HAK-İŞ Genel Başkanı Arslan'dan ITUC Ve ETUC'a Barış Pınarı Harekatı Mektubu
HAK-İŞ Genel Başkanı Mahmut Arslan, üyesi bulunduğu ITUC ve ETUC konfederasyonlarına yazdığı mektupla Türkiye’nin yürüttüğü Barış Pınarı Harekatı’nın haklılığını, bölge ve dünya barışına olan katkısını anlattı.
Türkiye’nin Barış Pınarı Harekatı’nı düzenlemedeki haklılığını 16 Ekim’de Brüksel’de gerçekleştirilen ITUC İcra Kurulunda sözlü olarak dile getiren ve Türkiye’den katılan tek konfederasyon olan HAK-İŞ, uluslararası örgütler tarafından Türkiye aleyhine alınan kararların haksızlığını anlatmak için diplomasi yürütmeye devam ediyor. HAK-İŞ Genel Başkanı Mahmut Arslan, ETUC Genel Sekreteri Luca Visentini ve ITUC Genel Sekreteri Sharon Burrow’a gönderdiği mektupta Barış Pınarı Harekatı’nın gerekçelerine ve süreçte yaşananlara ilişkin Türkiye’nin haklılığını dile getirdi. Arslan, “Kimse savaş istemez fakat kimse terörü de istemez” diyerek, sürece ilişkin bilgi paylaşımı konusunda her zaman yakın işbirliğinden yana olduğunu ifade etti.
Arslan, mektubunda şu ifadelere yer verdi:
“Türkiye’nin Suriye sınırında DEAŞ ve PKK’nın Suriye kolu olan PYD-YPG’ye karşı 9 Ekim 2019’da başlattığı ve meşru müdafaa niteliği taşıyan Barış Pınarı Harekatı’na ilişkin gerekçeleri daha iyi anlaşılmasına katkı sağlayacağı inancıyla sizlerle paylaşmak isterim. Barış Pınarı Harekatı, Türkiye ve Suriye arasında yapılmış olan Adana Anlaşması adı verilen ikili anlaşma ile BM kararları ve antlaşmasına dayalı olarak Türkiye-Suriye sınırında daha önce yapılan operasyonların bir devamıdır. Suriye’deki çatışma, başından itibaren uluslararası güçler aracılığıyla uluslararası toplumun birlikte tepki gösterdiği, uzun süredir varlığını devam ettiren bir meseledir. Bu güçler arasında Batı, Avrupa, Amerika ve Türkiye yer almaktadır. Bu, Beşşar Esad’ın zalimliği karşısında oluşturulmuş bir koalisyondur. Bu koalisyon başlangıçta ortaya konulan amaçlara ulaşmakta başarılı olamamıştır. Bu başarısızlık, sahada ciddi sorunlara neden olmuştur. Yaklaşık 4 milyon insan Suriye rejimi tarafından bombalı saldırılarla yerinden edilmiş ve Türkiye’ye zorla göç ettirilmiştir. Kuzey Suriye, DEAŞ, PKK, YPG ve diğerleri gibi çeşitli terör örgütlerinin yerleşmesi, beslenmesi ve yeşermesi için elverişli bir alan haline gelmiştir. Terörizm karşısındaki ortak mücadelemizde tüm ülkeler ve uluslararası kurumlar tarafından bir terör örgütü olarak tanınan PKK ile uzun süredir devam eden bir mücadelemiz olduğunu iyi biliyorsunuz. Son 40 yıl içinde 40 binden fazla Türk vatandaşı sivil ve bebek denilmeksizin PKK tarafından öldürülmüştür. PKK, Suriye’deki PYD/YPG başta olmak üzere bununla sınırlı kalmaksızın Türkiye sınırları ötesinde yan kolları ile faaliyet göstermektedir. Suriye’deki çatışmanın oluşturduğu külfet tümüyle Türkiye’nin omuzlarına yıkılmış; milyonlarca Türk vatandaşı güvenlik sorunu, terör tehdidi, mülteci akını ve zafiyet içinde bir ülke (Suriye) ile karşı karşıya kalmıştır. Uluslararası nitelikli bir sorun, uluslararası toplumun, uluslararası aktörlerin ve güçlerin zafiyeti nedeniyle Türkiye ile Suriye arasında bir soruna dönüşmüştür. Kürtler de dahil olmak üzere yüz binlerce Suriyeli, bu bölgeden Suriyeli Kürtleri temsil etmeyen bir örgüt olan PYD/YPG baskısı nedeniyle kaçmıştır. Uluslararası Af Örgütü, PYD’nin binlerce Suriye vatandaşını kuzey Suriye’den uzaklaştırarak ve evlerini yok ederek savaş suçları işlediğini bildirmiştir. Halihazırda Türkiye, 3,6 milyondan fazla Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapmaktadır. Bunların 300 binden fazlası Suriyeli Kürt’tür. Bu kişiler, paradoksal olarak DEAŞ’ın sınır boyunca huzursuzluk yaratma taktiklerini taklit eden bir terör örgütünün boyunduruğu altında yaşamak istememektedir. Türkiye, yaklaşık dört yıl önce kuzey Suriye’de güvenli bir bölge oluşturma çağrısında bulunmuştur. Biz, Türkiye’de ve başka yerlerde yaşayan ancak ülkesine dönmek isteyen Suriyeli mülteciler, Kürtler, Araplar, Türkmenler ve Hristiyanların güvenli ve gönüllü dönüşüne yönelik güvenli bir bölge talebinde bulunuyoruz."
Mektubunda Türkiye’nin “Barış Pınarı Harekâtı” ile uluslararası hukuktan doğan kendini savunma hakkını kullandığını vurgulayan Arslan, "Bu harekâtın amacı, sınır güvenliğimizi sağlamak, bölgedeki teröristleri etkisiz hale getirmek ve böylece kardeş Suriye halkını bu teröristlerin baskısından kurtarmakla sınırlıdır. Sivillerin zarar görmesini önlemeye yönelik tüm tedbirlerin alınacağına inanıyoruz. Türkiye, Kürt halkıyla çatışmamakta ve çatışma isteği taşımamaktadır. Suriye’nin toprak bütünlüğüne bağlılığını korumaktadır. Ayrıca bölgenin demografik yapısının değişmesinde Türkiye’nin bir çıkarı bulunmamaktadır. Ancak, demografi gerek rejimin, gerekse PKK/PYD’nin zalimlikleri ile çatışmanın başladığı 2011’den bu yana değişmeye devam etmekte, bu süreçte halihazırda 4 milyona ulaşan mültecinin Türkiye’de bulunmasıyla hem Suriye’de hem de Türkiye’deki demografik yapı zaten değişmiştir. Bunun dışında rejimin bombalı saldırılarıyla Türkiye ile Suriye sınırına dayanmaya zorlanan ve Türkiye sınır duvarının gerisinde kalan 3 milyon Suriyeli ile demografik yapı halihazırda değişmiştir. Güvenli bölge düşüncesi ve girişimi hiçbir şekilde demografik yapıyı değiştirmeye yönelik olmayıp, insanların ülkelerinde yaşamak üzere buraya güvenli bir şekilde dönmelerine yardımcı olmaya yöneliktir. 11 Ekim 2019 tarihinde AB-TR KİK üyeleri de dahil olmak üzere çoğu paydaş, mültecilerin ve yurtlarına güvenli bir şekilde dönmek isteyenlerin hayatlarını kolaylaştırmak amacıyla terörizmle mücadeleyi ve Suriye sınırında güvenli bölge oluşturmayı desteklemeye yönelik bir bildiri ortaya koymuşlardır. Harekata paralel olarak harekat öncesinde ve sırasında tüm güçler arasında devam eden siyasi diyaloğa değer veriyoruz. Türkiye, Suriye’nin toprak ve toplum bütünlüğüne büyük bir önem vermektedir. Bu nedenle Türkiye, Rusya ve İran’la birlikte halihazırda ilgili tüm tarafları bir araya getiren Anayasa Komisyonu üzerinde mutabakata varmıştır. Türkiye sivillerin zarar görmesi konusunda azami dikkat göstermekte ve harekat alanından hiçbir sivilin zarar gördüğüne dair bir bildirimde bulunulmamıştır. Aksine, PKK/PYD’nin Türk vatandaşlarına yönelik bombalı saldırıları 30’dan fazla Türk sivilin ölümüyle sonuçlanmıştır. Türkiye’nin Suriye’de gerçekleştirdiği operasyonlarda hiçbir sivil zarar görmemiştir. Bu konuyla ilgili uluslararası kuruluşlarımız ITUC ve ETUC, Türkiye’deki üyeleri olarak bizlere danışmaksızın uygun olmayan bir biçimde sert tepki göstermiştir. Gerek ITUC, gerekse ETUC tarafından sergilenen yaklaşımlar ’kaygının’ ötesine geçerek, AB liderleri de dahil olmak üzere dünyanın her yerinde yapılan tüm açıklamalardan daha sert ve şiddetli olmuştur. Harekatı ’istila’, ’Kürt halkına saldırma’ olarak adlandırmak, ’onlarca insan öldü ve on binlerce insan yerinden edildi’, ’iç meselelerden dikkati uzaklaştırma’ ifadelerini kullanmak uygunsuz ve temelsizdir. Kimse savaş istemez fakat kimse terörü de istemez. Gerek ETUC, gerekse ITUC’un üyesi olmakla onur duyarak, geride değinilmemiş hiçbir husus bırakmaksızın açık, dürüst ve cesur bir biçimde tartışmaktan ve birlikte hareket etmekten her zaman mutluluk duyarız. Türkiye’nin Barış Pınarı Harekatı da dahil olmak üzere her konuda yakın olarak çalışmayı ve kapsamlı işbirliği içinde bulunmayı gönülden isteriz” dedi.
Kaynak: İHA
Arslan, mektubunda şu ifadelere yer verdi:
“Türkiye’nin Suriye sınırında DEAŞ ve PKK’nın Suriye kolu olan PYD-YPG’ye karşı 9 Ekim 2019’da başlattığı ve meşru müdafaa niteliği taşıyan Barış Pınarı Harekatı’na ilişkin gerekçeleri daha iyi anlaşılmasına katkı sağlayacağı inancıyla sizlerle paylaşmak isterim. Barış Pınarı Harekatı, Türkiye ve Suriye arasında yapılmış olan Adana Anlaşması adı verilen ikili anlaşma ile BM kararları ve antlaşmasına dayalı olarak Türkiye-Suriye sınırında daha önce yapılan operasyonların bir devamıdır. Suriye’deki çatışma, başından itibaren uluslararası güçler aracılığıyla uluslararası toplumun birlikte tepki gösterdiği, uzun süredir varlığını devam ettiren bir meseledir. Bu güçler arasında Batı, Avrupa, Amerika ve Türkiye yer almaktadır. Bu, Beşşar Esad’ın zalimliği karşısında oluşturulmuş bir koalisyondur. Bu koalisyon başlangıçta ortaya konulan amaçlara ulaşmakta başarılı olamamıştır. Bu başarısızlık, sahada ciddi sorunlara neden olmuştur. Yaklaşık 4 milyon insan Suriye rejimi tarafından bombalı saldırılarla yerinden edilmiş ve Türkiye’ye zorla göç ettirilmiştir. Kuzey Suriye, DEAŞ, PKK, YPG ve diğerleri gibi çeşitli terör örgütlerinin yerleşmesi, beslenmesi ve yeşermesi için elverişli bir alan haline gelmiştir. Terörizm karşısındaki ortak mücadelemizde tüm ülkeler ve uluslararası kurumlar tarafından bir terör örgütü olarak tanınan PKK ile uzun süredir devam eden bir mücadelemiz olduğunu iyi biliyorsunuz. Son 40 yıl içinde 40 binden fazla Türk vatandaşı sivil ve bebek denilmeksizin PKK tarafından öldürülmüştür. PKK, Suriye’deki PYD/YPG başta olmak üzere bununla sınırlı kalmaksızın Türkiye sınırları ötesinde yan kolları ile faaliyet göstermektedir. Suriye’deki çatışmanın oluşturduğu külfet tümüyle Türkiye’nin omuzlarına yıkılmış; milyonlarca Türk vatandaşı güvenlik sorunu, terör tehdidi, mülteci akını ve zafiyet içinde bir ülke (Suriye) ile karşı karşıya kalmıştır. Uluslararası nitelikli bir sorun, uluslararası toplumun, uluslararası aktörlerin ve güçlerin zafiyeti nedeniyle Türkiye ile Suriye arasında bir soruna dönüşmüştür. Kürtler de dahil olmak üzere yüz binlerce Suriyeli, bu bölgeden Suriyeli Kürtleri temsil etmeyen bir örgüt olan PYD/YPG baskısı nedeniyle kaçmıştır. Uluslararası Af Örgütü, PYD’nin binlerce Suriye vatandaşını kuzey Suriye’den uzaklaştırarak ve evlerini yok ederek savaş suçları işlediğini bildirmiştir. Halihazırda Türkiye, 3,6 milyondan fazla Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapmaktadır. Bunların 300 binden fazlası Suriyeli Kürt’tür. Bu kişiler, paradoksal olarak DEAŞ’ın sınır boyunca huzursuzluk yaratma taktiklerini taklit eden bir terör örgütünün boyunduruğu altında yaşamak istememektedir. Türkiye, yaklaşık dört yıl önce kuzey Suriye’de güvenli bir bölge oluşturma çağrısında bulunmuştur. Biz, Türkiye’de ve başka yerlerde yaşayan ancak ülkesine dönmek isteyen Suriyeli mülteciler, Kürtler, Araplar, Türkmenler ve Hristiyanların güvenli ve gönüllü dönüşüne yönelik güvenli bir bölge talebinde bulunuyoruz."
Mektubunda Türkiye’nin “Barış Pınarı Harekâtı” ile uluslararası hukuktan doğan kendini savunma hakkını kullandığını vurgulayan Arslan, "Bu harekâtın amacı, sınır güvenliğimizi sağlamak, bölgedeki teröristleri etkisiz hale getirmek ve böylece kardeş Suriye halkını bu teröristlerin baskısından kurtarmakla sınırlıdır. Sivillerin zarar görmesini önlemeye yönelik tüm tedbirlerin alınacağına inanıyoruz. Türkiye, Kürt halkıyla çatışmamakta ve çatışma isteği taşımamaktadır. Suriye’nin toprak bütünlüğüne bağlılığını korumaktadır. Ayrıca bölgenin demografik yapısının değişmesinde Türkiye’nin bir çıkarı bulunmamaktadır. Ancak, demografi gerek rejimin, gerekse PKK/PYD’nin zalimlikleri ile çatışmanın başladığı 2011’den bu yana değişmeye devam etmekte, bu süreçte halihazırda 4 milyona ulaşan mültecinin Türkiye’de bulunmasıyla hem Suriye’de hem de Türkiye’deki demografik yapı zaten değişmiştir. Bunun dışında rejimin bombalı saldırılarıyla Türkiye ile Suriye sınırına dayanmaya zorlanan ve Türkiye sınır duvarının gerisinde kalan 3 milyon Suriyeli ile demografik yapı halihazırda değişmiştir. Güvenli bölge düşüncesi ve girişimi hiçbir şekilde demografik yapıyı değiştirmeye yönelik olmayıp, insanların ülkelerinde yaşamak üzere buraya güvenli bir şekilde dönmelerine yardımcı olmaya yöneliktir. 11 Ekim 2019 tarihinde AB-TR KİK üyeleri de dahil olmak üzere çoğu paydaş, mültecilerin ve yurtlarına güvenli bir şekilde dönmek isteyenlerin hayatlarını kolaylaştırmak amacıyla terörizmle mücadeleyi ve Suriye sınırında güvenli bölge oluşturmayı desteklemeye yönelik bir bildiri ortaya koymuşlardır. Harekata paralel olarak harekat öncesinde ve sırasında tüm güçler arasında devam eden siyasi diyaloğa değer veriyoruz. Türkiye, Suriye’nin toprak ve toplum bütünlüğüne büyük bir önem vermektedir. Bu nedenle Türkiye, Rusya ve İran’la birlikte halihazırda ilgili tüm tarafları bir araya getiren Anayasa Komisyonu üzerinde mutabakata varmıştır. Türkiye sivillerin zarar görmesi konusunda azami dikkat göstermekte ve harekat alanından hiçbir sivilin zarar gördüğüne dair bir bildirimde bulunulmamıştır. Aksine, PKK/PYD’nin Türk vatandaşlarına yönelik bombalı saldırıları 30’dan fazla Türk sivilin ölümüyle sonuçlanmıştır. Türkiye’nin Suriye’de gerçekleştirdiği operasyonlarda hiçbir sivil zarar görmemiştir. Bu konuyla ilgili uluslararası kuruluşlarımız ITUC ve ETUC, Türkiye’deki üyeleri olarak bizlere danışmaksızın uygun olmayan bir biçimde sert tepki göstermiştir. Gerek ITUC, gerekse ETUC tarafından sergilenen yaklaşımlar ’kaygının’ ötesine geçerek, AB liderleri de dahil olmak üzere dünyanın her yerinde yapılan tüm açıklamalardan daha sert ve şiddetli olmuştur. Harekatı ’istila’, ’Kürt halkına saldırma’ olarak adlandırmak, ’onlarca insan öldü ve on binlerce insan yerinden edildi’, ’iç meselelerden dikkati uzaklaştırma’ ifadelerini kullanmak uygunsuz ve temelsizdir. Kimse savaş istemez fakat kimse terörü de istemez. Gerek ETUC, gerekse ITUC’un üyesi olmakla onur duyarak, geride değinilmemiş hiçbir husus bırakmaksızın açık, dürüst ve cesur bir biçimde tartışmaktan ve birlikte hareket etmekten her zaman mutluluk duyarız. Türkiye’nin Barış Pınarı Harekatı da dahil olmak üzere her konuda yakın olarak çalışmayı ve kapsamlı işbirliği içinde bulunmayı gönülden isteriz” dedi.