'İyi roman okuyucusunu cahil yerine koymaz'
Yazar Osman Çeviksoy, iyi bir romanın taşıması gereken özellikleri anlatarak, "İyi roman, okuyucularını cahil yerine koymaz. Kişi, yer ve zaman titizlikle seçilmiş ve sınırlandırılmış olmalıdır." dedi.
AA muhabirinin sorularını cevaplayan Yazar Osman Çeviksoy, iyi bir romanın yazılması için gerekli şartlara değinerek, mevcut eğitim sisteminin yazar, şair, sanatçı ve mütefekkir yetiştirecek düzeyde olmadığını söyledi.
Türk romancılığının gidişatı hakkında olumlu düşünemediğini belirten Çeviksoy, 'Türk romanının, popülerleştiğini ve gün geçtikçe de meta haline getirildiğini görüyorum. Durum böyle olunca biz tavrımızı kalıcı ve güzel olandan yana koymalıyız.' diye konuştu.
Çeviksoy, kaliteli romanda aranması gereken vasıfları dile getirerek, sözlerini şöyle sürdürdü:
'İyi bir romanın öncelikli özelliği dildir. İyi bir roman yazarı, yazdığı dili ve bu dilin kültürünü, bütün incelik ve imkanlarıyla bilmek zorundadır. Çevirmene bu da yetmez. İki dili ve kültürü bu seviyede bilmelidir. Etkili, güzel, külfetsiz bir dille yazılmış ya da çevrilmiş romanlar, okuyucuyu yormaz, bıktırmaz ve her satırını okutur. İyi roman, insanı diğer canlılarda da bulunan özellikleriyle değil, insanı diğer canlılardan farklı kılan, üstün kılan özellikleriyle ele alıp işleyen romandır. İyi roman, okuyucularını cahil, anlayamaz, düşünemez, aklını kullanamaz yerine koyup seviye kaybettirici değil, duygu, düşünce ve hayal dünyalarını zenginleştirici, okuyucularına seviye kazandırıcı olmalıdır. Elbette kurgu yönüyle de kusursuz olmalıdır. Kişi, yer ve zaman uyumlu olmalı, başlangıçtan sonuca doğru okuyucu ilgisi, merakı, gerilimi gözetilerek canlı bir akış sağlanmalıdır. Kısaca romancı, insana özgü yönleriyle yakalayıp insanı yazmalıdır.'
Çeviksoy, yetenek merkezli bir eğitim sistemine geçilemediğini ifade etti.
'Mesajın ille de cümlelere dökülebilir olması şart değildir'
Çeviksoy, yazdığı roman ve hikayelerinde okuyucuya vermek istediği mesajın içeriğine ilişkin bilgi vererek, 'Mesajı olmayan bir edebi eser olabileceğine inanmıyorum. Her eserin ille de bir mesajı olmalı, vardır da… Ancak mesaj deyince akla slogan, vaaz, nasihat gelmemeli. Bunlar yer, zaman, ihtiyaç ve isteklilik gözetilmeden verildiğinde alınmayan, alınmadığı gibi olumsuz tepkilere de sebep olan şeylerdir.' değerlendirmesinde bulundu.
Edebi metinlerle verilen mesajların etkili, kalıcı ve önemli olduğunu aktaran Çeviksoy, şöyle devam etti:
'Yazar, hikaye ve romanlarına mesajını öyle ustalıkla yerleştirmeli ki okuyucu bunu kendisi hissetmeli, bulmalı ve almalı. Mesajın ille de cümlelere dökülebilir olması şart değildir, cümlelerle ifade edilmesi bir anlamda okuyucuya saygısızlıktır. Yerine göre konu seçimi bir mesajdır. Konuyu işlerken yazarın durduğu yer, bakış açısı, kişilerin isimleri, kullandığı dil, hatta seçilen zaman dilimi ve mekan birer mesajdır. Bir yazar, özellikle hikayelerinde cümle kalıplarına dökerek yazdıklarıyla mesaj verebildiği gibi yazmayıp satır aralarına sakladıklarıyla da mesaj verebilir. Ben, bu ölçüler içinde kalarak bir milletin, bir inancın, bir medeniyetin ve insanlık aleminin bir mensubu olarak iyi, doğru, güzel, faydalı olduğuma inandıklarımı, okuyucularımla paylaşmaya çalışıyorum. İhaneti anlatırken sadakatin, nefreti anlatırken sevginin, izbelikleri anlatırken gül bahçelerinin güzelliğini hissettirmeye çalışıyorum ve yazarken sürekli aşktan, sevgiden yana oluyorum.'
'Gençlerin çoğu yokluğu bilmiyor'
Ankara'da yaşayan bir yazar olarak, İstanbul'un kültür-sanat, edebiyat yönlerinden Türkiye'nin göz bebeği olduğunu vurgulayan Çeviksoy, 'Büyük yayınevleri İstanbul'dadır. Büyük kitap fuarları, sürekli ve büyük kültürel faaliyetler orada düzenlenir. Ulusal boyutlu yayın organlarının çoğu da oradadır. Bütün bunlar orada yaşayan yazarlara belli avantajlar sağlıyor olabilir fakat Ankara da başkentimizdir.' ifadelerini kullandı.
Çeviksoy, Ankara'nın da bilim, sanat-kültür faaliyetleri yönüyle İstanbul'dan geri kalmadığını, bir yazarın yazmak için belli mekanlara ve belli şehirlere ihtiyaç duymayacağını, her yerde yazabileceğini dile getirdi.
Aşkın ve yokluğun romanı 'Bebiha' isimli romanını yazma nedenlerini anlatan Çeviksoy, 'Bebiha'yı yazdıran en önemli sebep, çocukluktan gençliğe doğru yürüyen zamanımızın kız ve erkek öğrencilerdir. 35 yıl öğretmenlikten sonra emekli olan bir eğitimci olarak, bir baba ve dede olarak gördüm ki gençlerden çoğu yokluğun, yoksulluğun ne anlama geldiğini bilmiyorlardı. Paranın nasıl kazanıldığını, nasıl harcanması gerektiğini, zor şartlarla mücadele etmeyi, tahammül göstermeyi bilmiyorlardı. Belki en önemlisi aşk kelimesinin taşıdığı anlamı ya bilmiyorlar ya da yanlış biliyorlardı. Parayı, zamanı, saygıyı, sevgiyi, azmi, mutluluğu her şeyi sürekli tüketiyorlardı. Bebiha, bu tespitlerin verdiği rahatsızlıkla yazıldı.' diye konuştu.
Çeviksoy, şiir ve roman mukayesesinde, her iki türün de büyük bir öneme sahip olduğuna dikkati çekerek, şunları kaydetti:
'Yazmaya şiirle başladım ve öğretmenliğimin ikinci yılına kadar şiir yazdım. Hatta 1968'de Babıalide Sabah gazetesinde bir şiirim yayınlanmıştı. Bunu unutmuyorum çünkü çok sevinmiştim. O yaz çocuk çizmesi üreten bir lastik fabrikasında çalışıyordum. Sevincimi fabrikada çalışan büyüklerimle paylaşmak istedim, gazeteyi gösterdim, kimse ilgilenmedi. İçlerinden biri 'aferin' deseydi şiire devam eder miydim, bilmiyorum ancak şiirin nesirden daha ince, daha yüce, daha zor olduğunu biliyorum. Şiir yazmanın, roman, hikaye yazmaktan daha çetin olduğunu biliyorum. Bir anlamda kolay olanı seçip yazmaya nesirle devam ettim. Yazı hayatına şiirle başlamış olmayı ise dili rahat ve ekonomik kullanma yönünden şansım olarak görüyorum.'
Türk romancılığının gidişatı hakkında olumlu düşünemediğini belirten Çeviksoy, 'Türk romanının, popülerleştiğini ve gün geçtikçe de meta haline getirildiğini görüyorum. Durum böyle olunca biz tavrımızı kalıcı ve güzel olandan yana koymalıyız.' diye konuştu.
Çeviksoy, kaliteli romanda aranması gereken vasıfları dile getirerek, sözlerini şöyle sürdürdü:
'İyi bir romanın öncelikli özelliği dildir. İyi bir roman yazarı, yazdığı dili ve bu dilin kültürünü, bütün incelik ve imkanlarıyla bilmek zorundadır. Çevirmene bu da yetmez. İki dili ve kültürü bu seviyede bilmelidir. Etkili, güzel, külfetsiz bir dille yazılmış ya da çevrilmiş romanlar, okuyucuyu yormaz, bıktırmaz ve her satırını okutur. İyi roman, insanı diğer canlılarda da bulunan özellikleriyle değil, insanı diğer canlılardan farklı kılan, üstün kılan özellikleriyle ele alıp işleyen romandır. İyi roman, okuyucularını cahil, anlayamaz, düşünemez, aklını kullanamaz yerine koyup seviye kaybettirici değil, duygu, düşünce ve hayal dünyalarını zenginleştirici, okuyucularına seviye kazandırıcı olmalıdır. Elbette kurgu yönüyle de kusursuz olmalıdır. Kişi, yer ve zaman uyumlu olmalı, başlangıçtan sonuca doğru okuyucu ilgisi, merakı, gerilimi gözetilerek canlı bir akış sağlanmalıdır. Kısaca romancı, insana özgü yönleriyle yakalayıp insanı yazmalıdır.'
Çeviksoy, yetenek merkezli bir eğitim sistemine geçilemediğini ifade etti.
'Mesajın ille de cümlelere dökülebilir olması şart değildir'
Çeviksoy, yazdığı roman ve hikayelerinde okuyucuya vermek istediği mesajın içeriğine ilişkin bilgi vererek, 'Mesajı olmayan bir edebi eser olabileceğine inanmıyorum. Her eserin ille de bir mesajı olmalı, vardır da… Ancak mesaj deyince akla slogan, vaaz, nasihat gelmemeli. Bunlar yer, zaman, ihtiyaç ve isteklilik gözetilmeden verildiğinde alınmayan, alınmadığı gibi olumsuz tepkilere de sebep olan şeylerdir.' değerlendirmesinde bulundu.
Edebi metinlerle verilen mesajların etkili, kalıcı ve önemli olduğunu aktaran Çeviksoy, şöyle devam etti:
'Yazar, hikaye ve romanlarına mesajını öyle ustalıkla yerleştirmeli ki okuyucu bunu kendisi hissetmeli, bulmalı ve almalı. Mesajın ille de cümlelere dökülebilir olması şart değildir, cümlelerle ifade edilmesi bir anlamda okuyucuya saygısızlıktır. Yerine göre konu seçimi bir mesajdır. Konuyu işlerken yazarın durduğu yer, bakış açısı, kişilerin isimleri, kullandığı dil, hatta seçilen zaman dilimi ve mekan birer mesajdır. Bir yazar, özellikle hikayelerinde cümle kalıplarına dökerek yazdıklarıyla mesaj verebildiği gibi yazmayıp satır aralarına sakladıklarıyla da mesaj verebilir. Ben, bu ölçüler içinde kalarak bir milletin, bir inancın, bir medeniyetin ve insanlık aleminin bir mensubu olarak iyi, doğru, güzel, faydalı olduğuma inandıklarımı, okuyucularımla paylaşmaya çalışıyorum. İhaneti anlatırken sadakatin, nefreti anlatırken sevginin, izbelikleri anlatırken gül bahçelerinin güzelliğini hissettirmeye çalışıyorum ve yazarken sürekli aşktan, sevgiden yana oluyorum.'
'Gençlerin çoğu yokluğu bilmiyor'
Ankara'da yaşayan bir yazar olarak, İstanbul'un kültür-sanat, edebiyat yönlerinden Türkiye'nin göz bebeği olduğunu vurgulayan Çeviksoy, 'Büyük yayınevleri İstanbul'dadır. Büyük kitap fuarları, sürekli ve büyük kültürel faaliyetler orada düzenlenir. Ulusal boyutlu yayın organlarının çoğu da oradadır. Bütün bunlar orada yaşayan yazarlara belli avantajlar sağlıyor olabilir fakat Ankara da başkentimizdir.' ifadelerini kullandı.
Çeviksoy, Ankara'nın da bilim, sanat-kültür faaliyetleri yönüyle İstanbul'dan geri kalmadığını, bir yazarın yazmak için belli mekanlara ve belli şehirlere ihtiyaç duymayacağını, her yerde yazabileceğini dile getirdi.
Aşkın ve yokluğun romanı 'Bebiha' isimli romanını yazma nedenlerini anlatan Çeviksoy, 'Bebiha'yı yazdıran en önemli sebep, çocukluktan gençliğe doğru yürüyen zamanımızın kız ve erkek öğrencilerdir. 35 yıl öğretmenlikten sonra emekli olan bir eğitimci olarak, bir baba ve dede olarak gördüm ki gençlerden çoğu yokluğun, yoksulluğun ne anlama geldiğini bilmiyorlardı. Paranın nasıl kazanıldığını, nasıl harcanması gerektiğini, zor şartlarla mücadele etmeyi, tahammül göstermeyi bilmiyorlardı. Belki en önemlisi aşk kelimesinin taşıdığı anlamı ya bilmiyorlar ya da yanlış biliyorlardı. Parayı, zamanı, saygıyı, sevgiyi, azmi, mutluluğu her şeyi sürekli tüketiyorlardı. Bebiha, bu tespitlerin verdiği rahatsızlıkla yazıldı.' diye konuştu.
Çeviksoy, şiir ve roman mukayesesinde, her iki türün de büyük bir öneme sahip olduğuna dikkati çekerek, şunları kaydetti:
'Yazmaya şiirle başladım ve öğretmenliğimin ikinci yılına kadar şiir yazdım. Hatta 1968'de Babıalide Sabah gazetesinde bir şiirim yayınlanmıştı. Bunu unutmuyorum çünkü çok sevinmiştim. O yaz çocuk çizmesi üreten bir lastik fabrikasında çalışıyordum. Sevincimi fabrikada çalışan büyüklerimle paylaşmak istedim, gazeteyi gösterdim, kimse ilgilenmedi. İçlerinden biri 'aferin' deseydi şiire devam eder miydim, bilmiyorum ancak şiirin nesirden daha ince, daha yüce, daha zor olduğunu biliyorum. Şiir yazmanın, roman, hikaye yazmaktan daha çetin olduğunu biliyorum. Bir anlamda kolay olanı seçip yazmaya nesirle devam ettim. Yazı hayatına şiirle başlamış olmayı ise dili rahat ve ekonomik kullanma yönünden şansım olarak görüyorum.'