Türkiye'nin İlk 'Jeoloji Müzesi'
İstanbul Üniversitesi Jeoloji Müzesi, aralarında milyarlarca yıllık kaya, fosil ve minerallerin bulunduğu yaklaşık 10 bin parçalık bir koleksiyona ev sahipliği yaparken, Türkiye ve dünyanın jeoloji tarihine de ışık tutuyor. Müze sorumlusu Prof. Dr. Keskin: ''Müzede fosillerden başka 800 kadar kaya ve mineral örneği var. Bunların yanı sıra 14 adet ayrı kişisel koleksiyon da mevcut. Dolayısıyla toplamda 10 bin örnek bu çatı altında korunuyor''
HİKMET FARUK BAŞER - Türkiye'nin ilk jeoloji müzesi olan İstanbul Üniversitesi Jeoloji Müzesi, aralarında milyarlarca yıllık kaya, fosil ve minerallerin bulunduğu yaklaşık 10 bin parçalık bir koleksiyona ev sahipliği yaparken, Türkiye ve dünyanın jeoloji tarihine de ışık tutuyor.
Kültür Bakanlığı tarafından tescillenerek özel müze statüsüne kavuşturulan İstanbul Jeoloji Müzesi, Türkiye'de ilk tescilli Jeoloji Müzesi olma özelliğini taşıyor.
Müze sorumlusu ve İstanbul Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Jeoloji Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Mehmet Keskin, AA muhabirine yaptığı açıklamada, İstanbul Jeoloji Müzesi'nin Türkiye'de jeoloji biliminin başladığı ve yayıldığı merkez olmasından dolayı özel öneme sahip olduğunu söyledi.
Jeoloji Enstitüsü’nün, yerbilimlerinin ülkemizde gelişmesi amacıyla 1915 yılında Birinci Dünya savaşının yaşandığı bir ortamda Osmanlı İmparatorluğu ile Almanya arasında yapılan anlaşma çerçevesinde kurulduğunu ve bunu gerçekleştirmek için Almanya’nın en seçkin yerbilimcilerinden biri olan Doç. Dr. Walther Penck'in görevlendirildiğini anlatan Keskin, şöyle devam etti:
''O zaman bu Enstitü, Vefa’da Abdülkerim Paşa Konağı’nda bulunuyordu. Penck, Hamit Nafiz Pamir isimli asistanı yanına alarak, kısa sürede önemli jeolojik çalışmalara başladı ve aynı yıllarda ilk yazılı eserlerini üretti. Bu çalışmalara paralel olarak, müze koleksiyonları da hızla gelişti. İlk olarak, İstanbul ve çevresindeki kaya örnekleri ve fosiller sistematik olarak toplandı. 1918’de konakta çıkan yangın, enstitüye çok zarar verdi. Bu sırada birçok eser ve örnek tahrip olup kayboldu. Jeoloji Müzesi 1923’de taşındığı Laleli’deki Zeynep Hanım Konağı’ndaki yeni yerinde, 1942’de çıkan diğer bir yangınla ikinci kez zarar gördü. Ardından 1945’de Fen Fakültesi ve daha sonra 1978’de Yerbilimleri Fakültesi çatısı altına alınan müze, 1990’da Avcılar'daki yeni kampüse nakledildi ve bu kez de 1999 körfez depreminden kısmen zarar gördü. Prof. Dr. İzver Özkar Öngen ve Prof. Dr. Sinan Öngen’in yıllarca süren titiz çalışmaları ile yapılandırılarak 2005 yılında yeniden açıldı.''
Müzede sergilenen eserlerin jeoloji geçmişine ışık tuttuğunu ve müzede dünya tarihinin çok eski dönemlerine kadar farklı yaşlarda örnekler olduğunu ifade eden Keskin, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Müzede yer kabuğunda görülen mineraller, kayaçlar ve fosiller var. Bunlar arasında yaklaşık 4.37 milyar yıl yaşındaki metamorfik bir kaya parçası var ki bu çok özel bir örnek. Zira bu örnek, şu ana kadar gezegenimizde bulunan en yaşlı kayalardan biri. Dünya üzerinde daha henüz hiçbir hayat belirtisi yokken oluşmuş bir kayanın parçası. Avusturalya'dan gelen bu örneğin müzede olması çok heyecan verici. Onun dışında stromatolit adı verilen bir fosil örneğimiz var ki bu, yeryuvarı üzerinde ilk kez 3.5 milyar yıl önce okyanus kıyılarında ortaya çıkmış ve 1.25 milyar yıl önce yaygınlaşmış ilkel hayat formlarına ait fosillerden biri. Stromatolitler, henüz gezegenimiz üzerinde bugünküne benzer hiçbir hayat emaresi yokken denizlerde yaşayıp, atmosferdeki oksijenin oluşmasına katkı sağlamış bir canlı türü. Dolayısıyla bu fosillerin dünya üzerindeki hayatın ortaya çıkmasında ve gelişip bugünlere gelmesinde çok önemli bir fonksiyonu olmuş. Bunun dışında Jeoloji Müzesi’nde, çoğu yaklaşık yarım milyar yıldan günümüze kadarki jeolojik dönemlerde yaşamış olan binlerce farklı tür ve çeşitlilikte fosil sergilenmektedir. Üstelik bunların bir bölümü günümüzdeki canlılardan çok farklılar, çünkü bu türlerin büyük kısmı, geçmişte tükenmiş. Dolayısıyla müzeyi ziyaret edenler, özellikle çocuklar, fosilleri inceledikleri zaman kendilerini adeta bir bilim kurgu filminde dünya dışı yaratıkları inceleyen araştırmacılar gibi hissedeceklerdir. Müzede envantere geçen fosil sayısı 3 bin 800 civarında ve bu sayı giderek artıyor. Müze güvenli bir ortam sağladığı için, ülkemizin farklı üniversitelerinden jeoloji alanında çalışan meslektaşlarımız koleksiyonlarını bize getirip bağışlıyorlar. Ayrıca bizler de arazi çalışmalarımız sırasında topladığımız örneklerin en iyilerini müzeye getiriyoruz. Müzede fosillerden başka 800 kadar kaya ve mineral örneği var. Bunların yanı sıra 14 adet ayrı kişisel koleksiyon da mevcut. Dolayısıyla toplamda 10 bin örnek bu çatı altında korunuyor.''
Prof. Dr. Keskin, ayrıca müzenin dünyanın her yerinden profesyonel bilimcilerin gelerek araştırma yapabileceği bir yer olduğunu kaydetti.
Müzede her şeyin numaralandığını ve fotoğraflanarak arşivlendiğini vurgulayan Keskin, ''Bu koleksiyonlar, bilim insanlarının gelip burada özgürce araştırma yapabilecekleri ve kendi çalıştıkları alanda buldukları fosil, mineral ve kayalar ile müzedekileri karşılaştırıp önemli bilimsel sonuçlara ulaşabilecekleri eşsiz bir arşiv niteliğinde. Bazı yer bilimciler, 30 senelik çalışmaları sırasında özenle topladıkları fosil, mineral ve kaya koleksiyonlarını müzemize bağışlıyorlar. Avrupa'dan, Amerika’dan gelip burada çalışma yapanlar, randevu alanlar var. Gelecek kuşaklar için burası, özelde ülkemiz ve genelde gezegenimiz için önemli referans yerlerinden biridir.'' dedi.
- ''II. Abdülhamid'e ait koleksiyon yangında kayboldu''
Keskin, II. Abdülhamid'in ahşap bir kutu içerisinde Jeoloji Enstitüsü’ne hediye ettiği çeşitli mineral ve elmas kristalleri içeren koleksiyonunun, o dönemde Vefa’daki konakta korunmuş olduğunu belirterek, ''Konak, 1918 yılındaki yangında tamamen tahrip olmuş. Yangın sonrasında II. Abdülhamid'in kutu içerisindeki koleksiyonu ve elmas kristalleri kaybolmuş. Muhtemelen yanıp yok oldu.'' ifadelerini kullandı.
Kaynak: AA
Kültür Bakanlığı tarafından tescillenerek özel müze statüsüne kavuşturulan İstanbul Jeoloji Müzesi, Türkiye'de ilk tescilli Jeoloji Müzesi olma özelliğini taşıyor.
Müze sorumlusu ve İstanbul Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Jeoloji Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Mehmet Keskin, AA muhabirine yaptığı açıklamada, İstanbul Jeoloji Müzesi'nin Türkiye'de jeoloji biliminin başladığı ve yayıldığı merkez olmasından dolayı özel öneme sahip olduğunu söyledi.
Jeoloji Enstitüsü’nün, yerbilimlerinin ülkemizde gelişmesi amacıyla 1915 yılında Birinci Dünya savaşının yaşandığı bir ortamda Osmanlı İmparatorluğu ile Almanya arasında yapılan anlaşma çerçevesinde kurulduğunu ve bunu gerçekleştirmek için Almanya’nın en seçkin yerbilimcilerinden biri olan Doç. Dr. Walther Penck'in görevlendirildiğini anlatan Keskin, şöyle devam etti:
''O zaman bu Enstitü, Vefa’da Abdülkerim Paşa Konağı’nda bulunuyordu. Penck, Hamit Nafiz Pamir isimli asistanı yanına alarak, kısa sürede önemli jeolojik çalışmalara başladı ve aynı yıllarda ilk yazılı eserlerini üretti. Bu çalışmalara paralel olarak, müze koleksiyonları da hızla gelişti. İlk olarak, İstanbul ve çevresindeki kaya örnekleri ve fosiller sistematik olarak toplandı. 1918’de konakta çıkan yangın, enstitüye çok zarar verdi. Bu sırada birçok eser ve örnek tahrip olup kayboldu. Jeoloji Müzesi 1923’de taşındığı Laleli’deki Zeynep Hanım Konağı’ndaki yeni yerinde, 1942’de çıkan diğer bir yangınla ikinci kez zarar gördü. Ardından 1945’de Fen Fakültesi ve daha sonra 1978’de Yerbilimleri Fakültesi çatısı altına alınan müze, 1990’da Avcılar'daki yeni kampüse nakledildi ve bu kez de 1999 körfez depreminden kısmen zarar gördü. Prof. Dr. İzver Özkar Öngen ve Prof. Dr. Sinan Öngen’in yıllarca süren titiz çalışmaları ile yapılandırılarak 2005 yılında yeniden açıldı.''
Müzede sergilenen eserlerin jeoloji geçmişine ışık tuttuğunu ve müzede dünya tarihinin çok eski dönemlerine kadar farklı yaşlarda örnekler olduğunu ifade eden Keskin, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Müzede yer kabuğunda görülen mineraller, kayaçlar ve fosiller var. Bunlar arasında yaklaşık 4.37 milyar yıl yaşındaki metamorfik bir kaya parçası var ki bu çok özel bir örnek. Zira bu örnek, şu ana kadar gezegenimizde bulunan en yaşlı kayalardan biri. Dünya üzerinde daha henüz hiçbir hayat belirtisi yokken oluşmuş bir kayanın parçası. Avusturalya'dan gelen bu örneğin müzede olması çok heyecan verici. Onun dışında stromatolit adı verilen bir fosil örneğimiz var ki bu, yeryuvarı üzerinde ilk kez 3.5 milyar yıl önce okyanus kıyılarında ortaya çıkmış ve 1.25 milyar yıl önce yaygınlaşmış ilkel hayat formlarına ait fosillerden biri. Stromatolitler, henüz gezegenimiz üzerinde bugünküne benzer hiçbir hayat emaresi yokken denizlerde yaşayıp, atmosferdeki oksijenin oluşmasına katkı sağlamış bir canlı türü. Dolayısıyla bu fosillerin dünya üzerindeki hayatın ortaya çıkmasında ve gelişip bugünlere gelmesinde çok önemli bir fonksiyonu olmuş. Bunun dışında Jeoloji Müzesi’nde, çoğu yaklaşık yarım milyar yıldan günümüze kadarki jeolojik dönemlerde yaşamış olan binlerce farklı tür ve çeşitlilikte fosil sergilenmektedir. Üstelik bunların bir bölümü günümüzdeki canlılardan çok farklılar, çünkü bu türlerin büyük kısmı, geçmişte tükenmiş. Dolayısıyla müzeyi ziyaret edenler, özellikle çocuklar, fosilleri inceledikleri zaman kendilerini adeta bir bilim kurgu filminde dünya dışı yaratıkları inceleyen araştırmacılar gibi hissedeceklerdir. Müzede envantere geçen fosil sayısı 3 bin 800 civarında ve bu sayı giderek artıyor. Müze güvenli bir ortam sağladığı için, ülkemizin farklı üniversitelerinden jeoloji alanında çalışan meslektaşlarımız koleksiyonlarını bize getirip bağışlıyorlar. Ayrıca bizler de arazi çalışmalarımız sırasında topladığımız örneklerin en iyilerini müzeye getiriyoruz. Müzede fosillerden başka 800 kadar kaya ve mineral örneği var. Bunların yanı sıra 14 adet ayrı kişisel koleksiyon da mevcut. Dolayısıyla toplamda 10 bin örnek bu çatı altında korunuyor.''
Prof. Dr. Keskin, ayrıca müzenin dünyanın her yerinden profesyonel bilimcilerin gelerek araştırma yapabileceği bir yer olduğunu kaydetti.
Müzede her şeyin numaralandığını ve fotoğraflanarak arşivlendiğini vurgulayan Keskin, ''Bu koleksiyonlar, bilim insanlarının gelip burada özgürce araştırma yapabilecekleri ve kendi çalıştıkları alanda buldukları fosil, mineral ve kayalar ile müzedekileri karşılaştırıp önemli bilimsel sonuçlara ulaşabilecekleri eşsiz bir arşiv niteliğinde. Bazı yer bilimciler, 30 senelik çalışmaları sırasında özenle topladıkları fosil, mineral ve kaya koleksiyonlarını müzemize bağışlıyorlar. Avrupa'dan, Amerika’dan gelip burada çalışma yapanlar, randevu alanlar var. Gelecek kuşaklar için burası, özelde ülkemiz ve genelde gezegenimiz için önemli referans yerlerinden biridir.'' dedi.
- ''II. Abdülhamid'e ait koleksiyon yangında kayboldu''
Keskin, II. Abdülhamid'in ahşap bir kutu içerisinde Jeoloji Enstitüsü’ne hediye ettiği çeşitli mineral ve elmas kristalleri içeren koleksiyonunun, o dönemde Vefa’daki konakta korunmuş olduğunu belirterek, ''Konak, 1918 yılındaki yangında tamamen tahrip olmuş. Yangın sonrasında II. Abdülhamid'in kutu içerisindeki koleksiyonu ve elmas kristalleri kaybolmuş. Muhtemelen yanıp yok oldu.'' ifadelerini kullandı.