GÖRÜŞ - İran'da Rejimin Seçim Hesapları

İran Cumhurbaşkanı Ruhani'nin 19 Mayıs'ta yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimine yönelik manipülasyon uyarısı ve kararlılık mesajları, reformcu kanadın seçimlere ilişkin taşıdığı kaygıların işareti Güvenlik konusunda birinci elden tecrübeye ve bilgiye sahip 'içeriden' biri olarak Ruhani, bir takım hareketleri görmüş ve İran güvenlik güçleri içindeki belli unsurların, seçimin neticesini manipüle etme niyeti taşıdığının farkına varmış olabilir İran cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki genel eğilim, İranlı seçmenlerin dini liderin mutlak otoritesini özellikle hedef aldığını gösteriyor. Seçimlerde halk desteğinin, müesses nizamdan, özellikle de dini liderden uzakta duran ve muhafazakâr olmayan adayların arkasında olduğu kolaylıkla görülebilir İktidardaki dini yetkililerin, din adamlığından gelmeyen iki cumhurbaşkanıyla geçmişte acı tecrübeleri oldu. Bu yüzden din adamlarının zihninde, kendi 'lonca'larının dışından gelen bir cumhurbaşkanına ne derece bel bağlanabileceği konusunda derin şüpheler oluşmuş bulunuyorHilenin olmadığı bir seçim ortamında muhafazakâr adayın öne geçemeyeceğinden oldukça emin görünen Ruhani, Musevi ve Kerrubi'nin 2009 seçimlerinde yaptığı gibi, herhangi bir hile girişimini sisteme pahalıya ödetebileceğini ima ediyor

İSTANBUL -TEŞGOM KEMAL- İran 19 Mayıs 2017’de yapılacak 12. cumhurbaşkanlığı seçimlerine hazırlanıyor. Seçim Kurulu üyelerinin toplantısında 25 Şubat’ta yaptığı konuşmada, Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani dinleyicilere şöyle bir ikazda bulundu: “Şu anki vaziyet itibarıyla, birileri çıkar da Anayasayı Koruyucular Konseyi’nin sorumlu olduğunu veya seçimleri denetleyeceğini ilan ederse bunu kabul etmeyeceğim. Bu nedenle, herhangi bir güvenlik, silahlı kuvvetler veya kolluk kuvveti kurumu kanunları çiğnerse, ayağa kalkmalı ve bunu protesto etmeliyiz.”

Cumhurbaşkanı Ruhani her zaman cesaretli bir duruş sergilemiştir. Ancak yaptığı en son açıklama kaygılı olduğunu gösteriyor. Ruhani’nin başlıca takıntısı ne? Kiminle konuşuyor? Aktarmaya çalıştığı mesaj ne? Ruhani’nin aklını okuyabilmek için, askeri otoritenin dağılım modeli kadar, İran’daki siyasi güçlerin konumlanmasına da bakmak gerekiyor.

- Dini lider mutlak otorite

Diğer cumhuriyetlerin aksine, İran’ın siyasi sisteminde ordunun başkomutanı ülkenin cumhurbaşkanı değil dini liderdir. Dini lider sadece polis gücünü İçişleri Bakanlığı’nın emrine verir. Bu cumhurbaşkanının kim olduğuna da bağlıdır. Mesela Haşimi Rafsancani’nin (1989-1997) ve Mahmud Ahmedinejad’ın (2006-2013) cumhurbaşkanlıkları döneminde, dini lider gerçekten de polis gücünün kontrol yetkisini içişleri bakanına devretmişti. Fakat Muhammed Hatemi’nin cumhurbaşkanlığında (1997-2005), bu yetki devrini bir seneden fazla geciktirdi. Bu devri de ancak o zamanki içişleri bakanı ve aynı zamanda Hatemi’nin çok önemli bir müttefiki olan Abdullah Nuri nihayet İran meclisi tarafından bir gensoru neticesinde görevden alınıp yerine daha az tartışmalı bir figür olan Musavi Lari getirildiğinde gerçekleştirdi.

Ruhani’ye gelecek olursak, dini lider polis gücünün kontrol yetkisini mevcut içişleri bakanına devretmiş bulunuyor. Oysa Devrim Muhafızları, (İran Devrim Muhafızları’na bağlı gönüllü milis teşkilatı) Besic ve sair daha güçlü güvenlik kurumlarına bakacak olursak, polis gücünün İran güvenlik sisteminin küçük bir kısmına tekabül ettiğini görürüz. Bundan dolayı Cumhurbaşkanı Ruhani’nin kolluk kuvvetleri üstündeki yetkisi çok sınırlı.

- Muhafazakârların aday belirleme sıkıntısı

Bunları hatırladıktan sonra şimdiki duruma bakarsak, seçimlere üç aydan az bir zaman kaldı ve Muhafazakârlar kampında açık bir kargaşa durumu var. Son toplantılarında muhafazakârlar 21 aday adayı belirledi. İki hafta süren istişarelerden sonra bu rakamı 14’e indirdiler. Böyle uzun bir liste Reformcu-Ilımlıların kampında oluşturulmuş olsa bunun bir anlamı olabilirdi. Koruyucular Konseyi’nin öngörülemezliği göz önüne alındığında, Reformcu-Ilımlılar ihtiyaten en az birkaç aday daha belirlemiş olmalıydı diyebiliriz. Böylece Koruyucular Konseyi’nin gerçekleştirdiği inceleme sürecinde, asli adaylarının diskalifiye edilmesiyle, istenmeyen bir sürprizle karşı karşıya kalmazlardı. Ancak durum Muhafazakârlar için hiç de böyle değil, zira onların tayin ettiği herhangi bir adayın Konsey tarafından onaylanması dünden garanti. Bu yüzden 14 aday adayı tespit edilmiş olmasının sebepleri başka bir yerde, yani güçlerinin kaynağında aranmalıdır.

Muhafazakârların gücünün kaynağı, büyük ölçüde halk arasında ‘buyût’ olarak bilinen kavramdadır (Arapça ev anlamındaki ‘beyt’ kelimesinin çoğulu olmakla birlikte burada ‘kutsallık’ anlamı taşımakta ve sadece en üst düzey Şii din adamlarının evleri için kullanılmaktadır). Bütün bu ‘buyût’un üstünde de dini liderin ‘beyt’i vardır. Dini lider İran’ın dini ve siyasi güç merkezidir. Muhafazakârların kampında, herkesin üstünde nüfuz sahibi ve halkın kabul ettiği bir figür olarak tek başına ortaya çıkabilecek, bulunduğu mevcut konuma kendi gayretleriyle gelmiş bir kişi bile yok. Seçim zamanlarında birçok kişi şansını deneme fikrinin cazibesine kapılır. Fakat bunu, halk tabanındaki muhtelif siyasi güçlere değil de ‘buyût’a yönelik yürütülen kulis faaliyetleriyle yaparlar.

- Din adamlığından gelmeyen adaylara hoş bakılmıyor

Mevcut listedeki 14 isme baktığımızda, alfabetik olarak sıralandıklarını görüyoruz. Demek ki tek öncelik kriteri adayların isimlerinin baş harfi oldu. Bu isimlerden birkaçı daha önce de şansını denemişti. Kalibaf ve Muhsin Rızai gibi bazı isimler bunu birden çok kere yaptılar. Daha da önemlisi, bu isimlerin birçoğu din adamlığından gelmiyor. Bu da durumlarını daha sıkıntılı kılıyor. İktidardaki dini yetkililerin, din adamlığından gelmeyen iki cumhurbaşkanıyla geçmişte acı tecrübeleri oldu. Beni Sadr 1980-1981’de Ayetullah Humeyni’ye karşı durmuş ve en sonunda meclis kararıyla azledilmişti. Ahmedinejad da ikinci döneminde (2009-2013) mevcut dini liderle ihtilafa düşmüştü.

Bu yüzden din adamlarının zihninde, kendi ‘lonca’larının dışından gelen bir cumhurbaşkanına ne derece bel bağlanabileceği konusunda derin şüpheler oluşmuş bulunuyor. İşte bu güven yoksunluğu yüzünden, bundan yaklaşık iki hafta önce bir grup muhafazakâr, Meşhed kentindeki Hz. İmam Rıza Küllliyesi Başkanı İbrahim Reisî’yi resmen kendi adayları olmaya davet ettiler. Fakat haberlere göre Reisî bu daveti reddetti. İran siyaseti konusunda uzman olan Aaron Bastani’nin de ifade ettiği gibi, İbrahim Reisî’nin bu daveti reddetmesinin, dini liderin muhtemel halefi olacağına ilişkin söylentilerle ilgisi var; zira yarışa girer de kaybederse, dini lider olma şansını da ebediyen kaybetmiş olur. Bir dini lider adayının sicilinde seçim yenilgisi olması uygun bir durum değil.

- Reformcu-Ilımlı kamp avantajlı

Muhafazakârlar kampının tespit etmekle birlikte itiraf etmeyi reddettiği gerçek, halk tabanında yeteri derecede meşruiyet bulamamış olmalarıdır. Demokrasilerde iktidar devrinin barışçıl yollardan yapılabilmesi sağlayan, demokratik teamüllerin ve mekanizmaların bir parçası olan seçimler, İran özelinde ‘demokrasiyle teokrasi arasındaki bir maraton koşusu’ olarak görünmektedir. İran cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki genel eğilim, İranlı seçmenlerin, dini liderin mutlak otoritesini özellikle hedef aldığını gösteriyor. Bu yüzden de İran cumhurbaşkanlığı seçimlerinde halk desteğinin müesses nizamdan, özellikle de dini liderden uzakta duran ve muhafazakâr olmayan adayların arkasında olduğu kolaylıkla görülebilir.

Buna karşılık Reformcu-Ilımlı kamp daha iyi bir konumda bulunuyor. Halk nezdinde belli bir derecede meşruiyete sahipler. Üstelik bu kampta, bulunduğu yere kendi gayretleriyle gelmiş isimler konusunda kıtlık da yaşanmıyor. Anayasayı Koruyucular Konseyi adaylıklarına müsaade ederse, bu kampta Muhammed Hatemi, Abdullah Nuri, Muhammed Rıza Arif ve pek çok kimse bulunuyor. 1997’de Muhammed Hatemi karşısında feci bir seçim yenilgisi alan bir zamanların muhafazakârı Natık Nuri konusunda dahi bir rahatsızlıkları bulunmuyor. Bunun dışında, Cumhurbaşkanı Ruhani’nin kendisi de sağlam bir konumda bulunuyor ve Reformcu-Ilımlı iktidar odakları, Ruhani’nin arkasında durmak konusunda bir fikir birliğine varmış görünüyor.

- Muhafazakâr kanadın seçenekleri

Özetle Muhafazakârlar kampı, kendi adayıyla ilgili olarak halkın güvenini kazanmak konusunda ciddi bir dezavantaja sahip olduğu kadar, evvelemirde uygun bir adayın mevcudiyeti konusunda da sıkıntılı. Halbuki Reformcu-Ilımlı kamp her iki açıdan da çok daha iyi bir konumda. Böyle bir senaryoda, muhafazakârların önünde bu dengesizliği düzeltmek için sadece iki seçenek var. Birincisi, kendi kontrolleri altında bulunan Anayasayı Koruyucular Konseyi’ni kullanarak Cumhurbaşkanı Ruhani’yi, Reformcu-Ilımlı odakların desteğini potansiyel olarak arkasına alabilecek diğer herhangi bir adayla birlikte diskalifiye etmek. Bu ise seçimlere katılımı etkileyeceği için, yerleşik nizama çok pahalıya patlar gibi duruyor. Zira seçimlere katılım, İslam Cumhuriyeti’nde çok mühim bir mesele. İktidar elitleri her zaman seçimlere katılım oranını, kendi yönetim usullerine verilen desteğin bir işareti olarak gösterirler. Diğer seçenek ise 2009 seçimlerinde yapıldığı söylendiği gibi, oylamanın neticesini manipülasyon ve hileyle ‘yönetmek’. İşte Ruhani’nin en başta alıntıladığımız ifadeleri, bağlamını burada buluyor.

- Ruhani’nin örtük tehdidi

Güvenlik konusunda birinci elden tecrübeye ve bilgiye sahip ‘içeriden’ biri olarak Ruhani, bir takım hareketleri görmüş ve İran güvenlik güçleri içindeki belli unsurların seçimin neticesini manipüle etme niyeti taşıdığının da farkına varmış olabilir. Cumhurbaşkanı Ruhani hilesiz bir seçim olabilmesi için bütün yürütme yetkilerini harekete geçirmeye çalışıyor. Ruhani hilenin olmadığı bir seçim ortamında muhafazakâr adayın öne geçemeyeceğinden oldukça emin. Son yaptığı açıklamayla da, rakipleri oyunun kurallarına uymadığı takdirde, sadece beyanatlarla yetinmenin ötesine geçerek çok daha pratik bir yaklaşım sergileyebileceği mesajını vermeye çalışıyor.

Daha nokta vuruş bir ifadeyle, Musevi ve Kerrubi’nin 2009 seçimlerinde yaptığı gibi, Ruhani de herhangi bir hile tevessülünü sisteme pahalıya ödetebileceğini ima ediyor. İran’daki yerleşik nizamın, yeni bir seçim sonrası isyanını kaldıracak gücü olup olmadığını bekleyip göreceğiz.

Mütercim: Ömer Çolakoğlu

[Teşgom Kemal İstanbul’da yerleşik bir araştırmacıdır ve İran dış politikası ve iç siyaseti hakkında çalışmaktadır]

* “Görüş” başlığıyla yayımlanan makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansı’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Kaynak: AA