Kenan Evren: İstediğimiz Kanunlar Çıkmayınca Yönetime El Koyduk
Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Kemal Çetin tarafından hazırlanan 12 Eylül 1980 darbesine ilişkin iddianame Ankara 12.
Ağır Ceza Mahkemesi`nce kabul edildi. İddianamede dönemin Genelkurmay Başkanı ve 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren ile Hava Kuvvetleri Komutanı Emekli Orgeneral Tahsin Şahinkaya`nın 765 sayılı TCK`nın "Devlet Kuvvetleri Aleyhinde Cürümlere ilişkin 146. maddesi ile 80. maddesi uyarınca ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılmaları isteniyor. CMK`nın 29`uncu maddesi uyarınca hem Evren hem de Şahinkaya hakkında adli kontrol uygulaması talep ediliyordu.
Darbeyi yapan ancak hayatlarını kaybeden dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Nejat Tümer ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun hakkında ise TCK`nın 64/1. maddesi gereğince ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmişti.
Soruşturma kapsamında ifade veren Kenan Evren`in savunmasında dikkat çekici ifadeler yer alıyor. 12 Eylül 1980 tarih öncesi Türkiye`nin ne halde olduğunu detaylı olarak anlatmaya gerek olmadığını dile getiren Evren, ülkenin o zamanki durumunun herkes tarafından bilindiğini, terör olaylarının yoğun şekilde arttığını, özellikle sağ sol kavgalarının yoğunlaştığını, banka soygunlarının arttığını, polisin ikiye bölündüğünü, POL-DER bir tarafta POL-BİR bir tarafta, öğretmenlerin ayrıca bölündüğünü, polisin görev yapamaz hale geldiğini anlattı.
Kahramanmaraş olaylarında 102 vatandaşın, Çorum olaylarında 80’e yakın vatandaşın terör olayları nedeniyle can verdiğini, Türkiye sathında her gün 10 ile 15 vatandaşın terör olaylarında hayatını kaybeder hale geldiğini belirten Evren, Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu`nun 35. maddesinin Türk Silahlı Kuvvetlerine Cumhuriyeti koruma ve kollama görevi verdiğini, bu kanunun Atatatürk zamanında çıkarıldığını, ülke yönetimine el koymaya ne kendinin ne de Türk Silahlı Kuvvetleri Komuta kademesinin tek başına karar vermediğini iddia etti.
12 Eylül öncesi bu terör olaylar nedeniyle kuvvet komutanları olarak bir araya geldiklerini, `ne yapabiliriz` diye değerlendirme yaptıklarını anlatan Evren, "Ülkenin kötü gidişatının engellenmesi amacıyla 27 Aralık 1979 tarihinde Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk aracılığıyla siyasi parti başkanlarına uyarı mektubu verdiklerini, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk`ün görev süresinin dolmuş olmasına rağmen Ağustos ayına kadar Cumhurbaşkanı seçilemediğini, o tarihteki kanunlara göre Cumhurbaşkanı seçilebilmesi için Meclis`in üçte iki çoğunluğunun oyunun gerektiğini, Meclis`in çalışamaz hale geldiğini, Meclis`in çalışamaması nedeniyle ülkede güvenliğin sağlanabilmesi için Türk Silahlı Kuvvetleri Komutanları ve Sıkıyönetin Komutanları olarak bir kısım kanunların çıkarılmasını istediklerini, ancak bu kanunların çıkarılamadığını, kanunların çıkarılmasını ülkede istediklerini, örneğin polise silah kullanma yetkisin verilmesini istediklerini ancak bunların yapılamadığını, Anayasal kurumların (Türkiye Büyük Millet Meclisi, Cumhurbaşkanı, Bakanlar Kurulu) görevini yapamaz hale geldiğini, ülkenin felç olduğunu, bu nedenle yönetime el koymak durumunda kaldıklarını" anlattı.
DEMİREL`İN HİSSEDİP HİSSETMEDİĞİNİ BİLMİYORDUK
Meclis`in görevini de yönetime el koyduktan sonra oluşturulan Danışma Meclisi`ne verdiklerini dile getiren Evren, ülke yönetimine el koymayı istemediklerini, bu nedenle uzun süre beklediklerini savundu. Özellikle polisin silah kullanamadığını, ikiye bölündüğünü, hiçbir yasanın çıkmadığını, bir kısım sıkıyönetim bölgelerine polis ihtiyacının olmasına rağmen yapılan atamaların engellendiğini, mahkeme kararı ile durdurulduğunu ileri süren Evren, dolayısı ile sıkıyönetim bölgelerinin polis ihtiyacının giderilemediğini, o zaman ülkenin içinde bulunduğu durumun gözeterek Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmetler kanununun 35. maddesinin ülke yönetimine el koyma yetkisi verdiğini kendisini ve diğer komutanlar olarak değerlendirdiklerini, bu yetkinin şartlar itibariyle sahip oldukları kanaatine vardıklarını kaydetti.
Ülke yönetimine el koymadan önce Türk Silahlı Kuvvetleri`nin yönetime el koyabileceğini Başbakan olan Süleyman Demirel ve Anamuhalefet Partisi liderinin hissedip hissetmediklerini bilmediğini ancak konuşmalarında sıkıntıları birçok kez dile getirdiğini dile getiren Evren, Milli Güvenlik Kurulu toplantılarında da bu hususların kendinin ve kuvvet komutanları tarafından ifade edildiğini ancak açıkça kanunlar çıkarılmadığı takdirde Türk Silahlı Kuvvetleri`nin yönetime el koyacağı konusunda gizli ya da açık bir şey söylenmediğini söyledi.
Bazı yapılan konuşmalardan ve gelişmelerden siyasilerin Türk Silahlı Kuvvetleri`nin ülke yönetimine el koyabileceğini tahmin etmeleri gerektiğini savunan Evren, hatta bazı senatörler ve milletvekillerinin kendisiyle görüşerek bu Meclis`in artık çalışmadığı, ülke yönetimine el koymaktan başka çıkar yol olmadığını söylediklerini belirtti.
Ülke yönetmine el koyduktan sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi ve hükümetin feshedildiğini, kesinti olmaması için bu yetkileri kullanacak kurumlara ihtiyaç olduğunu, bu nedenle Türkiye Büyük Millet Meclisi, Senato, Cumhurbakanı ve Millet Meclisi`ne ait yetkileri, oluşturulmuş olan Milli Güvenlik Konseyi`ne geçici olarak verdiklerini, ardından oluşturdukları danışma Meclisi`ne görevleri devrettiklerini, parlamenter sistemi esas aldıklarını anlatan Evren, "Ülkenin felç olmuş durumda olduğunu, Meclisin çalışmadığını, Danışma Meclisi oluşturulana kadar yetkiyi Milli Güvenlik Konseyine verdiklerini, bunun nedeninin ise bir kuruma ihtiyaç olduğunu, kısa süre sonra da yetkiyi Danışma Meclisine devrettiklerini, Anarşiyi önlemek İçişleri Bakanlığına bağlı olarak çalışan polislere ait olduğunu, Türk Silahlı Kuvvetleri ve Sıkıyönetim Komutanlıklarının ancak İçişleri Bakanlığı yardım istediği takdirde onlara yardımcı olduğunu, Sıkıyönetim Komutanlıklarının bulunduğu yerlerde suçluların yakalandıklarını, ancak hapishanelerden toplu olarak kaçışların söz konusu olduğunu, Sıkıyönetim Komutanlıklarının silah kullanma yetkisinin olmadığını, ülkenin tamamen felç olmuş durumda olduğunu, 19 ilde sıkıyönetim ilan edilmiş olmasına rağmen diğer illerde sıkıyönetimin olmadığını, olayların diğer illerde de meydana geldiğini, hapishane yönetimlerinde otorite boşluğunun olduğunu, yönetimin mahkumların elinde olduğunu" savundu.
`TERÖR VE ANARŞİ EYLEMLERİ BİRDEN ÖNLENDİ` İDDİASINI DEMİREL İLERİ SÜRDÜ
"11 Eylül 1980`de devam eden terör ve anarşi eylemleri 12 Eylül 1980 tarihinde birden önlenmiş, suçlular yakalanmıştır" iddiasının Süleyman Demirel`in ileri sürdüğünü ifade eden Evren, bunun doğru olmadığını, 12 Eylül günü sokağa çıkma yasağı ilan edildiğini, devam ettiğini, herkesin şaşkınlık yaşadığını, 1 hafta boyunca herhangi önemli olayın olmadığını, ancak ardından olayların tekrar başladığını iddia etti. 6 ay kadar olayların devam ettiğini, olayların ancak 6 ay içerisinde kontrol altına alınabildiğini ileri süren Evren, 12 Eylül 1980 tarihinde ülke yönetimine el koyduktan sonra terör örgütü mensuplarının tümünün adres ve kimliklerinin bilinmediğini, daha sonra Milli İstihbarat Teşkilatı ve Jandarmanın beraber çalışması ile bunların ortaya çıkarılarak yakalandığını söyledi.
Kenan Evren`e 19-26 Aralık 1978 Kahramanmaraş olayları için dönemin Başbakanı Bülent Ecevet`in "Bazı çevreler biz ısrarla ve sistemli olarak sıkıyönetim ilanına zorluyorlardı. Kahramanmaraş olayları CHP`nin kurduğu hükümeti sıkıyönetime zorlamak isteyenlerin tahriklerinin sonucuydu. Nitekim zorlanmış olduk. Kahramanmaraş olaylarında hükümetin sorumluluğu olduğunu düşünemem. Bir hayli askeri birlikler yardıma çağrılmıştı. Fakat güvenliğin sağlanmasına doyurucu bir katkıları olmamıştı. Geniş ölçüde pasif kalmışlardı." diyerek orduyu suçladığı; dönemin Başbakanı Süleyman Demirel`in ise "Efendim sıkıyönetim ilan edilmiş, sıkıyönetim komutanlarına yetkiler verilmiş, hükümet olarak bizim yapacak bir şeyimiz yok ki. Askerler isteselerdi anarşi ve terör önleyebilirlerdi, nitekim 12 Eylül günü bıçakla kesilir gibi kesildi. İdareye el koymaya kararlı oldukları için bilerek aranşinin üzerine gitmediler" şeklinde Türk Silahlı Kuvvetlerini suçladığı hatırlatıldı.
Evren, bu suçlamaları kabul etmedi. Bunların Türk Silahlı Kuvvetlerine siyasiler tarafından atılmış bir iftira olduğunu iddia eden Evren, "Siyasilerin tabi ki kabahati üzerlerine almaları söz konusu olamayacağını, Türk Silahlı Kuvvetlerinin insanların ölümünü bekleyip sonuçta bunu fırsat olarak değerlendirip yönetime el koymasının düşünülemeyeceğini, bunu vicdanlarının kabul etmeyeceğini, bunu kesinlikle kabul etmediğini, halen eski Cumhurbaşkanı Demirel ile görüştüklerini, bu şekilde kendisine bir şey söylemediğini, ayrıca Ecevit Başbakan iken kendisini ziyarete gittiğinde, kendisini kapıda karşıladığını, bu yönde kendisine herhangi bir şey söylemediğini ve görüşmelerinin de devam ettiğini, bu iddiaların o zamanın şartlarına göre siyasiler tarafından söylenmiş sözler olduğunu, Cumhurbaşkanı adayı Muhsin Batur`un akademiden sınıf arkadaşı olduğunu, onun seçilmesinden rahatsız olmalarının mümkün olmadığını, bir söz olduğunu `suç samur kürk olsa kimse giymez`, bu şekilde bir olay olmadığını, Orhan Eren`in `Celasun paşanın baksanıza adamlar Cumhurbaşkanını seçiyorlar, demesi üzerine` endişeyi sezerek bu şekilde bir söz söylediğini de hatırlamadığını" ifade etti.
12 Eylül sonrası Ege Sorunu konusunda Yunanistan`dan herhangi bir yazılı güvence almadan NATO Başkomutanı Rogers’ın vermiş olduğu sözlü güvenceye dayalı olarak Yunanistan`ın NATO`ya girmesine izin vermesinin hata olduğunu dile getiren Evren şunları söyledi:
"Pişman olmadığını, anarşi olaylarının sürekli arttığını, günlük 20-30 ölüm olayının olduğunu, Türkiye`de eski bir Başbakan olan Nihat Erim`in, ismini hatırlamadığı bir Orgeneral ile emekli Oramiral Kemal Kayacan`ın öldürüldüğünü, olayların giderek tırmandığını, faillerin yakalanamadığını, 12 Eylül`den sonra Danışma Meclisi tarafından hazırlanan 1982 Anayasa`nın taslağında Cumhurbaşkanı`nın 2 kez seçilebileceği konusunda hüküm bulunduğunu, ancak kendisinin `Cumhurbaşkanı 2. kez seçilecek olursa tekrar seçilebilmek için iktidardaki partiye destek vermeye başlar` dediğini ve bunun yanlış olacağını söyleyerek Cumhurbaşkanı`nın 2. kez seçilemeyeceği yönündeki hükmü Anayasa`ya koydurttuğunu, yine Cumhurbaşkanlığı görevinin dolmasına yakın rahmetli Turgut Özal`ın kendisine gelerek Anayasa değişikliği yaparak kendisinin 2. kez Cumhurbaşkanı olmasını teklif ettiğini, ancak kendisinin bunu kabul etmediğini söyledi."
Darbeyi yapan ancak hayatlarını kaybeden dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Nejat Tümer ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun hakkında ise TCK`nın 64/1. maddesi gereğince ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmişti.
Soruşturma kapsamında ifade veren Kenan Evren`in savunmasında dikkat çekici ifadeler yer alıyor. 12 Eylül 1980 tarih öncesi Türkiye`nin ne halde olduğunu detaylı olarak anlatmaya gerek olmadığını dile getiren Evren, ülkenin o zamanki durumunun herkes tarafından bilindiğini, terör olaylarının yoğun şekilde arttığını, özellikle sağ sol kavgalarının yoğunlaştığını, banka soygunlarının arttığını, polisin ikiye bölündüğünü, POL-DER bir tarafta POL-BİR bir tarafta, öğretmenlerin ayrıca bölündüğünü, polisin görev yapamaz hale geldiğini anlattı.
Kahramanmaraş olaylarında 102 vatandaşın, Çorum olaylarında 80’e yakın vatandaşın terör olayları nedeniyle can verdiğini, Türkiye sathında her gün 10 ile 15 vatandaşın terör olaylarında hayatını kaybeder hale geldiğini belirten Evren, Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu`nun 35. maddesinin Türk Silahlı Kuvvetlerine Cumhuriyeti koruma ve kollama görevi verdiğini, bu kanunun Atatatürk zamanında çıkarıldığını, ülke yönetimine el koymaya ne kendinin ne de Türk Silahlı Kuvvetleri Komuta kademesinin tek başına karar vermediğini iddia etti.
12 Eylül öncesi bu terör olaylar nedeniyle kuvvet komutanları olarak bir araya geldiklerini, `ne yapabiliriz` diye değerlendirme yaptıklarını anlatan Evren, "Ülkenin kötü gidişatının engellenmesi amacıyla 27 Aralık 1979 tarihinde Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk aracılığıyla siyasi parti başkanlarına uyarı mektubu verdiklerini, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk`ün görev süresinin dolmuş olmasına rağmen Ağustos ayına kadar Cumhurbaşkanı seçilemediğini, o tarihteki kanunlara göre Cumhurbaşkanı seçilebilmesi için Meclis`in üçte iki çoğunluğunun oyunun gerektiğini, Meclis`in çalışamaz hale geldiğini, Meclis`in çalışamaması nedeniyle ülkede güvenliğin sağlanabilmesi için Türk Silahlı Kuvvetleri Komutanları ve Sıkıyönetin Komutanları olarak bir kısım kanunların çıkarılmasını istediklerini, ancak bu kanunların çıkarılamadığını, kanunların çıkarılmasını ülkede istediklerini, örneğin polise silah kullanma yetkisin verilmesini istediklerini ancak bunların yapılamadığını, Anayasal kurumların (Türkiye Büyük Millet Meclisi, Cumhurbaşkanı, Bakanlar Kurulu) görevini yapamaz hale geldiğini, ülkenin felç olduğunu, bu nedenle yönetime el koymak durumunda kaldıklarını" anlattı.
DEMİREL`İN HİSSEDİP HİSSETMEDİĞİNİ BİLMİYORDUK
Meclis`in görevini de yönetime el koyduktan sonra oluşturulan Danışma Meclisi`ne verdiklerini dile getiren Evren, ülke yönetimine el koymayı istemediklerini, bu nedenle uzun süre beklediklerini savundu. Özellikle polisin silah kullanamadığını, ikiye bölündüğünü, hiçbir yasanın çıkmadığını, bir kısım sıkıyönetim bölgelerine polis ihtiyacının olmasına rağmen yapılan atamaların engellendiğini, mahkeme kararı ile durdurulduğunu ileri süren Evren, dolayısı ile sıkıyönetim bölgelerinin polis ihtiyacının giderilemediğini, o zaman ülkenin içinde bulunduğu durumun gözeterek Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmetler kanununun 35. maddesinin ülke yönetimine el koyma yetkisi verdiğini kendisini ve diğer komutanlar olarak değerlendirdiklerini, bu yetkinin şartlar itibariyle sahip oldukları kanaatine vardıklarını kaydetti.
Ülke yönetimine el koymadan önce Türk Silahlı Kuvvetleri`nin yönetime el koyabileceğini Başbakan olan Süleyman Demirel ve Anamuhalefet Partisi liderinin hissedip hissetmediklerini bilmediğini ancak konuşmalarında sıkıntıları birçok kez dile getirdiğini dile getiren Evren, Milli Güvenlik Kurulu toplantılarında da bu hususların kendinin ve kuvvet komutanları tarafından ifade edildiğini ancak açıkça kanunlar çıkarılmadığı takdirde Türk Silahlı Kuvvetleri`nin yönetime el koyacağı konusunda gizli ya da açık bir şey söylenmediğini söyledi.
Bazı yapılan konuşmalardan ve gelişmelerden siyasilerin Türk Silahlı Kuvvetleri`nin ülke yönetimine el koyabileceğini tahmin etmeleri gerektiğini savunan Evren, hatta bazı senatörler ve milletvekillerinin kendisiyle görüşerek bu Meclis`in artık çalışmadığı, ülke yönetimine el koymaktan başka çıkar yol olmadığını söylediklerini belirtti.
Ülke yönetmine el koyduktan sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi ve hükümetin feshedildiğini, kesinti olmaması için bu yetkileri kullanacak kurumlara ihtiyaç olduğunu, bu nedenle Türkiye Büyük Millet Meclisi, Senato, Cumhurbakanı ve Millet Meclisi`ne ait yetkileri, oluşturulmuş olan Milli Güvenlik Konseyi`ne geçici olarak verdiklerini, ardından oluşturdukları danışma Meclisi`ne görevleri devrettiklerini, parlamenter sistemi esas aldıklarını anlatan Evren, "Ülkenin felç olmuş durumda olduğunu, Meclisin çalışmadığını, Danışma Meclisi oluşturulana kadar yetkiyi Milli Güvenlik Konseyine verdiklerini, bunun nedeninin ise bir kuruma ihtiyaç olduğunu, kısa süre sonra da yetkiyi Danışma Meclisine devrettiklerini, Anarşiyi önlemek İçişleri Bakanlığına bağlı olarak çalışan polislere ait olduğunu, Türk Silahlı Kuvvetleri ve Sıkıyönetim Komutanlıklarının ancak İçişleri Bakanlığı yardım istediği takdirde onlara yardımcı olduğunu, Sıkıyönetim Komutanlıklarının bulunduğu yerlerde suçluların yakalandıklarını, ancak hapishanelerden toplu olarak kaçışların söz konusu olduğunu, Sıkıyönetim Komutanlıklarının silah kullanma yetkisinin olmadığını, ülkenin tamamen felç olmuş durumda olduğunu, 19 ilde sıkıyönetim ilan edilmiş olmasına rağmen diğer illerde sıkıyönetimin olmadığını, olayların diğer illerde de meydana geldiğini, hapishane yönetimlerinde otorite boşluğunun olduğunu, yönetimin mahkumların elinde olduğunu" savundu.
`TERÖR VE ANARŞİ EYLEMLERİ BİRDEN ÖNLENDİ` İDDİASINI DEMİREL İLERİ SÜRDÜ
"11 Eylül 1980`de devam eden terör ve anarşi eylemleri 12 Eylül 1980 tarihinde birden önlenmiş, suçlular yakalanmıştır" iddiasının Süleyman Demirel`in ileri sürdüğünü ifade eden Evren, bunun doğru olmadığını, 12 Eylül günü sokağa çıkma yasağı ilan edildiğini, devam ettiğini, herkesin şaşkınlık yaşadığını, 1 hafta boyunca herhangi önemli olayın olmadığını, ancak ardından olayların tekrar başladığını iddia etti. 6 ay kadar olayların devam ettiğini, olayların ancak 6 ay içerisinde kontrol altına alınabildiğini ileri süren Evren, 12 Eylül 1980 tarihinde ülke yönetimine el koyduktan sonra terör örgütü mensuplarının tümünün adres ve kimliklerinin bilinmediğini, daha sonra Milli İstihbarat Teşkilatı ve Jandarmanın beraber çalışması ile bunların ortaya çıkarılarak yakalandığını söyledi.
Kenan Evren`e 19-26 Aralık 1978 Kahramanmaraş olayları için dönemin Başbakanı Bülent Ecevet`in "Bazı çevreler biz ısrarla ve sistemli olarak sıkıyönetim ilanına zorluyorlardı. Kahramanmaraş olayları CHP`nin kurduğu hükümeti sıkıyönetime zorlamak isteyenlerin tahriklerinin sonucuydu. Nitekim zorlanmış olduk. Kahramanmaraş olaylarında hükümetin sorumluluğu olduğunu düşünemem. Bir hayli askeri birlikler yardıma çağrılmıştı. Fakat güvenliğin sağlanmasına doyurucu bir katkıları olmamıştı. Geniş ölçüde pasif kalmışlardı." diyerek orduyu suçladığı; dönemin Başbakanı Süleyman Demirel`in ise "Efendim sıkıyönetim ilan edilmiş, sıkıyönetim komutanlarına yetkiler verilmiş, hükümet olarak bizim yapacak bir şeyimiz yok ki. Askerler isteselerdi anarşi ve terör önleyebilirlerdi, nitekim 12 Eylül günü bıçakla kesilir gibi kesildi. İdareye el koymaya kararlı oldukları için bilerek aranşinin üzerine gitmediler" şeklinde Türk Silahlı Kuvvetlerini suçladığı hatırlatıldı.
Evren, bu suçlamaları kabul etmedi. Bunların Türk Silahlı Kuvvetlerine siyasiler tarafından atılmış bir iftira olduğunu iddia eden Evren, "Siyasilerin tabi ki kabahati üzerlerine almaları söz konusu olamayacağını, Türk Silahlı Kuvvetlerinin insanların ölümünü bekleyip sonuçta bunu fırsat olarak değerlendirip yönetime el koymasının düşünülemeyeceğini, bunu vicdanlarının kabul etmeyeceğini, bunu kesinlikle kabul etmediğini, halen eski Cumhurbaşkanı Demirel ile görüştüklerini, bu şekilde kendisine bir şey söylemediğini, ayrıca Ecevit Başbakan iken kendisini ziyarete gittiğinde, kendisini kapıda karşıladığını, bu yönde kendisine herhangi bir şey söylemediğini ve görüşmelerinin de devam ettiğini, bu iddiaların o zamanın şartlarına göre siyasiler tarafından söylenmiş sözler olduğunu, Cumhurbaşkanı adayı Muhsin Batur`un akademiden sınıf arkadaşı olduğunu, onun seçilmesinden rahatsız olmalarının mümkün olmadığını, bir söz olduğunu `suç samur kürk olsa kimse giymez`, bu şekilde bir olay olmadığını, Orhan Eren`in `Celasun paşanın baksanıza adamlar Cumhurbaşkanını seçiyorlar, demesi üzerine` endişeyi sezerek bu şekilde bir söz söylediğini de hatırlamadığını" ifade etti.
12 Eylül sonrası Ege Sorunu konusunda Yunanistan`dan herhangi bir yazılı güvence almadan NATO Başkomutanı Rogers’ın vermiş olduğu sözlü güvenceye dayalı olarak Yunanistan`ın NATO`ya girmesine izin vermesinin hata olduğunu dile getiren Evren şunları söyledi:
"Pişman olmadığını, anarşi olaylarının sürekli arttığını, günlük 20-30 ölüm olayının olduğunu, Türkiye`de eski bir Başbakan olan Nihat Erim`in, ismini hatırlamadığı bir Orgeneral ile emekli Oramiral Kemal Kayacan`ın öldürüldüğünü, olayların giderek tırmandığını, faillerin yakalanamadığını, 12 Eylül`den sonra Danışma Meclisi tarafından hazırlanan 1982 Anayasa`nın taslağında Cumhurbaşkanı`nın 2 kez seçilebileceği konusunda hüküm bulunduğunu, ancak kendisinin `Cumhurbaşkanı 2. kez seçilecek olursa tekrar seçilebilmek için iktidardaki partiye destek vermeye başlar` dediğini ve bunun yanlış olacağını söyleyerek Cumhurbaşkanı`nın 2. kez seçilemeyeceği yönündeki hükmü Anayasa`ya koydurttuğunu, yine Cumhurbaşkanlığı görevinin dolmasına yakın rahmetli Turgut Özal`ın kendisine gelerek Anayasa değişikliği yaparak kendisinin 2. kez Cumhurbaşkanı olmasını teklif ettiğini, ancak kendisinin bunu kabul etmediğini söyledi."