ANALİZ - ABD Müesses Nizamı Barış Değil Kaos Peşinde

Barış Pınarı Harekatı'nın ABD’deki siyaset ve bürokrasi çevrelerinde oluşturduğu şok dalgalarını yakından incelediğimizde Washington’daki müesses nizamın Orta Doğu ya da Güney Asya coğrafyasında barış arayışında değil, tamamen istikrarsızlık peşinde olduğunu görüyoruz 2015 yılında ABD Kongresi’nde dönemin Savunma Bakanı Carter’ı Amerikan ordusunun PKK/YPG’yi silahlandırması nedeniyle deyim yerindeyse “haşlayan” Lindsay Graham, Barış Pınarı Harekatı’nın başlamasıyla birlikte ise terör örgütünün avukatlığına soyundu Barış Pınarı Harekatı bugün yalnızca güncel tehditlere karşı değil, yakın ve uzak tarihten edinilmiş tüm bu tecrübelere karşı harekete geçirilmiş, İran Körfezi’nden Girit’e, Kızıldeniz’den Karadeniz’e kadar uzanan coğrafyayı kapsayan bir reaksiyondur.

MEHMET A. KANCI - Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle birlikte Amerika Birleşik Devletleri’nin Soğuk Savaş zaferini ilan etmesinin üstünden 28 yıl geçti. Dünya, Roma İmparatorluğu’nun karşı konulamaz hakimiyetini anımsatır şekilde küresel düzene bir Pax Romana (Roma Barışı) gibi Pax Americana’nın (Amerikan Barışı) hakim olacağını hayal etti. Ancak SSCB’nin tarih sahnesinden çekilmesine paralel olarak uluslararası toplumun eline geçen tek şey Irak, Yugoslavya, Afganistan, Libya ve Suriye’de toplumları parçalayan, merkezi yönetimleri çökerten krizler ve istikrarsızlıklar oldu. ABD tüm bu kaosların başrolündeydi.

İşte Türkiye sekiz yıldan uzun bir süredir uluslararası toplumu meşgul eden, bölge ülkelerinin kaynaklarını tüketen ve terör tehdidini farklı kisveler altında canlı tutan bir istikrarsızlık sürecine nokta koymak için 9 Ekim 2019 Çarşamba günü harekete geçti. Bir zamanlar Suriye devletinin sınırını oluşturan, ancak son dört yılda ABD’nin askeri desteğiyle PKK/YPG terör örgütünün sözde kantonlarının hakimiyet alanı haline getirilen Tel Abyad ve Rasulayn ilk hedefler oldu. "Barış Pınarı Harekatı" için Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Trump arasında 6 Ekim’de yapılan telefon görüşmesi belirleyici oldu. Trump bu görüşmenin ardından Suriye’nin kuzeyinde, PKK/YPG terör örgütüne kalkan olan ABD askerlerinin çekilmesi için beklenen emri verdi. Trump, yaklaşık bir yıl önce, 2018 Aralık ayında da benzer bir teşebbüste bulunmuş, ancak o sırada Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton olmak üzere Washington’daki müesses nizamın temsilcileri sergiledikleri dirençle ve yeri geldiğinde istifa yoluna başvurarak bu talimatın yerine getirilmesini engellemişlerdi.

- Türkiye bu kez Pentagon entrika planlamadan hareketlendi

Ancak Türkiye bu defa vakit kaybetmedi. Trump’ın bir kez daha fikir değiştirmesine ya da Pentagon’un karanlık koridorlarında, “Barış Pınarı’nın kesilmesine” neden olacak bir entrika planlanmadan harekete geçti. “Fırat Kalkanı” ve “Zeytin Dalı” harekatlarında olduğu gibi terör örgütünün, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ağır kayıplar verdireceğini umanları bir kez daha hayal kırıklığı bekliyordu. Yalnızca beş gün içinde TSK ve Suriye Milli Ordusu Rasulayn’dan Tel Abyad’a kadar olan 120 kilometrelik hattaki yerleşim birimlerinde büyük bir hızla kontrolü sağladığı gibi, Halep’ten Kamışlı’ya giden M4 otoyoluna da zorlanmadan ulaşarak stratejik önemi haiz hattı tuttu.

İşte Türkiye’nin sahada hakimiyeti bu şekilde önü alınamaz bir hızla tesis etmesi, birtakım soruları da beraberinde getirdi:

Bir NATO ordusunun iyi bir planlama ile bu kadar hızlı bir şekilde Suriye’deki haritayı ve dengeleri değiştirme kabiliyeti neden daha önce kullanılmadı? ABD, DEAŞ’a karşı TSK yerine neden terör örgütü PKK/YPG ile partner olmayı tercih etti? Ya da daha geriye gidersek; 2001’de Afganistan’ı, 2003 yılında Irak’ı işgal eden ABD nasıl olup da bunca yıldır bu ülkelerde istikrarı temin edemedi?

İstikrarı sağlayamamak bir yana, Irak daha geçtiğimiz eylül ayında neredeyse bölünmeyle sonuçlanacak yeni bir kaosa sürüklenirken, Afganistan’da Taliban her an merkezi hükümeti devirmenin eşiğinde ve ABD ile çekilme şartları üzerine müzakereler yürütüyor. Türkiye’nin Barış Pınarı Harekatı'nın ABD’deki siyaset ve bürokrasi çevrelerinde oluşturduğu şok dalgalarını yakından incelediğimizde Washington’daki müesses nizamın Orta Doğu ya da Güney Asya coğrafyasında barış arayışında değil, tamamen istikrarsızlık peşinde olduğunu görüyoruz. Suriye’deki gelişmeleri ABD başkanı adına takip eden Cumhuriyetçi Senatör Lindsay Graham ile 2018 yılı sonuna kadar “DEAŞ ile Mücadele Koalisyonunun” sözcülüğünü yürüten Brett McGurk’un bu konuda verdikleri tepkileri incelemek fikir verecektir.

2015 yılında ABD Kongresi’nde dönemin Savunma Bakanı Ashton Carter’ı Amerikan ordusunun PKK/YPG’yi silahlandırması nedeniyle deyim yerindeyse “haşlayan” Lindsay Graham, Barış Pınarı Harekatı’nın başlamasıyla birlikte ise terör örgütünün avukatlığına soyundu. Graham, Kongre’de Türkiye’yi hedef alacak ağır bir yaptırım tasarısı için Demokratlarla iş birliğine giderken, harekatı durdurmak için devreye giren çevrelerin de sözcüsü haline geldi. 14 Ekim’de Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ABD Başkanı Trump arasında gerçekleşen telefon görüşmesine dair devlet ciddiyeti çerçevesinde gizli kalması gereken bilgileri de sosyal medya platformu Twitter’da ifşa etmekten çekinmedi. Senatör Graham, Twitter mesajlarında TSK’nın Ayn el-Arab’a yönelik ilerleyişinin durdurulması için tehditkar bir dil kullanırken, bunun aksi yönde bir adım atılmasının Türkiye-ABD ilişkilerini tamamen yerle bir edeceğini söyledi.

- "21. yüzyılın Lawrenceları"

Barış Pınarı Harekatı’na karşı çıkan, Türkiye kamuoyunun yakından tanıdığı bir diğer isim ise Brett McGurk. McGurk, harekatın başladığı ilk andan itibaren ülkesinin PKK/YPG’ye ihanet ettiğini ifade etmekten çekinmediği gibi, uzun yıllardır, Irak’ın ve Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt devleti kurulması için Washington’da yatırım yapan çevrelerin de sözcüsü haline geldi. Terör örgütü PKK’nın Suriye’de dallanıp budaklanan uzantısını Türkiye’den korumak uğruna istifa etmeyi göze alan McGurk, Orta Doğu haritasını şekillendirme hevesindeki 21. yüzyılın Arabistanlı Lawrence’ı, İngiliz istihbaratının “medar-ı iftiharı” Gertrude Bell’in mirasçısıdır. McGurk bu alanda yalnız da değil ayrıca.

Bölgeye bırakılan bu saatli bombanın nasıl işlediğini anlamak için önce 2014 yılına gidelim. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasının 100. yıldönümü vesilesiyle Marmara Üniversitesi’nin eğitim-öğretim yılının açılışında yaptığı konuşmada 21. yüzyılın Lawrencelarını şu şekilde tarif ediyordu:

“100 yıl önce egemen güçlerden çil çil altın alarak şuursuzca Osmanlı’ya isyan edenler, bu coğrafyaya en büyük ihaneti yapanlar vardır. Bunlar bugün de var. Yüzyıl önce Arap çöllerinde Osmanlı’yı yıkmak için ajanlar vardı, bugün de var. Lawrence, Arap görünümlü bir İngilizdi. Şu anda ajanlar bir hain olarak kendi halkları içinden çıkabiliyor. Din adamı, hizmet eri görünümünde, gazeteci görünümünde yeni Lawrenceların bölgeyi ateşe atmak için çabaladığını görüyoruz. Gerek yakın coğrafyada gerek Türkiye’de ‘hizmet’ diyerek, ‘basın özgürlüğü’ diyerek, ‘bağımsızlık savaşı’ ya da ‘cihat’ diyerek Sykes-Picot anlaşmalarının gereğini yapanlar maalesef var.”

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tarif ettiği bu kişiler İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ertesinde Irak, İran, Suriye ve Türkiye’deki Kürtler arasında milliyetçilik akımlarını yeniden canlandırmak için harekete geçmiş, 21. yüzyılın hemen başında, Irak’ın ABD tarafından işgalinden faydalanarak hedeflerine biraz daha yaklaşma fırsatı bulmuşlardı. PKK/YPG’ye operasyon düzenlenmesine karşı çıkan McGurk, Bolton, Mattis, Pence, Graham, Biden gibi isimlerin ilham kaynakları akademisyen David L. Phillips ve eski diplomat Peter W. Galbraith’dı. Halen Columbia Üniversitesi’nde “Barışın Tesisi ve İnsan Hakları Programı” Direktörü olarak görev yapan Phillips, 2007 yılından bu yana Irak ve Suriye topraklarının parçalanarak bir Kürt devleti tesis edilmesi ve bunun PKK/YPG eliyle yapılması konusunda aktif olarak çaba harcamış bir isim.

Bugün adı kamuoyunda pek yer almasa da, Phillips’in 2017 yılında yayımlanan “The Kurdish Spring: A New Map of the Middle East” (Kürt Baharı: Ortadoğu’nun Yeni Haritası) ve 2018 yılında yayımlanan “The Great Betrayal: How America Abandoned the Kurds and Lost the Middle East” (Büyük İhanet: Amerika Kürtleri Nasıl Terk Etti ve Ortadoğu’yu Kaybetti) adlı kitapları kendisinin Mezopotamya bölgesinde İsrail’e müttefik bir devlet kurmak isteyenlerle yolunun nasıl birleştiğini ortaya koyuyor. Phillips’in “Büyük İhanet” adını taşıyan kitabı ilginç bir öngörü gibi görünse de 2017 yılında Irak’ın kuzeyindeki Kürt Bölgesel Yönetimi tarafından düzenlenen bağımsızlık referandumunun sonucuna rağmen ABD yönetiminin Bağdat, Türkiye ve İran’a karşı Barzani’yi korumamasına duyduğu tepkiyi konu ediyor. Trump’ı, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin bağımsızlığına destek vermediği ve Kerkük’ün Bağdat’taki merkezi yönetimin eline geçmesine izin verdiği için Kürtlere ihanet etmekle suçlayan çevrelerin bugün Barış Pınarı Harekatı’nda da sahnede olması tesadüf değil.

Phillips’e ayırdığımız satırlara son vermeden önce 2017 yılında, Irak’ın kuzeyinde kurulacak bir Kürt devletinin, Suriye’nin kuzeyinde PKK/YPG tarafından oluşturulan sözde kantonlarla gevşek bir federasyon yapısında bağlantı tesis ederek “mutlaka Akdeniz kıyılarına ulaşması” gerektiğini vurguladığını da hatırlatalım.

- Sorunun kaynağı bölgeye yerleşen yabancı güçler

Türkiye’nin 2016 yılının Ağustos ayında Fırat Kalkanı, 2018 yılının Ocak ayında ise Zeytin Dalı harekatları ile akamete uğrattığı bu sözde kantonlardan oluşan terör koridorunun Akdeniz’e ulaşması halinde kim ya da kimlerin çıkarlarına hizmet edeceğini anlamak için bugün Doğu Akdeniz ve Kıbrıs adası çevresinde yaşanan enerji mücadelesine bakmak yeterli olacaktır. Washington’da PKK/YPG terör örgütünün savunuculuğunu üstlenenlerin diğer ilham kaynağı Peter W. Galbraith de terör örgütüyle uzun geçmişi olan bir diplomat. Diplomasi kariyerinin en çarpıcı faaliyetlerinden biri, 1999 yılında kaçışı Kenya’da noktalanacak olan terörist başı Abdullah Öcalan ile Roma’da buluşma girişimi oldu. Galbraith’e bu buluşma teşebbüsünde Türkiye’nin de yakından tanıdığı bir isim eşlik ediyordu: ABD Merkezi Haberalma Teşkilatı CIA’nın Milli Haberalma Konseyi başkan yardımcılığına kadar yükselecek olan Graham Fuller. FETÖ elebaşı Gülen’in ABD’ye yaptığı Yeşil Kart başvurusundaki tavsiye mektubunu da imzalamış olan Fuller hakkında 15 Temmuz darbe girişimine katılma şüphesiyle yakalama emri çıkartılmıştı.

Tüm bu ilginç ilişkiler ağının ortasında gezinen Galbraith’in de Phillips gibi, Irak devletinin ortadan kalkması özlemini dışa vurduğu bir kitabı var. 2006 yılında yayımlanan “The End of Iraq” (Irak’ın Sonu) adlı eserinde Galbraith, Kürtleri henüz o tarihte “Batı yanlısı bir güç” olarak etiketlerken, Litvanyalılar, Hırvatlar ve Filistinlilerle mukayese ederek, bağımsızlığa mutlak şekilde hakları olduğunu ve Irak için en iyisinin Şiiler ve Kürtlerin en kısa sürede kendi devletlerini kurarak ayrılmaları gerektiğini vurguluyor. İşte bugün Ankara’ya ulaşmaları beklenen ABD Başkan Yardımcısı Pence, Dışişleri Bakanı Pompeo ve Ulusal Güvenlik Danışmanı O’Brien, tam da böyle bir mirasın temsilcisi olarak müzakereye geliyorlar.

Türkiye’nin sürdürdüğü Barış Pınarı Harekatı’nın geleceğini değerlendirirken, sorunun kaynağının bölgeye dönem dönem bir şekilde yerleşme fırsatı bulan yabancı güçler olduğunu göz ardı etmemek lazım. Birinci Körfez Savaşı’nın hemen ardından Irak’ın kuzeyinden Türkiye sınırına doğru yaşanan Kürt göçü bu konuda nice dersler barındırıyor. 1991 yılının Mayıs ayında Türkiye üzerinden Irak’ın kuzeyine sokulan 600 kişilik Amerikan özel kuvveti Task Force Alpha’nın orada kaldığı 2-3 aylık süre boyunca ne tür faaliyetlerde bulunduğu bugün dahi gizemini koruyor. O günlerde olayların içerisinde yer alanlar, bu Amerikan özel görev kuvvetinin bünyesinde ebeveyni uzun yıllar önce ABD’ye göç etmiş Kürt kökenli Amerikan askerlerinin ve çok iyi derecede Arapça ve Kürtçe bilen uzmanların bulunduğunu anımsıyorlar. Kısa sürede kademeli olarak Irak’ın kuzeyini boşaltan bu gücün içerisinde askerler dışında kimlerin olduğu, bölgeye denetimsiz bir şekilde neler taşıdıkları, o süre boyunca kimlere ne gibi eğitimler verdikleri bugün de tam olarak bilinemiyor.

Türkiye’nin Barış Pınarı Harekatı bugün yalnızca güncel tehditlere karşı değil, yakın ve uzak tarihten edinilmiş tüm bu tecrübelere karşı harekete geçirilmiş, İran Körfezi’nden Girit’e, Kızıldeniz’den Karadeniz’e kadar uzanan coğrafyayı kapsayan bir reaksiyondur.

[Ankara’da ikamet eden gazeteci Mehmet A. Kancı Türk dış politikası üzerine analizler kaleme almaktadır]
Kaynak: AA