Zülfü Livaneli: İçime bir hüzün çöktü

Türkiye gündemine bomba gibi düşen ana muhalefet lideri Deniz Baykal'ın istifasını değerlendiren Zülfü Livaneli köşesinde Siyasetin kara vicdanı başlığı altında bir yazı paylaştı.

İşte Livane'linin yazısı;

Dün gazetede arkadaşlarla birlikte haber kanallarını izledik. Deniz Baykal’ın istifa konuşmasını, gazatecilerin yorumlarını, Erdoğan’ın yanıtını dinledik.

İçime bir hüzün çöktü.

Odama geldim, yerime oturup gözlerimi kapattım ve her birini tek tek tanıdığım kişileri düşündüm.

Sert bir fırtınanın ortasına düşmüş, zor günler geçiren insanları...

Türkiye’de siyaset denilen belalı uğraşın insan hayatlarını nasıl bir çırpıda harcadığını hatırladım.

***

Böyle durumlarda, en çok gölgede kalan ve sesini çıkarmadan kendi köşesinde acı çekenlere üzülürüm ben.

Eşler, çocuklar, analar, babalar, torunlar, yakın dostlar.

Kendilerini siyaset şehvetine kaptırmış olanların hiçbiri, onları düşünmez, aklına bile getirmez.

Oysa bazı evlerin loş odalarında hıçkırıklar duyulur, migren ağrılarıyla kıvranılır, yürekler pır pır ederek ekranların başında sevdiği insanın parça parça edilişini izlemenin azabı yaşanır, sabahlara kadar uykusuz kalınır, yatakta bir o yana bir bu yana dönülür.

Bir trajedidir bu.

Ama ne basın aldırır onlara, ne siyasi çevreler, ne de olayla dalga geçen çevreler.

***

Bu ülkede siyaset budur ne yazık ki.

Hiçbir dilde idam ve siyaset aynı anlama gelmez. Ama Osmanlı’da “siyaset meydanı” idam meydanı anlamında kullanılır.

Başbakan olan kişi “iki gömleğim var, biri bayramlık, biri idamlık” der.

“Ya devlet başa, ya kuzgun leşe!” sözü bize aittir.

Kellesini kaybetmiş onca vezirin kanıyla yıkanmıştır bu ülkenin siyaseti ve Cumhuriyet devrinde de bu gelenek devam etmiş, bir başbakan ve iki bakan asılmıştır.

***

Politika ve siyaseti eş anlamlı sanıyoruz ama değildir.

Politika “kentte yani poli’de konuşulanlar” demektir.

Siyaset ise seyisle aynı kökten gelir. Elde kamçı at terbiye etmek anlamındadır.

Naima gibi yazarlar idam edilen birisinden söz ederken “siyaset oldu” derler.

***

Yüzyıllara dayanan bu geleneğimiz, bugün yeni teknolojilerin yardımıyla sürüp gidiyor.

Gizli kameralar, montajlar, şantajlar...

Bu arada hiç kimse acı çeken eşleri, aileleri ve çocukları düşünmüyor.

Onlar bu işin sessiz kurbanları.

Nereden biliyorsun derseniz; tecrübeyle sabit cevabını veririm. 1994 yılında beni de uydurma suçlamalarla manşetlerde, haber bültenlerinde idam ettiler.

Hem de arkadaşlarım yaptı bunu. Ne vatan hainlğim kaldı, ne bayrak yaktığım.

Hepsi uydurmaydı ve seçimin ertesi günü, şıp diye kesiliverdi.

Çünkü amaç halkın kafasını bulandırmaktı.

Bulandırdılar ama sonra hayat da onların kafasını kesti.

Bu arada olan, evlerde sessizce acı çeken kadınlara, çocuklara ve aile büyüklerine oldu.

Eğer bir gün bu ülkede karanlık vicdanların borusu ötmezse, o gün sabah olmuş demektir.