Arınç'a öyle bir soru soruldu ki
Basın Kulübü adlı programa konuk olan Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Ruhban Okulu'nun açılması iddiasından kozmik odadaki aramaya kadar farklı konulara değinirken darbe mi irtica tehdidi mi daha büyük sorusuna da açık cevap verdi.
Habertürk TV Genel Yayın Yönetmeni Yiğit Bulut'un hazırlayıp sunduğu 'Basın Kulübü'nün bu haftaki konuğu, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'tı. Bülent Arınç, programda; Ciner Medya Grubu Ankara Temsilcisi Muharrem Sarıkaya, Sabah Gazesi Ankara Temsilcisi Okan Müderrisoğlu, Zaman Gazetesi Ankara Yayın Temsilcisi Mustafa Ünal ve Hürriyet Gazetesi Yazarı Metehan Demir'in sorularını yanıtladı.
Sanki sizin Ruhban Okulu'nun açılmasını istediğiniz gibi bir algı oluşmuş. Dünden beri bu konuda mailler geliyor 'Ruhban Okulu açılmalı mı, açılabilir mi' tam olarak ne demek istediniz?
Dün basında da yer aldı. Türkiye'de bulunan ruhani liderler ve cemaaat vakıflarnın temsilcileriyle Başbakanlık'ta bir toplantı yaptım. Ben Vakıflar Genel Müdürlüğü'nden sorumluyum. Cemaaat vakıfları da Vakıflar Kanunu içerisinde yer alan bir husus. Çok önemli bir çalışma yaptık. Bu konuyu hem cemaat vakıflarına aktarmak istedim hem de basına bu konuda bilgi vemek istedim. Bir taraftan da Lozan'da da tanımlandığı kadarıyla Türkiye'de azınlık diyeceğimiz statü itibariyle, gayrimüslim diyeceğimiz inanç itibariyle topluluklar var. Bunların kliseleri var, başlarında da papazları, patrikleri hahambaşıları var. Onlarla toplantı yaptık. Bulgar Klisesi'nin tesilcilerinden Keldani inancına mensup kişilerin başında bulunanlar dahil olmak üzere listesi de var Türkiye'de ne kadar varsa hepside oradaydı.
Yeni Vakıflar Kanunu 2008 Şubat ayında yürürlüğe girdi, onun geçici yedinci maddesinde cemaat vakıflarının kendilerine ait olduğunu iddia ettikleri gayrimenkuller varsa bunların beli bir prosedür içerisinde bildirilmesi ondan sonra da Vakıflar Meclisi'nin alacağı kararla bu hususun, vakıfların tapuya tesciline karar vermesi gerekiyorsu. 1475 müracat yapıldı. Bunlardan sadece 96'sı kanunun öngördüğü şartlara sahipti, biz bunların tesciline karar verdik, 900 civarında bilgi ve belge eksikti bunların tamamlanmasını istedik, bir kısmı zaten kendileri üzerindeydi bunları reddettik ve bir kısmı da şartlara uymuyor diye kabul etmedik.
Bu tabii geçmişten bu yana tartışılan bir konu 1971'de Anayasa Mahkemesi 'Milli Eğitim Temel İlkelerine Aykırılık' sebebiyle bu okulları kapatmış. Üzerinden 40 yıla yakın bir süre geçmiş. Bu toplulukların din adamı yetiştirmesi ve sadece Türkiye'deki kiliseleri için değil, yurtdışında kendilerine bağlı olan kiliselere de bu din adamlarını göndermesi açısından ruhban okulunun önemli bir görev yaptığını ve kapanmasıyla bundan mahrum kaldıklarını ifade ediyorlar. Geçmişten beri hükümetler, milli eğitim bakanlıkları bu konuda çalışmalar yapmışlar ve mevcut mevzuat içerinde de bu konuda izin verecek bir formül bulamamışlar. 1971 Anayasa Mahkemes'nin kararında; 'din adamı yetiştirilecekse bu üniversitelerin bünyesinde yapılmalıdır' diyor. Oysa patrikhane ve diğerleri de biz meslek adamı yetiştirmek istiyoruz din adamını da meslek adamı olarak görüyoruz bunun bir yüksekokul olamasına gerek yoktur diye karşı çıkmışlar. Azınlık da olsa bunlar Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, burada doğmuş insanlar. Anayasamız karşısında Türk vatandaşları, yabancı değiller. Hepsi Türk uyruğunda Türk vatandaşı ve Türkiye yasalarına tabiiler onların dini taleplerini de dikkate almak durumundayız. 'Biz bir topluluğunuz, biz bir cemaatiz bizim de taleplerimiz var, bu taleplerimizi hem Lozan'a göre, hem AİHM (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi)'ne göre, hem Anayasal vatandaşlık kavramı karşısında sizin dinlemeniz, değerlendirmeniz lazım' diyorlar haklı olarak.
Ancak şu anda yaptığımız çalışmalar ruhban okulunun nasıl açılabileceği konusunda önümüzde çok net değil. Bazı engeller var. Bu engellerin 'ben yaptım oldu' mantığıyla değil,ama mutlaka Anayasa ve mevcut mevzuat içerisinde sonuçlandırılması lazım.
Şahsen bence bu tür okullar din adamı yetiştirme ihtiyaçlarını karşılıyorsa bu talepleri haklı bulurum, bunun karşılanması gerektiğini düşünürüm. Milli Eğitim Bakanı da bu şekilde düşündüğünü belirtmişti, Sayın Başbakan da buna yakın bir konuşma yaptı, Sayın Başmüzakereci Egemen Bağış da aynı konuda görüşme yapıştı. Kaldıki AB ilerleme sürecinde de bu taleplerin sözleşme hükümleri gereğince karşılaması gerektiği düşünülüyor. Buna ben de katılıyorum. Ancak ruhban okulunun şöyle, şu statüde ve şu zamanda açalım deme noktasında değiliz.
Bazı hukukçular; 'Eğer Ruhban Okulu açılırsa tarikat okullarının açılmasının da önü açılır' diyorlar. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Tarikat okulları diye birşey zaten mevcut değil geçmişte de mevcut olmadı neyi kastettiğinizi anlamadım.
Yani diyorlar ki: 'o zaman tarikatlar da kendilerine yönelik din adamı yetiştiren yüksekokullar açabilecek' böyle yorumlanırsa.
Özel Öğretim Kurumları Kanunu'nda bir hüküm var, 625'dir sayısı 'Özel Öğretim okulları askeri amaçlı ve dini eğitim amaçlı açılamaz' diyor . Bugüne kadar da benim bildiğim dini eğitim amaçlı hiçbir özel okul açılamadı. Üniversitelerin yüksekokulları fakülteleri var ama bu bizim mevzuatımız içerisinde açılmış okulardır. Yani tarikat okulları da açılır çok uymayan bir yakıştırma gibi geliyor bana.
EMASYA Şubat başında kalktı. Sonrasında gündeme gelen iki konu var. TSK'nın İç Hizmet Kanunu 35. maddesi, darbeye dayanak teşkil ettiği düşünülen madde. İkincisi de Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'ndeki İç Tetkik Değerlendirmesi'nde irticanın artık kalkıp kalkmayacağı konusu. En son 2005'te yenilendi, 5 yılda bir yenileniyor, bu yıl da yenilenecek. Sizin de üyesi olduğunuz Milli Güvenlik Kurulu çerçevesinde elden geçicek. Son günlerde çok konuşulan iç tehditlerden birinin artık irtica olmasına gerek yok paralelinden Türkiye'de irtica bir iç tehdit midir? İrtica tehditi var mıdır size göre ? Ya da aynı mantık paralelinde Türkiye'de darbe tehdidi mi daha büyüktür, yoksa irtica tehdidi mi daha büyüktür?
EMASYA protokolü üzerinde 10 seneden beri çok şeyler konuşuldu. Uygulamada görülen bazı aksaklıklar nedeniyle ve Sayın Genel Kurmay Başkanı'nın da onayıyla bu yürürlükten kaldırıldı. Adı üstünde bir protokoldü. Sanırım müsteşarlar seviyesinde imzalanmıştı. Ama il idaresi Kanunu, toplumsal olaylara karşı yönetim bakımından da valiye avantaj sağlıyor. Ancak yeişmediği yerlerde valinin talebiyle askeri birliklerin de toplumu yatıştırabileceği ya da burada güvenlik açısından çağrılabileceğini öngörüyordu. Ama protokolün uygulanması sırasında askerin de kendi inmsiyatifiyle böyle bir çağrıya da ihtiyaç kalmadan toplumsal olaylara müdahale edebileceği veya bununla ilgili çalışmalar yapabileceği konuşuluyordu. Artık bunu konuşmuyoruz. Çok güzel bir biçimde yani taraflardan birisinin de rızasıyla bu iş kalkmış oldu.
Tabii İç Hizmet Kanunu'nun 35. maddesi de geçmişten beri tartışılır. Hatta darbenin matığı içerisinde bu vardır. 'Cumhuriyeti koruma ve kollama görevi'ni ancak bu şekilde yapıyor diyenler var oysa kanun metninden bunu çıkarmak doğru değil. Kanun koyucu bunu yaparken TSK'yı bir güç olarak icabında sivil hükümetlere karşı darbe yapabilir anlayışıyla böyle bir maddeyi koymuş değil. Buna ben kesinlikle inanmıyorum. Ama bu da konuşulurken tartışılırken birilerinin söylediği üzerinde durduğu hatta yaşanan bazı olaylar nedeniyle artık bu maddenin de kaldırılması gerekir ya da en azından amacına uygun bir şekilde değiştirilmesi gerekir diye söylediğini biliyorum. Bu bir rahatsızlık konusudur.Ama olaya düz bakarsakya da iyi bir düzlemde bakarsak buradan darbe sonucu ya da müdahale sonucu çıkmaz. Bu aslında Cumhuriyet'i korumayı bütün kurumlara verdiği gibi TSK'ya da vermiştir diye anlayabiliriz. Belki naif bir düşünce olarak kabul edilebilir belkide kanunun amacına uygun bir düşünce olarak da kabul edilebilir.Ama şu anda hükümetimizin böyle bir yasa değişikliği yapma hazırlığında ve niyetinde olmadığını düşünüyorum. Çünkü böyle birşey Bakanlar Kurulu'nda da görüşülmedi, Adalet Bakanlığı'nın da bu konuda bir çalışması yok. Ancak burada da muhattap olan kurumun 'Evet bu yanlış anlamalara yol açıyor, bunun kaldırılması ya da uygun bir şekle değiştirilmesi uygun olur' şeklinde bir talebi olursa iyi de olur. Güncel bir ihtiyaç olarak bu konu düşünülmüyor.
Yani TSK'dan talep gelirse daha olumlu bir hava oluşur daha rahat bir işbirliği yapılır anlamında?
Yani algılamalar öyle Aslında demokratikleşme noktasında TSK'nın bazı konularda öncülük yaptığını da biliyorum. Türkiye'de tartışılan yanlış anlamalara yol açan birilerinin sürekli TSK'yı yıpratmak için kullandığı bir argümandır bu.
Yani TSK'yı rahatlatır bu?
Bence rahatlatır. Ama Sayın Başkan bu konuda bir hazırlığı var mı, ne düşünüyor bilmiyorum.
Ben meclis başkanı iken 23 Nisan 2006'da bir konuşma yapmıştım. Birilerine göre demokrasi manifestosu birilerine göre de beni suçlayıcı bir konuşmaydı o.
Bir laikliğin demokratik ülkelerde olduğu gibi, Avrupa ülkelerinde olduğu gibi yorumlanıp uygulanması gerektiği konusu, bir diğeri de 'Milli Güvenlik Siyaset Belgesi' veya 'Kırmızı Kitap' veya 'Gizli Anayasa' denilen şey nedir, ben meclisin başkanıyım benim bundan haberim yok, demiştim hatta bir örnekte verdim; o tarihlerde sauna çetesiyle ilgili bir operasyon yapılmıştı ve bu kırmızı kitabın orada çıktığı söylenmişti yani bir çete operasyonunda elde edilen bir bulguyu ben meclisin başkanı olarak bilmiyorum. Bu konu sivil iradenin temsilcisi olan Meclis'de de konuşulmalı ve tartışılmalı demiştim. Bizim Milli Güvenlik Kurulu ile ilgili Anayasa Maddesi'nde sanırım 118 olması lazım, orda bu Milli Güvenlik Siyaseti'nden MGK'da görüşüleceği ve Hükümete bu konuda bir tavsiye kararı alınacağı şeklinde hüküm var. Hükümet 0'lı ve 5'li yıllarda bunun güncellenmesi konusunda bir görev sahibi. Ben bir hazırlık yapıldığını biliyorum ama MGK'ya bir çalışma gelmedi. Sanıyorum yıl sonuna kadar da bu iş için zaman var belki uygun bir zamanda Mayıs'ta-Temmuz'da bu konu gelir görüşülür karşılıklı olarak düşünceler ifade edilir.
İç tehlike dış tehlike derken bunların da güncellenmesi lazım. Şimdi Türkiye'nin komşuları, komşuları ile ilişkileri geçmişten bugüne hep kriptolu odalarda şuralarda buralarda muhafaza edilmiş, ama gelişmeler var. Biz bu komşularımızla diyelimki 2000 yılındaki Suriye ile 2000 yılından sonraki en azından şimdiki ilişkilerimizi karşı karşıya getirdiğimizde artık pasaporta bile ihtiyaç kalmadan gidip gelebilecek bir noktadayız. Komşularımızla sıfır problem yaşayan bir durumdayız. Yani eskinin geleneksel tehditleri ve korkuları bugün değişmiş durumda. Biz bunları yeni bir anlayışla ele almalıyız. Türkiye içerisinde de geçmişten bugüne irtica olarak gösterilen çok masum taleplerin artık yeri ve yurdu kalmadı. Mesela bu örtü meselesi; geçmişten bugüne brokratların eşlerinin başlarının örtülü olması, bunların hangi okullardan mezun oldukları, hangi dersanelere gittikleri, hangi televizyon yayınını izledikleri, hangi gazeteyi takip ettikleri bile.. özelikle 28 Şubat sürecinde herkesin bildiği konulardı. Ama şimdi daha demokratız, daha özgürlükçüyüz. Bu konularda ayrımcılık yapılmamasını, insanların tercihlerine daha çok saygı gösterilmesini, bunun bir tehlike değil aslında bütün demokratik ülkelerden farklılıkların bir zenginlik olarak kabul edildiğine inanıyoruz. Dolayısıyla orada ben bu güne kadar ne yazdığını bilmiyorum. Bugünkü anlayışımızla onları karşılaştırdığımızda inanıyorum ki farklı şeyler olacak.
Darbe tehlikesi var mı sizce Türkiye'de bugün?
Darbeyi yapacak olan kurum TSK olarak ya da ordu olarak gösteriliyorsa; çünkü güç onlarda, 'Darbe tehlikesi var mı?' diye sormak kadar 'Darbe tehlikesi vardır' ya da 'Darbe tehlikesi yoktur' demek de artık tedavülden kalktı. Yani ben bunu TSK'ya bir saygısızlık olarak görüyorum. Siz sorduğunuz için değil, herkes soruyor. Herkes sorarken de eski korkulardan ve endişelerden yola çıkarak ve bu günlerde ortalığa saçılıveren bir takım belge bilgi neyse adı kağıt diyelim bunlardan yola çıkarak söylüyorum. Ama ben TSK'nin artık demokrasi içerisinde seçimle iktidara gelip, yine seçimle gidilmesi gerektiğini ve artık 2010 yılı Avrupa Birliği ile müzakerelerde iyi bir nokta almış Türkiye açısından hukuk ve demokrasi standartını yükselttiğine inanıyorum. TSK da türkiye'de hem çağdaşlığın hem de demokratikleşmenin önündeki bugüne kadar bir çok engeli aşmıştır. Artık Türkiye için bu tür sorular artık güncel değil.
Ben de özellikle sordum, TSK ile Hükümet'in arasında sürekli bir kavga varmış gibi lanse edenlerin önünü kapamak için söyledikleriniz önemliydi. O yüzden sordum.
Karşılıklı güvensizlik ifade eden çatışmalar, davranışlar, krizler şunlar bunlar biraz daha büyütülüyor, üzerinde çok fazla konuşuluyor bence kurumların önyargılardan kurtulması gerekli, ben o konuda da çok mesafe aldığımızı düşünüyorum.
Sanki sizin Ruhban Okulu'nun açılmasını istediğiniz gibi bir algı oluşmuş. Dünden beri bu konuda mailler geliyor 'Ruhban Okulu açılmalı mı, açılabilir mi' tam olarak ne demek istediniz?
Dün basında da yer aldı. Türkiye'de bulunan ruhani liderler ve cemaaat vakıflarnın temsilcileriyle Başbakanlık'ta bir toplantı yaptım. Ben Vakıflar Genel Müdürlüğü'nden sorumluyum. Cemaaat vakıfları da Vakıflar Kanunu içerisinde yer alan bir husus. Çok önemli bir çalışma yaptık. Bu konuyu hem cemaat vakıflarına aktarmak istedim hem de basına bu konuda bilgi vemek istedim. Bir taraftan da Lozan'da da tanımlandığı kadarıyla Türkiye'de azınlık diyeceğimiz statü itibariyle, gayrimüslim diyeceğimiz inanç itibariyle topluluklar var. Bunların kliseleri var, başlarında da papazları, patrikleri hahambaşıları var. Onlarla toplantı yaptık. Bulgar Klisesi'nin tesilcilerinden Keldani inancına mensup kişilerin başında bulunanlar dahil olmak üzere listesi de var Türkiye'de ne kadar varsa hepside oradaydı.
Yeni Vakıflar Kanunu 2008 Şubat ayında yürürlüğe girdi, onun geçici yedinci maddesinde cemaat vakıflarının kendilerine ait olduğunu iddia ettikleri gayrimenkuller varsa bunların beli bir prosedür içerisinde bildirilmesi ondan sonra da Vakıflar Meclisi'nin alacağı kararla bu hususun, vakıfların tapuya tesciline karar vermesi gerekiyorsu. 1475 müracat yapıldı. Bunlardan sadece 96'sı kanunun öngördüğü şartlara sahipti, biz bunların tesciline karar verdik, 900 civarında bilgi ve belge eksikti bunların tamamlanmasını istedik, bir kısmı zaten kendileri üzerindeydi bunları reddettik ve bir kısmı da şartlara uymuyor diye kabul etmedik.
Bu tabii geçmişten bu yana tartışılan bir konu 1971'de Anayasa Mahkemesi 'Milli Eğitim Temel İlkelerine Aykırılık' sebebiyle bu okulları kapatmış. Üzerinden 40 yıla yakın bir süre geçmiş. Bu toplulukların din adamı yetiştirmesi ve sadece Türkiye'deki kiliseleri için değil, yurtdışında kendilerine bağlı olan kiliselere de bu din adamlarını göndermesi açısından ruhban okulunun önemli bir görev yaptığını ve kapanmasıyla bundan mahrum kaldıklarını ifade ediyorlar. Geçmişten beri hükümetler, milli eğitim bakanlıkları bu konuda çalışmalar yapmışlar ve mevcut mevzuat içerinde de bu konuda izin verecek bir formül bulamamışlar. 1971 Anayasa Mahkemes'nin kararında; 'din adamı yetiştirilecekse bu üniversitelerin bünyesinde yapılmalıdır' diyor. Oysa patrikhane ve diğerleri de biz meslek adamı yetiştirmek istiyoruz din adamını da meslek adamı olarak görüyoruz bunun bir yüksekokul olamasına gerek yoktur diye karşı çıkmışlar. Azınlık da olsa bunlar Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, burada doğmuş insanlar. Anayasamız karşısında Türk vatandaşları, yabancı değiller. Hepsi Türk uyruğunda Türk vatandaşı ve Türkiye yasalarına tabiiler onların dini taleplerini de dikkate almak durumundayız. 'Biz bir topluluğunuz, biz bir cemaatiz bizim de taleplerimiz var, bu taleplerimizi hem Lozan'a göre, hem AİHM (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi)'ne göre, hem Anayasal vatandaşlık kavramı karşısında sizin dinlemeniz, değerlendirmeniz lazım' diyorlar haklı olarak.
Ancak şu anda yaptığımız çalışmalar ruhban okulunun nasıl açılabileceği konusunda önümüzde çok net değil. Bazı engeller var. Bu engellerin 'ben yaptım oldu' mantığıyla değil,ama mutlaka Anayasa ve mevcut mevzuat içerisinde sonuçlandırılması lazım.
Şahsen bence bu tür okullar din adamı yetiştirme ihtiyaçlarını karşılıyorsa bu talepleri haklı bulurum, bunun karşılanması gerektiğini düşünürüm. Milli Eğitim Bakanı da bu şekilde düşündüğünü belirtmişti, Sayın Başbakan da buna yakın bir konuşma yaptı, Sayın Başmüzakereci Egemen Bağış da aynı konuda görüşme yapıştı. Kaldıki AB ilerleme sürecinde de bu taleplerin sözleşme hükümleri gereğince karşılaması gerektiği düşünülüyor. Buna ben de katılıyorum. Ancak ruhban okulunun şöyle, şu statüde ve şu zamanda açalım deme noktasında değiliz.
Bazı hukukçular; 'Eğer Ruhban Okulu açılırsa tarikat okullarının açılmasının da önü açılır' diyorlar. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Tarikat okulları diye birşey zaten mevcut değil geçmişte de mevcut olmadı neyi kastettiğinizi anlamadım.
Yani diyorlar ki: 'o zaman tarikatlar da kendilerine yönelik din adamı yetiştiren yüksekokullar açabilecek' böyle yorumlanırsa.
Özel Öğretim Kurumları Kanunu'nda bir hüküm var, 625'dir sayısı 'Özel Öğretim okulları askeri amaçlı ve dini eğitim amaçlı açılamaz' diyor . Bugüne kadar da benim bildiğim dini eğitim amaçlı hiçbir özel okul açılamadı. Üniversitelerin yüksekokulları fakülteleri var ama bu bizim mevzuatımız içerisinde açılmış okulardır. Yani tarikat okulları da açılır çok uymayan bir yakıştırma gibi geliyor bana.
EMASYA Şubat başında kalktı. Sonrasında gündeme gelen iki konu var. TSK'nın İç Hizmet Kanunu 35. maddesi, darbeye dayanak teşkil ettiği düşünülen madde. İkincisi de Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'ndeki İç Tetkik Değerlendirmesi'nde irticanın artık kalkıp kalkmayacağı konusu. En son 2005'te yenilendi, 5 yılda bir yenileniyor, bu yıl da yenilenecek. Sizin de üyesi olduğunuz Milli Güvenlik Kurulu çerçevesinde elden geçicek. Son günlerde çok konuşulan iç tehditlerden birinin artık irtica olmasına gerek yok paralelinden Türkiye'de irtica bir iç tehdit midir? İrtica tehditi var mıdır size göre ? Ya da aynı mantık paralelinde Türkiye'de darbe tehdidi mi daha büyüktür, yoksa irtica tehdidi mi daha büyüktür?
EMASYA protokolü üzerinde 10 seneden beri çok şeyler konuşuldu. Uygulamada görülen bazı aksaklıklar nedeniyle ve Sayın Genel Kurmay Başkanı'nın da onayıyla bu yürürlükten kaldırıldı. Adı üstünde bir protokoldü. Sanırım müsteşarlar seviyesinde imzalanmıştı. Ama il idaresi Kanunu, toplumsal olaylara karşı yönetim bakımından da valiye avantaj sağlıyor. Ancak yeişmediği yerlerde valinin talebiyle askeri birliklerin de toplumu yatıştırabileceği ya da burada güvenlik açısından çağrılabileceğini öngörüyordu. Ama protokolün uygulanması sırasında askerin de kendi inmsiyatifiyle böyle bir çağrıya da ihtiyaç kalmadan toplumsal olaylara müdahale edebileceği veya bununla ilgili çalışmalar yapabileceği konuşuluyordu. Artık bunu konuşmuyoruz. Çok güzel bir biçimde yani taraflardan birisinin de rızasıyla bu iş kalkmış oldu.
Tabii İç Hizmet Kanunu'nun 35. maddesi de geçmişten beri tartışılır. Hatta darbenin matığı içerisinde bu vardır. 'Cumhuriyeti koruma ve kollama görevi'ni ancak bu şekilde yapıyor diyenler var oysa kanun metninden bunu çıkarmak doğru değil. Kanun koyucu bunu yaparken TSK'yı bir güç olarak icabında sivil hükümetlere karşı darbe yapabilir anlayışıyla böyle bir maddeyi koymuş değil. Buna ben kesinlikle inanmıyorum. Ama bu da konuşulurken tartışılırken birilerinin söylediği üzerinde durduğu hatta yaşanan bazı olaylar nedeniyle artık bu maddenin de kaldırılması gerekir ya da en azından amacına uygun bir şekilde değiştirilmesi gerekir diye söylediğini biliyorum. Bu bir rahatsızlık konusudur.Ama olaya düz bakarsakya da iyi bir düzlemde bakarsak buradan darbe sonucu ya da müdahale sonucu çıkmaz. Bu aslında Cumhuriyet'i korumayı bütün kurumlara verdiği gibi TSK'ya da vermiştir diye anlayabiliriz. Belki naif bir düşünce olarak kabul edilebilir belkide kanunun amacına uygun bir düşünce olarak da kabul edilebilir.Ama şu anda hükümetimizin böyle bir yasa değişikliği yapma hazırlığında ve niyetinde olmadığını düşünüyorum. Çünkü böyle birşey Bakanlar Kurulu'nda da görüşülmedi, Adalet Bakanlığı'nın da bu konuda bir çalışması yok. Ancak burada da muhattap olan kurumun 'Evet bu yanlış anlamalara yol açıyor, bunun kaldırılması ya da uygun bir şekle değiştirilmesi uygun olur' şeklinde bir talebi olursa iyi de olur. Güncel bir ihtiyaç olarak bu konu düşünülmüyor.
Yani TSK'dan talep gelirse daha olumlu bir hava oluşur daha rahat bir işbirliği yapılır anlamında?
Yani algılamalar öyle Aslında demokratikleşme noktasında TSK'nın bazı konularda öncülük yaptığını da biliyorum. Türkiye'de tartışılan yanlış anlamalara yol açan birilerinin sürekli TSK'yı yıpratmak için kullandığı bir argümandır bu.
Yani TSK'yı rahatlatır bu?
Bence rahatlatır. Ama Sayın Başkan bu konuda bir hazırlığı var mı, ne düşünüyor bilmiyorum.
Ben meclis başkanı iken 23 Nisan 2006'da bir konuşma yapmıştım. Birilerine göre demokrasi manifestosu birilerine göre de beni suçlayıcı bir konuşmaydı o.
Bir laikliğin demokratik ülkelerde olduğu gibi, Avrupa ülkelerinde olduğu gibi yorumlanıp uygulanması gerektiği konusu, bir diğeri de 'Milli Güvenlik Siyaset Belgesi' veya 'Kırmızı Kitap' veya 'Gizli Anayasa' denilen şey nedir, ben meclisin başkanıyım benim bundan haberim yok, demiştim hatta bir örnekte verdim; o tarihlerde sauna çetesiyle ilgili bir operasyon yapılmıştı ve bu kırmızı kitabın orada çıktığı söylenmişti yani bir çete operasyonunda elde edilen bir bulguyu ben meclisin başkanı olarak bilmiyorum. Bu konu sivil iradenin temsilcisi olan Meclis'de de konuşulmalı ve tartışılmalı demiştim. Bizim Milli Güvenlik Kurulu ile ilgili Anayasa Maddesi'nde sanırım 118 olması lazım, orda bu Milli Güvenlik Siyaseti'nden MGK'da görüşüleceği ve Hükümete bu konuda bir tavsiye kararı alınacağı şeklinde hüküm var. Hükümet 0'lı ve 5'li yıllarda bunun güncellenmesi konusunda bir görev sahibi. Ben bir hazırlık yapıldığını biliyorum ama MGK'ya bir çalışma gelmedi. Sanıyorum yıl sonuna kadar da bu iş için zaman var belki uygun bir zamanda Mayıs'ta-Temmuz'da bu konu gelir görüşülür karşılıklı olarak düşünceler ifade edilir.
İç tehlike dış tehlike derken bunların da güncellenmesi lazım. Şimdi Türkiye'nin komşuları, komşuları ile ilişkileri geçmişten bugüne hep kriptolu odalarda şuralarda buralarda muhafaza edilmiş, ama gelişmeler var. Biz bu komşularımızla diyelimki 2000 yılındaki Suriye ile 2000 yılından sonraki en azından şimdiki ilişkilerimizi karşı karşıya getirdiğimizde artık pasaporta bile ihtiyaç kalmadan gidip gelebilecek bir noktadayız. Komşularımızla sıfır problem yaşayan bir durumdayız. Yani eskinin geleneksel tehditleri ve korkuları bugün değişmiş durumda. Biz bunları yeni bir anlayışla ele almalıyız. Türkiye içerisinde de geçmişten bugüne irtica olarak gösterilen çok masum taleplerin artık yeri ve yurdu kalmadı. Mesela bu örtü meselesi; geçmişten bugüne brokratların eşlerinin başlarının örtülü olması, bunların hangi okullardan mezun oldukları, hangi dersanelere gittikleri, hangi televizyon yayınını izledikleri, hangi gazeteyi takip ettikleri bile.. özelikle 28 Şubat sürecinde herkesin bildiği konulardı. Ama şimdi daha demokratız, daha özgürlükçüyüz. Bu konularda ayrımcılık yapılmamasını, insanların tercihlerine daha çok saygı gösterilmesini, bunun bir tehlike değil aslında bütün demokratik ülkelerden farklılıkların bir zenginlik olarak kabul edildiğine inanıyoruz. Dolayısıyla orada ben bu güne kadar ne yazdığını bilmiyorum. Bugünkü anlayışımızla onları karşılaştırdığımızda inanıyorum ki farklı şeyler olacak.
Darbe tehlikesi var mı sizce Türkiye'de bugün?
Darbeyi yapacak olan kurum TSK olarak ya da ordu olarak gösteriliyorsa; çünkü güç onlarda, 'Darbe tehlikesi var mı?' diye sormak kadar 'Darbe tehlikesi vardır' ya da 'Darbe tehlikesi yoktur' demek de artık tedavülden kalktı. Yani ben bunu TSK'ya bir saygısızlık olarak görüyorum. Siz sorduğunuz için değil, herkes soruyor. Herkes sorarken de eski korkulardan ve endişelerden yola çıkarak ve bu günlerde ortalığa saçılıveren bir takım belge bilgi neyse adı kağıt diyelim bunlardan yola çıkarak söylüyorum. Ama ben TSK'nin artık demokrasi içerisinde seçimle iktidara gelip, yine seçimle gidilmesi gerektiğini ve artık 2010 yılı Avrupa Birliği ile müzakerelerde iyi bir nokta almış Türkiye açısından hukuk ve demokrasi standartını yükselttiğine inanıyorum. TSK da türkiye'de hem çağdaşlığın hem de demokratikleşmenin önündeki bugüne kadar bir çok engeli aşmıştır. Artık Türkiye için bu tür sorular artık güncel değil.
Ben de özellikle sordum, TSK ile Hükümet'in arasında sürekli bir kavga varmış gibi lanse edenlerin önünü kapamak için söyledikleriniz önemliydi. O yüzden sordum.
Karşılıklı güvensizlik ifade eden çatışmalar, davranışlar, krizler şunlar bunlar biraz daha büyütülüyor, üzerinde çok fazla konuşuluyor bence kurumların önyargılardan kurtulması gerekli, ben o konuda da çok mesafe aldığımızı düşünüyorum.