Generallerin şifresi...
Usta Gazeteci Fatih Çekirge,Türkiye gündemini bir hayli meşgul eden Balyoz Darbe planı iddialarını ve bilinmeyenlerini gündeme taşıdı.
İşte Fatih Çekirge'nin yazısı:
DARBE planladığı iddia edilen Çetin Doğan, neden “Hilmi Özkök konuşsun” dedi?
Ve neden Hilmi Özkök, “Onun muhatabı Aytaç Yalman’dır” cevabını verdi? Hilmi Özkök dönemin Genelkurmay Başkanı’dır. Çetin Doğan 1’inci Ordu Komutanı. Aytaç Yalman ise Kara Kuvvetleri Komutanı’dır. Peki Hilmi Özkök, Yalman’ı işaret ederek ne demek istemiştir? Gelin bu sorunun “4 yıldızlı şifreleri”ni o günlere gidip çözelim...
Yıl 2002...
Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun görev süresi doluyor...
Son askeri şûra toplantısı yapılacak...
Teamüle göre, Jandarma Komutanı Aytaç Yalman emekli olacak. Kara Kuvvetleri Komutanı Hilmi Özkök Genelkurmay Başkanı olacak...
2’nci Ordu Komutanı Edip Başer ise KKK’lığına getirilecek...
Hazırlıklar buna göre yapılıyor... Her şey tamam.
Ama son dakika beklenmedik bir gelişme oluyor. Kıvrıkoğlu giderayak sürpriz bir karar alıyor.
Emekli olmayı bekleyen Jandarma Komutanı Aytaç Yalman’ı Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na getiriyor..
Bu yüzden Kara Kuvvetleri Komutanı olmayı bekleyen Edip Başer emekli ediliyor... Tam bir şok... Edip Başer öfkeli... Başer’in eşi Hülya Hanım, “Basın araştırsın bakalım” diyerek çok sert bir tepki veriyor. Özkök ise bu beklenmedik karara kırık, hatta kızgın... Çünkü normalde Kıvrıkoğlu’nun yeni komutanın çalışma arkadaşlarını seçmesine izin vermesi gerekiyor. Ama Kıvrıkoğlu bunu yapmıyor. Ve sanıyorum Özkök’e de bir şey sormuyor...
Yani Özkök’e tam bir “çalım” atılıyor. Ve işte böylece gerilim başlıyor... Gerilim öylesine bir noktaya ulaşıyor ki; bir ara, Kıvrıkoğlu’nun, “Elimden gelse onu (Özkök’ü) genelkurmay başkanı yapmazdım” sözü kulislere düşüyor...
Elbette birçok şeyi bilmiyoruz. Ama o günlerde hissettiklerimiz, gözlemlerimiz, Özkök’ün sürekli olarak farklı bir komutanlık üslubu içinde olduğuydu...
Hatta emekli ya da muvazzaf bazı komutanlarla arasında, neredeyse bir “soğuk savaş” yaşanıyordu.
Hilmi Özkök belki de kendisini kuşatılmış hissediyordu. Örneğin Özkök Genelkurmay’ın internet sitesindeki biyografisine diğer komutanlardan farklı bir ibare koydurmuştu. O cümle şuydu: “Anayasa’ya göre Başbakanlığa bağlıdır!”
O zaman tam anlamamıştık. Ama belli ki Özkök o cümleyle de bir mesaj vermek istemişti. Mesaj belki de bilgisi dışında geliştiğinden kuşkulandığı bazı olaylar içindi. Evet işte o günlerdeki “askerin zirvedeki dekoru” böyleydi...
Şifrelerin çözümüne gelince;
Balyoz isimli darbe planı iddiasının ya da Ergenekon’un hukuki sürecinin ötesinde sanıyorum bir de o dönemdeki bu “4 yıldızlı soğuk savaş”ın şimdiki hesaplaşmasını da izliyoruz...
Anladığım kadarıyla Hilmi Özkök’ün sessizliğinin arkasında böyle bir hesabın faturası da var... Çetin Doğan’a “muhatabın Aytaç Yalman’dır” derken sanki “O zaman benimle mi yakındınız? Yalman’la çalıştınız” der gibi bir ifade seziyorum. Tabii Yalman’a da mesaj var... Evet, 4 yıldızlı şifrelerin bendeki karşılığı bu...
Şimdi bakıyorum da...
Garip bir suskunluk var o dönemin komutanları arasında...
İKİNCİ YAZI
Nisan alarmı
İKİ önemli sorun. İki önemli açılım. İkisi de nisanda kopuyor...
Bu nedenle nisan ayı aynı zamanda bir alarm ayıdır... Sırasıyla gidersek:
KIBRIS AÇILIMI: Nisanda KKTC’de seçim var. Ve çözüm olmazsa M. Ali Talat büyük ihtimalle kaybedecek. Yeni yönetim de keskinleşecek. Çözüm ihtimali yok olacak...
ERMENİ AÇILIMI: Ermenistan’la imzalanan protokol kilitlendi. Ermenistan 24 Nisan’daki soykırım oylaması için ABD’de ciddi bir lobi başlattı. Ve böylece barış ve çözüm umudu tükendi.
İşte iki önemli açılım ve iki sonuç.
Oysa ben bu iki açılımı da çok önemsemiştim. Türkiye’nin AB yolundaki hızını ciddi şekilde artıracak iki gelişmeydi bu... Demokratik açılımla birlikte hükümetin bu çabasını açıktan destekledim, hâlâ da destekliyorum. Ama işte yine çözümsüzlük ve kriz kapımızda. Ne yapsak yaranamıyoruz... Ne kadar barış ve çözüm istesek “sinsi bir düşmanlık” sırtımızdan hiç çıkmayan bir hançer gibi ayaklanıyor... Bizi içimize kapanmaya zorluyor.
Ama hayır! Barış ve çözüm için direnmekten başka şansımız yok.
ÜÇÜNCÜ YAZI
Hafızamızdaki hortlak
KERKÜK’te Türkmenlerle işbirliği yapıyorlardı. Lojistik ve moral destek veriyorlardı.
Bu yüzden peşmerge ihbar etmişti... İhbar gelince komutan emri verdi:
* Yakalayın. Direnirlerse ateş açın...
Ve kısa süre sonra askerler karargâhı bastı... Direniş olmadı. Teslim oldular. Yere yatırdılar. Ellerini arkadan bağladılar. Ve başlarına çuvalı geçirdiler... Ben o günü unutamam. O fotoğrafları unutamam. Türk askerlerinin o hali hafızamın en kuytu yerlerinde birer hortlak gibi saklanır.
Türk özel harekât timini başlarında çuvalla peşmergelerin önünden geçirten ABD’li komutanın adı Ray Odierno’dur... Emri o vermiştir. Ve Türkiye’nin uyarısına rağmen bir süre de askerlerimizi sorgulatmıştır... Bu o zaman Barzani ve Talabani’ye verilmiş “Siz Türklerin kırmızı çizgisinden korkmayın biz buradayız” mesajıydı... Görüntülü güvenceydi...
İşte şimdi ABD o generali Ankara’ya gönderdi. Gelme sebebi şuydu:
“PKK’nın silahsızlandırılması operasyonunu yürütmek. Türkiye’yle istihbarat paylaşmak.” Ne garip ve ne acı değil mi?
ABD yönetimi sanki başka komutan yokmuş gibi onu gönderiyor.
Ve hafızamızdaki o hortlağı ayaklandırırcasına, yüzümüze vururcasına o general karşımıza dikiliyor. Örneğin Genelkurmay ya da Dışişleri Bakanlığı “O isim konusunda milletçe hassasiyet var başka bir komutan gönderin” demiyor... Ve o general hiçbir şey olmamış gibi Ankara’da geziyor. Yemek davetleri veriyor. Yalnızca İçişleri Bakanı değil, CHP’den Onur Öymen, MHP’den Oktay Vural da o generalle “dostluk yemeği” yiyor. İşte ben buna dayanamıyorum. Ve bu manzarayı görünce sormadan edemiyorum.
Acaba bizim bir komutanımız Amerikalı askerlerin başına çuval geçirtseydi, bırakın resmi ziyareti Washington’a turist olarak bile gidebilir miydi?
Ne dersiniz?
Acaba ben mi “ilkel” düşünüyorum...
Yoksa nerdeyiz biz?
Nereye düştük?
DARBE planladığı iddia edilen Çetin Doğan, neden “Hilmi Özkök konuşsun” dedi?
Ve neden Hilmi Özkök, “Onun muhatabı Aytaç Yalman’dır” cevabını verdi? Hilmi Özkök dönemin Genelkurmay Başkanı’dır. Çetin Doğan 1’inci Ordu Komutanı. Aytaç Yalman ise Kara Kuvvetleri Komutanı’dır. Peki Hilmi Özkök, Yalman’ı işaret ederek ne demek istemiştir? Gelin bu sorunun “4 yıldızlı şifreleri”ni o günlere gidip çözelim...
Yıl 2002...
Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun görev süresi doluyor...
Son askeri şûra toplantısı yapılacak...
Teamüle göre, Jandarma Komutanı Aytaç Yalman emekli olacak. Kara Kuvvetleri Komutanı Hilmi Özkök Genelkurmay Başkanı olacak...
2’nci Ordu Komutanı Edip Başer ise KKK’lığına getirilecek...
Hazırlıklar buna göre yapılıyor... Her şey tamam.
Ama son dakika beklenmedik bir gelişme oluyor. Kıvrıkoğlu giderayak sürpriz bir karar alıyor.
Emekli olmayı bekleyen Jandarma Komutanı Aytaç Yalman’ı Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na getiriyor..
Bu yüzden Kara Kuvvetleri Komutanı olmayı bekleyen Edip Başer emekli ediliyor... Tam bir şok... Edip Başer öfkeli... Başer’in eşi Hülya Hanım, “Basın araştırsın bakalım” diyerek çok sert bir tepki veriyor. Özkök ise bu beklenmedik karara kırık, hatta kızgın... Çünkü normalde Kıvrıkoğlu’nun yeni komutanın çalışma arkadaşlarını seçmesine izin vermesi gerekiyor. Ama Kıvrıkoğlu bunu yapmıyor. Ve sanıyorum Özkök’e de bir şey sormuyor...
Yani Özkök’e tam bir “çalım” atılıyor. Ve işte böylece gerilim başlıyor... Gerilim öylesine bir noktaya ulaşıyor ki; bir ara, Kıvrıkoğlu’nun, “Elimden gelse onu (Özkök’ü) genelkurmay başkanı yapmazdım” sözü kulislere düşüyor...
Elbette birçok şeyi bilmiyoruz. Ama o günlerde hissettiklerimiz, gözlemlerimiz, Özkök’ün sürekli olarak farklı bir komutanlık üslubu içinde olduğuydu...
Hatta emekli ya da muvazzaf bazı komutanlarla arasında, neredeyse bir “soğuk savaş” yaşanıyordu.
Hilmi Özkök belki de kendisini kuşatılmış hissediyordu. Örneğin Özkök Genelkurmay’ın internet sitesindeki biyografisine diğer komutanlardan farklı bir ibare koydurmuştu. O cümle şuydu: “Anayasa’ya göre Başbakanlığa bağlıdır!”
O zaman tam anlamamıştık. Ama belli ki Özkök o cümleyle de bir mesaj vermek istemişti. Mesaj belki de bilgisi dışında geliştiğinden kuşkulandığı bazı olaylar içindi. Evet işte o günlerdeki “askerin zirvedeki dekoru” böyleydi...
Şifrelerin çözümüne gelince;
Balyoz isimli darbe planı iddiasının ya da Ergenekon’un hukuki sürecinin ötesinde sanıyorum bir de o dönemdeki bu “4 yıldızlı soğuk savaş”ın şimdiki hesaplaşmasını da izliyoruz...
Anladığım kadarıyla Hilmi Özkök’ün sessizliğinin arkasında böyle bir hesabın faturası da var... Çetin Doğan’a “muhatabın Aytaç Yalman’dır” derken sanki “O zaman benimle mi yakındınız? Yalman’la çalıştınız” der gibi bir ifade seziyorum. Tabii Yalman’a da mesaj var... Evet, 4 yıldızlı şifrelerin bendeki karşılığı bu...
Şimdi bakıyorum da...
Garip bir suskunluk var o dönemin komutanları arasında...
İKİNCİ YAZI
Nisan alarmı
İKİ önemli sorun. İki önemli açılım. İkisi de nisanda kopuyor...
Bu nedenle nisan ayı aynı zamanda bir alarm ayıdır... Sırasıyla gidersek:
KIBRIS AÇILIMI: Nisanda KKTC’de seçim var. Ve çözüm olmazsa M. Ali Talat büyük ihtimalle kaybedecek. Yeni yönetim de keskinleşecek. Çözüm ihtimali yok olacak...
ERMENİ AÇILIMI: Ermenistan’la imzalanan protokol kilitlendi. Ermenistan 24 Nisan’daki soykırım oylaması için ABD’de ciddi bir lobi başlattı. Ve böylece barış ve çözüm umudu tükendi.
İşte iki önemli açılım ve iki sonuç.
Oysa ben bu iki açılımı da çok önemsemiştim. Türkiye’nin AB yolundaki hızını ciddi şekilde artıracak iki gelişmeydi bu... Demokratik açılımla birlikte hükümetin bu çabasını açıktan destekledim, hâlâ da destekliyorum. Ama işte yine çözümsüzlük ve kriz kapımızda. Ne yapsak yaranamıyoruz... Ne kadar barış ve çözüm istesek “sinsi bir düşmanlık” sırtımızdan hiç çıkmayan bir hançer gibi ayaklanıyor... Bizi içimize kapanmaya zorluyor.
Ama hayır! Barış ve çözüm için direnmekten başka şansımız yok.
ÜÇÜNCÜ YAZI
Hafızamızdaki hortlak
KERKÜK’te Türkmenlerle işbirliği yapıyorlardı. Lojistik ve moral destek veriyorlardı.
Bu yüzden peşmerge ihbar etmişti... İhbar gelince komutan emri verdi:
* Yakalayın. Direnirlerse ateş açın...
Ve kısa süre sonra askerler karargâhı bastı... Direniş olmadı. Teslim oldular. Yere yatırdılar. Ellerini arkadan bağladılar. Ve başlarına çuvalı geçirdiler... Ben o günü unutamam. O fotoğrafları unutamam. Türk askerlerinin o hali hafızamın en kuytu yerlerinde birer hortlak gibi saklanır.
Türk özel harekât timini başlarında çuvalla peşmergelerin önünden geçirten ABD’li komutanın adı Ray Odierno’dur... Emri o vermiştir. Ve Türkiye’nin uyarısına rağmen bir süre de askerlerimizi sorgulatmıştır... Bu o zaman Barzani ve Talabani’ye verilmiş “Siz Türklerin kırmızı çizgisinden korkmayın biz buradayız” mesajıydı... Görüntülü güvenceydi...
İşte şimdi ABD o generali Ankara’ya gönderdi. Gelme sebebi şuydu:
“PKK’nın silahsızlandırılması operasyonunu yürütmek. Türkiye’yle istihbarat paylaşmak.” Ne garip ve ne acı değil mi?
ABD yönetimi sanki başka komutan yokmuş gibi onu gönderiyor.
Ve hafızamızdaki o hortlağı ayaklandırırcasına, yüzümüze vururcasına o general karşımıza dikiliyor. Örneğin Genelkurmay ya da Dışişleri Bakanlığı “O isim konusunda milletçe hassasiyet var başka bir komutan gönderin” demiyor... Ve o general hiçbir şey olmamış gibi Ankara’da geziyor. Yemek davetleri veriyor. Yalnızca İçişleri Bakanı değil, CHP’den Onur Öymen, MHP’den Oktay Vural da o generalle “dostluk yemeği” yiyor. İşte ben buna dayanamıyorum. Ve bu manzarayı görünce sormadan edemiyorum.
Acaba bizim bir komutanımız Amerikalı askerlerin başına çuval geçirtseydi, bırakın resmi ziyareti Washington’a turist olarak bile gidebilir miydi?
Ne dersiniz?
Acaba ben mi “ilkel” düşünüyorum...
Yoksa nerdeyiz biz?
Nereye düştük?