kalanı konuya farklı yaklaşıyor. İngiltere, Fransa, Almanya, Hollanda ve Belçika gibi ülkeler, bu kişiler için “ya Suriye’de ölsün ya Irak’ta sonsuza kadar hapis kalsın” düşüncesinde.
Avrupa ülkelerinin temel derdi, bu kişilerin ülkelerine dönmeleri halinde yasal süreçlerdeki boşluklardan yararlanarak serbest kalacak ya da kısa bir süre içinde hapishaneden çıkacak olmaları. Bu durumun son iki yılda Avrupa’da azalan terör saldırılarının tekrar yükselmesine neden olacağını düşünüyorlar. Oysa Suriye’deki kamplarda kalan DEAŞ’lıların çoğu kadın ve çocuklardan ibaret; yani kısa sürede öncelikli bir terör tehdidi görünmüyor. Fakat Avrupa ülkeleri Suriye’deki uygulamaların nasıl bir radikalleşme süreci meydana getirdiğinin farkında. Binlerce insanı aynı örgütün çatısı altında olmakla nitelendirip, herhangi bir rehabilitasyon programı olmaksızın, kötü koşullar altında yaşamaya mahkûm eden bir ortamın, sonuçta onların örgütsel bağlarını ve kimliklerini güçlendirmeye yarayacağını anlamak için uzman olmaya gerek yok. Bu nedenle, Avrupa ülkelerinin çoğu, eğer ikinci bir pasaport taşıyorlarsa ya da bir şekilde ülkelerine girmelerini engelleyebileceklerse, Suriye’de kalan DEAŞ’lıları ülkelerine almamaya niyetliler.
Oysa bu kişiler örgüte katılmadan önce çoğunun bu konudaki eğilimleri biliniyordu. Yani Avrupa ülkeleri, bir biçimde kendi ülkelerinde radikalleşen insanları bir başka ülkenin sorunu haline getirdikten sonra, sorumluluğu üzerinden atmaya çalışan bir yaklaşıma sahipler. Eğer terörle mücadele küresel bir işbirliği gerektiriyorsa, en azından kendi ülke vatandaşlarına ilişkin sorumlulukları alıp, yasal süreçlerinde düzenleme yapmak suretiyle bu sorunu aşabilirler. Bu konuda Batı’nın ciddi bir yol alması gerekiyor. Aksi takdirde, bu sorunun Irak ve Suriye çöllerinde eriyip gideceğini düşünenlerin yanıldığını gelecekteki kuşaklar tecrübe edecektir.
[Doç. Dr. Serhat Erkmen Jandarma ve Sahil Güvenlik Akademisi (JSGA) Uluslararası Güvenlik ve Terörizm Anabilim Dalı öğretim üyesidir]