Fenerbahçe Galatasaray ve Beşiktaş tehlikenin farkındalar mı?
'Üç büyükler', Avrupa cephesinde 'büyüklüklerine' yakışır sonuçlar alamadı. Yine de Kanarya ve Kartal, ikinci maçı evde oynamanın avantajını elinde bulunduruyor. Aslan ise tur şansını Belgrad'a bıraktı. Lakin üç ekibin de elenme tehlikesi var
Türk futbolunun dinamikleri, yeni sezona ‘sıkıntılı’ başladı. ‘Üç İstanbullu’, Avrupa kupalarındaki ilk maçları dolayısıyla, çarşamba ve perşembe günü, sahaya çıkarken aldıkları sonuçlarla hem camialarını üzdü, hem de gelecek sezon için ‘soru işaretleri’ yarattı. Aslında kabul etmek gerek ki, ‘Üç büyüğü’ de masaya yatırıp lime lime doğramak için vakit henüz erken. Çünkü sezon başındayız ve ‘Üçlü’den özellikle Fenerbahçe ve Galatasaray, hâlâ transfer defterini kapatmadı ve kadrolarına eklenecek isimler, bütün toz bulutlarını bir anda dağıtabilir. Ama önümüzdeki ‘şimdiki zaman’a ait tablonun asıl sorunu, bambaşka noktalarda beliriyor gibi.
‘Endüstriyel futbol’un sorunları
Ayrıca şöyle bir durum da var; ‘Endüstriyel futbol’ dönemini yaşıyoruz. Bu dönemin temel özelliği, televizyon yayınlarıydı, taraftar gelirleriydi, forma satışlarıydı derken her daim bir yarışın içinde bulunmak. Öte yandan eğer önceki sezonu, istenilen hedeflerin uzağında tamamladıysanız, yeni sezonun ‘yarışlarına’ da erken başlamak zorunda kalmanız. Mesela Avrupa kupaları serüvenine yaz sıcağında atılıyorsunuz. Bu da, zamanla halledilmesi gereken meseleleri, öncelikli problem gibi önümüze atıyor. ‘Üç büyükler’in hal ve gidişatına göre tiraj alacağını düşünen yazılı ve görsel basın da, ilk hatada ‘savaş baltalarını’ topraktan çıkarıyor.
Taraftar da, eski prototipinden uzakta, savaşını özellikle sanal âlemde veriyor; onlar da karşılıklı yazışmalarla kendi içlerindeki mücadeleyi sabırsızca atılıyor. Dolayısıyla ortam, erkenden geriliyor. Zaten bütün bu gelişmelerin uzağında sabırsızlık en temel refleksimiz; ipler her bir yandan gerildikçe geriliyor. İşte bu ‘bilinen’ gerçekler ışığında, ilk Avrupa maçlarının ardından ‘Üç büyüğün’ karnelerine şöyle bir göz atalım...
Onun adı ‘Kırmızı’ oldu adeta
Fenerbahçe’yi Young Boys karşısında ayakta tutan unsurlar, kaleci Volkan ve direklerdi.
Aykut Kocaman, bugüne kadar çalıştırdığı takımlarda karşı tarafı ısıran, yoran, topu ayağında daha çok tutmaya çabalayan, doğru zamanda da ölümcül hamlesini vuran bir stilin peşinde koştu. Ama bir zamanlar formasını giydiği Fenerbahçe ise tarihi boyunca bunlara kafayı takmadı, direkt golü bulan, rakibini ezen, farkı açıp mümkünse ‘güzel futbol’a da yönelen bir anlayışın izlerini sürdü. Bu biraz da ta 70’lerde, Didi’nin takıma aşıladığı ve sonradan geleneğe dönüşen bir anlayıştı. Ama artık ‘Modern zamanlar’dayız ve geçmişin anlayışlarının, günümüz futbolunda yeri yok. Ligde Kanarya’nın ezip geçeceği takım sayısı az, keza Avrupa’da da. Son Young Boys maçı bu gerçeği bir güzel hatırlattı.
Spor basını ısrarla İsviçre takımını küçümsüyor, çünkü hafızasındaki ‘eski’ bilgilerle meseleye yaklaşıyor. Boys’un ait olduğu ülkenin milli takımı son iki Dünya Kupası’nda da mücadele etti, üstüne üstlük son ‘Dünya şampiyonu İspanya’yı Güney Afrika’da yenen tek ekip oldu. Bern ekibi, Fenerbahçe karşısında çok sayıda gol pozisyonu buldu, iki kez direkleri dövdü ve nihayetinde ancak iki gol atabildi. Bu maç, Köln’le oynanan hazırlık mücadelesinin bir kopyasıydı. Farklılık sadece Alman ekibinin daha klas ayaklara sahip olmasının yanı sıra Fenerbahçe kalesindeki Volkan’ların yeteneklerindeydi. Köln maçında Volkan Babacan çok kötü oynamıştı, Young Boys mücadelesinde ise Volkan Demirel, çoğu zaman olduğu gibi üstün bir performans sergilemişti. Bu arada, hem Young Boys-Fenerbahçe, hem de Viktoria Plzen maçlarının en dikkat çekici isimlerinin Volkan Demirel ve Hakan Arıkan olması da, meseleyi yeterince açıklamıyor mu?
Sorun disiplinli yönetim mi?
Fenerbahçe adına bir başka altı çizilmesi gereken nokta ise, son iki maçta arka arkaya gelen iki kırmızı kart. İlk olarak Galatasaray maçında Selçuk 14. dakikada, ikinci olarak da Young Boys karşısında Colin Kazım 43. dakikada takımı 10 kişi bıraktı. Geçen sezon Sarı-Lacivertlilerin Süper Lig’deki ‘sekizde sekiz’li muhteşem girişinin ardından yaşadığı duraklama döneminde, basının çöküşe ilişkin tek bir açıklaması vardı; Daum’un disiplin sağlayamadığı. Bu aşamada da tünelin ucundaki ışığın ‘Azizsilin’le görüldüğü iddia edildi. Peki şimdi disipliniyle tanınan Aykut Kocaman döneminde, hem de yolun başında üst üste gelen iki kırmızı kartı nasıl açıklayacaksınız? Burada sorunun, futbolcuların kendi profesyonellik anlayışı olduğu ve görülen kartların, gereksizliği aşikâr, dolayısıyla disiplini Yıldırım, Kocaman ya da Daum değil, oyuncuların mesleklerine bakış açısı belirler.
Sonuç? Fenerbahçe’nin ikinci maçta Y. Boys’u yenerek tur atlaması normal. Ama sorunların çözülmesi ve Kocaman’ın kendi anlayışını yerleştirmesi için elbetteki zamana ihtiyaç var. Camia ve ‘endüstriyel futbol’un gerçekleri buna müsaade edecek mi, bunu da yine ‘Zaman’ gösterecek.
Olan Rijkaard’a olacak...
Kaleci Aykut Erçetin ve defans, Galatasaray’ın en sorunlu bölgesi olarak dikkat çekti.
‘Üç İstanbullu’ arasında en problemli yapı, Sarı-Kırmızılı cephede gözüküyor. Aslan, Yugoslav ekolü temsilcisi OFK Belgrad karşısında futbolun basit gerçeklerinden uzaktı. İki aşamalı bir randevunun ilk aşamasında 2-0 öne geçmiş, yani skor avanatıjını yakalamışsınız. Ama topu çevirmek, kendi kalenizden uzak tutmak yerine arka arkaya tehlikeye davetiye çıkaran hamlelere soyunuyorsunuz. İlk gol hadi neyse bir duran top organizasyonunda şansa ağlarınızı buldu (çünkü atış oyuncunuzun sırtına çarpıp gol oldu), peki ikinci gole ne demeli? Kaleci Aykut’un pozisyonun başlangıcından gole kadar hareketlerini dikkatlice izlerseniz, geçmişin eldivenlerinden Hayrettin Demirbaş’ın fundemental eksikliklerini hatırlarsınız. Seyirci, maçın sonuna doğru geçen sezon Leo Franco’ya yaptığı gibi Aykut’u da ıslıklarıyla protesto etti ama bütün bunlar kaledeki sorunu çözer mi? Elbetteki hayır.
Sarp, Ayhan ve ötesi...
Öte yandan Serdar Özkan transferi de koca bir muamma. Tamam, Arda Turan’ın çok eski arkadaşı olması ve bu arkadaşlığın saha içinde verimli olabileceğinin düşünülmesi, bir gerekçe olabilir ama Beşiktaş döneminde hiçbir kalıcı iz bırakmayan ve ‘Halı saha topçusu’ görüntüsünü, Galatasaray’da da sergilemeyi sürdüren bir oyuncudan ne bekliyebilirsiniz ki? Üstelik geçen sezon Kader Keita gibi bir ismin oynadığı mevkide şansını deniyor. Aralarındaki fark geceyle gündüz gibi. Ayrıca Mustafa Sarp, Ayhan gibi biri çabuk, diğeri çok uzun bir süredir taraftarın gözünde ‘eskimiş’ iki ismin orta sahayı ayakta tutması çok da akıl kârı gibi görünmüyor. Üstelik iki oyuncu da performanslarıyla tepkileri haklı çıkarıyor. Barış Özbek’in verimsizliği, sıradanlığı ve gereksiz agresifliği (her maçta ‘kırmızı’sı var) da cabası.
Basın ise faturayı yine Rijkaard’a kesti. Hollandalı teknik adama sunulan kadronun temel bilgi eksiliğinde, sanki hiç suç yokmuş gibi. Milli Takım oyuncuları Hakan Balta ya da Servet Çetin gibi isimlerin pozisyon bilgisi zaafını, Rijkaard çözemez ki. Ne olur, Hollandalı ülkesine döner; basın yeni kurbanların peşine düşer, çok geçmeden yeni gelenin de kellesini ister.
Aynı basın OFK Belgrad’ı da küçümsedi. Birkaç gündür NTV Spor ekranlarında, ‘Yugoslavya mozaiği’nin siyasetteki dağılımının futbola yansımasına ilişkin bir belgesel gösteriliyor. Futbol tarihine onca değer, onca yetenek armağan eden bu Balkan geleneğinin günümüzdeki uzantılarından OFK, bana kalırsa son derece sağlam bir takım. Oyuncularının futbol bilgisi, tekniği ve istekleri üst düzeyde. Takım genel olarak ülkenin basketboldaki temsilcisi Partizan’ı hatırlatıyor. OFK’nın kadrosundaki kimi isimleri yakında Serie A, Premier Lig ya da Bundesliga’da top koştururken göreceğimiz de kesin. Dolayısıyla deplasmandaki rövanş, Galatasaray açısından çok çok zor bir maç olacak.
Quaresma’ya çözüm üretilebiliyormuş
Plzen defansı Querasma’yı durdururken orta sahası ve forveti de Hakan’ı fazlasıyla yordu.
‘Temmuz’un şampiyonu’, ilk ciddi rakip konumundaki Viktoria Plzen karşısında zorlandı. Siyah-Beyazlıların durumu, diğer iki ‘hemşerisi’ kadar sıkıntı verici değil. Hem skor, hem de oyun anlamında. Üstelik eldeki yıldızların uyum sorunlarını çabuk atlatmaları, arkalarındaki seyirci rüzgârıyla birlikte Plzen maçındaki tabloyu, ters yüz edebilir. Beşiktaş’ın problemi teknik ayakları taşıyacak derecede ‘savaşkan’ isimlere sahip olamaması. Kartal’ın Quaresma, Delgado, Tabata kadar Ernst’lere ihtiyacı var. Ama Bernd Schuster, tecrübesi ve görgüsüyle bu sorunları hemen teşhis edebilecek ve çözüm üretebilecek bir teknik adam görüntüsünde.
Öte yandan Querasma’nın ‘varyete’ye dönük futbolunun Çek oyuncular karşısında istenilen sonucu almadığı, bu stilin 90 dakikalık oyunda sadece bir penaltı üretebildiği görüldü. Benzer şekilde ligde de mesela Diego Lugano, Servet Çetin, Yalçın Ayhan veya Egemen Korkmaz gibi ‘aşırı sert’ savunmacılar karşısında nasıl çözüm üretebilebileceğini, sezon boyunca göreceğiz.
Toparlarsak, Beşiktaş’ın sorunları daha bir çözülebilir görünüyor. Ama Plzen maçının kahramanının kaleci Hakan olması, durumu özetleyecek bir veri. Üstelik Viktoria, tıpkı OFK gibi geçmişin önemli bir ekolünün günümüzdeki uzantısı hüviyetinde. Çek oyuncuların, İnönü’de de tehlikeli olacakları aşikâr. Turu geçmeleri de sürpriz olmaz...
‘Endüstriyel futbol’un sorunları
Ayrıca şöyle bir durum da var; ‘Endüstriyel futbol’ dönemini yaşıyoruz. Bu dönemin temel özelliği, televizyon yayınlarıydı, taraftar gelirleriydi, forma satışlarıydı derken her daim bir yarışın içinde bulunmak. Öte yandan eğer önceki sezonu, istenilen hedeflerin uzağında tamamladıysanız, yeni sezonun ‘yarışlarına’ da erken başlamak zorunda kalmanız. Mesela Avrupa kupaları serüvenine yaz sıcağında atılıyorsunuz. Bu da, zamanla halledilmesi gereken meseleleri, öncelikli problem gibi önümüze atıyor. ‘Üç büyükler’in hal ve gidişatına göre tiraj alacağını düşünen yazılı ve görsel basın da, ilk hatada ‘savaş baltalarını’ topraktan çıkarıyor.
Taraftar da, eski prototipinden uzakta, savaşını özellikle sanal âlemde veriyor; onlar da karşılıklı yazışmalarla kendi içlerindeki mücadeleyi sabırsızca atılıyor. Dolayısıyla ortam, erkenden geriliyor. Zaten bütün bu gelişmelerin uzağında sabırsızlık en temel refleksimiz; ipler her bir yandan gerildikçe geriliyor. İşte bu ‘bilinen’ gerçekler ışığında, ilk Avrupa maçlarının ardından ‘Üç büyüğün’ karnelerine şöyle bir göz atalım...
Onun adı ‘Kırmızı’ oldu adeta
Fenerbahçe’yi Young Boys karşısında ayakta tutan unsurlar, kaleci Volkan ve direklerdi.
Aykut Kocaman, bugüne kadar çalıştırdığı takımlarda karşı tarafı ısıran, yoran, topu ayağında daha çok tutmaya çabalayan, doğru zamanda da ölümcül hamlesini vuran bir stilin peşinde koştu. Ama bir zamanlar formasını giydiği Fenerbahçe ise tarihi boyunca bunlara kafayı takmadı, direkt golü bulan, rakibini ezen, farkı açıp mümkünse ‘güzel futbol’a da yönelen bir anlayışın izlerini sürdü. Bu biraz da ta 70’lerde, Didi’nin takıma aşıladığı ve sonradan geleneğe dönüşen bir anlayıştı. Ama artık ‘Modern zamanlar’dayız ve geçmişin anlayışlarının, günümüz futbolunda yeri yok. Ligde Kanarya’nın ezip geçeceği takım sayısı az, keza Avrupa’da da. Son Young Boys maçı bu gerçeği bir güzel hatırlattı.
Spor basını ısrarla İsviçre takımını küçümsüyor, çünkü hafızasındaki ‘eski’ bilgilerle meseleye yaklaşıyor. Boys’un ait olduğu ülkenin milli takımı son iki Dünya Kupası’nda da mücadele etti, üstüne üstlük son ‘Dünya şampiyonu İspanya’yı Güney Afrika’da yenen tek ekip oldu. Bern ekibi, Fenerbahçe karşısında çok sayıda gol pozisyonu buldu, iki kez direkleri dövdü ve nihayetinde ancak iki gol atabildi. Bu maç, Köln’le oynanan hazırlık mücadelesinin bir kopyasıydı. Farklılık sadece Alman ekibinin daha klas ayaklara sahip olmasının yanı sıra Fenerbahçe kalesindeki Volkan’ların yeteneklerindeydi. Köln maçında Volkan Babacan çok kötü oynamıştı, Young Boys mücadelesinde ise Volkan Demirel, çoğu zaman olduğu gibi üstün bir performans sergilemişti. Bu arada, hem Young Boys-Fenerbahçe, hem de Viktoria Plzen maçlarının en dikkat çekici isimlerinin Volkan Demirel ve Hakan Arıkan olması da, meseleyi yeterince açıklamıyor mu?
Sorun disiplinli yönetim mi?
Fenerbahçe adına bir başka altı çizilmesi gereken nokta ise, son iki maçta arka arkaya gelen iki kırmızı kart. İlk olarak Galatasaray maçında Selçuk 14. dakikada, ikinci olarak da Young Boys karşısında Colin Kazım 43. dakikada takımı 10 kişi bıraktı. Geçen sezon Sarı-Lacivertlilerin Süper Lig’deki ‘sekizde sekiz’li muhteşem girişinin ardından yaşadığı duraklama döneminde, basının çöküşe ilişkin tek bir açıklaması vardı; Daum’un disiplin sağlayamadığı. Bu aşamada da tünelin ucundaki ışığın ‘Azizsilin’le görüldüğü iddia edildi. Peki şimdi disipliniyle tanınan Aykut Kocaman döneminde, hem de yolun başında üst üste gelen iki kırmızı kartı nasıl açıklayacaksınız? Burada sorunun, futbolcuların kendi profesyonellik anlayışı olduğu ve görülen kartların, gereksizliği aşikâr, dolayısıyla disiplini Yıldırım, Kocaman ya da Daum değil, oyuncuların mesleklerine bakış açısı belirler.
Sonuç? Fenerbahçe’nin ikinci maçta Y. Boys’u yenerek tur atlaması normal. Ama sorunların çözülmesi ve Kocaman’ın kendi anlayışını yerleştirmesi için elbetteki zamana ihtiyaç var. Camia ve ‘endüstriyel futbol’un gerçekleri buna müsaade edecek mi, bunu da yine ‘Zaman’ gösterecek.
Olan Rijkaard’a olacak...
Kaleci Aykut Erçetin ve defans, Galatasaray’ın en sorunlu bölgesi olarak dikkat çekti.
‘Üç İstanbullu’ arasında en problemli yapı, Sarı-Kırmızılı cephede gözüküyor. Aslan, Yugoslav ekolü temsilcisi OFK Belgrad karşısında futbolun basit gerçeklerinden uzaktı. İki aşamalı bir randevunun ilk aşamasında 2-0 öne geçmiş, yani skor avanatıjını yakalamışsınız. Ama topu çevirmek, kendi kalenizden uzak tutmak yerine arka arkaya tehlikeye davetiye çıkaran hamlelere soyunuyorsunuz. İlk gol hadi neyse bir duran top organizasyonunda şansa ağlarınızı buldu (çünkü atış oyuncunuzun sırtına çarpıp gol oldu), peki ikinci gole ne demeli? Kaleci Aykut’un pozisyonun başlangıcından gole kadar hareketlerini dikkatlice izlerseniz, geçmişin eldivenlerinden Hayrettin Demirbaş’ın fundemental eksikliklerini hatırlarsınız. Seyirci, maçın sonuna doğru geçen sezon Leo Franco’ya yaptığı gibi Aykut’u da ıslıklarıyla protesto etti ama bütün bunlar kaledeki sorunu çözer mi? Elbetteki hayır.
Sarp, Ayhan ve ötesi...
Öte yandan Serdar Özkan transferi de koca bir muamma. Tamam, Arda Turan’ın çok eski arkadaşı olması ve bu arkadaşlığın saha içinde verimli olabileceğinin düşünülmesi, bir gerekçe olabilir ama Beşiktaş döneminde hiçbir kalıcı iz bırakmayan ve ‘Halı saha topçusu’ görüntüsünü, Galatasaray’da da sergilemeyi sürdüren bir oyuncudan ne bekliyebilirsiniz ki? Üstelik geçen sezon Kader Keita gibi bir ismin oynadığı mevkide şansını deniyor. Aralarındaki fark geceyle gündüz gibi. Ayrıca Mustafa Sarp, Ayhan gibi biri çabuk, diğeri çok uzun bir süredir taraftarın gözünde ‘eskimiş’ iki ismin orta sahayı ayakta tutması çok da akıl kârı gibi görünmüyor. Üstelik iki oyuncu da performanslarıyla tepkileri haklı çıkarıyor. Barış Özbek’in verimsizliği, sıradanlığı ve gereksiz agresifliği (her maçta ‘kırmızı’sı var) da cabası.
Basın ise faturayı yine Rijkaard’a kesti. Hollandalı teknik adama sunulan kadronun temel bilgi eksiliğinde, sanki hiç suç yokmuş gibi. Milli Takım oyuncuları Hakan Balta ya da Servet Çetin gibi isimlerin pozisyon bilgisi zaafını, Rijkaard çözemez ki. Ne olur, Hollandalı ülkesine döner; basın yeni kurbanların peşine düşer, çok geçmeden yeni gelenin de kellesini ister.
Aynı basın OFK Belgrad’ı da küçümsedi. Birkaç gündür NTV Spor ekranlarında, ‘Yugoslavya mozaiği’nin siyasetteki dağılımının futbola yansımasına ilişkin bir belgesel gösteriliyor. Futbol tarihine onca değer, onca yetenek armağan eden bu Balkan geleneğinin günümüzdeki uzantılarından OFK, bana kalırsa son derece sağlam bir takım. Oyuncularının futbol bilgisi, tekniği ve istekleri üst düzeyde. Takım genel olarak ülkenin basketboldaki temsilcisi Partizan’ı hatırlatıyor. OFK’nın kadrosundaki kimi isimleri yakında Serie A, Premier Lig ya da Bundesliga’da top koştururken göreceğimiz de kesin. Dolayısıyla deplasmandaki rövanş, Galatasaray açısından çok çok zor bir maç olacak.
Quaresma’ya çözüm üretilebiliyormuş
Plzen defansı Querasma’yı durdururken orta sahası ve forveti de Hakan’ı fazlasıyla yordu.
‘Temmuz’un şampiyonu’, ilk ciddi rakip konumundaki Viktoria Plzen karşısında zorlandı. Siyah-Beyazlıların durumu, diğer iki ‘hemşerisi’ kadar sıkıntı verici değil. Hem skor, hem de oyun anlamında. Üstelik eldeki yıldızların uyum sorunlarını çabuk atlatmaları, arkalarındaki seyirci rüzgârıyla birlikte Plzen maçındaki tabloyu, ters yüz edebilir. Beşiktaş’ın problemi teknik ayakları taşıyacak derecede ‘savaşkan’ isimlere sahip olamaması. Kartal’ın Quaresma, Delgado, Tabata kadar Ernst’lere ihtiyacı var. Ama Bernd Schuster, tecrübesi ve görgüsüyle bu sorunları hemen teşhis edebilecek ve çözüm üretebilecek bir teknik adam görüntüsünde.
Öte yandan Querasma’nın ‘varyete’ye dönük futbolunun Çek oyuncular karşısında istenilen sonucu almadığı, bu stilin 90 dakikalık oyunda sadece bir penaltı üretebildiği görüldü. Benzer şekilde ligde de mesela Diego Lugano, Servet Çetin, Yalçın Ayhan veya Egemen Korkmaz gibi ‘aşırı sert’ savunmacılar karşısında nasıl çözüm üretebilebileceğini, sezon boyunca göreceğiz.
Toparlarsak, Beşiktaş’ın sorunları daha bir çözülebilir görünüyor. Ama Plzen maçının kahramanının kaleci Hakan olması, durumu özetleyecek bir veri. Üstelik Viktoria, tıpkı OFK gibi geçmişin önemli bir ekolünün günümüzdeki uzantısı hüviyetinde. Çek oyuncuların, İnönü’de de tehlikeli olacakları aşikâr. Turu geçmeleri de sürpriz olmaz...