Zonguldak’ta Mevlana'yı Anma Etkinliği

Bülent Ecevit Üniversitesi’nde Hz.Mevlana'yı anma etkinlikleri yapıldı. Vuslatın 739. yıldönümü kapsamında gerçekleştirilen “Bir Muhammedi Aşık Hz. Mevlana” isimli konferansta konuşan Araştırmacı Yazar Ömer Tuğrul İnançer, Mevlana Celaleddin-i Rumi ile ilgili bazı bilgilerin hakikatten uzak olduğunu söyledi.

Bülent Ecevit Üniversitesi Prof. Dr. Arif Amirov Konferans Salonu’nda “Bir Muhammedi Aşık, Hz. Mevlana” konulu konuşma düzenlendi.

Bülent Ecevit Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mahmut Özer, eşi, rektör yardımcıları, dekanlar daire başkanları, öğretim görevlileri ve üniversite öğrencileri katıldı.

Araştırmacı Yazar Ömer Tuğrul İnançer, son yıllarda özellikle internetin yaygınlaşması nedeniyle sanal ortamda, yalan yanlış bilgilerin dolaştığını söyleyerek konuşmasına başladı.

Salondakilerden her söylenene ve okunana inanmamaları konusunda uyarılarda bulunan İnançer, “Benim söylediğime de inanmayın. Onu tetkik edin. İnsanlar bazen maksatlarını aşan şeyler söyleyebilir. Sürçü lisan edebilirler. Kastedilen ile anlaşılan arasında fark olabilir. Onun için burada oturarak, gayet güzel bir ortamda, bedeni çok emek vermeden, algılanan şeyler çabuk unutulur” dedi.

Özellikle yanlış sloganlarla insanların kandırıldığına da dikkat çeken İnançer, ‘Çanakkale geçilmez’ sloganını örnek verdi. Sloganın aksine Çanakkale’nin geçildiğini ileri süren İnançer, şunları söyledi: “Mesela 18 Mart geliyor. Her sene geliyor. Klasik bir söz, ‘Çanakkale geçilmez’ 18 Mart 1915. Peki 20 Nisan 1919’da, Şehzadebaşı Karakolu’nu basıp uyuyan Mehmetçikleri öldüren İngilizler, gökten zembille mi indi. Çanakkale geçildi işte. Askeri kuvvet ile geçemeyen gavur, Limni adasının bir liman şehri olan Mondros’ta imzalanan bir mütarekenin şartını böyle yorumlayarak, İstanbul’u işgal etti. Ve Çanakkale’yi geçti. Yıldız ve Dolmabahçe saraylarına çevrilen top namluları. Tuna’dan ve Karadeniz’den gelmediler.” FARKLI TANITILIYOR Hz. Mevlana Celaleddin-i Rumi ile ilgili bilgilerin hakikatten uzak olduğunu belirten İnançer, sözlerine şöyle devam etti:“Hazreti Mevlana, hem kendi yaşadığı dönem ve dönemine en yakın zamanlarda hakkında kitap yazılmış, hem de kendi kitapları, orijinal hali ile günümüze gelebilmiş bir zat olmasına rağmen, ne yazık ki hakikatinden çok farklı olarak tanıtılmaya çalışılıyor. Yiyelim içelim, dönelim, ney üfleyelim, saz çalalım. Sonra, o kadar. Aşk. Ama kendi sözlerine hiç riayet, itibar edilmiyor." 1925 yılında dergahların ardından lakapların da yasaklandığı kanunun çıkarıldığı belirten İnançer, bu kanun ile ‘bey, beyefendi, hanım, hanımefendi, paşa, efendi, baba, dede, sultan, hazret, pir, şeyh’ gibi unvan ve kelimelerin yasaklandığını ifade etti.

Yasak olmasına rağmen uygulamanın halen yürürlükte bulunduğuna dikkat çeken İnançer, Hz. Mevlana gibi İslam alimlerinin ‘pir ve şeyh’ ünvanları yerine ‘büyük düşünür’ gibi tanımlamalarla ifade edildiğini kaydetti.

İnançer, konuşmasında “Biz birbirimize bey diyoruz ama halen bu kanun yürürlükte. Onun için bir takım aklı evveller çıkıyor, Hazreti Mevlana bir düşünürdür, büyük düşünürdür” diyorlar. Ne demekse büyük düşünür. Tefekkürü unuttuğumuzdan, mütefekkiri de unuttuk” ifadelerini kullandı. KAVRAM FUKARASIYIZ Dilde sadeleşme namı altında, dilin fukaralaştırıldığını ileri süren İnançer, sözlerini şöyle sürdürdü: “Sadelik başka bir şeydir, fakirlik başka bir şeydir. Malum, her inşaat ne kadar çok malzeme kullanılırsa, her yemek ne kadar çok malzeme kullanılırsa, mükemmel, iyi ve lezzetli olur. Tefekkür binası da, bol kavram, malzemesi kullanılarak inşa edilir. Kelimeyi unuttuğumuz zaman kavramı unuturuz. Elimizde kala kala, kerpiç ile odun kalır. Ondan da doğru dürüst bir tefekkür binası inşa edilemez. Nitekim edilemiyor, yok. Taklitler, evvelki sözlerin tekrarı, bundan ibaret. Yeni bir tefekkür yok. Kelime hazinesi, yani kavram fukarasıyız. Bu kavram fukaralığından, eksikliklerden, şundan, bundan, türlü sosyal, siyasi, hatta ekonomi, sebeplerden dolayı kelimelerin içi boşalmış, boş kullanılıyor” Hazreti Mevlana’nın hakkındaki ‘tarikat kurucusu olmadığı’ gibi ifadelerin de gerçeği yansıtmadığını anlatan İnançer, şunları söyledi: “Tarikat turşu değildir, kurulmaz. Aynı mezhep gibi kurulmaz. Bir alim, bir içtihat yapar. Bu içtihada uyan uyar uymayan uymaz. İçtihada uymuyorsun diye de mesul olmazsın, uydun diye de başın göğe ermez. Bir yol lazımdır. Ama o yolun müessisi, tesis edicisi, yolunu belirleyicisine, pir demek bizim günlük hayatımızdaki teamüllerimizdendir” İnançer, rektörlük sıfatının ise Katolik papazının bir ünvanı olduğunu kaydetti.

Siteminin salonda bulunan Rektör Prof. Dr. Mahmut Özer olmadığını belirten İnançer, şöyle konuştu: “Güya Mevlana hazretleri, hiçbir şey değildi, medrese de müderristi. Sanki medrese de müderris olmak, ayıp veya eksiklik. İşte müderris heyeti önde oturuyor. Adı profesör olmakla müderrisliği kalktı mı? Lakabı değişti. Ser müderrisin adı Rektör oldu. Rektör, bir papaz ünvanıdır. Elbette hocaya söylemiyorum, kanuna söylüyorum. Rektörlük, Katolik papazının ünvanıdır” Katoliklerin öğreti sistemini ve inançları hakkında da bilgi veren İnançer, öğrencilere şöyle seslendi:“O öğreti sistemi içerisinde, Papa’nın öğreti vekilinin vekili olanlarının lakabı rektördür. Ama biz mukallit bir millet haline getirildiğimiz için medeni kanunu İsviçre’den, ceza kanununu İtalya’dan, usül kanununu Almanya’dan idare kanununu Fransa’dan adapte bile değil, tercüme eden yamalı bohça gibi bir hukuk sisteminin sahibi ve aynı şekilde bir eğitim sisteminin sahibiyiz. Siz düzelteceksiniz. Bak, burada boğaz tüketiyorum. Uzak yoldan geldim. Virajlı yollarınızda başım döndü, midem bulandı. Hakkım geçti size. Velev ki, zerre kadar, eğer bu işlere kafa yormazsanız, gönlünüzü meylettirmezseniz, ‘hakkımı helal etmem’ deyiveririm ha.” YANLIŞ BİLGİLER HER YERDE Üniversitelerde gösterilen ilgili derslerde bile ‘Mevlana medresede müderris, babası büyük adammış, Alaattin Keykubat, babasına hürmet göstermiş, ama mollaymış’ gibi hikayelerin yer aldığını belirten İnançer, sözlerini şöyle sürdürdü: “Molla bir kere hakaretamiz bir tabir değildir. Medrese talebelerine molla denir. Hepiniz mollasınız. Yüksek tahsil yapan talebeye molla denir. Mollalık, ayıp bir şey gibi anlatılır. Sonra da Hz. Şems ile karşılaşmış, vay anasını be. Ondan sonra, ooo açılmış. Yolu, değiştirmiş, doğru yola gelmiş. Yahu bu nerede yazıyor, nereden çıkıyor. Hepiniz öyle biliyorsunuz değil mi? Ne yazık ki Konya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü bile, bu nevi merasimlerde, her sene Aralık ayında dağıttığı el kitapçığında böyle yazıyor. Evvelki sene kafa tuttum. Müdür de bir üniversite mensubudur. Çok da kıymetli araştırmaları var. Bari ‘sen yazma’ dedim. O da , ‘Ben yazmadım ama Ankara’dan böyle emir geldi, ne yapayım abi’ dedi.

Bu biyografik bilgiyi öğrenirken şuna dikkat etmek gerekir” SAHNEYE SU DÖKTÜ Masada bulunan su dolu bardağı eline alan İnançer, bir miktar suyu yere dökerek, konuşmasını sürdürdü. Elindeki bardağa işaret eden İnançer, “Evvela biz, manevi konuda, içtihat etmek için kendi kabını, doldurması lazım. Ancak, dolan bardaklar taşar. Taşınca başkalarına sunar, dolmayan bir bardakla etraf sulanır mı? Sulanır ama bu bardak eksilir. Taşanlar eksilmezler” Hz.Mevlana’nın babasının hem müderris olarak öğrencisi hem de Kübrevi şeyhi olan babasının dervişi olduğu belirten İnançer, babasının vefatına kadar da bu ünvanların sürdüğünü söyledi.

İnançer, konuşmasında, "Babasının vefatından sonra ise babasının ‘pir’deşi olan ve Kayseri’den Konyaya gelen Seyit Burhanettin hazretlerinin Hz. Mevlana Celaleddin-i Rumi’yi dervişliğe kabul ettiğini" ifade etti.

Mevlana’nın manevi terbiyesini ve hilafeti Seyit Burhanettin hazretlerinden aldığını kaydeden İnançer, sözlerine şöyle devam etti: “Burhanettin hazretleri Kayseri’ye dönerken, Hz Mevlana’ya “Bir semada iki güneş olmaz’ demiştir. Burada geçen şems kelimesi güneş anlamında kullanılmıştır. Güneş kelimesinin, Hz. Şems olmasıyla ilgili insanlar bir yerlerinden atıyorlar. Bu lafı Hazreti Şems söylemişmiş. Yok öyle bir şey. Hazreti Şems’in yani Hz Şemsettin’i Tirmizi’nin menakıbını, makalatını okuduğumuzda böyle olmadığı görülüyor.” Peygamber Efendimizin Mekke’nin fethinden sonra girdiği Kabe-i Şerif’i putlardan temizlediği menkıbesini anlatan İnançer, günümüz de insanların ise para ve kredi kartlarını putlaştırdığını belirterek şunları söyledi: “Bizim de putumuz, burada cebimizde. Kredi kartları, paralar. Hepsi burada. Bu da put. Hepimiz için değil ama çoğumuz için” Aşk konusunda da çarpıcı açıklamalarda bulunan İnançer, cinsel sevgi ile insanı aşkın farklı olduğunu kaydetti.

30 yıldır insani aşkı anlatamadığını belirten İnançer, şunları söyledi: “Aşk, insanın insanı insan olarak sevmesidir. Amerika’da evli bir kadın ile evli bir erkeğin kendi karı ve kocaları ile değil birbirleriyle zinalarının adı değildir. Hz. Mevlana ile Hz. Şems birbirlerini erkek olarak değil, insan olarak sevmişlerdir. Ne yazık ki bu bitti. Ben şimdi şuradaki kız kardeşimi, oradaki kız kardeşimi, dişi olarak, erkek olarak değil, insan olarak sevemez miyim?” Ruhların yaratılması ile başlayan insan hayatının, dünya, ahiret ve ebedi hayatla devam ettiğini belirten İnançer, dişilik ve erkekliğin ömrün tamamını kapsamadığını kaydetti.

Salondakilerin kağıtlara yazıp verdiği soruları da okuyup cevap veren İnançer’e, Rektör Özer tarafından teşekkür belgesi ve çeşitli hediyeler verildi.

Kaynak: İHA