Türk Sinema Ve Televizyonunda Aile Sempozyumu Sona Erdi
8. Malatya Uluslararası Film Festivali kapsamında iki gün süren "Türk Sinema ve Televizyonunda Aile" konulu sempozyum sona erdi.
Sempozyumun ikinci gününde ilk oturumun başkanlığını Malatya Film Platformu Danışmanı Sermin Çakmak Afşin üstlendi. ‘Dünya Sinemasında Aile’ konulu oturumda Yunanistan ve İran sinemasına değinen Öğretim Üyesi Dr. Mesut Aytekin, “Aile, hem bireylerin kendi kimliğini bulması hem de bireylerin kimliklerini bulduktan sonra topluma adapte olması ve sistemin devamını sağlaması açısından en küçük birim” dedi.
Yunan sinemasında ekonomik krize, İran sinemasında ise Şah dönemi ile İslam devriminden sinemanın nasıl etkilendiğine değinen Aytekin, “Sinema zaten toplumu anlattığı için aileyi çok sık dile getiriyor. Biz Yunan sinemasında, İran sinemasında ve özellikle kendi sinemamızda aileyi görüyoruz ama her ülkenin aile yapısı farklı ve filmlerde aile teması farklı işleniyor" dedi.
Öğretim Üyesi Dr. Erkan Büker ise, ‘Hollywood’ başlıklı konuşmasında, Amerikan sinemasının nasıl çalıştığına değindi. Amerikan film endüstrisinin 300 milyar dolarlık bir piyasadan beslendiğini ve 40 milyar dolar gişe geliri, 200 milyar dolar da televizyon ve reklamcılığa para harcandığının altını çizen Büker, eğlence sektörü tüm dünyada ortalama yüzde 4 büyürken Amerika’da yüzde 3 küçüldüğünü dile getirdi. Amerika’yı ülke olarak Çin’in takip ettiğini dile getiren Büker, Çin’in ise yakında gişe olarak da Amerika’yı geçeceğini ifade etti.
Hollywood’da çok büyük 10 şirket olduğunun altını çizen Büker, en çok gişe yapan filmlerin ise fantastik ve reel dünyadan bahsetmeyen filmler olduğunu ifade etti.
Büker, Amerikan sinemasının çalışma prensibini ise şöyle özetledi:
“Algı yönetimi, binlerce yıldır kullanılan propaganda tekniklerinin bir çeşidi. Algı yönetimini politikacılar, reklamcılar, medya konusunda çalışan herkes kullanıyor. Beynimizin iki tarafı var sol tarafı düzenli matematiksel işlemler yapıyor, sağ taraf ise sanatla ilgileniyor. Algı yöneticileri için olan kısım sağ taraf. Çünkü duygularla ilgili olan taraf. Çünkü biz duygularımızı uzun süre hatırlıyoruz. Sinemanın gücü 1940’larda keşfediliyor. Amerikan başkanı İkinci Dünya Savaşı’na girmek için kamuoyu iknasında sinemayı kullanıyor. Halk savaşa girmek istemiyordu ve kamuoyunu ikna etmek için bir film üretiliyor. Bu film Casablanca. Bu film, Amerikalıların, Almanların ne kadar kötü, şiddet yanlısı insanlar olduğunu düşünmelerini sağlıyor. Halk bu filmleri izledikçe fikirleri değişiyor ve savaşa halk karar vermiş oluyor. ‘Karaşahin’in Düşüşü’ filminde Amerikan ordusunun en büyük başarısızlıklarından birini halka bir kahramanlık olarak sunmuşlardır. Bu filmde verilen mesaj Amerikan askerinin hiçbirinin geride bırakılmayacağı mesajıdır. Burada yabancı topraklarda Amerikan ordusunun neden orada olduğu hiç sorgulanmaz, kahramanlıkları ön plana çıkartılır.”
“20. yüzyılda Kore sineması adeta bir laboratuvar gibi”
Kore filmlerini ele alan Rıza Oylum ise ülke sinemalarından bahsetti. 20. yüzyılda Kore’nin adeta bir laboratuvar gibi olduğunu dile getiren Oylum, tüm olumsuz durumları yaşamış bir coğrafya olduğunu belirtti.
Kore’nin iç savaş, darbe, vahşi kapitalizm, aynı zamanda yabancı ülkelerin güdümüne maruz bırakılmış bir ülke olduğunu dile getiren Oylum, bunun sonucu dağılmış aileler, yalnızlaşma ve yabancılaşma, makineleşmiş ve şiddete yönelmiş bir toplum haline dönüştüklerini ifade etti.
Özellikle Güney Kore sinemasının yapılan yatırımlarla festivallerde ses getiren bir hal aldığını ifade eden Rıza Oylum, Amerikan sinemasıyla Kore sinemasının farkının Kore sinemasının hem kendi coğrafyasının fotoğrafını çektiğini hem de vahşi kapitalizmin getirdiği tahribatın fotoğrafını çektiğini dile getirdi.
“Kaybettiğimiz geniş aileyi Hint sinemasında izliyoruz”
Bollywood’u ele alan Ayşe Yılmaz da, aile kavramı denildiğinde en önemli şeyin insanlaşma olduğunu dile getirerek, “Aile ateşin yandığı yer anlamına geliyor” dedi.
Ailenin toplumun yansıtıcısı olduğunu ifade eden Yılmaz, aile içinde kız ve erkek çocuk algısının farklılaştığını, kadının ise aile içinde toparlayıcı görevi üstlendiğini söyledi.
Erkeğin ailede dış görevleri üstlendiğini belirten Yılmaz, "Hindistan’daki aile yapısını anlamak için çekirdek ve geniş aileye değinmek gerekiyor. Geniş aile, birleşik aile ve kardeş bağına dayalı aile anlamına geliyor Hindistan’da. Hindistan’daki geniş aile de film şirketlerinin aile şirketi olmasını beraberinde getiriyor. Sanayileşmeyle beraber Hindistan’da çekirdek aileye de rastlamaya başlıyoruz. Evlenme genelde aile isteğiyle oluyor. Yeni dönemde aşk evlilikleri de ortaya çıkmış durumda. Anne ve çocuk arasında sıkı bir bağ vardır. Baba ise bir otorite figürüdür" diye konuştu.
Sempozyumun ikinci oturumunda ise ‘Yeni Türkiye, Yeni Sinema, Yeni Aile’ konusu ele alındı. Sinan Sertel’in oturum başkanlığı yaptığı programda ilk sözü ‘Gelenek ve Modernizm Çerçevesinde Sinemanın Değişen Aile Etkileri’ başlıklı konuşmasıyla Prof. Dr. Peyami Çelikcan aldı. Sinemayla 19. yüzyıl sonunda tanışan Osmanlı’nın sancılı gelişim sürecinden bahseden Çelikcan, Cumhuriyet dönemine geçişle birlikte hızlı modernleşen toplumda aile kavramındaki değişimin sinemaya yansıdığının altını çizdi.
Oturumun diğer bir konuşmacısı sinema yazarı Sadi Çilingir ise ‘Festival Filmlerinde Aile’yi değerlendirdi. Film festivallerinde aile filmlerine çok rastlanılmadığını dile getiren Çilingir, Malatya Uluslararası Film Festivali’nin aile temasına yer vermesiyle Türk sinemasında aile filmleri üretiminin çoğalmasını temenni etti.
Oturumun devamında ‘Komedi Filmlerinde Aile’ başlıklı konuşmasıyla oyuncu Mehmet Usta sözü devraldı. Usta, “Televizyon dizilerinde artık aile hikayeleri anlatılmıyor. Biz aileden konuşurken nostaljik bir şeyden bahsediyor gibi konuşuyorsak burada ciddi bir sorun vardır” diye konuştu.
Oturumun son konuşmasını ise ‘Yeni Medyada Aile’ konusuyla sinema yazarı Burak Göral yaptı. Göral, çocukların sinemayla ilişkilerinin değiştiğine, etraflarında çok fazla ekran olduğuna ve ebeveynlerin çocukların erişeceği içerikleri kontrol altında tutması konularına değindi.
Günün ve sempozyumun son oturumunun başkanlığını ise Doç. Dr. Gülbuğ Erol üstelendi. “Oyun mu Oynuyoruz” başlıklı oturumda ilk söz oyuncu Emre Kızılırmak’ındı. Kızılırmak, “Genç Ekranda Yaşlanmadan Önce” konulu konuşmasında, “Rol aldığım işlerde baba figürünü çok kez canlandırdım. Hepsi severek oynadığım rollerdi. Oyuncu olarak kötü bir karakteri canlandırabilirim ancak kötü olmasının bir nedeni olmalı” dedi.
Son olarak söz alan oyuncu Gökhan Mumcu, “Beyaz Camın İçinden” temalı konuşmasını gerçekleştirdi. Mumcu, dizi reytingleri üzerine şunları söyledi:
“Dizilerde gördüğümüz karakterler seyircilerin eseri. O karakterler izleniyor, reyting alıyor ve daha fazlası üretiliyor. Yozlaşmış karakterleri de seyirci izlediği sürece ve bu diziler reyting aldığı sürece üretilmeye devam edecek. Kaliteli işler üretiliyor ancak izlenmiyor, reyting almıyor.”
Kaynak: İHA
Yunan sinemasında ekonomik krize, İran sinemasında ise Şah dönemi ile İslam devriminden sinemanın nasıl etkilendiğine değinen Aytekin, “Sinema zaten toplumu anlattığı için aileyi çok sık dile getiriyor. Biz Yunan sinemasında, İran sinemasında ve özellikle kendi sinemamızda aileyi görüyoruz ama her ülkenin aile yapısı farklı ve filmlerde aile teması farklı işleniyor" dedi.
Öğretim Üyesi Dr. Erkan Büker ise, ‘Hollywood’ başlıklı konuşmasında, Amerikan sinemasının nasıl çalıştığına değindi. Amerikan film endüstrisinin 300 milyar dolarlık bir piyasadan beslendiğini ve 40 milyar dolar gişe geliri, 200 milyar dolar da televizyon ve reklamcılığa para harcandığının altını çizen Büker, eğlence sektörü tüm dünyada ortalama yüzde 4 büyürken Amerika’da yüzde 3 küçüldüğünü dile getirdi. Amerika’yı ülke olarak Çin’in takip ettiğini dile getiren Büker, Çin’in ise yakında gişe olarak da Amerika’yı geçeceğini ifade etti.
Hollywood’da çok büyük 10 şirket olduğunun altını çizen Büker, en çok gişe yapan filmlerin ise fantastik ve reel dünyadan bahsetmeyen filmler olduğunu ifade etti.
Büker, Amerikan sinemasının çalışma prensibini ise şöyle özetledi:
“Algı yönetimi, binlerce yıldır kullanılan propaganda tekniklerinin bir çeşidi. Algı yönetimini politikacılar, reklamcılar, medya konusunda çalışan herkes kullanıyor. Beynimizin iki tarafı var sol tarafı düzenli matematiksel işlemler yapıyor, sağ taraf ise sanatla ilgileniyor. Algı yöneticileri için olan kısım sağ taraf. Çünkü duygularla ilgili olan taraf. Çünkü biz duygularımızı uzun süre hatırlıyoruz. Sinemanın gücü 1940’larda keşfediliyor. Amerikan başkanı İkinci Dünya Savaşı’na girmek için kamuoyu iknasında sinemayı kullanıyor. Halk savaşa girmek istemiyordu ve kamuoyunu ikna etmek için bir film üretiliyor. Bu film Casablanca. Bu film, Amerikalıların, Almanların ne kadar kötü, şiddet yanlısı insanlar olduğunu düşünmelerini sağlıyor. Halk bu filmleri izledikçe fikirleri değişiyor ve savaşa halk karar vermiş oluyor. ‘Karaşahin’in Düşüşü’ filminde Amerikan ordusunun en büyük başarısızlıklarından birini halka bir kahramanlık olarak sunmuşlardır. Bu filmde verilen mesaj Amerikan askerinin hiçbirinin geride bırakılmayacağı mesajıdır. Burada yabancı topraklarda Amerikan ordusunun neden orada olduğu hiç sorgulanmaz, kahramanlıkları ön plana çıkartılır.”
“20. yüzyılda Kore sineması adeta bir laboratuvar gibi”
Kore filmlerini ele alan Rıza Oylum ise ülke sinemalarından bahsetti. 20. yüzyılda Kore’nin adeta bir laboratuvar gibi olduğunu dile getiren Oylum, tüm olumsuz durumları yaşamış bir coğrafya olduğunu belirtti.
Kore’nin iç savaş, darbe, vahşi kapitalizm, aynı zamanda yabancı ülkelerin güdümüne maruz bırakılmış bir ülke olduğunu dile getiren Oylum, bunun sonucu dağılmış aileler, yalnızlaşma ve yabancılaşma, makineleşmiş ve şiddete yönelmiş bir toplum haline dönüştüklerini ifade etti.
Özellikle Güney Kore sinemasının yapılan yatırımlarla festivallerde ses getiren bir hal aldığını ifade eden Rıza Oylum, Amerikan sinemasıyla Kore sinemasının farkının Kore sinemasının hem kendi coğrafyasının fotoğrafını çektiğini hem de vahşi kapitalizmin getirdiği tahribatın fotoğrafını çektiğini dile getirdi.
“Kaybettiğimiz geniş aileyi Hint sinemasında izliyoruz”
Bollywood’u ele alan Ayşe Yılmaz da, aile kavramı denildiğinde en önemli şeyin insanlaşma olduğunu dile getirerek, “Aile ateşin yandığı yer anlamına geliyor” dedi.
Ailenin toplumun yansıtıcısı olduğunu ifade eden Yılmaz, aile içinde kız ve erkek çocuk algısının farklılaştığını, kadının ise aile içinde toparlayıcı görevi üstlendiğini söyledi.
Erkeğin ailede dış görevleri üstlendiğini belirten Yılmaz, "Hindistan’daki aile yapısını anlamak için çekirdek ve geniş aileye değinmek gerekiyor. Geniş aile, birleşik aile ve kardeş bağına dayalı aile anlamına geliyor Hindistan’da. Hindistan’daki geniş aile de film şirketlerinin aile şirketi olmasını beraberinde getiriyor. Sanayileşmeyle beraber Hindistan’da çekirdek aileye de rastlamaya başlıyoruz. Evlenme genelde aile isteğiyle oluyor. Yeni dönemde aşk evlilikleri de ortaya çıkmış durumda. Anne ve çocuk arasında sıkı bir bağ vardır. Baba ise bir otorite figürüdür" diye konuştu.
Sempozyumun ikinci oturumunda ise ‘Yeni Türkiye, Yeni Sinema, Yeni Aile’ konusu ele alındı. Sinan Sertel’in oturum başkanlığı yaptığı programda ilk sözü ‘Gelenek ve Modernizm Çerçevesinde Sinemanın Değişen Aile Etkileri’ başlıklı konuşmasıyla Prof. Dr. Peyami Çelikcan aldı. Sinemayla 19. yüzyıl sonunda tanışan Osmanlı’nın sancılı gelişim sürecinden bahseden Çelikcan, Cumhuriyet dönemine geçişle birlikte hızlı modernleşen toplumda aile kavramındaki değişimin sinemaya yansıdığının altını çizdi.
Oturumun diğer bir konuşmacısı sinema yazarı Sadi Çilingir ise ‘Festival Filmlerinde Aile’yi değerlendirdi. Film festivallerinde aile filmlerine çok rastlanılmadığını dile getiren Çilingir, Malatya Uluslararası Film Festivali’nin aile temasına yer vermesiyle Türk sinemasında aile filmleri üretiminin çoğalmasını temenni etti.
Oturumun devamında ‘Komedi Filmlerinde Aile’ başlıklı konuşmasıyla oyuncu Mehmet Usta sözü devraldı. Usta, “Televizyon dizilerinde artık aile hikayeleri anlatılmıyor. Biz aileden konuşurken nostaljik bir şeyden bahsediyor gibi konuşuyorsak burada ciddi bir sorun vardır” diye konuştu.
Oturumun son konuşmasını ise ‘Yeni Medyada Aile’ konusuyla sinema yazarı Burak Göral yaptı. Göral, çocukların sinemayla ilişkilerinin değiştiğine, etraflarında çok fazla ekran olduğuna ve ebeveynlerin çocukların erişeceği içerikleri kontrol altında tutması konularına değindi.
Günün ve sempozyumun son oturumunun başkanlığını ise Doç. Dr. Gülbuğ Erol üstelendi. “Oyun mu Oynuyoruz” başlıklı oturumda ilk söz oyuncu Emre Kızılırmak’ındı. Kızılırmak, “Genç Ekranda Yaşlanmadan Önce” konulu konuşmasında, “Rol aldığım işlerde baba figürünü çok kez canlandırdım. Hepsi severek oynadığım rollerdi. Oyuncu olarak kötü bir karakteri canlandırabilirim ancak kötü olmasının bir nedeni olmalı” dedi.
Son olarak söz alan oyuncu Gökhan Mumcu, “Beyaz Camın İçinden” temalı konuşmasını gerçekleştirdi. Mumcu, dizi reytingleri üzerine şunları söyledi:
“Dizilerde gördüğümüz karakterler seyircilerin eseri. O karakterler izleniyor, reyting alıyor ve daha fazlası üretiliyor. Yozlaşmış karakterleri de seyirci izlediği sürece ve bu diziler reyting aldığı sürece üretilmeye devam edecek. Kaliteli işler üretiliyor ancak izlenmiyor, reyting almıyor.”