Mourinho'ya laf eden çarpılır
Barcelona yüzyılın takımıysa neden Inter'e 3-1 yenildi? Skor bir yana, neden gedikli bir birinci lig takımıyla oynayan...
Barcelona yüzyılın takımıysa neden Inter’e 3-1 yenildi? Skor bir yana, neden gedikli bir birinci lig takımıyla oynayan lise takımı havasındaydılar? “Barcelona müthiş bir okul. Inter ise maalesef o düzeye gelemedi; biz ancak galibiyetlerle ayakta duran bir takımız” diyordu Mourinho net galibiyetten sonra... Her zamanki gibi rakibe hem övgü hem de küçümseme vardı bu sözlerde. “Çok iyi bir ekol yaratmış olabilirsiniz ama önemli olan her maçta gösterdiğiniz performanstır” demeye getiriyordu. Kendi takımı açısından da, bence haklı olarak yine kendisini merkeze koyuyordu. “Inter’in bir ekolü yok ama her maçı kazanacak stratejiyi sahaya yansıtmasını biliyoruz” diyordu bir bakıma... Lorient’in hocası Fransız Christian Gourcuff’un dediği gibi, “Hiç politik konuşmuyordu Mourinho, sadece içinden geleni söylüyordu”. Kısacası Barcelona camiasında hâlâ “tercüman” olarak anılan Mourinho’ya göre aslolan 90 dakikanın öyküsüydü. Biz de o zaman o 90 dakikaya bakalım. Barcelona Inter önünde yüzde 68 topa sahip oldu da neden oyuna egemen olamadı?
Salının gelişi Chelsea’den belliydi
İster inanın ister inanmayın, Inter ile Barcelona eşleştiğinde, “Inter’in “Barça’yı parçalama” olasılığı pek yüksek” diye düşünmüştüm. Mavi-siyahlıların Chelsea ile oynadığı maçlara bakarak düşünüyordum bunu. San Siro’daki ilk Chelsea maçında Inter topu rakibe bırakmış ama kendi alanında satranç tahtasının karelerinin hiçbirini boş bırakmayacak biçimde yakın ve eşit mesafeli kademeler kurmuştu. Inter’liler her zaman ikili ya da üçlü kademeler halinde topun arkasında olmaya özen gösteriyordu. Chelsea’liler ise kaleye yaklaşamıyor, yaklaştıklarında da ya bitmiş oluyor, ya da gelişigüzel orta yapmak zorunda kalıyordu... Bu işin “sahayı egemenlik altına alma” tarafıydı...
Ne var ki bizim fikriyatımızda bu sıralar pek revaçta olduğu gibi “önce durdur sonra vur” taktiği değildi bu.Topu ayaklarına geçirince karşı kaleye en hızlı biçimde gidiyordu Interliler... Stamford Bridge’deki ikinci Chelsea maçında ise Inter yine bizim fikriyatımızın değişmez terimiyle “daha açık” oynadı. Savunma hattı bayağı ilerideydi. Orta sahada rahatsız ettiler rakiplerini... Buna karşın geriye çabuk dönüp araya sızan Chelsea’lilerin önünü kapattılar. Interliler topu kapınca o kadar uzun ve isabetli toplarla çıktılar ki Chelsealileri hep geride bıraktılar.
Kısacası, içeride deplasman takımı, dışarıda ev sahibi takım gibi oynadı Inter... Bu bakımdan rövanş maçının Barça için daha da zorlu geçeceğini düşünüyorum. Barcelona turu geçerse mutlaka futbol ufkumuzu genişleterek yapacaktır bunu. Mourinho da bu olasılığı görmüş olmalı ki, “Barcelona’dan Madrid’e gitmeyip eve dönersek yine başımız dik olacak. Sıradan bir Şampiyonlar Ligi takımı olmaktan kurtuldu artık Inter” diyordu Salı gecesi maçtan sonra. Seria A da şampiyon olunca bundan “kibirli” Portekizlinin çıkaracağı fazla bir pay yoktu. Ancak 45 yıldır Avrupa’da esamesi okunmayan Inter kıtanın futbol devleri arasına giriyorsa bunda tartışılmaz biçimde Mourinho’nun damgası var.
Mourinho’nun üç sırrı
Pekiyi nasıl bir şey bu damga? Elbette futbolda oyun anlayışları ve taktikleri sayısız hoca, futbolcu, ve yazarın emeğiyle gelişiyor. Ancak yine de, eğer Barcelona günümüzün uç takımıysa, uç beyi bana göre Jose Mourinho... Futbol taktiklerini geliştirme bayrağını, kendisi gibi “futbolcu olamayan hoca” Arrigo Sacchi’den almış bulunuyor bence.
Porto-Chelsea-Inter ekseninden baktığınızda, birincisi, alan paylaşımını ve kontrolünü Sacchi’nin Milan’ı gibi sahanın her yerinde uygulatıyor Mourinho... Salı gecesi Messi’yi adam markajı ile değil, ikili üçlü kademelerle alan daraltarak etkisiz kıldılar. Öteki Barçalılara boş alan bırakmadılar. Arkadaşlarını göremeyen Messi hep kademelere takıldı.
Interliler Barcelonalıları istemedikleri alanlara sokmadılar. Özellikle de ceza alanı önündeki kuşağa... Tehlikeli bulmadıkları alanda ise Barçalıların top kullanmalarına izin verdiler.Barça topa sahip olma yüzdesini böyle 68’e çıkarttı.
Interlilerin tehlikeli alanda kaybettikleri tek top ise kalelerinde gol oldu. O pozisyonda Maxwell kaçınca önce Cambiasso’nun sonra da Lucio’nun koşmayı bırakması ilginç. Bildiğimiz üzere ivmeyi birden arttırmakla ünlü Barçalılar karşısında yapacak bir şeyleri yoktu. İbrahimoviç stoperleri kaleye doğru çekip kademeleri bozdu, kopup gelen Pedro rahatça golü attı.
İkincisi, Morinho’nun takımları sahanın her alanında hem akışkan, hem de katı... Presi ve sertliği defansa, yer değiştirmeyi ve paslaşmayı forvete bırakmıyor. Ama önce sertler; rakibin akışkanlığını bozmak ilk hedef. Nasıl Arsenal bir önceki turda Barcelona karşısında yumuşak kalıp ezildiyse, Barça da Inter karşısında öyle gözüktü bu yüzden... İkinci hedef ise oyunu rakibin zayıf olduğu noktalara sokmak. Sert baskılarla Barça’yı kendi ceza alanının içine itti Inter. Barcelona’nın oyunu iyi oynamayadığı tek zayıf karnı burası. İlk Inter golünde üç Barçalı Milito’ya hamle yaparken arkaya sızan Sneijder’i unutuverdi. Bu golde kaleye en yakın yere hamle yaparak savunmayı çeken Pandev’in katkısını unutmayalım. Öteki Inter gollerinde de Barça ceza alanı içindeki savunma dağınıklığı açıkça görülüyordu.
Üçüncüsü ve en önemlisi, Mourinho topa daha çok sahip olmaya ve çok pas yapmaya fazla önem vermiyor. Sacchi’den ileriye giden yanı burası... O futbolcusunun ayağındaki topu en kısa zamanda gole çevirmenin derdinde. Bunun da yolu uzun, derin, sert ve ille de kararlı paslar...Bunun için Porto’nun ileri üçlüsüne üç tane zıpkın gibi çıkan adam yerleştirmişti. Onların koşu yoluna atılan uzun toplara kimse dayanamıyor, atağa çıkarken avlanıyordu. Chelsea’de bu üçlü, Drogba gibi hareketli ve güçlü bir atlet ile onun iki kanadında Robben ve Wright-Phillips gibi sprinterlerden oluşuyordu.
Inter’de ise Mourinho, Eto’o gibi bir atleti çizgilere yaklaştırıp oyuna sokuyor. Milito gibi alt sıra takımlarında kariyerini tamamlamakta olan bir adamı, sırf ele avuca sığmazlığını görüp Inter’e getiren ve Salı gecesinin yıldızı yapan o. Onların hemen arkasına da Rijkaard-Davids-Seedorf geleneğinden gelen, hem asist yapan hem de boşalan alanlara dalan Sneijder’ı koyması rastlantı değil.
Mourinho için çok adamın atağa çıkması belirleyici değil. Çıkan adamların etkin olması önemli. Interliler birer avcı gibi rakibin top kaybetmesini ve gevşemesini bekliyor, sonra hızla hedefe gidiyorlar. Mourinho son maçlarda, santrfor bildiğimiz Pandev’i sağ kanada yerleştirerek “avcı” sayısını arttırdı. Duruma göre kanat bekler de katılıyor onlara. Sağbek Maicon’un, kale dibinde ikinci golü atması rastlantı olmamalı. Mourinho’nun futbolcularının enine yer değiştirmesi önemli değil, sahanın dikine değiştirmesi önemli.
Mourinho için topu çok kullanmak, çok pas yapmak marifet değil. Topu en kısa yoldan filelere yollamak önemli. Bu yüzden topa yüzde 32 sahip olduğu maçtan 3-1’le çıktı Inter. Barça’nın dakikalarca topla oynadığı maçta, saniyelerle ölçülen goller attılar. En fazla üç-dört pasla ve üç-dört adamla atılan bu gollerde rakip topa müdahale bile edemedi...Bu arada daha sabit alanda oynayan İbrahimoviç’in değil, hareketli Eto’o’nun Barça futbolcusu olduğunu bir kez daha gördük.
Önyargılarınızı atın
Şimdi rövanşta top Guardiola’da...Bakalım Mourinho’yu da, bizi de şaşırtacak neler yapacak? Ya da en azından deneyecek. 10 gün önce El Classico’da şaşırtmıştı beni. Önde durdurulamayan forvetler ile onların arkalarında servisçi işçi arılardan oluşan Real Madrid’in iflahını savunmayla kesmişti. Puyol’u ilk yarı sağda, sonra solda golcüleri rahatsız eden ek bir unsur olarak kullanmıştı. Ama Inter başka takım. Çarşamba günü oynanacak maç da başka bir maç... Ekran başında buluşalım. Ama önyargılarımızı ve bütün bildiklerimizi kapıda bırakarak.
Radikal