Türkiye Cameron'ın sandığı kadar kolay bir mesele değil

Cameron'ın Türkiye'ye dair sözleri nafile. Zira Britanya başbakanı Ankara'nın muhtemel AB üyeliğini referanduma sunmayı vaat ederek bu yolu fiilen kapattı. Dahası Kıbrıs, İran, Kürtler ve İsrail konusunda zorlu sorular var


Eski Britanya başbakanı Tony Blair’in Türkofil diplomasisini Ankara ziyaretinde David Cameron’ın da benimsemesi memnuniyetle karşılanmalı. Blair 2004’te Avrupa Konseyi’ni Türkiye’ye üyelik müzakereleri için tarih vermeye tek başına ikna etmişti. Blair, Brüksel’de AB toplantılarının yapıldığı steril binada gece vakti koridorları arşınlarken ben de oradaydım. Becerikli bir Türkiye yanlısı diplomat olan Peter Westmacott’un yardımıyla inatçı kafaları birbirine çarpmış ve en nihayetinde muadili AB liderlerine üyelik müzakerelerine evet dedirtmişti.
O dönemde Blair güçlü müttefiklere sahipti. Almanya ve İspanya’da sol iktidarlar vardı ve bu üyeliği destekliyorlardı. General de Gaulle’ün Türkiye yanlısı geleneğine sadık kalan Fransa lideri Jacques Chirac da Blair’i destekliyordu.
Cameron’ın karşısındaki AB daha farklı. Alman ve Fransız hükümetleri bu üyeliğe karşı. Cameron’ın Almanya Başbakanı Angela Merkel, Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ve iktidardaki AB partilerinin çoğunu kapsayan merkez sağ gruptan ayrılması, AB içinde Türkiye’ye dair kilit tartışmalarda Britanya’nın bulunmaması anlamına geliyor. Cameron’ın AB’deki başlıca ortağı, Polonyalı Katolik milliyetçi Jaroslaw Kaczynski. Polonyalı lider Lizbon Anlaşması’nda kıtanın Hıristiyan köklerine atıf yapılması için mücadele etti. Bu tür politikalar Müslüman Türkiye’de olumlu karşılanmıyor.
Dahası, Cameron herhangi bir geniş çaplı yeni AB anlaşması üzerine referandum düzenleme sözü verdi ve Türkiye’ye dair nihai bir kararın yeni bir AB anlaşması gerektireceğini savundu. Böyle bir anlaşma Cameron ve dışişleri bakanının önerdiği gibi referanduma sunulursa, onaylanma ihtimali çok zayıf. Giderek Müslüman karşıtı hale gelen Britanya Bağımsızlık Partisi, İslamofobik aşırılıkçılığa doğru ilerliyor. Parti lideri Nigel Farage 80 milyon Müslüman Türk’e serbest dolaşım ve Britanya’da çalışma hakkı verilmesine dair atıp tutuyor. Ankara’daki sözleri ne kadar güzel olursa olsun, Cameron’ın Türkiye’nin üyeliğini fiilen imkânsızlaştıran referandum önerisi Farage’ın kullandığı dil kadar çirkin.
Türk siyasetçiler ve diplomatlar aptal değil. Cameron’ın Blair’in izinden gidip Türkiye’nin AB üyeliğini savunmasından memnun olacaklardır. Fakat başbakanın elinden pek az şey gelebileceğini de bileceklerdir. Hepsinin ötesinde, Türk iş dünyasının liderleri, akademisyenler ve büyüyen orta sınıf,
vize almak için aşağılayıcı şekilde kuyruklarda beklemeksizin Britanya’ya gitmek istiyor. Vize koşullarının gevşetilmesi Cameron açısından somut bir adım olacaktır, fakat yabancı karşıtı önyargılarla mücadele edip etmeyeceği şüpheli.
Türkiye konusunda zor soruların sorulması lazım. Türkiye ticaret bakanı, ülkesinin İran’a yönelik AB yaptırımlarını ciddiye almayacağını, hatta bozacağını söyledi. Bunun AB’ye yaklaşmak istediği dönemde Ankara’ya faydası var mı? Türkiye Kıbrıslıların meşru taleplerini reddederek, Kıbrıs’ı olduğundan büyük bir soruna dönüştürüyor. AB’nin Türkiye karşıtı ağır topları, Yunanistan ve Kıbrıs’ın bu meseledeki manevralarının arkasına gizleniyor. Cameron, Britanya’daki etkili Kıbrıs Rum diasporasının üzerine gidecek mi? Türkiye, Kürt ayrılıkçılığı ve direnişiyle bazen terörü aratmayan yöntemlerle mücadele ederken destek istiyor. Fakat İsrail’den, anti-semitik Hamas’la ve Yahudi devletini yıkma hedefiyle mücadele ederken farklı davranmasını bekliyor. Yani Türkiye hakkında konuşmak, Merkel ve Sarkozy’ye bağırmak ya da Türklere kendilerinin suçu olmadığını söylemekten daha çetrefilli. (Britanya’da İşçi Partili vekil ve eski Avrupa bakanı, 27 Temmuz 2010)


Radikal