Eğitimin Ön Koşulu; Etkili İletişim, Destekleyici Öğretmen
Nörolog Dr. Mehmet Yavuz, eğitim hayatında; okul yönetimi, öğretmen, öğrenciler ve diğer personeller arasında karşılıklı saygı ve güven üzerine kurulu insan ilişkileri ve iletişim sürecinin, öğrencilerin gelişiminin ve akademik başarılarının güvencesi olduğunu söyledi. Dr. Yavuz, “Okullarda kurulan iyi insan ilişkileri ve iletişim sistemi, eğitim sisteminin de sağlıklı olmasını sağlayacaktır. Eğitim sisteminin ilk hedefi, yarının ülke yönetimini ve iş pozisyonlarını devralacak düzgün, dürüst, düzeyli, inançlı, ilkeli ve çalışkan öğrenciler yetiştirmektir” dedi.
Öğretmen-öğrenci ödev ilişkisi
“Ödevler; öğrencilerin okul dışı zamanlarında, öğretmen liderliğinde ve rehberliğinde yaptıkları araştırma faaliyetleri olmalıdır” diyen Dr. Mehmet Yavuz, “Çocukların yaptığı ödevler, hem öğretmenleri hem de ebeveynleri tarafından kontrol edilmelidir. Ödevlerin okulda öğretmene sunulmadan önce anne baba tarafından kontrol edilmesi, çocuklara yaptıkları hataları düzeltme ve eksikleri giderme fırsatı verecektir. Ayrıca, öğretmenler, yapılan ödevleri dikkatle incelemeli ve sonraki ödevler için teşvik edici tutum sergilemelidirler. Çünkü çocuğun özenerek hazırladığı ödevlerin, öğretmenler tarafından dikkate alınmaması, onların ödev yapma, hatta ders çalışma şevklerini kırabilir.
Öğretmenler, öğrencileri araştırmaya, okumaya sevk edecek, onlarda araştırma merakı uyandıracak hatta belki de eğlendirecek ödevler vermelidir. Unutulmamalıdır ki, bir öğretmenin öğrencisine bırakacağı en büyük miras, onda okuma ve araştırma zevki ve merakı oluşturmaktır. Öğretim sürecince öğrenilen bilgilerin pek çoğu hatırda kalmayabilir. Ancak eğer öğrenciye araştırma, objektif inceleme, okuma ve yeni şeyler öğrenme merakı kazandırılmışsa bu bir yaşam tarzı olur ve başarıya giden yolda hayat boyu devam eder.
Çocuk ödevini yaparken…
Ödev yapma sürecinde hiç yardım etmemek, çocukta zorluklar karşısında desteksiz kalabileceği duygusunu uyandırır. Bu konuda hem öğretmenlere hem de ebeveynlere önemli görevler düşer.
Öğretmenlerin görevleri; bir yandan ödev verirken bir yandan da ödevin nasıl yapılması gerektiği konusunda öğrencileri bilgilendirmek, sözlüğe nasıl bakılacağını, bilgiye nasıl ulaşılacağını göstermek ve öğrenci bunları yapabilecek hale gelene kadar yönlendirici olmaktır.
Öğretmenler sadece ödev verip, teknik konularda yönlendirici olmazsa, öğrenciler ödevi gereksiz ve sıkıntılı bir uğraş olarak algılayıp, ödev yapma konusunda isteksiz olabilirler. Bu durum da çaresiz kalan öğrencinin, anne ve babasından yardım alma hatta bunu bir alışkanlık haline getirmesine neden olabilir. İdeal olan; öğrencinin ödevi nasıl yapabileceğini bilmesi, ailenin de bunu bizzat ödevin içerisine müdahil olmadan dışardan izlemesi ve kontrol etmesidir” diye konuştu.
Öğretmen, grup çalışmasını ve bilgi paylaşımını sağlamalıdır
Öğrencinin, zaman zaman arkadaşlarıyla beraber grup halinde ortak çalışmaya ve ödev yapmaya teşvik edilmesi başarı grafiğini yükseltebileceğini anlatan Dr. Mehmet Yavuz, daha sonra şunları söyledi; “Nitekim akademik başarısı yüksek sınıflarda; öğrencilerin birbirleri ile olan etkileşimleri, kendi aralarında yarışmaları ve birbirlerini motive etmeleri, öğretmen etkisinden daha fazla rol oynamaktadır. Ayrıca arkadaşlarla ders çalışmak, çocuk için hem ders çalışmayı daha zevkli bir hale getiriri hem de bilgi alışverişi ortamı oluşturur. Çocukların, birbirlerinden farklı öğrenme metotlarını bir arada paylaşarak ve yardımlaşarak öğrenmesini sağlar. Aynı şekilde çocuğun başarılı öğrencilerin arasında olması, akademik başarısını da yukarıya çıkaracaktır.
Öğretmen-öğrenci empatisi
Öğretmenin sınıf ortamında, korkuya değil saygıya ve sevgiye dayanan tatlı-sert bir otoritesi olmalıdır. Öğretmen, her öğrenciye çekinmeden, azarlanma korkusu olmadan istediği soruları sorabilme rahatlığını verebilmelidir. Bilmemenin değil, soru sormamanın ve öğrenmeye çalışmamanın kusur olduğu vurgulanmalıdır. Öğretmen; dersimi anlatırım, görevimi yaparım gerisi beni ilgilendirmez havasında olmamalı, öğrettiklerinin herkes tarafından iyice sindirildiğinden emin olmalıdır. Öğretmen, gerektiğinde her öğrencinin seviyesine inebilmeli, her zaman tatlı bir otorite ile empatik bir tavır sergilemelidir. Öğretmen; sınıfındaki öğrencileri, tembeller-çalışkanlar şeklinde bir ayırıma tabi tutmamalıdır. Çocukları etiketlemekten kaçınmalıdır. Okul başarısının, hayat başarısı olmadığı bilinmeli ve her öğrenciye eşit mesafede olunmalıdır.
IQ ve EQ zeka durumları
Malesef eğitim sistemimizde başarı düzeyi; matematik zekâya, yani IQ ye göre şekillenmektedir. Hâlbuki asıl hayat başarısı, sosyal zekâya yani EQ (emosyonel=duygusal zeka) ye bağlıdır. IQ sonradan çok fazla geliştirilip yükseltilemez çünkü kalıtsal özellikler taşır ama Duygusal zekâ, kesinlikle sonradan geliştirilip yükseltilebilir. Bu öğretmenin yeteneğine bağlıdır.
Dolayısıyla; öğretmenlerin paylaşımcı, sevgi ve saygı iletişimini önemseyen, dürüst, ilkeli sosyal zekâsı gelişmiş öğrenciler yetiştirmeleri ana hedefleri olmalıdır.
Bu noktada, altını çizmek istediğim önemli bir konu var. Bazı çocuklarda sol beyin, bazılarında ise sağ beyin özellikleri gelişmiştir. Sol beyin IQ, sağ beyin ise EQ özelliklerini belirler. Bu nedenle sağ beyin özellikleri gösteren bir çocuk, matematik derslerinde başarılı olmayabilir. Sol beyin özellikleri gösteren bir çocuk da edebiyat ve tarih gibi sosyal derslerde başarılı olmayabilir.
Bir öğrenci matematik ve fen derslerinde iyi notlar alıyorsa iyi öğrenci, alamıyorsa kötü öğrenci gibi sınıflandırmalar yapmak son derece sakıncalıdır. Sağ beyin özellikleri gösteren bir öğrenciye, ‘matematikte çok başarılı olacaksın!’ diye şartlama yapmak, onun özgüvenini sarsabilir. Bu yüzden, öğretmenlerin bu yapısal özelliklerin farkında olarak öğrencileri ve velileri yönlendirmeleri gerekmektedir. Eğer öğrenci sol beyin özellikleri gösteriyorsa matematik ve fen bilimlerine, sağ beyin özellikleri gösteriyor ise sosyal ve sanat dallarına yönlendirilmelidir. Şurası unutulmamalıdır ki; bilgelik bilgilerin çokluğu ile kazanılmaz. Asıl olay öğretmen ve öğrenci arasında bir usta-çırak ve sevgi-saygı ilişkisidir.
Öğretmen, sorunlu öğrencilere nasıl davranmalıdır?
Bazı çocuklar mevcut öğrenme ve algılama yetersizliklerini sınıfta yaramazlık yaparak, sürekli kavga ve huzursuzluk çıkararak bastırmaya çalışabilirler
Normalde bu çocuklar yüzeysel bir bakış açısıyla; huysuz, kavgacı, tembel, derslere ilgisiz ve disiplinsiz bir tanımlama ile ifade edilebilirler. Hâlbuki bu çocukların arka planında bir disleksi sorunu ya da hiperaktivite-dikkat eksikliği gibi hastalık tabloları olabilir.
Her şeyden önce sorun yaşayan ya da yaşatan öğrencilerle sınıf içerisinde değil, bireysel olarak görüşülmelidir. Onları, arkadaşlarının içerisinde azarlamak hem özgüvenlerini sarsar hem de çocuğu öğrenilmiş çaresizlik psikolojisine sokabilir.
Öğretmenler, tedavi ile tamamen düzelebilen bu tabloları, dikkatli bir gözle belirleyip profesyonel yardım için yönlendirmelidirler. Aksi takdirde, toplum için çok yararlı olabilecek bu bireylerin, topluma zararlı sosyopat kişilere dönüşmesine neden olabilirler.
Öğretmen-öğrenci etkileşimi
Aslında kötü öğretmen, öğrenci yoktur. Öğretmen ve öğrenci arasında iyi veya kötü ilişki vardır. Ancak iyi ya da kötü ilişki kurulması, öğrencinin değil öğretmenin sorumluluğundadır. Öğretmen öğrencisi ile arasındaki kötü ilişkiden dolayı hiç bir mazeret ileri sürmemelidir. Eğer düzeltemeyeceği bir problem var ise aile işbirliği ile profosyonel yardım almaktan çekinmemelidir. Ögretmen, nefret edilen biri değil, sevilen, sınıfta sürekli aranan ve beklenen biri olmalıdır. Bir okulda, okul müdürü tarafından sergilenen liderlik ne kadar önemli ise, sınıfta öğretmen tarafından sergilenen liderlik, bir o kadar önemlidir.
Öğretmen, sınıfta öğrencilere bilgi-beceri-tutum kazandırmanın yanında, onlara sevgi, saygı, mutluluk, hosgörü, bağlılık, arkadaşlık, iyi geçinme, disiplin, düzen gibi kavramları da kazandırmalıdır. Her şeyden önce öğretmenlerin derslerini ilginç hale getirmeleri, onlarda öğrenme isteği uyandırmaları, onların biraz çaba ile sürekli başarabilecekleri hedefler koyarak, mücadeleci ve araştırmacı bir kimlik kazandırmaları gerekmektedir.”
Kaynak: İHA
“Ödevler; öğrencilerin okul dışı zamanlarında, öğretmen liderliğinde ve rehberliğinde yaptıkları araştırma faaliyetleri olmalıdır” diyen Dr. Mehmet Yavuz, “Çocukların yaptığı ödevler, hem öğretmenleri hem de ebeveynleri tarafından kontrol edilmelidir. Ödevlerin okulda öğretmene sunulmadan önce anne baba tarafından kontrol edilmesi, çocuklara yaptıkları hataları düzeltme ve eksikleri giderme fırsatı verecektir. Ayrıca, öğretmenler, yapılan ödevleri dikkatle incelemeli ve sonraki ödevler için teşvik edici tutum sergilemelidirler. Çünkü çocuğun özenerek hazırladığı ödevlerin, öğretmenler tarafından dikkate alınmaması, onların ödev yapma, hatta ders çalışma şevklerini kırabilir.
Öğretmenler, öğrencileri araştırmaya, okumaya sevk edecek, onlarda araştırma merakı uyandıracak hatta belki de eğlendirecek ödevler vermelidir. Unutulmamalıdır ki, bir öğretmenin öğrencisine bırakacağı en büyük miras, onda okuma ve araştırma zevki ve merakı oluşturmaktır. Öğretim sürecince öğrenilen bilgilerin pek çoğu hatırda kalmayabilir. Ancak eğer öğrenciye araştırma, objektif inceleme, okuma ve yeni şeyler öğrenme merakı kazandırılmışsa bu bir yaşam tarzı olur ve başarıya giden yolda hayat boyu devam eder.
Çocuk ödevini yaparken…
Ödev yapma sürecinde hiç yardım etmemek, çocukta zorluklar karşısında desteksiz kalabileceği duygusunu uyandırır. Bu konuda hem öğretmenlere hem de ebeveynlere önemli görevler düşer.
Öğretmenlerin görevleri; bir yandan ödev verirken bir yandan da ödevin nasıl yapılması gerektiği konusunda öğrencileri bilgilendirmek, sözlüğe nasıl bakılacağını, bilgiye nasıl ulaşılacağını göstermek ve öğrenci bunları yapabilecek hale gelene kadar yönlendirici olmaktır.
Öğretmenler sadece ödev verip, teknik konularda yönlendirici olmazsa, öğrenciler ödevi gereksiz ve sıkıntılı bir uğraş olarak algılayıp, ödev yapma konusunda isteksiz olabilirler. Bu durum da çaresiz kalan öğrencinin, anne ve babasından yardım alma hatta bunu bir alışkanlık haline getirmesine neden olabilir. İdeal olan; öğrencinin ödevi nasıl yapabileceğini bilmesi, ailenin de bunu bizzat ödevin içerisine müdahil olmadan dışardan izlemesi ve kontrol etmesidir” diye konuştu.
Öğretmen, grup çalışmasını ve bilgi paylaşımını sağlamalıdır
Öğrencinin, zaman zaman arkadaşlarıyla beraber grup halinde ortak çalışmaya ve ödev yapmaya teşvik edilmesi başarı grafiğini yükseltebileceğini anlatan Dr. Mehmet Yavuz, daha sonra şunları söyledi; “Nitekim akademik başarısı yüksek sınıflarda; öğrencilerin birbirleri ile olan etkileşimleri, kendi aralarında yarışmaları ve birbirlerini motive etmeleri, öğretmen etkisinden daha fazla rol oynamaktadır. Ayrıca arkadaşlarla ders çalışmak, çocuk için hem ders çalışmayı daha zevkli bir hale getiriri hem de bilgi alışverişi ortamı oluşturur. Çocukların, birbirlerinden farklı öğrenme metotlarını bir arada paylaşarak ve yardımlaşarak öğrenmesini sağlar. Aynı şekilde çocuğun başarılı öğrencilerin arasında olması, akademik başarısını da yukarıya çıkaracaktır.
Öğretmen-öğrenci empatisi
Öğretmenin sınıf ortamında, korkuya değil saygıya ve sevgiye dayanan tatlı-sert bir otoritesi olmalıdır. Öğretmen, her öğrenciye çekinmeden, azarlanma korkusu olmadan istediği soruları sorabilme rahatlığını verebilmelidir. Bilmemenin değil, soru sormamanın ve öğrenmeye çalışmamanın kusur olduğu vurgulanmalıdır. Öğretmen; dersimi anlatırım, görevimi yaparım gerisi beni ilgilendirmez havasında olmamalı, öğrettiklerinin herkes tarafından iyice sindirildiğinden emin olmalıdır. Öğretmen, gerektiğinde her öğrencinin seviyesine inebilmeli, her zaman tatlı bir otorite ile empatik bir tavır sergilemelidir. Öğretmen; sınıfındaki öğrencileri, tembeller-çalışkanlar şeklinde bir ayırıma tabi tutmamalıdır. Çocukları etiketlemekten kaçınmalıdır. Okul başarısının, hayat başarısı olmadığı bilinmeli ve her öğrenciye eşit mesafede olunmalıdır.
IQ ve EQ zeka durumları
Malesef eğitim sistemimizde başarı düzeyi; matematik zekâya, yani IQ ye göre şekillenmektedir. Hâlbuki asıl hayat başarısı, sosyal zekâya yani EQ (emosyonel=duygusal zeka) ye bağlıdır. IQ sonradan çok fazla geliştirilip yükseltilemez çünkü kalıtsal özellikler taşır ama Duygusal zekâ, kesinlikle sonradan geliştirilip yükseltilebilir. Bu öğretmenin yeteneğine bağlıdır.
Dolayısıyla; öğretmenlerin paylaşımcı, sevgi ve saygı iletişimini önemseyen, dürüst, ilkeli sosyal zekâsı gelişmiş öğrenciler yetiştirmeleri ana hedefleri olmalıdır.
Bu noktada, altını çizmek istediğim önemli bir konu var. Bazı çocuklarda sol beyin, bazılarında ise sağ beyin özellikleri gelişmiştir. Sol beyin IQ, sağ beyin ise EQ özelliklerini belirler. Bu nedenle sağ beyin özellikleri gösteren bir çocuk, matematik derslerinde başarılı olmayabilir. Sol beyin özellikleri gösteren bir çocuk da edebiyat ve tarih gibi sosyal derslerde başarılı olmayabilir.
Bir öğrenci matematik ve fen derslerinde iyi notlar alıyorsa iyi öğrenci, alamıyorsa kötü öğrenci gibi sınıflandırmalar yapmak son derece sakıncalıdır. Sağ beyin özellikleri gösteren bir öğrenciye, ‘matematikte çok başarılı olacaksın!’ diye şartlama yapmak, onun özgüvenini sarsabilir. Bu yüzden, öğretmenlerin bu yapısal özelliklerin farkında olarak öğrencileri ve velileri yönlendirmeleri gerekmektedir. Eğer öğrenci sol beyin özellikleri gösteriyorsa matematik ve fen bilimlerine, sağ beyin özellikleri gösteriyor ise sosyal ve sanat dallarına yönlendirilmelidir. Şurası unutulmamalıdır ki; bilgelik bilgilerin çokluğu ile kazanılmaz. Asıl olay öğretmen ve öğrenci arasında bir usta-çırak ve sevgi-saygı ilişkisidir.
Öğretmen, sorunlu öğrencilere nasıl davranmalıdır?
Bazı çocuklar mevcut öğrenme ve algılama yetersizliklerini sınıfta yaramazlık yaparak, sürekli kavga ve huzursuzluk çıkararak bastırmaya çalışabilirler
Normalde bu çocuklar yüzeysel bir bakış açısıyla; huysuz, kavgacı, tembel, derslere ilgisiz ve disiplinsiz bir tanımlama ile ifade edilebilirler. Hâlbuki bu çocukların arka planında bir disleksi sorunu ya da hiperaktivite-dikkat eksikliği gibi hastalık tabloları olabilir.
Her şeyden önce sorun yaşayan ya da yaşatan öğrencilerle sınıf içerisinde değil, bireysel olarak görüşülmelidir. Onları, arkadaşlarının içerisinde azarlamak hem özgüvenlerini sarsar hem de çocuğu öğrenilmiş çaresizlik psikolojisine sokabilir.
Öğretmenler, tedavi ile tamamen düzelebilen bu tabloları, dikkatli bir gözle belirleyip profesyonel yardım için yönlendirmelidirler. Aksi takdirde, toplum için çok yararlı olabilecek bu bireylerin, topluma zararlı sosyopat kişilere dönüşmesine neden olabilirler.
Öğretmen-öğrenci etkileşimi
Aslında kötü öğretmen, öğrenci yoktur. Öğretmen ve öğrenci arasında iyi veya kötü ilişki vardır. Ancak iyi ya da kötü ilişki kurulması, öğrencinin değil öğretmenin sorumluluğundadır. Öğretmen öğrencisi ile arasındaki kötü ilişkiden dolayı hiç bir mazeret ileri sürmemelidir. Eğer düzeltemeyeceği bir problem var ise aile işbirliği ile profosyonel yardım almaktan çekinmemelidir. Ögretmen, nefret edilen biri değil, sevilen, sınıfta sürekli aranan ve beklenen biri olmalıdır. Bir okulda, okul müdürü tarafından sergilenen liderlik ne kadar önemli ise, sınıfta öğretmen tarafından sergilenen liderlik, bir o kadar önemlidir.
Öğretmen, sınıfta öğrencilere bilgi-beceri-tutum kazandırmanın yanında, onlara sevgi, saygı, mutluluk, hosgörü, bağlılık, arkadaşlık, iyi geçinme, disiplin, düzen gibi kavramları da kazandırmalıdır. Her şeyden önce öğretmenlerin derslerini ilginç hale getirmeleri, onlarda öğrenme isteği uyandırmaları, onların biraz çaba ile sürekli başarabilecekleri hedefler koyarak, mücadeleci ve araştırmacı bir kimlik kazandırmaları gerekmektedir.”