Anayasa ve Avrupa Bıyotıp Sözleşmesi Çerçevesinde Tıbbi Müdahaleden Kaynaklanan Uyuşmazlıkların Yargı Süreci, Sorunlar ve Çözüm Önerileri Kongresi
Yargıtay Başkanı Ali Alkan, "Yüksek tazminatlar nedeniyle riskli hastaların tedavisinde doktorların çekingen davranmaya başladığını bizde bilincindeyiz.
Bu tespite katılıyorum. O halde yasa koyucunun ve uygulayıcı olan bizlerin bu konu üzerinde bir değerlendirme yapma zamanı gelmiştir" dedi.
“Anayasa ve Avrupa Bıyotıp Sözleşmesi Çerçevesinde Tıbbi Müdahaleden Kaynaklanan Uyuşmazlıkların Yargı Süreci, Sorunlar ve Çözüm Önerileri” Kongresi Ankara Hilton Oteli’nde gerçekleşti. Kongrenin açılış konuşmasını yapan Yargıtay Başkanı Ali Alkan, 1969 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne girdiğini ve Prof. Dr. Fikret Eren’in öğrencisi olma mutluluğuna eriştiğini kaydetti.
Hasta hekim ilişkisinin temelini oluşturan vekalet sözleşmesini de Eren’den öğrendiğine değinen Alkan, bu vesileyle hocasına teşekkür etti.
1976 yılında cüppe giyerek fiilen hakimlik görevine başladığını anlatan Alkan,1987 yılına kadar yurdun muhtelif yerlerinde görev yaptığını ve 1987 yılında da Ankara Adliyesi’ne atamasının yapıldığını söyledi.
Bu yıla kadar hekimlerin hukuki sorumluluğuna ilişkin Borçlar Kanunu’nda,hakimlerin sorunlarına ilişkin ise Usül Hukuku’nda yasal düzenlemeler olduğunu okuduğunu kaydeden Alkan, “Ancak uygulamada ne hekimler aleyhine, ne hakimler aleyhine bir dava açıldığına hiç rastlamamıştım. Ankara Adliyesi’nde göreve başlayıncaya kadar. Çünkü toplumda bu yıllara kadar ne hekimler aleyhine, ne hakimler aleyhine sorumluluk davası açılabileceğine dair herhangi bir bilinçlendirme yapılmamıştı ve davalar açılmıyordu. Peki bu uygulamalar doğru muydu? Suistimal edilmemesi kaydıyla hakimler aleyhine de hekimler aleyhine de tazminat davası açılabilmelidir. Hiçbir meslek grubu ihmalinden kusurundan doğan zarardan sorumlu olmaması için imtiyaz sahibi olmamalıdır” diye konuştu.
1987 yılında Ankara Adliyesi’ne atandığında bir meslektaşıma açılana bir davayı anlatan Alkan, şunları söyledi:
“Doktorların sorunlu olabileceğine ilişkin haberlerin özellikle medya da yer almasından itibaren doktorlar aleyhine açılan davanın çığ gibi büyüdüğünü bizzat gördük. Bugün hukukumuzun en güncel sorunlarından birisi hekimlerin tıbbi müdahaleden doğan sorumluluklarıdır. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 25’inci maddesi, Anayasamızın 17’inci maddesi insanların sağlıklı yaşamasını güvence altına almıştır. Bu anlamda hasta hakları kavramı oluşmuştur. Hasta hakları kavramı kabul edilince bu defa karşımıza, bu hakların kullanılmasında sorumlu olan ‘kim dir’ sorusu aklımıza gelir. Bunun muhatabı ise sağlık çalışanları ve genellikle de hekimlerdir. Hekimlerin hastaya karış olan sorumlulukları bu sempozyumun konusu olup geniş şekilde tartışılacak ve bu sahadaki sorunların çözümünde önemli gelişmeler ışık tutacaktır. Sağlıkta kalitenin artması doktorların kusur halinde sorumluluğunun başlaması, şeffaflık ve denetimiyle mümkün olur. Her meslekte olduğu gibi hesap verme yolu açıldığında, tıpta da kalite yükselecektir”.
Hasta ile hekim arasındaki ilişkinin eski ve yeni Borçlar Kanunu’nda kabul edildiği gibi Vekalet Sözleşmesi doktirininde de bu konuda aynı düşüncenin hakim olduğunu hatırlatan Alkan, “Yeni Borçlar Kanunumuzda madde 506, ‘Vekil üstlendiği iş ve hizmetlerin, vekalet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle görevlidir. Vekilin özel borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır’ demişti. Bu düzenlemeler hekim ve hastanın tedavisinde onun iyileşmesini garanti etmemekte yani sonucu temin etmektedir. Hekimin yükümlülüğü kendisine düşen özen borcunu yerine getirmektir. Özen borcunu yerine getiren hekimin sorumluluğu söz konusu olamaz. Hekim özen borcunun yerine getirilmesinde en hafif kusurundan bile sorumludur. Doktor hastasının zarar görmemesi için mesleki tüm şartlarıyla yerine getirmek, hastanın durumunu tıbbi açıdan zamanında ve gecikmeksizin saptayıp somut durumun gerektirdiği önlemleri eksiksiz biçimde almak ve uygun tedaviyi de geciktirmeden belirleyip uygulamak zorundadır. Çeşitli tedavi yöntemleri arasında seçim yapılırken hastanın ve hasta özellikleri göz önünde tutulup, hastayı risk altına sokacak tutum ve davranışlardan kaçınarak en emin yolu seçmelidir. Hekim en son tıbbi gelişmeleri de izleyip, uygulamalıdır” şeklinde konuştu.
Özen borcunun yerine getirilip getirilmediğinin teknik bir konu olup bilirkişinin gelmesiyle sağlandığını belirten Alkan, hekimlerin meslektaşlarının yargılandığı bu davalarda, meslek etiği kurallarının yanında sözü edilen tarafsız ve bağımsız görüş birliği adaletin gerçekleşmesine katkı sağlayacağını vurgulayarak, şunları dedi:
“Hakim önüne gelen bir uyuşmazlıkta, tıbbi terimlerle doldurulmuş bilirkişi raporunu gerekli dikkat ve titizliği göstererek irdelemek zorundadır. Gelişen hasta hakları bilinci ve özel sağlık sektörü nedeniyle tıbbi müdahale sözleşmeleri güncel hukuk uygulamasında sürekli gelişen ve önem kazanan bir alan olmaktadır. Tıp biliminin ulaştığı aşamaya ve baş döndürücü hızla ilerleyen teknolojiye bakarak, tıbbi müdahale faaliyetinin çok daha çeşitleneceğini ve hukuk uygulaması bakımından daha karmaşık bir hal alacağını söylemek yanlış olmayacaktır. Bu durum ise genellikle tıp biliminin gelişmesini arkadan takip eden hukuksal düzenlemelerin ne şekilde olması gerektiği sorunun birlikte getirmektedir”.
Genelde hastalar ve hasta yakınlarının istenmeyen sonuçlarla karşılaştığında, oluşan olumsuz psikolojik ortam nedeniyle hekimin özen konusuna aykırı davranışı söz konusu olmamasına rağmen hemen dava yolunu seçtiklerini kaydeden Alkan, “Elimizde bu konuda güvenilir bir istatistik olmamasına rağmen, davaların çoğunlukla reddedildiğini bir uygulayıcı olarak gözlemlemekteyiz. Ancak davaların reddedilmesi doktorların zaman zaman iş yoğunluğu, nöbet nedeniyle devamlı 36 saat görev yapması ve bazende duyarsızlık gibi nedenlerle hata yapması istenmeyen sonuçların doğmasına neden olduğu gerçeğini de değiştiremez. Doktorların sorumlu olduğu durumlarda hükmedilen tazminat miktarlarının onların ekonomik durumuna neden olduğunu da bilmekteyiz. Yüksek tazminatlar nedeniyle riskli hastaların tedavisinde doktorların çekingen davranmaya başladığını bizde bilincindeyiz. Bu tespite katılıyorum. O halde yasa koyucunun ve uygulayıcı olan bizlerin bu konu üzerinde bir değerlendirme yapma zamanı gelmiştir. Bu gibi durumlarda doktorları da koruyan düzenlemelere ihtiyaç olduğu açıktır. Sigorta uygulaması, sigortanının sınırsız olarak tüm zararlara teşkil edilmesi, sigorta pirimlerinin ödenmesi gibi kamunun hekime büyük oranda katkıda bulunması, oluşan zararın tazmini için Finlandiya örneğinde olduğu gibi bir fon oluşturulması sorunun çözümüne katkıda bulunacaktır” değerlendirmesini yaptı.
Sağlık çalışanlarına son zamanlar uygulanan şiddetin önemli bir sorun olduğunu da vurgulayan Alkan, yazılı ve görsel medyada izlediğimiz gibi sağlık çalışanlarına karşı şiddet uygulandığında sanığın serbest kalması, toplumda ve sağlık çalışanlarında büyük tepkilere neden olmaktadır. Ancak yasaları uygulamak zorunda olan hakimlerin önünde başka alternatifin bulunmadığı da gözden ırak tutulmamalıdır. Yasa koyucu bu sıkıntıları ve tepkileri gördüğü için sağlık çalışanına şiddet uygulayan hasta ve hasta yakınlarının tutuklu yargılanması için yasal düzenlemeyi gündemine de almıştır. Ancak yapılması gereken daha çok işimizin olduğu da bir gerçektir” ifadelerini kullandı
Kaynak: İHA
“Anayasa ve Avrupa Bıyotıp Sözleşmesi Çerçevesinde Tıbbi Müdahaleden Kaynaklanan Uyuşmazlıkların Yargı Süreci, Sorunlar ve Çözüm Önerileri” Kongresi Ankara Hilton Oteli’nde gerçekleşti. Kongrenin açılış konuşmasını yapan Yargıtay Başkanı Ali Alkan, 1969 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne girdiğini ve Prof. Dr. Fikret Eren’in öğrencisi olma mutluluğuna eriştiğini kaydetti.
Hasta hekim ilişkisinin temelini oluşturan vekalet sözleşmesini de Eren’den öğrendiğine değinen Alkan, bu vesileyle hocasına teşekkür etti.
1976 yılında cüppe giyerek fiilen hakimlik görevine başladığını anlatan Alkan,1987 yılına kadar yurdun muhtelif yerlerinde görev yaptığını ve 1987 yılında da Ankara Adliyesi’ne atamasının yapıldığını söyledi.
Bu yıla kadar hekimlerin hukuki sorumluluğuna ilişkin Borçlar Kanunu’nda,hakimlerin sorunlarına ilişkin ise Usül Hukuku’nda yasal düzenlemeler olduğunu okuduğunu kaydeden Alkan, “Ancak uygulamada ne hekimler aleyhine, ne hakimler aleyhine bir dava açıldığına hiç rastlamamıştım. Ankara Adliyesi’nde göreve başlayıncaya kadar. Çünkü toplumda bu yıllara kadar ne hekimler aleyhine, ne hakimler aleyhine sorumluluk davası açılabileceğine dair herhangi bir bilinçlendirme yapılmamıştı ve davalar açılmıyordu. Peki bu uygulamalar doğru muydu? Suistimal edilmemesi kaydıyla hakimler aleyhine de hekimler aleyhine de tazminat davası açılabilmelidir. Hiçbir meslek grubu ihmalinden kusurundan doğan zarardan sorumlu olmaması için imtiyaz sahibi olmamalıdır” diye konuştu.
1987 yılında Ankara Adliyesi’ne atandığında bir meslektaşıma açılana bir davayı anlatan Alkan, şunları söyledi:
“Doktorların sorunlu olabileceğine ilişkin haberlerin özellikle medya da yer almasından itibaren doktorlar aleyhine açılan davanın çığ gibi büyüdüğünü bizzat gördük. Bugün hukukumuzun en güncel sorunlarından birisi hekimlerin tıbbi müdahaleden doğan sorumluluklarıdır. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 25’inci maddesi, Anayasamızın 17’inci maddesi insanların sağlıklı yaşamasını güvence altına almıştır. Bu anlamda hasta hakları kavramı oluşmuştur. Hasta hakları kavramı kabul edilince bu defa karşımıza, bu hakların kullanılmasında sorumlu olan ‘kim dir’ sorusu aklımıza gelir. Bunun muhatabı ise sağlık çalışanları ve genellikle de hekimlerdir. Hekimlerin hastaya karış olan sorumlulukları bu sempozyumun konusu olup geniş şekilde tartışılacak ve bu sahadaki sorunların çözümünde önemli gelişmeler ışık tutacaktır. Sağlıkta kalitenin artması doktorların kusur halinde sorumluluğunun başlaması, şeffaflık ve denetimiyle mümkün olur. Her meslekte olduğu gibi hesap verme yolu açıldığında, tıpta da kalite yükselecektir”.
Hasta ile hekim arasındaki ilişkinin eski ve yeni Borçlar Kanunu’nda kabul edildiği gibi Vekalet Sözleşmesi doktirininde de bu konuda aynı düşüncenin hakim olduğunu hatırlatan Alkan, “Yeni Borçlar Kanunumuzda madde 506, ‘Vekil üstlendiği iş ve hizmetlerin, vekalet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle görevlidir. Vekilin özel borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır’ demişti. Bu düzenlemeler hekim ve hastanın tedavisinde onun iyileşmesini garanti etmemekte yani sonucu temin etmektedir. Hekimin yükümlülüğü kendisine düşen özen borcunu yerine getirmektir. Özen borcunu yerine getiren hekimin sorumluluğu söz konusu olamaz. Hekim özen borcunun yerine getirilmesinde en hafif kusurundan bile sorumludur. Doktor hastasının zarar görmemesi için mesleki tüm şartlarıyla yerine getirmek, hastanın durumunu tıbbi açıdan zamanında ve gecikmeksizin saptayıp somut durumun gerektirdiği önlemleri eksiksiz biçimde almak ve uygun tedaviyi de geciktirmeden belirleyip uygulamak zorundadır. Çeşitli tedavi yöntemleri arasında seçim yapılırken hastanın ve hasta özellikleri göz önünde tutulup, hastayı risk altına sokacak tutum ve davranışlardan kaçınarak en emin yolu seçmelidir. Hekim en son tıbbi gelişmeleri de izleyip, uygulamalıdır” şeklinde konuştu.
Özen borcunun yerine getirilip getirilmediğinin teknik bir konu olup bilirkişinin gelmesiyle sağlandığını belirten Alkan, hekimlerin meslektaşlarının yargılandığı bu davalarda, meslek etiği kurallarının yanında sözü edilen tarafsız ve bağımsız görüş birliği adaletin gerçekleşmesine katkı sağlayacağını vurgulayarak, şunları dedi:
“Hakim önüne gelen bir uyuşmazlıkta, tıbbi terimlerle doldurulmuş bilirkişi raporunu gerekli dikkat ve titizliği göstererek irdelemek zorundadır. Gelişen hasta hakları bilinci ve özel sağlık sektörü nedeniyle tıbbi müdahale sözleşmeleri güncel hukuk uygulamasında sürekli gelişen ve önem kazanan bir alan olmaktadır. Tıp biliminin ulaştığı aşamaya ve baş döndürücü hızla ilerleyen teknolojiye bakarak, tıbbi müdahale faaliyetinin çok daha çeşitleneceğini ve hukuk uygulaması bakımından daha karmaşık bir hal alacağını söylemek yanlış olmayacaktır. Bu durum ise genellikle tıp biliminin gelişmesini arkadan takip eden hukuksal düzenlemelerin ne şekilde olması gerektiği sorunun birlikte getirmektedir”.
Genelde hastalar ve hasta yakınlarının istenmeyen sonuçlarla karşılaştığında, oluşan olumsuz psikolojik ortam nedeniyle hekimin özen konusuna aykırı davranışı söz konusu olmamasına rağmen hemen dava yolunu seçtiklerini kaydeden Alkan, “Elimizde bu konuda güvenilir bir istatistik olmamasına rağmen, davaların çoğunlukla reddedildiğini bir uygulayıcı olarak gözlemlemekteyiz. Ancak davaların reddedilmesi doktorların zaman zaman iş yoğunluğu, nöbet nedeniyle devamlı 36 saat görev yapması ve bazende duyarsızlık gibi nedenlerle hata yapması istenmeyen sonuçların doğmasına neden olduğu gerçeğini de değiştiremez. Doktorların sorumlu olduğu durumlarda hükmedilen tazminat miktarlarının onların ekonomik durumuna neden olduğunu da bilmekteyiz. Yüksek tazminatlar nedeniyle riskli hastaların tedavisinde doktorların çekingen davranmaya başladığını bizde bilincindeyiz. Bu tespite katılıyorum. O halde yasa koyucunun ve uygulayıcı olan bizlerin bu konu üzerinde bir değerlendirme yapma zamanı gelmiştir. Bu gibi durumlarda doktorları da koruyan düzenlemelere ihtiyaç olduğu açıktır. Sigorta uygulaması, sigortanının sınırsız olarak tüm zararlara teşkil edilmesi, sigorta pirimlerinin ödenmesi gibi kamunun hekime büyük oranda katkıda bulunması, oluşan zararın tazmini için Finlandiya örneğinde olduğu gibi bir fon oluşturulması sorunun çözümüne katkıda bulunacaktır” değerlendirmesini yaptı.
Sağlık çalışanlarına son zamanlar uygulanan şiddetin önemli bir sorun olduğunu da vurgulayan Alkan, yazılı ve görsel medyada izlediğimiz gibi sağlık çalışanlarına karşı şiddet uygulandığında sanığın serbest kalması, toplumda ve sağlık çalışanlarında büyük tepkilere neden olmaktadır. Ancak yasaları uygulamak zorunda olan hakimlerin önünde başka alternatifin bulunmadığı da gözden ırak tutulmamalıdır. Yasa koyucu bu sıkıntıları ve tepkileri gördüğü için sağlık çalışanına şiddet uygulayan hasta ve hasta yakınlarının tutuklu yargılanması için yasal düzenlemeyi gündemine de almıştır. Ancak yapılması gereken daha çok işimizin olduğu da bir gerçektir” ifadelerini kullandı