Tüsiad Başkanı Boyner: 'Dış Politikanın Daha Steril Sayılabilecek Dilinden Uzaklaşmayı, Sağlıklı Bulmuyoruz'
Dış politikanızdaki dilin aynı zamanda değerler tercihine de ayna tuttuğunu ifade eden TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Boyner, "Bu bağlamda dış politikanın daha 'steril' sayılabilecek dilinden fazla uzaklaşmayı, ideolojik dayanışma duygusu veren söylemleri kullanmayı çok sağlıklı bulmuyoruz" dedi
Dış politikanızdaki dilin aynı zamanda değerler tercihine de ayna tuttuğunu ifade eden TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Boyner, "Bu bağlamda dış politikanın daha 'steril' sayılabilecek dilinden fazla uzaklaşmayı, ideolojik dayanışma duygusu veren söylemleri kullanmayı çok sağlıklı bulmuyoruz" dedi.
Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Yüksek İstişare Konseyi toplantısının açılışında konuşan Yönetim Kurulu Başkanı Ümit Boyner, dünyanın bilinen tüm parametrelerini büyük bir hızla değiştirdiğini, bu ortamda atılacak yanlış adımların geleceğe ipotek koyma ihtimalinin çok yüksek olduğunu söyledi.
Çeyrek asrı aşan bir zamandan beri ülkemizi sarsan terör eylemlerinin ve şiddetin ülkeyi bir kez daha pençesine almasına tahammül edilemeyeceğini ifade eden Boyner şöyle konuştu:
"Bunca yıldır daha çok öldürerek ve daha çok çocuğumuzun ölümünü kabul ederek terör meselesini çözemedik. Siyaset alanında ise yükselen terör karşısında sonuç getirmediği tecrübeyle sabit otoriter yöntemler arayışına girmenin çıkmaz yol olduğunu tekrarlama gereği duyuyoruz. Hukuk ve demokrasi çerçevesinin dışına çıkmanın ülkemize yarardan çok zarar getireceğinden eminiz.
Geçen yıl büyük umutlarla ortaya atılan Kürt açılımının neden kamuoyundaki ilk destek düzeyini kaybettiğini, giderek ülkedeki kutuplaşmayı arttırıcı bir nitelik kazandığını da iyice düşünmek zorundayız. Bir yanıyla, açılımın içeriğinin bir türlü tanımlanmaması sürece sekte vurdu. Diğer yandan, geriye dönüp baktığımızda körü körüne desteğin de, inadına red cephesi mantığıyla hareket etmenin de açılıma, dolayısıyla topluma verdiği zararları görüyoruz.
Sayın Cumhurbaşkanı geçen sene bizim de katıldığımız bir tespitte bulundu. Kürt sorununu Türkiye'nin en önemli ve mutlaka çözülmesi gereken meselesi diye takdim etti. Böyle önemli bir konunun neden hala demokratik bir çözüme kavuşmadığını bilmek istiyoruz. Tersine bu konu üzerinden toplumsal kutuplaşmanın arttığına, giderek toplumsal ilişkilerin zehirlendiğine tanık oluyoruz.
Bir noktayı tüm açıklığıyla ve hiç bir yanlış anlamaya yol açmayacak şekilde vurgulamak istiyorum. Açılımın kötü yönetilmesi, içeriğinin tanımlanmaması, hayal kırıklığı yaratmış olması ve hatta son dönemdeki tutuklamalar üzücüdür, moral bozucudur.
Ancak bu unsurların hiçbiri şiddete başvurmayı, terör yoluyla toplumu bölmeyi, gencecik masum insanların, genç kızların öldürülmesini meşru kılmaz, haklı çıkarmaz. Şiddet siyasetin inkarıdır, siyaseti yok eder ve herkesi terörün düşmanlaştırıcı, nefret yayıcı mantığına teslim eder. Buna izin veremeyiz."
Türk siyasetinin en büyük zaaflarından birisinin "kritik dönemlerde diyalog kapılarının kapalı tutulması" olduğunu ifade eden Boyner, bugünkü konjonktürde eski alışkanlıklara, sıfır toplamlı oyun mantığına teslim olmadan bir mutabakat zemininin hazırlanması gerektiğini belirtti.
Terörle mücadelenin kararlılıkla sürdürülmesi gerektiğini kaydeden Boyner, "Ancak bu mücadele tüm vatandaşların temel hak ve özgürlüklerinin korunacağı, tehlikeli fay hatlarının harekete geçmemesi için azami dikkatin gösterildiği bir ortamda yapılmalıdır. Bunları talep ediyoruz zira Türkiye'nin giderek zihinlerde etnik temelde bölündüğü, böyle bir ruh halinin sinsice toplumun kılcal damarlarına nüfuz etmeye başladığı kaygısını yüreğimizde taşıyoruz. Türkiye'nin nasıl olup da PKK'nın kontrol ettiği bir
eylem planına uymak zorunda kaldığının, İmralı'nın ya da Kandil dağında oturan ve varlık sebeplerini savaşı sürdürmekte bulanların ne olup da terörün ritmini tayin edebildiğinin bize anlatılması gerektiğine inanıyoruz. Gencecik çocukların neden öldüklerinin muhasebesinin şeffaf bir şekilde yapılmasını talep ediyoruz. Ölenler bizim canlarımızdır" dedi.
Siyaset sınıfı kendi işini yaparken sivil inisiyatiflerinde şiddete karşı, terörün mantığına karşı direnmesi gerektiğini anlatan Boyner, Türkiye'de bugün susması gereken yegane unsurun silahlar olduğunu belirtti.
Şu sırada yargı erki içindeki iç savaş manzaralarının hukukun siyasetin bir uzantısı olarak görülmesinin artık kabul edilemeyeceğini açıkça ortaya koyduğunu ifade eden Boyner şöyle konuştu:
"Artık hukuku, kendi başına bir değer olarak ele alıp ona uygun davranan, etkin ve hızlı işleyen, temel hak ve özgürlükleri rehber alarak adalet dağıtan bir yargı erki oluşturmak zorundayız.
Vatandaşın hukukunu devletin imtiyazlarının önüne koyan bir anlayışı yerleştirmek, adalet kavramını şu veya bu ideolojik filtreden geçirmeden uygulamaya koymak demokratik bir yapıya kavuşmamızın olmazsa olmaz koşuludur.
Tabiidir ki, yargıda ve hukuk anlayışımızda bu denli köklü bir zihniyet reformu yalnızca yüksek yargı heyetlerinin kompozisyonu değiştirilerek gerçekleşmez. Hele ki bu düzenleme yürütmeyi yargı üzerinde söz sahibi kılıyor, kuvvetler ayrılığını zedeliyorsa. Tarafsızlıkla bağımsızlık arasında takas izlenimi veren herhangi bir düzenleme işlevini yerine getirmiyor demektir.
Böylesi köklü bir dönüşüm toplumun çeşitli kesimlerini birbirilerine düşman edici bir söylem ve yaklaşımla, toplumsal ve siyasal mutabakat aranmadan hayata geçirilemez. Geçirilirse yüce amaç hasıl olmaz."
Boyner, Avrupa'da bir ekonomik kriz yaşanırken Başta Asya'dakiler olmak üzere çevre ülkelerin hızla büyümeyi sürdürmelerinin geleceğin dünyası hakkında fikir verdiğini söyledi. Dünyanın ekonomik dinamiğinin hızla Asya'ya ve güneyin güçlü ülkelerine doğru kaydığına dikkat çeken Boyner, "Ancak şunu da görmemiz gerekir ki, gelecek dönemde ekonomik güç sıralamasının nasıl şekilleneceğinde yeni teknolojileri kimin üreteceği, yaratıcılıkta kimin önde olacağı da büyük önem taşıyacaktır. Öngörülebilir bir
gelecekte, özellikle Batı dünyasının derin krizi sürdükçe dünyada 1930lardaki gibi otoriter kapitalist ülkeler ile demokratik kapitalist ülkelerin ideolojik rekabetine de tanık olacağız. O dönemden farklı olarak dünya egemenliğine yönelik bir savaş tehlikesi yok. Ancak ülkeler ve to 'fdfır toplamlı oyun mantplumlar otoriter kapitalizmlerin cazibesine de kapılabiliyor. Türkiye açısından tercih açıktır. Biz bu kampların ikincisine yani demokratik olanına dahiliz ve orada kalmalıyız. Türkiye istikrarını
otoriterlikle değil katılımcı unsurları öne çıkmış, laik ve demokratik bir düzenle sağlayabilir. Zaten bugün Türkiye'nin yumuşak gücü diye tanımlanan şey de Osmanlı modernleşmesinden başlayıp Cumhuriyetle süren dönemden kalma bu tarihsel mirasın sonucudur."
Son dönemlerde Türk dış politikasının bölgesel ölçekteki başarılarının toplumu heyecanlandırdığı kadar, dünyanın da dikkatini Türkiye üzerine çektiğini anımsatan Boyner, çevre bölgelerde yapılan açılımları, bunların barış ve refaha katkı yapacaklarını öngörerek desteklediklerini söyledi.
Ancak sürekli hareket halindeki bir dış politikanın kazanımlarını konsolide etme vaktini bulamamasından, taşıyabileceğinden ağır bir yük üstleniyor olmasından çekindiklerini belirten Boyner şöyle devam etti:
"Komşu ülke ve bölgelerle ekonomik bütünleşmenin önünün açılması, imzalanan anlaşmalarla ticaret, yatırım, iletişim alanlarında hamleler yapılmasını çok olumlu buluyoruz. Bu açılımlar neticesinde Türkiye'nin etrafında daha fazla refah ve istikrar yaratmasının önemini de anlıyoruz. Turgut Özal döneminden beri arzulanan bu adımları artık atabilecek, yeni bir bölgesel düzenin mimarı olmayı becerecek derecede güçlüyüz.
Ancak bunları yaparken iki önemli faktörü gözden uzak tutmamalıyız. Birincisi Türk dış politikasının öncelikleri konusunda tereddüde yol açacak bir duruş sergilememeliyiz. Malum eksen kayması tartışmalarının önünü kesmenin en kestirme yolu da budur. İkincisi, izlenen dış politikanın iletişimini de doğru yapmak zorundayız. Zira bugünün dünyasında yaptığınız işler kadar bunları yaparken kullandığınız yöntem ve tercih etiğiniz dil de dikkate alınıyor.
Dış politikanızdaki dil aynı zamanda değerler tercihinize de ayna tutuyor. Bu bağlamda dış politikanın daha 'steril' sayılabilecek dilinden fazla uzaklaşmayı, ideolojik dayanışma duygusu veren söylemleri kullanmayı çok sağlıklı bulmuyoruz."
Soğuk Savaş sonrası dönemin özellikleri, Türkiye'nin kendi tarihsel mirası ve ekonomik dinamiklerin Türkiye'yi küreselleşme döneminin imtiyazlı ülkeleri arasına soktuğunu belirten Boyner, "Bize göre Türkiye'nin parlak bir geleceğe sahip olması bu küresel gerçeğin farkına vararak siyaset üretmesiyle mümkündür. İçe kapanarak gidilebilecek bir yer, ulaşılabilecek bir refah alanı yoktur. Bu gözlemlere bağlı olarak biz küresel düzenle uyumlu bir Türkiye'den yanayız. Önümüzdeki dönemin küreselleşme
dinamiklerinin piyasa devlet ilişkisini daha farklı bir dengede kuracağını, gelir dağılımında adalet konusunun gündemi etkileyeceğini de düşünüyoruz. AB projesinin küreselleşmenin başarısı açısından da önemi tam bu noktalarda ortaya çıkıyor. Bu konuları göz ardı ederek kalkınmayı sürdürmek giderek otoriter ülkelerde bile zorlaşacaktır" dedi.
Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Yüksek İstişare Konseyi toplantısının açılışında konuşan Yönetim Kurulu Başkanı Ümit Boyner, dünyanın bilinen tüm parametrelerini büyük bir hızla değiştirdiğini, bu ortamda atılacak yanlış adımların geleceğe ipotek koyma ihtimalinin çok yüksek olduğunu söyledi.
Çeyrek asrı aşan bir zamandan beri ülkemizi sarsan terör eylemlerinin ve şiddetin ülkeyi bir kez daha pençesine almasına tahammül edilemeyeceğini ifade eden Boyner şöyle konuştu:
"Bunca yıldır daha çok öldürerek ve daha çok çocuğumuzun ölümünü kabul ederek terör meselesini çözemedik. Siyaset alanında ise yükselen terör karşısında sonuç getirmediği tecrübeyle sabit otoriter yöntemler arayışına girmenin çıkmaz yol olduğunu tekrarlama gereği duyuyoruz. Hukuk ve demokrasi çerçevesinin dışına çıkmanın ülkemize yarardan çok zarar getireceğinden eminiz.
Geçen yıl büyük umutlarla ortaya atılan Kürt açılımının neden kamuoyundaki ilk destek düzeyini kaybettiğini, giderek ülkedeki kutuplaşmayı arttırıcı bir nitelik kazandığını da iyice düşünmek zorundayız. Bir yanıyla, açılımın içeriğinin bir türlü tanımlanmaması sürece sekte vurdu. Diğer yandan, geriye dönüp baktığımızda körü körüne desteğin de, inadına red cephesi mantığıyla hareket etmenin de açılıma, dolayısıyla topluma verdiği zararları görüyoruz.
Sayın Cumhurbaşkanı geçen sene bizim de katıldığımız bir tespitte bulundu. Kürt sorununu Türkiye'nin en önemli ve mutlaka çözülmesi gereken meselesi diye takdim etti. Böyle önemli bir konunun neden hala demokratik bir çözüme kavuşmadığını bilmek istiyoruz. Tersine bu konu üzerinden toplumsal kutuplaşmanın arttığına, giderek toplumsal ilişkilerin zehirlendiğine tanık oluyoruz.
Bir noktayı tüm açıklığıyla ve hiç bir yanlış anlamaya yol açmayacak şekilde vurgulamak istiyorum. Açılımın kötü yönetilmesi, içeriğinin tanımlanmaması, hayal kırıklığı yaratmış olması ve hatta son dönemdeki tutuklamalar üzücüdür, moral bozucudur.
Ancak bu unsurların hiçbiri şiddete başvurmayı, terör yoluyla toplumu bölmeyi, gencecik masum insanların, genç kızların öldürülmesini meşru kılmaz, haklı çıkarmaz. Şiddet siyasetin inkarıdır, siyaseti yok eder ve herkesi terörün düşmanlaştırıcı, nefret yayıcı mantığına teslim eder. Buna izin veremeyiz."
Türk siyasetinin en büyük zaaflarından birisinin "kritik dönemlerde diyalog kapılarının kapalı tutulması" olduğunu ifade eden Boyner, bugünkü konjonktürde eski alışkanlıklara, sıfır toplamlı oyun mantığına teslim olmadan bir mutabakat zemininin hazırlanması gerektiğini belirtti.
Terörle mücadelenin kararlılıkla sürdürülmesi gerektiğini kaydeden Boyner, "Ancak bu mücadele tüm vatandaşların temel hak ve özgürlüklerinin korunacağı, tehlikeli fay hatlarının harekete geçmemesi için azami dikkatin gösterildiği bir ortamda yapılmalıdır. Bunları talep ediyoruz zira Türkiye'nin giderek zihinlerde etnik temelde bölündüğü, böyle bir ruh halinin sinsice toplumun kılcal damarlarına nüfuz etmeye başladığı kaygısını yüreğimizde taşıyoruz. Türkiye'nin nasıl olup da PKK'nın kontrol ettiği bir
eylem planına uymak zorunda kaldığının, İmralı'nın ya da Kandil dağında oturan ve varlık sebeplerini savaşı sürdürmekte bulanların ne olup da terörün ritmini tayin edebildiğinin bize anlatılması gerektiğine inanıyoruz. Gencecik çocukların neden öldüklerinin muhasebesinin şeffaf bir şekilde yapılmasını talep ediyoruz. Ölenler bizim canlarımızdır" dedi.
Siyaset sınıfı kendi işini yaparken sivil inisiyatiflerinde şiddete karşı, terörün mantığına karşı direnmesi gerektiğini anlatan Boyner, Türkiye'de bugün susması gereken yegane unsurun silahlar olduğunu belirtti.
Şu sırada yargı erki içindeki iç savaş manzaralarının hukukun siyasetin bir uzantısı olarak görülmesinin artık kabul edilemeyeceğini açıkça ortaya koyduğunu ifade eden Boyner şöyle konuştu:
"Artık hukuku, kendi başına bir değer olarak ele alıp ona uygun davranan, etkin ve hızlı işleyen, temel hak ve özgürlükleri rehber alarak adalet dağıtan bir yargı erki oluşturmak zorundayız.
Vatandaşın hukukunu devletin imtiyazlarının önüne koyan bir anlayışı yerleştirmek, adalet kavramını şu veya bu ideolojik filtreden geçirmeden uygulamaya koymak demokratik bir yapıya kavuşmamızın olmazsa olmaz koşuludur.
Tabiidir ki, yargıda ve hukuk anlayışımızda bu denli köklü bir zihniyet reformu yalnızca yüksek yargı heyetlerinin kompozisyonu değiştirilerek gerçekleşmez. Hele ki bu düzenleme yürütmeyi yargı üzerinde söz sahibi kılıyor, kuvvetler ayrılığını zedeliyorsa. Tarafsızlıkla bağımsızlık arasında takas izlenimi veren herhangi bir düzenleme işlevini yerine getirmiyor demektir.
Böylesi köklü bir dönüşüm toplumun çeşitli kesimlerini birbirilerine düşman edici bir söylem ve yaklaşımla, toplumsal ve siyasal mutabakat aranmadan hayata geçirilemez. Geçirilirse yüce amaç hasıl olmaz."
Boyner, Avrupa'da bir ekonomik kriz yaşanırken Başta Asya'dakiler olmak üzere çevre ülkelerin hızla büyümeyi sürdürmelerinin geleceğin dünyası hakkında fikir verdiğini söyledi. Dünyanın ekonomik dinamiğinin hızla Asya'ya ve güneyin güçlü ülkelerine doğru kaydığına dikkat çeken Boyner, "Ancak şunu da görmemiz gerekir ki, gelecek dönemde ekonomik güç sıralamasının nasıl şekilleneceğinde yeni teknolojileri kimin üreteceği, yaratıcılıkta kimin önde olacağı da büyük önem taşıyacaktır. Öngörülebilir bir
gelecekte, özellikle Batı dünyasının derin krizi sürdükçe dünyada 1930lardaki gibi otoriter kapitalist ülkeler ile demokratik kapitalist ülkelerin ideolojik rekabetine de tanık olacağız. O dönemden farklı olarak dünya egemenliğine yönelik bir savaş tehlikesi yok. Ancak ülkeler ve to 'fdfır toplamlı oyun mantplumlar otoriter kapitalizmlerin cazibesine de kapılabiliyor. Türkiye açısından tercih açıktır. Biz bu kampların ikincisine yani demokratik olanına dahiliz ve orada kalmalıyız. Türkiye istikrarını
otoriterlikle değil katılımcı unsurları öne çıkmış, laik ve demokratik bir düzenle sağlayabilir. Zaten bugün Türkiye'nin yumuşak gücü diye tanımlanan şey de Osmanlı modernleşmesinden başlayıp Cumhuriyetle süren dönemden kalma bu tarihsel mirasın sonucudur."
Son dönemlerde Türk dış politikasının bölgesel ölçekteki başarılarının toplumu heyecanlandırdığı kadar, dünyanın da dikkatini Türkiye üzerine çektiğini anımsatan Boyner, çevre bölgelerde yapılan açılımları, bunların barış ve refaha katkı yapacaklarını öngörerek desteklediklerini söyledi.
Ancak sürekli hareket halindeki bir dış politikanın kazanımlarını konsolide etme vaktini bulamamasından, taşıyabileceğinden ağır bir yük üstleniyor olmasından çekindiklerini belirten Boyner şöyle devam etti:
"Komşu ülke ve bölgelerle ekonomik bütünleşmenin önünün açılması, imzalanan anlaşmalarla ticaret, yatırım, iletişim alanlarında hamleler yapılmasını çok olumlu buluyoruz. Bu açılımlar neticesinde Türkiye'nin etrafında daha fazla refah ve istikrar yaratmasının önemini de anlıyoruz. Turgut Özal döneminden beri arzulanan bu adımları artık atabilecek, yeni bir bölgesel düzenin mimarı olmayı becerecek derecede güçlüyüz.
Ancak bunları yaparken iki önemli faktörü gözden uzak tutmamalıyız. Birincisi Türk dış politikasının öncelikleri konusunda tereddüde yol açacak bir duruş sergilememeliyiz. Malum eksen kayması tartışmalarının önünü kesmenin en kestirme yolu da budur. İkincisi, izlenen dış politikanın iletişimini de doğru yapmak zorundayız. Zira bugünün dünyasında yaptığınız işler kadar bunları yaparken kullandığınız yöntem ve tercih etiğiniz dil de dikkate alınıyor.
Dış politikanızdaki dil aynı zamanda değerler tercihinize de ayna tutuyor. Bu bağlamda dış politikanın daha 'steril' sayılabilecek dilinden fazla uzaklaşmayı, ideolojik dayanışma duygusu veren söylemleri kullanmayı çok sağlıklı bulmuyoruz."
Soğuk Savaş sonrası dönemin özellikleri, Türkiye'nin kendi tarihsel mirası ve ekonomik dinamiklerin Türkiye'yi küreselleşme döneminin imtiyazlı ülkeleri arasına soktuğunu belirten Boyner, "Bize göre Türkiye'nin parlak bir geleceğe sahip olması bu küresel gerçeğin farkına vararak siyaset üretmesiyle mümkündür. İçe kapanarak gidilebilecek bir yer, ulaşılabilecek bir refah alanı yoktur. Bu gözlemlere bağlı olarak biz küresel düzenle uyumlu bir Türkiye'den yanayız. Önümüzdeki dönemin küreselleşme
dinamiklerinin piyasa devlet ilişkisini daha farklı bir dengede kuracağını, gelir dağılımında adalet konusunun gündemi etkileyeceğini de düşünüyoruz. AB projesinin küreselleşmenin başarısı açısından da önemi tam bu noktalarda ortaya çıkıyor. Bu konuları göz ardı ederek kalkınmayı sürdürmek giderek otoriter ülkelerde bile zorlaşacaktır" dedi.