Gerçeker: Yargı bağımsızlığına aykırı olduğu için anayasa değişikliğine karşıyız
Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker, yargı bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğüne aykırı olduğu gerekçesiyle Anayasa değişikliğine karşı olduklarını söyledi.
Adli yılın açılışı dolayısıyla Yargıtay'da bir tören yapıldı. Törene Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, Danıştay Başkanı Mustafa Birden, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, Adalet Bakanı Sadullah Ergin, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve Yargıtay üyeleri, Askeri Yargıtay ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi üyeleri ile çok sayıda davetli katıldı. Yargıtay protokol kapısında konukları Başkan Gerçeker, başkanvekilleri İhsan Akşin, Erdal Sanlı ile Yargıtay Genel Sekreteri Salih Kocalar karşıladı.
Ses kayıtlarıyla gündeme gelen Hamdi Yaver Aktan, basın mensuplarının yoğun ilgisi üzerine salondan tören başlamadan ayrıldı. HSYK Başkanvekili Kadir Özbek ise tören başında salondan çıktı.
Sözlerine, "Devletin Anayasa ile yetki, görev ve sorumlulukları belirlenmiş üç ana erki yasama, yürütme ve yargı arasındaki çatışmaların sona ermesi, Anayasanın öngördüğü çizgide, demokratik, laik, sosyal hukuk devletinin tüm ölçütleri ile yaşama geçmesi, toplumun tüm bireyleri ve kurumlar arasında, barış, kardeşlik, huzur, güven, karşılıklı
sevgi ve saygı ortamının gerçekleşmesi, sorunların çözümünde, karşıt görüşler ortaya konulurken, hakarete, asılsız isnatlara, iftiraya varmayacak şekilde, demokrasinin gereği olan ve ona uygun bir tartışma ortamının oluşması" dileğiyle başlayan Gerçeker, yargıdaki sorunların büyük ölçüde devam ettiğini söyledi.
Anayasa değişikliğine gerek yargı bağımsızlığına gerekse kuvvetler ayrılığı ilkesine, dolayısı ile hukukun üstünlüğü, hukuk devleti ilkelerine aykırı olduğu düşüncesi ile gerek kişisel gerekse kurumsal olarak karşı çıktıklarını vurgulayan Gerçeker, bağımsız olmayan bir yargının siyasallaşacağını ve tarafsızlığını yitireceğini, bunun da bir toplum için en büyük tehlike olduğunu ifade etti.
"HSYK'DAKİ DÜZENLEME YARGI BAĞIMSIZLIĞINA AYKIRI"
Yeni düzenlemede Anayasa Mahkemesi'nin mevcut üye sayısının çoğaltılması yerinde ise de üyelerinin tamamının yürütmenin başı olan Cumhurbaşkanı ve Parlamentonun salt çoğunluğu ile seçilmesinin Yüksek Yargı organlarının (Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay) çoğaltılan üye sayısına göre etkinliğinin azaltılması, kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırı olduğu gibi, bu şekilde bir düzenlemenin Anayasa Mahkemesi'nin tamamen yürütmenin etki alanına girmesine neden olacağını ve beraberinde de büyük ölçüde siyasallaşma eleştirilerini getireceğini savunan Gerçeker, aynı şekilde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun (HSYK) yapısı ile ilgili olarak da kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığına aykırı bir düzenleme söz konusu olduğunu ileri sürdü.
Gerçeker, şöyle devam etti: "Hâkim ve savcıları mesleğe kabul etme, atama, nakletme, geçici yetki verme, yükseltme, birinci sınıfa ayırma, kadro dağıtma, görevden uzaklaştırma işlemleri bakımından tam yetkili olan Kurul'a Yürütmenin temsilcisi olan Adalet Bakanı'nın geniş yetkilerle başkanlık etmesi, her ne kadar hâkim sınıfından olsa da, konumu itibariyle yürütme erkinin içinde bulunan Müsteşarının kurulun doğal üyesi olması kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığı ilkeleri ile bağdaşmamaktadır. Adalet Bakanı ve Müsteşarı'nın Kurul'da yer almasının demokratik meşruiyet ilkesi ile açıklanması da gerçeği yansıtmamaktadır. Mevcut ve yasal bir üst mahkeme olgusu ve işleyişinin, hâkim ve savcıların yargısal faaliyetleri üzerindeki nesnel etkisinin vesayet izlenimi biçiminde tanımlanması şaşırtıcı ve iyi niyetten uzak bir yaklaşımdır. Bu izlenimin ne şekilde ortaya çıktığı, bu şekilde bir görev fonksiyonunun yargının işleyişinde ne gibi bir sorun oluşturduğu açıklıkla ortaya konulmuş değildir. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun daha verimli ve etkin çalışmasının önündeki temel sorun başkadır. Adalet Bakanı ve Müsteşarı'nın Kurul'da bulunması, Kurul çalışmalarının istikrarlı bir şekilde sürmesini engellediği gibi, yapılmak istenilen düzenleme gerçekleştiği takdirde, bu karma ve yargı bağımsızlığına aykırı yapı, Kurul'u çalışamaz hale getirecektir."
ÖRGÜTLENME ÖZGÜRLÜĞÜ ENGELLENEMEZ
Gözlemin kişiye göre değişen sübjektif bir kavram olduğunu dile getiren Gerçeker, hal kâğıdını düzenleyen müfettişin kişisel doğruları ve kişisel değerlerine göre yapacağı gözlem sonucu düzenleyeceği hal kâğıdının her zaman objektif olabileceğinden söz etmenin mümkün olmadığını kaydetti. Bu nedenle denetimlerin keyfilikten uzak olmasının mutlaka sağlanması gerektiğini vurgulayan Gerçeker, bu belgelerin ilgili hâkim ve savcıya tebliğ edilerek, değerlendirmenin asıl öznesi konumunda bulunan bu kişilere cevap ve itiraz hakkı tanınmasını istedi.
Başbakan Erdoğan'ın YARSAV başta olmak üzere yargıdaki örgütlenmeyi eleştirmesine de cevap veren Gerçeker, "Örgütlenme özgürlüğü, tüm çağdaş demokratik sistemi benimsemiş ülkelerde olduğu gibi demokratik temel hak ve özgürlükler kapsamında kabul edilmiş ve uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınmıştır. Örgütlenme özgürlüğünü engelleyerek, yürütmenin güdümünde, amaç dışı, göstermelik bir örgütlenme modeli oluşturma çabalarından vazgeçilmelidir." diye konuştu.
Hukukun üstünlüğü ile yargı bağımsızlığı arasındaki bağın çok önemli olduğunu vurgulayan Gerçeker, hukuk üstün tutuluyorsa, yargının bağımsızlığının mutlak olarak sağlanması gerektiğini belirtti.
Hukukun ayak bağı olarak görülmesi halinde yargının mutlaka baskı altında olacağını savunan Gerçeker, "Yargı bağımsızlığı, yargı tarafsızlığının da en temel koşuludur. Yargı bağımsızlığı hiç şüphe yok ki tarafsızlığı da içermektedir. Yargının tarafsızlığı konusunda, devam eden soruşturma ve kovuşturmalarla ilgili olarak, basta medya olmak üzere her kesimin Hassasiyet göstermesi, masumiyet ilkesinin ihlal edilmemesi, yargısız infaz anlamına gelebilecek davranışlardan mutlaka kaçınılması gerekmektedir." şeklinde konuştu.
"YARGI ELEŞTİRİLEBİLİR"
Yargının da eleştirilebileceğini dile getiren Gerçeker, şunları söyledi: "Yargı ile ilgili haber niteliğinin ötesinde yorum yapılırken bu ayrımın gözetilmesi ve çok özen gösterilmesi gerekmektedir. Gerçeklere dayanılmalı, verilen haberin doğruluğu ispatlanabilmelidir. Yanlış ya da eksik bilgilerle yapılan haber ve yorumlar, yönlendirici yayınlar, kamuoyunu yanlış yönde etkileyeceği gibi, mahkemeler üzerinde bir baskı unsuru da oluşturacaktır."
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi(AİHM)'nde de Türkiye yönünden en sıkıntılı konulardan birisi haline gelmiş bulunan tutukluluk sürelerinin adeta yargısız infaz sayılabilecek derecede uzamasının bu konuda yasal ve yeterli gerekçe gösterilmeden karar verilmesinin, yasal olmayan ya da yasayla öngörülen koşullara tam olarak uyulmadan yapılan iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması gibi temel hak ve özgürlüklerle doğrudan ilişkili usule aykırı işlemlerde yargıya olan güveni büyük ölçüde zedelediğini vurgulayan Gerçeker, Adalet Bakanı'nın Meclis'te açıkladığı verileri hatırlatarak, açıklamayı yapanın, bu sorunları çözmekle birinci derecede yükümlü Adalet Bakanı olması karsısında, durumun ne kadar vahim olduğunun ortada olduğunu ileri sürdü.
Yargı reformunun elbette gerekli olduğunu ve mutlaka acilen de yapılmasını isteyen Gerçeker, ancak reformun yargının bu gün büyük boyutlara ulaşmış bulunan alt yapı sorunlarının çözümlenmesinden başlanması gerektiğini söyledi.
"BİREYSEL BAŞVURU VERİLEN KARARLARI DEĞİŞTİRİR"
Bireysel başvuru ile temel insan hak ve özgürlüklerinin olay bazında belirlenmesi, ihlal edilen hakkın onarılması ve gerekli önlemlerin alınması için bu yetkinin Anayasa Mahkemesine verilmek istendiğini hatırlatan Gerçeker, şöyle devam etti: "Ancak, bu yetki ile yüksek mahkemelerden verilen kararların değiştirilmesi ya da ortadan kaldırılması gibi bir sonuç ortaya çıkacaktır. Zira iddia edilen ihlalin onarılması ve önlenmesinin başka türlü yerine getirilmesi olanaksızdır. Bu durumda da yapılmak istenen düzenleme, yüksek mahkeme kararlarının denetlenmesi ve yeniden bir karar oluşturulması sonucunu doğuracaktır. Ülkemizde yüksek mahkemelerin görevleri ve işlevleri Anayasa ile kuruluş kanunlarında belirtilmiştir. Hiçbir yüksek mahkeme diğerinin kararını ortadan kaldıramaz, değiştiremez ve kararı uygulanamaz hale getiremez. Yüksek mahkemelerin denkliği esastır. Bu denkliğin bozulması yargıda kaos yaratır, yüksek mahkemelerin çatışması sonucunu doğurur. Yarar yerine zarar getirir."
Vatandaşların şikâyetleri, sızlanmaları, yakınmalarının günden güne arttığına dikkat çeken Gerçeker, adaletin bir an önce gerçekleşmesini bekleyen bu kişilere sorunları mazeret olarak göstermelerinin mümkün olmadığını kaydetti.
"HALKIN EGEMENLİĞİ HER ZAMAN HALKIN ÖZGÜRLÜĞÜ DEĞİLDİR"
Vatandasın devletten, yetkililerden beklediği bu sorunların bir an önce çözüme kavuşturulması olduğunu vurgulayan Gerçeker, Montesquieu'nun sözüyle hükümete yüklendi: "Özgürlük yasalar tarafından yasak edilmeyeni yapabilmektir. Siyasal iktidarı ele geçirenler içgüdüsel olarak bu güçlerini sürdürmek isterler. Bu nedenle de önünde engel bulunmazsa her siyasal yöneticinin özgürlükleri önemsemeyeceğini, yetkilerini asabileceğini, bu konuda sınır tanımayacağını, bunun çok sayıda tarihsel örneklerinin bulunduğunu söylemektedir. Gücün sınırlanması için kuvvetler ayrılığının gerektiğini, yasama, yürütme ve yargı olarak bu üç ayrı gücün birbirleri ile uyum içinde çalışarak genel dengeyi sağlayacaklarını belirtmektedir. Anayasa hukukunun ve siyaset biliminin temel kuralı Halkın egemenliği, her zaman halkın özgürlüğü demek değildir. Çoğunluğun baskısının olduğu yerde özgürlükten söz edilemez. Sonuçta, demokrasi zedelenir, özgürlükler ortadan kalkar. Bugün siyaset bilimi ve anayasal demokrasi açısından parlamenter sisteme getirilen en önemli eleştiri, iktidara gelen partinin bu üç kuvvet üzerinde de etkinliğini arttırmak istemesidir. Türkiye'de uygulanan seçim sistemi itibariyle siyasal gücü elinde tutan hükümet başkanı, başbakan, hem yürütme hem de TBMM'ndeki iktidar grubunun başkanı olarak bu iki kuvvet (yürütme ve yasama) üzerindeki etkinliğini sürdürmektedir."
"YARGI YÜRÜTMENİN ETKİ ALANINA SOKULMAK İSTENİYOR"
Yapılmak istenilen anayasa değişiklikleri ile Anayasa Mahkemesi ve Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu'nun yapısı değiştirilerek; buralara yapılacak atamalarda ve bu kurumların isleyişinde yürütmenin etkinliği çoğaltılmak suretiyle, yargının tamamen yürütmenin etki alanında bulunduğu bir sistem getirilmek istendiğini iddia eden Gerçeker, "Bu durum, kuvvetler ayrılığı ilkesini tamamen ortadan kaldırarak adeta kuvvetler birliğine dönüş olacak, yargı bağımsızlığını büyük ölçüde ortadan kaldıracaktır. Siyasal iktidarın kötüye kullanılmaması ve özgürlükçü demokrasinin gerçekleşebilmesi için kuvvetler ayrılığı en bas koşuldur. Bağımsız yargı istiyorsak, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yapısı bu bakımdan çok büyük önem arz etmektedir. Arızi bir takım olaylar gerekçe gösterilmek suretiyle, kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığına ilişkin temel ilkeler göz ardı edilerek böyle bir takım düzenlemeler yapılması, hukukun üstünlüğü, hukuk devleti ilkelerini çok büyük ölçüde zedeleyecektir. Kurula yalnız yargı mensuplarından üye seçilmelidir. Kast gibi, jüristokrasi gibi, al gülüm ver gülüm gibi konu ile ilgisi olmayan kavramlar, hafif düşünceler hiçbir geçerlilik taşımamaktadır. Bunlar yargıyı, özellikle de yüksek yargıyı tanımamaktan kaynaklanan bos sözlerdir. Yargı, daha önce de söylediğimiz gibi, ilk derece ve yüksek mahkemeleri ile bir bütündür. Bir bütünlük içerisinde çalışmaktadır. Bu bütünlüğü bozan, çalışmaları istikrarsız hale getiren, Anayasa'nın temel ilkelerine aykırı olarak yargıya müdahalede bulunan ne yazık ki idaredir. Yargı, kimsenin ne arka bahçesi, ne ön bahçesi, ne de yan bahçesidir. Olmamıştır, olmayacaktır da. Buna, her türlü olanaksızlığa karşın, onuru ile özveri ile meslek saygınlığını her şeyin üzerinde tutarak görev yapan, Türk yargıçları, Cumhuriyet Savcıları, hiçbir zaman izin vermeyecektir." dedi.
"HER KURUMDA YANLIŞ YAPANLAR OLABİLİR"
"Her kurumda olduğu gibi, olması hiçbir zaman istenmez ama yargıda da bireysel olarak yanlış yapanlar, hatalı davrananlar olabilir." diyen Gerçeker, şöyle devam etti: "Zaman zaman kamuoyuna da yansıdığı gibi, yapılan usule aykırı işlemler, usulsüz iletişimin takip ve tespiti, gözetim altına alma, tutukluluk gibi temel hak ve özgürlüklerle, özel hayatın gizliliği ve adil yargılanma hakkı ile doğrudan ilişkili konularda yapılan yanlışlar, çelişkili uygulamalar, toplum vicdanında büyük yaralar açmakta, yargıya olan güvenin sarsılmasına neden olmaktadır. Bunlar elbette gündeme getirilmelidir, eleştirilmelidir. Ancak, hiçbir zaman bir kurumun topyekûn suçlanmasına, yıpratılmasına ve temel ilkelere aykırı bir biçimde yapılandırma girişimlerine gerekçe yapılmamalıdır. Yapılan yanlışlar, yargının kendi sistemi içerisinde bulunan denetim mekanizması ile mutlaka düzeltilecektir. Yeter ki yargı dışı müdahaleler, hukuk dışı engelleme girişimleri olmasın. Yargının verdiği kesinleşmiş kararlara uyulması, hukukun üstünlüğü ve hukuk devleti ilkelerinin gereği olarak, anayasal bir zorunluluktur. Beğenilmese de saygı gösterilmesi, uygulanması gerekir. Eleştiri sınırlarını asan, kurumsal suçlama niteliğine varan söylemlerden mutlaka kaçınılmalıdır. Toplumları güçlendirecek, daha da ileriye taşıyacak, toplumsal barış, karşılıklı anlayış, sevgi, saygı ortamı ancak bu şekilde, devleti oluşturan üç ana erk in ( yasama, yürütme, yargı ) birbirlerinin anayasal hak, yetki ve görevlerini içselleştirmeleri bunları kabullenmeleri ile gerçekleşebilir."
"İÇ TEHDİT OLARAK GÖSTERMEK İNSAFSIZ BİR YAKLAŞIMDIR"
Yargıtay'ın bütün üyelerinin, Danıştay üyelerinin büyük bir kısmının ilk derece mahkemelerinden nitelikleri gözetilerek seçilip geldiğini anlatan Gerçeker, bunların mesleklerinde kendilerini kabul ettirmiş, öne çıkmış kişiler olduğunu ifade etti.
Bu üyelerin yüksek mahkemelerde, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nda, ilk derece mahkemelerindeki meslektaşları adına da görev yaptığını dile getiren Gerçeker, "Yüksek mahkemeler yargının öncü kurumlarıdır. Adaletin en iyi şekilde gerçekleşmesi için içtihat birliğini sağlayacak, emsal kararları ile ilk derece mahkemelerine ışık tutacak, yol gösterecek kurumlardır. Bunu bir vesayet olarak tanımlamak, hatta bir "iç tehdit" olarak göstermek son derece insafsız ve yanlış bir yaklaşımdır." diye konuştu.
Yapılmak istenilen değişikliklerin Avrupa'daki çağdaş yargı bağımsızlığı anlayışına uygun olduğu düşüncesinin de doğru olmadığını ileri süren Gerçeker, bu konuda yetkin olan kurumların yayımladığı birçok belgede, tavsiye raporlarında, bağımsız yargı ölçüleri, yürütmenin yargı kurulları üzerinde etkin olmaması doğrultusunda olduğunu savundu.
Birbirleri ile ilgisi olmayan konuların, ayrı ayrı referanduma sunulmasının çağdaş anayasal demokrasinin ve hukukun gereği olduğunun altını çizen Gerçeker, şöyle devam etti: "Bu gereklilik de ne yazık ki göz ardı edilmiştir. Ne yazık ki, nasıl 12 Eylül Anayasası'nın yargı bağımsızlığına aykırı hükümleri bugüne kadar hep eleştiri konusu edilmiş ise, simdi yapılan değişikliklerle bu eleştiriler daha da yoğunlaşmış biçimde sürmeye devam edecektir. Özellikle, yüksek mahkemeler ile yürütme arasında, uzlaşmazlık daha da artarak genişleyecektir. Zira bu değişikliklerle yüksek mahkemeler yok sayılmakta, yargı erki içerisindeki etkinlikleri yok denecek derecede azaltılmış bulunmaktadır. İlk derece mahkemeleri ile Yüksek yargı kurumlarını birbirinden ayrı kurumlar gibi gösterecek bir davranış içine girmek, bu kurumlar arasında bir rekabet ortamı yaratmak, son derece tehlikeli ve vahim bir hatadır. Yargının birlik ve bütünlüğünü, kararlı bir uygulama ortamını yok edecek bu davranış biçimini çok büyük bir üzüntü ile gözlemlemekteyiz. Bu tür davranışların Türk yargısını, dolayısıyla anayasal birer güç olarak demokratik sistemlerde yer almış olan üç ana güç arasındaki dengeli işbirliğini çok olumsuz biçimde etkileyeceği göz ardı edilmemelidir."