Latif Şimşek: Yüzde 65 'evet' çıkar
Usta gazeteci Latif Şimşek, partili cumhurbaşkanlığı sistemini konu alan bir yazı kaleme aldı.
Türkiye'nin gündemi partili cumhurbaşkanlığı...
Meclis'te anayasa değişikliği görüşmeleri devam derken usta gazeteci Latif Şimşek, sürecin sonuna ışık tuttu.
AK Parti ve MHP'nin ülkenin kırmızı çizgileri anlamına gelen maddelere dokunmadan sistemi değiştirdiği ifade eden Şimşek'e göre yüzde 65'lik bir destekle referanduma giden değişiklikte “hayır” çıkması için hiçbir neden görünmüyor.
Latif Şimşek'in yazısı şu şekilde:
YÜZDE 65 “EVET” ÇIKAR!
Muhalefet takmış, Partili Cumhurbaşkanı değişikliğine.
Sanki şimdiye kadar farklı bir uygulama vardı.
Atatürk-İnönü, Bayar-Menderes, Özal-Yılmaz, Demirel-Çiller ilişkilerine bir bakın. Hangisi Cumhurbaşkanı olduktan sonra partisinden elini, ayağını çekti. ANAP'lı vekillerin Özal'ın kapısında, DYP'lilerin Demirel'in konutunda kuyruk olduklarını ne çabuk unuttuk!
Milletvekillerinin, on yıllardır, partide, listelerin belirlenmesinde, parti yönetiminin oluşmasında, lider sultasından yaka silktiklerini onlar unuttuysa da biz unutmadık. Bugüne kadar başbakanların kullandığı tüm yetkileri Cumhurbaşkanı kullanacak, artık başbakan olmayacak. Bunda ne sakınca var Allah aşkına? Bakmayın siz 13 yıldır devletin zirvesinde kavga olmadığına. Atatürk-İnönü, Çiller-Demirel, Özal-Mesut Yılmaz, Ecevit-Sezer meydan savaşlarını bu millet unutmadı. Bugünkü gibi Cumhurbaşkanlarını halk seçse, yüzde 5 bile oy alamayacak Necdet Sezer'i, o koltuğu Ecevit oturtmasına rağmen, Sezer, Ecevit'in başına anayasa kitapçığı fırlatmadı mı? Demirel'in, Çiller'e ettiği küfürleri yazsak bir kitap olur.
Kalmış ki, yüzde 50 ile iktidar olan Ak Parti yönetiminde bile hiç sorun yaşanmadı denilemez. Abdullah Gül'ün, Cumhurbaşkanlığı sırasında kimi davranışlarının, Erdoğan'ı incittiğini biliyoruz. Ahmet Davutoğlu'nun, Genel Başkanlığı ve Başbakanlığı bırakması da sebepsiz değil elbet. Yani en uyumlu olunması gereken dönemde bile iki başlılık sorun çıkarabiliyor. Öyleyse niye ısrar ediyoruz? Neyi savunuyoruz?
Yüksek yargı atamalarında, iktidarın ve meclis çoğunluğunun birincil etken olduğu düşünülürse, her halükarda, yürütme belirleyici demektir. O yürütme ister Başbakan, ister Cumhurbaşkanı olsun, sonuç değişmeyecek. Bütün dünya yüksek yargı atamaları, meclisler ve iktidarlar eliyle yapılır. Yargıçların vicdanına ve tarafsızlığına güvenmekten başka, hiç kimsenin yapacağı bir şey yoktur. Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, HSYK, yeri geldiğinde iktidara da Cumhurbaşkanı'na da direnecektir. Hiç kimsenin kuşkusu olmasın. Yüz yıldır, yüksek yargı atamaları nasıl yapılıyorsa yine öyle olacak? İtiraz niye?
CHP ve yandaşları açık açık söyleyemeseler de, itirazları aslında sisteme değil, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın o koltuğa oturacak olmasına. Koparılmaya çalışılan küçük ölçekli kıyametlerin gerçek sebebi Erdoğan düşmanlığıdır. Bu sistemin, bürokratik, siyasal ve ekonomik başarıyı zirveye taşıyacağını, bu başarıların da halkın nezdinde Ak Parti ve Erdoğan'ı yıkılmaz hale getireceğini biliyorlar. Korkuları bu. Siyasal olarak, marjinal bir muhalefete evirilecek olmayı hazmedemiyorlar. Ama korkunun ecele faydası yok. Bu millet kimi isterse onu seçecektir. Kılıçdaroğlu, bir sonraki seçimde, Erdoğan'ın karşısında aday olmayı düşünebilir.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Kılıçdaroğlu ile görüşmesinde de bunun altını çiziyor. “Bırakalım millet kararını versin. Millet ne derse o olsun” diyor. Kılıçdaroğlu ise lafı, “Millet her zaman doğru karar vermeyebilir” demeye getiriyor. Devlet Bahçeli, “Bu bir laf-ı güzaftır. Millet ne söylerse doğru söyler” diyerek tartışmayı noktalıyor. Böylece, Kılıçdaroğlu'nun son umudu da suya düşüyor.
Bir kez daha söylüyorum. Hiç kimse, Türkiye'yi bir dikta rejimine sürüklemeyi aklından geçirmez. CHP, güçlü yönetimleri halka bir dikta rejimi gibi sunma kurnazlığını gösteriyor ama millet yemiyor. Çünkü, Erdoğan, halkın gözünde, “Alçak gönüllü, merhametli, imanlı ve adil” bir profil. Kasımpaşalı söylemi ise zaten halk tarafından benimsenmiş ve sevilmiş bir özellik. CHP, 15 yıldır Türk siyasi arenasında, etkisiz eleman olmayı hazmedemiyor bir türlü. Yerinde sayıyor. Ne bir adım ileri ne bir adım geri. Düşünün, CHP, Ak Parti'yi demokrasi dışı yollarla iktidardan uzaklaştırma ihtimali olan her girişime destek vermedi mi? 17-25 Aralık, Gezi olayları, Kobani olayları, 27 Nisan e bildirisi. Kimse söylemek istemiyor belki ama CHP 15 Temmuz'a bile örtülü destek verdi. İsteyene ispat ederim. Şimdi fazla deşelemek istemiyorum.
Sonuç?
Sonuç şudur: Türkiye'de halkın yüzde 65 desteğine sahip iki parti, Ak Parti-MHP, ülkenin kırmızı çizgileri anlamına gelecek maddelere dokunmadan, sistemi değiştiriyor. Birileri istese de istemese de bu değişiklik referanduma gidiyor. Ancak millet “Hayır” derse, yeni sistem rafa kalkar. Yüzde 65'lik bir destekle referanduma giden değişiklikte “hayır” çıkması için hiçbir neden görünmüyor. Ak Parti ve MHP'den gelecek yüzde 2-3 “hayır” oyuna karşılık, muhalefetten gelecek yüzde 2-3'lük “evet” oyu durumu dengeler ve değişiklik yüzde 65 “Evet” ile sonuçlanır. Hesap bu kadar basit!
Hayırlı olsun.
Meclis'te anayasa değişikliği görüşmeleri devam derken usta gazeteci Latif Şimşek, sürecin sonuna ışık tuttu.
AK Parti ve MHP'nin ülkenin kırmızı çizgileri anlamına gelen maddelere dokunmadan sistemi değiştirdiği ifade eden Şimşek'e göre yüzde 65'lik bir destekle referanduma giden değişiklikte “hayır” çıkması için hiçbir neden görünmüyor.
Latif Şimşek'in yazısı şu şekilde:
YÜZDE 65 “EVET” ÇIKAR!
Muhalefet takmış, Partili Cumhurbaşkanı değişikliğine.
Sanki şimdiye kadar farklı bir uygulama vardı.
Atatürk-İnönü, Bayar-Menderes, Özal-Yılmaz, Demirel-Çiller ilişkilerine bir bakın. Hangisi Cumhurbaşkanı olduktan sonra partisinden elini, ayağını çekti. ANAP'lı vekillerin Özal'ın kapısında, DYP'lilerin Demirel'in konutunda kuyruk olduklarını ne çabuk unuttuk!
Milletvekillerinin, on yıllardır, partide, listelerin belirlenmesinde, parti yönetiminin oluşmasında, lider sultasından yaka silktiklerini onlar unuttuysa da biz unutmadık. Bugüne kadar başbakanların kullandığı tüm yetkileri Cumhurbaşkanı kullanacak, artık başbakan olmayacak. Bunda ne sakınca var Allah aşkına? Bakmayın siz 13 yıldır devletin zirvesinde kavga olmadığına. Atatürk-İnönü, Çiller-Demirel, Özal-Mesut Yılmaz, Ecevit-Sezer meydan savaşlarını bu millet unutmadı. Bugünkü gibi Cumhurbaşkanlarını halk seçse, yüzde 5 bile oy alamayacak Necdet Sezer'i, o koltuğu Ecevit oturtmasına rağmen, Sezer, Ecevit'in başına anayasa kitapçığı fırlatmadı mı? Demirel'in, Çiller'e ettiği küfürleri yazsak bir kitap olur.
Kalmış ki, yüzde 50 ile iktidar olan Ak Parti yönetiminde bile hiç sorun yaşanmadı denilemez. Abdullah Gül'ün, Cumhurbaşkanlığı sırasında kimi davranışlarının, Erdoğan'ı incittiğini biliyoruz. Ahmet Davutoğlu'nun, Genel Başkanlığı ve Başbakanlığı bırakması da sebepsiz değil elbet. Yani en uyumlu olunması gereken dönemde bile iki başlılık sorun çıkarabiliyor. Öyleyse niye ısrar ediyoruz? Neyi savunuyoruz?
Yüksek yargı atamalarında, iktidarın ve meclis çoğunluğunun birincil etken olduğu düşünülürse, her halükarda, yürütme belirleyici demektir. O yürütme ister Başbakan, ister Cumhurbaşkanı olsun, sonuç değişmeyecek. Bütün dünya yüksek yargı atamaları, meclisler ve iktidarlar eliyle yapılır. Yargıçların vicdanına ve tarafsızlığına güvenmekten başka, hiç kimsenin yapacağı bir şey yoktur. Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, HSYK, yeri geldiğinde iktidara da Cumhurbaşkanı'na da direnecektir. Hiç kimsenin kuşkusu olmasın. Yüz yıldır, yüksek yargı atamaları nasıl yapılıyorsa yine öyle olacak? İtiraz niye?
CHP ve yandaşları açık açık söyleyemeseler de, itirazları aslında sisteme değil, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın o koltuğa oturacak olmasına. Koparılmaya çalışılan küçük ölçekli kıyametlerin gerçek sebebi Erdoğan düşmanlığıdır. Bu sistemin, bürokratik, siyasal ve ekonomik başarıyı zirveye taşıyacağını, bu başarıların da halkın nezdinde Ak Parti ve Erdoğan'ı yıkılmaz hale getireceğini biliyorlar. Korkuları bu. Siyasal olarak, marjinal bir muhalefete evirilecek olmayı hazmedemiyorlar. Ama korkunun ecele faydası yok. Bu millet kimi isterse onu seçecektir. Kılıçdaroğlu, bir sonraki seçimde, Erdoğan'ın karşısında aday olmayı düşünebilir.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Kılıçdaroğlu ile görüşmesinde de bunun altını çiziyor. “Bırakalım millet kararını versin. Millet ne derse o olsun” diyor. Kılıçdaroğlu ise lafı, “Millet her zaman doğru karar vermeyebilir” demeye getiriyor. Devlet Bahçeli, “Bu bir laf-ı güzaftır. Millet ne söylerse doğru söyler” diyerek tartışmayı noktalıyor. Böylece, Kılıçdaroğlu'nun son umudu da suya düşüyor.
Bir kez daha söylüyorum. Hiç kimse, Türkiye'yi bir dikta rejimine sürüklemeyi aklından geçirmez. CHP, güçlü yönetimleri halka bir dikta rejimi gibi sunma kurnazlığını gösteriyor ama millet yemiyor. Çünkü, Erdoğan, halkın gözünde, “Alçak gönüllü, merhametli, imanlı ve adil” bir profil. Kasımpaşalı söylemi ise zaten halk tarafından benimsenmiş ve sevilmiş bir özellik. CHP, 15 yıldır Türk siyasi arenasında, etkisiz eleman olmayı hazmedemiyor bir türlü. Yerinde sayıyor. Ne bir adım ileri ne bir adım geri. Düşünün, CHP, Ak Parti'yi demokrasi dışı yollarla iktidardan uzaklaştırma ihtimali olan her girişime destek vermedi mi? 17-25 Aralık, Gezi olayları, Kobani olayları, 27 Nisan e bildirisi. Kimse söylemek istemiyor belki ama CHP 15 Temmuz'a bile örtülü destek verdi. İsteyene ispat ederim. Şimdi fazla deşelemek istemiyorum.
Sonuç?
Sonuç şudur: Türkiye'de halkın yüzde 65 desteğine sahip iki parti, Ak Parti-MHP, ülkenin kırmızı çizgileri anlamına gelecek maddelere dokunmadan, sistemi değiştiriyor. Birileri istese de istemese de bu değişiklik referanduma gidiyor. Ancak millet “Hayır” derse, yeni sistem rafa kalkar. Yüzde 65'lik bir destekle referanduma giden değişiklikte “hayır” çıkması için hiçbir neden görünmüyor. Ak Parti ve MHP'den gelecek yüzde 2-3 “hayır” oyuna karşılık, muhalefetten gelecek yüzde 2-3'lük “evet” oyu durumu dengeler ve değişiklik yüzde 65 “Evet” ile sonuçlanır. Hesap bu kadar basit!
Hayırlı olsun.