Ayağını denk alsın süründürürüz

Gazetecilere yapılan gözaltıları protesto için köşesini bir günlüğüne boş bırakan Nuray Mert bugün okuyucularıyla buluştu.

Ayağını denk alsın süründürürüz
Yok, ‘yazı yazmama’ eylemimi uzatmayacağım, vadem dolana kadar ‘doğru bildiklerimi’ yazmaya devam edeceğim. Ve tabii, öncelikle, yazıp çizen herkesi büyük bir tedirginliğe sürükleyen, sonra da işi ‘suçsuzsanız neden paniğe kapılıyorsunuz’ pişkinliğine döken baskı ortamı hakkında yazacağım.

‘Panik’ değil, derin bir ‘kaygı’ içindeyim. Bu kaygının genel ve özel nedenleri var. Genel nedenlerini ‘sivil otoriter siyaset ortamının yükselmesi kaygısı’ olarak birçok vesile ile ifade ettim. Sadece, bu kaygıyı vurguluyor olmak bile büyük bir itibarsızlaştırma kampanyasına maruz bırakılmama yetti. Benim için çok ciddi bir itibarsızlaştırma demek olan, yazı yazdığım medya grubunun ‘talimatı’ ile yazdığım ima hatta iddia edildi. Üstelik, hiçbir talimat ile yazmayacağımı ‘en iyi bilenler’ bu kampanyanın başını çektiler. Yetmedi, ‘ayağını denk alsın, süründürürüz‘ tipi tehditler gönderdiler. Başıma gelen bazı tuhaf olaylar beni fevkalade rahatsız etti. Bunlar da, kaygı duymamın şahsi, özel nedenleri. Bunun dışında, doğru bildiğimi söylediğim için vicdanım rahat.

Suç tanımı bayağı değişmiş

‘Suça bulaşmadıysanız ve vicdanınız rahatsa kaygı duymanıza gerek yok’ denilip geçilemeyecek bir noktaya geldik. Zira, belli ki, ‘suç’un ve ‘suça bulaşma’nın tanımı bayağı değişmiş, genişlemiş. ‘Psikolojik harekât’, ‘kanaat terörü’, ‘gazete ile darp etme suçu’, ‘etki ajanlığı’ , ‘gazete ve televizyonların birer kalaşnikof gibi kullanılması’ türünden ‘suç’ tarifleri yapılmaya başlanmış. Zaman gazetesinde son birkaç gün içinde çıkan dört yazıda, bu yeni suç tanımları yapılıyor. Ahmet Turan Alkan ‘kanaat terörü’ne hayır’ diyor (5 Mart). Mehmet Kamış, ‘Kalaşnikof gibi kullanılan gazete ve televizyonlardan’ söz ediyor (5 Mart). Şahsına her zaman saygı duyduğum Ekrem Dumanlı ‘psikolojik harekât ve harp’ten ve bu çerçevede işlev gören ‘etki ajanlığından’ bahsediyor (7 Mart). Mümtazer Türköne, ‘Elinizdeki gazete olunca darp fiili suç olmaktan çıkıyor mu?’ diyor (6 Mart).
Bununla da yetinmiyor, eli yükseltiyor, medyanın darbenin asıl suçlusu olduğunu ileri sürüyor, “Artık netleşti: 28 Şubat bir medya operasyonu olarak planlandı ve icra edildi. Asker sadece öcü gibi öne sürülüp kullanıldı. 28 Şubat’ın failleri gazete patronları ve yöneticileri idi” diyor. Ne kadar ‘kurnazca’ ve ne kadar ‘ürkütücü’ değil mi? Bir taşla iki kuş; hem farklı düşünenleri ‘darp suçu’ ile tasfiye etmenin yolunu açmış oluyor, hem ‘asker’e çiçek uzatılmış olunuyor.

Gidiş belli...

Demokratlaşma ve sivilleşmeden umutlananlar, olan biteni bir kez daha düşünseler iyi olacak. Gidiş belli, demokratikleşilmediği gibi, sivilleşilmeyecek de, haberleri olsun.
Bu devasa konuyu, şimdilik bir yana bırakıp, tekrar yeni suç tanımlarına dönelim, çünkü çok mühim!

Ne demek ‘psikolojik harekât’, ‘kanaat terörü’, ‘etki ajanı’? Şu demek: artık, silaha falan gerek yok, bir konunun etrafında ‘kamuoyu oluşturmak’, bir suç eylemi olarak tanımlanıyor. Böyle bir saçmalık olabilir mi? Kendi inandığımız doğrular etrafında, kamuoyu oluşturmaya çalışmıyorsak neden yazıp, çizelim? Neden siyasal aktivizm faaliyetlerinde yer alalım, panellere, toplantılara, imza kampanyalarına katılalım? Herkes kendi ‘doğru bildiği şeyler’ adına kamuoyu oluşturmaya çalışmasın mı? Irak işgaline karşı onca şey yaptık, tezkere Meclis’ten geçmesin diye Ankara’yı mekân tuttuk. Basbayağı, kamuoyu, baskı oluşturmak amacındaydık ama ‘suç’ muydu? Bunların olmadığı bir demokrasi düşünülebilir mi?
‘O halis bir amaç içindi, diğeri darbe için ortam oluşturmak’ denebilir. İyi de, o zaman da sorun sadece, medya ve askerin siyasete müdahale merakı değildi. Toplumun bir kısmının, yani kamuoyunun, özellikle de büyük medyanın okurları olan kesimin askerin siyasete müdahale etmesinde sakınca görmemesi, ‘laiklik tehlikedeyse gerisi teferruattır’ diye düşünmesi idi. Sorun buradaydı ve bu sorunu böyle düşünenleri hapse tıkarak çözmek mümkün değil.

Dert, bağı ele geçirmekse...

Aynı şekilde, ne demek, darbenin asıl sorumlusu ‘medya patronları’ ve ‘yöneticileri’? Velev ki, onlar türlü çıkarları peşinde medya güçlerini şu veya bu istikamette kullanmak istiyorlar. Peki, gazetelerinde çalışanlar ve özellikle ‘yazanlar’ ne oluyor? Patron talimatıyla yazdılarsa, büyük şahsiyetsizlik! Yok öyle düşündükleri için yazdılarsa, kusura bakmayın ama bunu darbecilik diye nitelendiremeyiz. 28 Şubat döneminde, büyük medya gruplarında yazanların neredeyse tamamı benimle son derece farklı düşünenler ile doluydu. ‘Laiklik elden gidiyor fırtınası’ estiriyorlardı, gözleri başka şey görmüyordu. Ama bu onları darbenin asıl failleri yapmaz. Nitekim bunlardan bazısı, şimdi demokrat! Baskıcı zihniyetlerinin sonucu yaptıklarını, ‘patron’a, ‘dönem’e yüklemek onların da işine geliyor, şahsiyet konusunu feda ettiklerini düşünmüyorlar.

Kısacası, ‘psikolojik harekât’ benzeri, ucu açık ‘yeni suç tanımları’ ile yola çıkarsanız, sizden farklı düşünen herkesi bu tanımın içine sokabilirsiniz. Bu çok tehlikeli bir iştir. Dahası, sizden farklı düşünenler de, sizin yaptığınıza ‘psikolojik harekât’ derse ne olacak. Üstelik sizin arkanızda iktidar gücü var! Psikolojik harekâtı ‘iyi’, ‘sırtı sağlam’ olan kazansın mı?
En iyisi, farklı düşünce alanlarını açık bırakmak değil mi? ‘Yok, bizim derdimiz bağcıyı dövüp bağı ele geçirmek’ diyorsanız o başka!

Nuray Mert/Milliyet