Batı, AKP'yi yaptırımla cezalandırmalı

İktidara geldiğinden beri Türkiye'yi adım adım Batı'dan uzaklaştırıp İran'ın yörüngesine yerleştiren AKP bunun sonuçlarına katlanmalı. ABD, AB ve İsrail askeri işbirliğini azaltıp ekonomik yaptırımları değerlendirmeye almalı


Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ülkesinin bağlılıklarının nerede olduğunu açıkça ortaya koymak konusunda hiçbir fırsatı kaçırmıyor. Gül, BM Genel Kurulu’nda Türkiye’nin Yahudi devletine husumetini tekrar vurgulamayı amaçlayan hesaplı kitaplı bir tutum sergiledi ve Mavi Marmara’nın ismini zikrederek, İsrail’in sonu kötü biten baskınının ‘eski zamanlarda’ savaş nedeni sayılacağını belirtti. Gül, İsrail’in herkesin gözünün önünde nedamet getirmesi gerektiğini ima etti. “Bu İsrail’e kalmış. Gerekeni yapmalılar, zira olayın müsebbibi onlar” dedi.
Bu küstahça sözleri, Gül’le İsrail Devlet Başkanı Şimon Peres arasında nahoş bir diplomatik cebelleşme takip etti. İki başkanın bir araya gelmesi planlanmıştı. Fakat Peres, Gül’ün İsrail’in Mavi Marmara’da yaşananlar nedeniyle resmen özür dilemesi önkoşulunu reddedince görüşmeyi iptal etmeye mecbur kaldı. İsrail karşıtlığına meyilli olmasıyla bilinen uluslararası zeminlerde bile herkesin bu çatışmadan dolayı İsrail’i suçladığı söylenemez. Gerek BM İnsan Hakları Konseyi, gerek BM Genel Sekreteri Ban Ki-mun’un oluşturduğu kurul, onlarca ‘barış’ eylemcisinin, Gazze’ye deniz ablukasını uygulamaya çalışan İsrail komandolarına şiddet kullanarak saldırdığı olayı halen araştırıyor. Gül, ülkesinin alışkanlık haline getirdiği tutumu sergileyerek, bu çetrefilli olguları görmezden geldi. Peres ise dikkat çekici derecede uzlaşmacı davrandı.
İsrail’e batırılan bir başka çuvaldız mahiyetinde Gül, ülkesinin nükleer silahlardan arınmış bir Ortadoğu’ya desteğini ilan etti. Bu esasen, birçok Arap ülkesi tarafından çoktandır gündeme getirilen ve bölgede nükleer kapasiteye sahip tek ülke olduğu söylenen İsrail’i silahsızlanmak zorunda bırakmayı amaçlayan bir çağrı.
Ve Gül İsrail’e saldırısına paralel olarak, İslam Cumhuriyeti’ne elini uzattı ve İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad’la özel bir görüşme yapacağını cümle âleme ilan etti. Görünen o ki, Ankara ve Tahran arasındaki ilişkiler, Türkiye’nin İsrail’le bozulan ilişkileriyle doğrudan bağlantılı olarak yakınlaşıyor. İran Cumhurbaşkanı Yardımcısı Rıza Rahimi geçenlerdeki İstanbul ziyaretinde, “Türkiye İran’ın dünyadaki en iyi dostudur” diyecek kadar duygulandı.
Rahimi’nin sözleri boşuna değil. Türkiye İran bankaları için (bunlara Tahran’ın nükleer programıyla bağlantılı olduğundan kuşku duyulanlar da dahil) güvenli liman haline geldi. Ankara İran’ın uranyum zenginleştirme projesini durdurmayı hedefleyen BM destekli boykot kampanyasının altını oymak konusunda başı çekiyor. Tahran da AKP’yi iktidarda tutma çabasıyla, seçim öncesi AKP’ye 25 milyon dolarlık destek verdi. Türkiye’nin bu dış politikayı sürdürmekle İsrail turizmi dışında kaybedeceği fazla bir şey yok. Sadece ABD’de iş yaparken Washington’ın kara listesindeki İran şirketleriyle doğrudan temasta olan Türk bankaları ABD’den ceza görebilir. Fakat Türkiye’nin kazanacağı çok şey var: Sözgelimi İran’la kârlı iş anlaşmaları ve Ortadoğu’daki Batı nüfuzunun azaldığını görmekten memnuniyet duyan Müslüman kitlelerin hayranlığı.
Bu dengesizlik değişmeli. AKP iktidara geldiğinden beri Batı’dan uzaklaşıp mollaların yönettiği İran’ın yörüngesine giriyor. Parti bunun sonuçlarına katlanmak zorunda bırakılmalı. ABD, AB, İsrail ve diğerleri askeri işbirliğini azaltıp ekonomik yaptırımları değerlendirmeye almalı. İran’ın AKP’ye destek vermesi gibi, ABD ve AB de seçimler öncesinde laik muhalefeti desteklemeli. Gül ülkesinin bağlılıklarının nerede olduğunu gayet açık ortaya koyuyor. Aynısını yapma sırası ABD ve AB’de. (Başyazı, 21 Eylül 2010)