Yalçın'dan 4/B Ve 4/C Çağrısı
Memur-Sen Genel Başkanı Ali Yalçın, “4/B ve 4/C kapsamındaki mevcut personel daha fazla gecikmeden kadroya geçirilmelidir. Sözleşmeli personel istihdamına son verilmelidir. Kadrolu öğretmene bakınca, eğitim hizmetleri asli ve sürekli nitelikte kamu hizmetidir. Sözleşmeli öğretmene bakınca ise eğitim asli ve sürekli olmak bir taraf kamu hizmeti olarak görülmüyor” dedi.
Devlet Personel Başkanlığı’nın Bursa’da gerçekleştirdiği “Kamu Personel Sisteminin Değerlendirilmesi” çalıştayı Bursa’da başladı.
Çalıştaya Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu, Memur-Sen Genel Başkanı Ali Yalçın, Memur-Sen Genel Başkan Vekili Metin Memiş, Memur-Sen Genel Başkan Yardımcıları Mehmet Bayraktutar, Hacı Bayram Tonbul, Devlet Personel Başkan Vekili Enes Polat, Memur-Sen’e bağlı sendikaların genel başkanları ve genel başkan yardımcıları katıldı.
Çalıştayda konuşan Memur-Sen Genel Başkanı Ali Yalçın, milletimizin ve ülkemizin, varlığına, birliğine, bağımsızlığına yönelik en kahpe, en sinsi ve en kanlı saldırıların açık ve örtülü bir şekilde sahneye konulduğu bir dönemi yaşadığımızı belirterek, “Kalkışmanın hedefinde emekçiler de vardı. Biz, birliğimizi, kardeşliğimizi, özgürlüklerimizi, hedef alan çok ortaklı ve çok bilinçli bir kuşatma planıyla karşı karşıyayız. Bu planı istedikleri şekilde sonuca bağlamak için giriştikleri son teşebbüs, hepinizin bildiği gibi Fetullahçı Terör Örgütü’nün gerçekleştirdiği 15 Temmuz darbe teşebbüsüdür” diye konuştu.
“İş güvencesinin olmadığı kurumlara sızdılar”
İş güvencesinin olmadığı kurumlarda sızmaya kapı aralandığının altını çizen Yalçın, “Kendilerine uygun olmayanları, talimatlarına uymayanları belge uydurup sistemin dışına ittiklerine, görevden ettiklerine şahitlik ettik. TÜBİTAK, KOSGEB gibi kuruluşlarda, kamuya ait şirketlerde, kamu kurumu niteliği bulunmayan, personelin kamu görevlisi sıfatına, iş güvencesine sahip olmadığı alanlarda pozisyonları kolayca ele geçirdiler, kendilerinden olmayanı kolayca elediler. Durum bu kadar gözümüzün önünde, fotoğraf bu kadar açık. Bütün bu tespitlerden sonra şunu çok rahatlıkla söyleyebiliriz… Kamu personel sistemimizde iş güvencesi gibi bir garantör zemin olmasaydı, bugün kamu personel sistemini tartışan taraflar olarak Bursa’da değil, darbecilerin bedel ödettiği mağdurlar olarak mahpusta olurduk” diye konuştu.
Yalçın, “Şunun altını net olarak çizelim; kamuda güvence olmazsa devlet sistematiği tam olarak işlemez” şeklinde konuştu.
Yalçın, iş güvencesini hedef alan bir yaklaşım ya da öneri ortaya konulduğunda, kamu personel sistemine yönelik çalışmalarda paydaşlık değil karşıtlık pozisyonunda olacaklarının da altını çizdi.
Yalçın’dan, 4/C ve 4/B çağrısı
"Kamuda kadrolu istihdam, memurluk dışındaki bütün istihdam türlerinden vazgeçilmeli" diyen Yalçın şunları kaydetti:
“4/B ve 4/C kapsamındaki mevcut personel daha fazla gecikmeden kadroya geçirilmelidir. Sözleşmeli personel istihdamına son verilmelidir. Kadrolu öğretmene bakınca, eğitim hizmetleri asli ve sürekli nitelikte kamu hizmetidir. Sözleşmeli öğretmene bakınca ise, eğitim asli ve sürekli olmak bir taraf kamu hizmeti olarak görülmüyor. Bu anlamda öncelikle siyasetin ve bürokrasinin, kamu hizmetine, hangi hizmetlerin asli ve sürekli nitelikte kamu hizmeti olduğuna ilişkin tanımlarını makul zemine oturtması gerekiyor. Bu noktadaki kafa karışıklığının sona ermesi gerekiyor. Bunun da yolu belli, kamuda memur statüsünde istihdam mutlak olmalı sınırlı sayıda (toplam personelin yüzde 2’sini aşmayacak seviyede) ve kapsamda sözleşmeli personel istihdamı dışında bir istihdam türü kamuda olmamalıdır.
“Kamuya alımlarda adaletsizlik olmasın”
Yalçın, kamu personelinde istihdam türü kadar önemli bir konunun kamu hizmetine alınmada, kamu hizmetine girmede vatandaşların tabi tutulacağı süreç olduğunu belirterek, "Mevcut durumda ağırlıklı olarak merkezi sınava dayalı bir sistemimiz var. Eksikleri, aksayan yönleri, ihtiyaca cevap vermeyen yönleri var mı bu sistemin var. Ancak, kamu vicdanında net ve olumlu bir kanaat oluşturduğu da kesin. Herkesin ortak bir zaman diliminde ortak soruyla ve ortak kurallara dayalı olarak girdiği bir yeterlilik ve yarışma niteliğine sahip. Son dönemde bu yönteme yönelik bazı değişiklikler uygulamaya geçirildi. Merkezi sınav sonrasında düzenlenen mülakat sınavı nihai sonuç ölçütü haline getirildi.
Öğretmenlikte böyle bir yöntem var. Biz, kamu hizmetine girmede/alınmada merkezi nitelikte bir sınavın kamu vicdanı noktasında elzem olduğuna inanıyoruz. Bunun yanında, kurumlar kendi ihtiyaçları, ana meslek grupları için kurumsal bazda sınavlar yapabilir. Ancak, bu noktada mülakat yerine kuruma ve alana dair bilgi düzeyini ölçmeye dönük bir yazılı sınavın daha doğru olacağına inanıyoruz. Kadro sayısından daha fazla sayıda, iki ya da üç katı aday çağrılıp, küskünler ve gerginler kitlesi oluşturmasını sosyolojik açıdan da hukuki açıdan da sıkıntılı görüyoruz. İstisnai memurluk kadroları üzerinden sınavdan muaf tutulanlar ile sınavda başarılı olduğu halde mülakatta elenen kitlenin aynı toplumda bir arada bulunmasının üreteceği riskleri görmezlikten gelemeyiz. Biri varsa diğeri olmamalı... Sınavsız atayacak yetki ile sınavı kazananı mülakatta eleyecek yetkinin bir arada bulunması doğal bir adaletsizlik tespitine neden olur" ifadelerini kullandı.
“Teşvik, tehditten daha az maliyet üretir”
Yalçın sözlerini şu şekilde sürdürdü:
“Bu ülkede sıkça tekrarlanan ifadelerden biri ‘atanayım da neresi olursa olsun’, ‘ülkenin her yeri bizim neresi olursa olsun’ türü beyanlardır. Başlangıçtaki bu ifade atama sonrasında, memlekete atanmak için ne yapabilirime dönüyor. Siyasi zeminler, bürokratik zeminlerde bunları ne yapabilirime destek oluyor. Sonuç, bir tarafta kadro fazlası, diğer tarafta personel ihtiyacı. Dengeyi sağlaması beklenen yapılar, dengeyi bozan kararlara, uygulamalara kapı aralıyor. Sonrasında ‘rotasyon’ zorunlu hizmet ve benzeri metezori uygulamalar devreye sokuluyor. Teşvik değil tehdit hükümleri, istek değil dayatma uygulamaları sahaya çıkıyor. Öğretmensiz sınıflar kadar, sınıfı olmayan öğretmenler, doktor bulamayan hastane ya da hasta yoğunluğu olmayan doktorlar aynı zaman diliminde ve ülkede bir arada bulunuyor. Dengeli dağılımı sağlamak istiyorsak, kuralların gücüne dayanmak yerine insanların rızasını kazanmak yöntemleri devreye sokulmalı. Personel ihtiyacı bulunan, istihdamda zorluk çekilen yerler, bölgeler ve iller, ilçeler gün gibi ortadadır. Bu durumu değiştirmek için yapılması gerekenleri bulmak içinde yeni keşiflere gerek yok. Gitmeyi isteyenleri, kalmayı hedefleyenlere dönüştürebiliriz. Bu tür bölgelerde kalma süresine yönelik teşvikler, ilave ödemeler, görevde yükselme ve unvan değişikliğinde avantajlar, sosyal güvenlikte emeklilik süresine, emekli ikramiyesi ve maaşına yönelik artışlar sağlamak gibi sayısız yöntemi hayata geçirebiliriz. Bunların her biri parasal maliyet üretir denerek buna yanaşılmıyor. Öğretmensiz sınıfın ürettiği maliyet, doktorsuz hastanın ürettiği maliyet net hesaplanmadığı için görünün maliyete odaklanılıyor. Teşvik, tehditten daha az maliyet üretir.”
“Ücret adaletsizliği giderilsin”
Kamu hizmetini görmenin ve kamu hizmeti sunmanın emek gerektirdiğini kaydeden Yalçın, her emeğin de bir karşılık gerektirdiğini anlatarak, “Hak ettiği kadar, alın terinin karşılığı olacak kadar ücret, maaş, ödeme yapılmıyorsa angarya ve dayatma odaklı bir siyasal düzlemden bahsedebiliriz. Türkiye, böyle bir ülke değil. Emeğin karşılığını verme çabası var. Emeğinin karşılığını almak için örgütlenen, toplu sözleşme masasına oturan bir sendikal bilinç ve güç var. Genel durum bu olmakla birlikte konuya yakından baktığımızda istihdam türü çokluğuna dayalı farklı ücret ve maaş türleri, oldukça fazla maaş kalemi gibi sayısız şikayet konusu var. Bordrodaki kalemlerin sayısı fazla olmasına fazla da maaş/ücret noktasında aynı fazla olma durumu var mı? Genelin görüşü olmadığı yönünde. Biz de aynı kanaatteyiz. Türkiye’de kamu görevlilerinin maaşları son yıllarda toplu sözleşme üzerinden elde edilen artışlara rağmen, kamu görevlilerinin bihakkın mutlu edecek seviyeye gelmiş değil. Sınıflar, unvanlar, kurumlar arasında farklı ücret ve maaş seviyeleri varlığını koruyor. Eşit işe eşit ücret için hayata geçirilen ek ödeme, eşit unvanlara eşit maaş olarak gerçekleşti. Hemen hemen her maaş kaleminde katsayılarla ilgili, göstergelerle ilgili talepler ve teklifler var. Ek gösterge, özel hizmet tazminatı, ek ödeme rakam ve oranları noktasında apaçık adaletsizlikler çok yoğun olmasa da varlığını koruyor. Toplu Sözleşme bu tür adaletsizlikleri gidermek için çok önemli fırsatlar sunuyor. Emekli ikramiyesi ve maaşı noktasında son toplu sözleşmedeki özel hizmet tazminatı yansıtma oranı artışı büyük bir memnuniyet üretti. Ancak, ek göstergeleri yeniden düzenlemeliyiz. Dereceler ve kıdem süresi kaynaklı maaş farklılıkları yok denecek seviyede. Bunları mutlaka değiştirmek zorundayız. Performans ve başarı odaklı maaş ödeme kalemi oluşturma azmine sahip kurumlara yenileri ekleniyor. Görev tanımı olmayan bir personel sisteminde, başarı ve performans odaklı bir ödeme yapmak ne kadar adil olur. Bunları mutlaka toplu sözleşme ve Kamu Personeli Danışma Kurulu’nda tartışmalıyız” değerlendirmesinde bulundu.
Kaynak: İHA
Çalıştaya Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu, Memur-Sen Genel Başkanı Ali Yalçın, Memur-Sen Genel Başkan Vekili Metin Memiş, Memur-Sen Genel Başkan Yardımcıları Mehmet Bayraktutar, Hacı Bayram Tonbul, Devlet Personel Başkan Vekili Enes Polat, Memur-Sen’e bağlı sendikaların genel başkanları ve genel başkan yardımcıları katıldı.
Çalıştayda konuşan Memur-Sen Genel Başkanı Ali Yalçın, milletimizin ve ülkemizin, varlığına, birliğine, bağımsızlığına yönelik en kahpe, en sinsi ve en kanlı saldırıların açık ve örtülü bir şekilde sahneye konulduğu bir dönemi yaşadığımızı belirterek, “Kalkışmanın hedefinde emekçiler de vardı. Biz, birliğimizi, kardeşliğimizi, özgürlüklerimizi, hedef alan çok ortaklı ve çok bilinçli bir kuşatma planıyla karşı karşıyayız. Bu planı istedikleri şekilde sonuca bağlamak için giriştikleri son teşebbüs, hepinizin bildiği gibi Fetullahçı Terör Örgütü’nün gerçekleştirdiği 15 Temmuz darbe teşebbüsüdür” diye konuştu.
“İş güvencesinin olmadığı kurumlara sızdılar”
İş güvencesinin olmadığı kurumlarda sızmaya kapı aralandığının altını çizen Yalçın, “Kendilerine uygun olmayanları, talimatlarına uymayanları belge uydurup sistemin dışına ittiklerine, görevden ettiklerine şahitlik ettik. TÜBİTAK, KOSGEB gibi kuruluşlarda, kamuya ait şirketlerde, kamu kurumu niteliği bulunmayan, personelin kamu görevlisi sıfatına, iş güvencesine sahip olmadığı alanlarda pozisyonları kolayca ele geçirdiler, kendilerinden olmayanı kolayca elediler. Durum bu kadar gözümüzün önünde, fotoğraf bu kadar açık. Bütün bu tespitlerden sonra şunu çok rahatlıkla söyleyebiliriz… Kamu personel sistemimizde iş güvencesi gibi bir garantör zemin olmasaydı, bugün kamu personel sistemini tartışan taraflar olarak Bursa’da değil, darbecilerin bedel ödettiği mağdurlar olarak mahpusta olurduk” diye konuştu.
Yalçın, “Şunun altını net olarak çizelim; kamuda güvence olmazsa devlet sistematiği tam olarak işlemez” şeklinde konuştu.
Yalçın, iş güvencesini hedef alan bir yaklaşım ya da öneri ortaya konulduğunda, kamu personel sistemine yönelik çalışmalarda paydaşlık değil karşıtlık pozisyonunda olacaklarının da altını çizdi.
Yalçın’dan, 4/C ve 4/B çağrısı
"Kamuda kadrolu istihdam, memurluk dışındaki bütün istihdam türlerinden vazgeçilmeli" diyen Yalçın şunları kaydetti:
“4/B ve 4/C kapsamındaki mevcut personel daha fazla gecikmeden kadroya geçirilmelidir. Sözleşmeli personel istihdamına son verilmelidir. Kadrolu öğretmene bakınca, eğitim hizmetleri asli ve sürekli nitelikte kamu hizmetidir. Sözleşmeli öğretmene bakınca ise, eğitim asli ve sürekli olmak bir taraf kamu hizmeti olarak görülmüyor. Bu anlamda öncelikle siyasetin ve bürokrasinin, kamu hizmetine, hangi hizmetlerin asli ve sürekli nitelikte kamu hizmeti olduğuna ilişkin tanımlarını makul zemine oturtması gerekiyor. Bu noktadaki kafa karışıklığının sona ermesi gerekiyor. Bunun da yolu belli, kamuda memur statüsünde istihdam mutlak olmalı sınırlı sayıda (toplam personelin yüzde 2’sini aşmayacak seviyede) ve kapsamda sözleşmeli personel istihdamı dışında bir istihdam türü kamuda olmamalıdır.
“Kamuya alımlarda adaletsizlik olmasın”
Yalçın, kamu personelinde istihdam türü kadar önemli bir konunun kamu hizmetine alınmada, kamu hizmetine girmede vatandaşların tabi tutulacağı süreç olduğunu belirterek, "Mevcut durumda ağırlıklı olarak merkezi sınava dayalı bir sistemimiz var. Eksikleri, aksayan yönleri, ihtiyaca cevap vermeyen yönleri var mı bu sistemin var. Ancak, kamu vicdanında net ve olumlu bir kanaat oluşturduğu da kesin. Herkesin ortak bir zaman diliminde ortak soruyla ve ortak kurallara dayalı olarak girdiği bir yeterlilik ve yarışma niteliğine sahip. Son dönemde bu yönteme yönelik bazı değişiklikler uygulamaya geçirildi. Merkezi sınav sonrasında düzenlenen mülakat sınavı nihai sonuç ölçütü haline getirildi.
Öğretmenlikte böyle bir yöntem var. Biz, kamu hizmetine girmede/alınmada merkezi nitelikte bir sınavın kamu vicdanı noktasında elzem olduğuna inanıyoruz. Bunun yanında, kurumlar kendi ihtiyaçları, ana meslek grupları için kurumsal bazda sınavlar yapabilir. Ancak, bu noktada mülakat yerine kuruma ve alana dair bilgi düzeyini ölçmeye dönük bir yazılı sınavın daha doğru olacağına inanıyoruz. Kadro sayısından daha fazla sayıda, iki ya da üç katı aday çağrılıp, küskünler ve gerginler kitlesi oluşturmasını sosyolojik açıdan da hukuki açıdan da sıkıntılı görüyoruz. İstisnai memurluk kadroları üzerinden sınavdan muaf tutulanlar ile sınavda başarılı olduğu halde mülakatta elenen kitlenin aynı toplumda bir arada bulunmasının üreteceği riskleri görmezlikten gelemeyiz. Biri varsa diğeri olmamalı... Sınavsız atayacak yetki ile sınavı kazananı mülakatta eleyecek yetkinin bir arada bulunması doğal bir adaletsizlik tespitine neden olur" ifadelerini kullandı.
“Teşvik, tehditten daha az maliyet üretir”
Yalçın sözlerini şu şekilde sürdürdü:
“Bu ülkede sıkça tekrarlanan ifadelerden biri ‘atanayım da neresi olursa olsun’, ‘ülkenin her yeri bizim neresi olursa olsun’ türü beyanlardır. Başlangıçtaki bu ifade atama sonrasında, memlekete atanmak için ne yapabilirime dönüyor. Siyasi zeminler, bürokratik zeminlerde bunları ne yapabilirime destek oluyor. Sonuç, bir tarafta kadro fazlası, diğer tarafta personel ihtiyacı. Dengeyi sağlaması beklenen yapılar, dengeyi bozan kararlara, uygulamalara kapı aralıyor. Sonrasında ‘rotasyon’ zorunlu hizmet ve benzeri metezori uygulamalar devreye sokuluyor. Teşvik değil tehdit hükümleri, istek değil dayatma uygulamaları sahaya çıkıyor. Öğretmensiz sınıflar kadar, sınıfı olmayan öğretmenler, doktor bulamayan hastane ya da hasta yoğunluğu olmayan doktorlar aynı zaman diliminde ve ülkede bir arada bulunuyor. Dengeli dağılımı sağlamak istiyorsak, kuralların gücüne dayanmak yerine insanların rızasını kazanmak yöntemleri devreye sokulmalı. Personel ihtiyacı bulunan, istihdamda zorluk çekilen yerler, bölgeler ve iller, ilçeler gün gibi ortadadır. Bu durumu değiştirmek için yapılması gerekenleri bulmak içinde yeni keşiflere gerek yok. Gitmeyi isteyenleri, kalmayı hedefleyenlere dönüştürebiliriz. Bu tür bölgelerde kalma süresine yönelik teşvikler, ilave ödemeler, görevde yükselme ve unvan değişikliğinde avantajlar, sosyal güvenlikte emeklilik süresine, emekli ikramiyesi ve maaşına yönelik artışlar sağlamak gibi sayısız yöntemi hayata geçirebiliriz. Bunların her biri parasal maliyet üretir denerek buna yanaşılmıyor. Öğretmensiz sınıfın ürettiği maliyet, doktorsuz hastanın ürettiği maliyet net hesaplanmadığı için görünün maliyete odaklanılıyor. Teşvik, tehditten daha az maliyet üretir.”
“Ücret adaletsizliği giderilsin”
Kamu hizmetini görmenin ve kamu hizmeti sunmanın emek gerektirdiğini kaydeden Yalçın, her emeğin de bir karşılık gerektirdiğini anlatarak, “Hak ettiği kadar, alın terinin karşılığı olacak kadar ücret, maaş, ödeme yapılmıyorsa angarya ve dayatma odaklı bir siyasal düzlemden bahsedebiliriz. Türkiye, böyle bir ülke değil. Emeğin karşılığını verme çabası var. Emeğinin karşılığını almak için örgütlenen, toplu sözleşme masasına oturan bir sendikal bilinç ve güç var. Genel durum bu olmakla birlikte konuya yakından baktığımızda istihdam türü çokluğuna dayalı farklı ücret ve maaş türleri, oldukça fazla maaş kalemi gibi sayısız şikayet konusu var. Bordrodaki kalemlerin sayısı fazla olmasına fazla da maaş/ücret noktasında aynı fazla olma durumu var mı? Genelin görüşü olmadığı yönünde. Biz de aynı kanaatteyiz. Türkiye’de kamu görevlilerinin maaşları son yıllarda toplu sözleşme üzerinden elde edilen artışlara rağmen, kamu görevlilerinin bihakkın mutlu edecek seviyeye gelmiş değil. Sınıflar, unvanlar, kurumlar arasında farklı ücret ve maaş seviyeleri varlığını koruyor. Eşit işe eşit ücret için hayata geçirilen ek ödeme, eşit unvanlara eşit maaş olarak gerçekleşti. Hemen hemen her maaş kaleminde katsayılarla ilgili, göstergelerle ilgili talepler ve teklifler var. Ek gösterge, özel hizmet tazminatı, ek ödeme rakam ve oranları noktasında apaçık adaletsizlikler çok yoğun olmasa da varlığını koruyor. Toplu Sözleşme bu tür adaletsizlikleri gidermek için çok önemli fırsatlar sunuyor. Emekli ikramiyesi ve maaşı noktasında son toplu sözleşmedeki özel hizmet tazminatı yansıtma oranı artışı büyük bir memnuniyet üretti. Ancak, ek göstergeleri yeniden düzenlemeliyiz. Dereceler ve kıdem süresi kaynaklı maaş farklılıkları yok denecek seviyede. Bunları mutlaka değiştirmek zorundayız. Performans ve başarı odaklı maaş ödeme kalemi oluşturma azmine sahip kurumlara yenileri ekleniyor. Görev tanımı olmayan bir personel sisteminde, başarı ve performans odaklı bir ödeme yapmak ne kadar adil olur. Bunları mutlaka toplu sözleşme ve Kamu Personeli Danışma Kurulu’nda tartışmalıyız” değerlendirmesinde bulundu.