"Avustralya'daki insanımız gerçek gurbeti yaşıyor, Avrupa'daki gurbetçilerimiz ise gurbetin edebiyatını yapıyor"

Sanatçı Uğur Işılak, 25 yılını Almanya'da geçirdi. Aynı zamanda bir gurbetçinin oğlu olması nedeniyle gurbette kalmanın, daha doğrusu gurbetçi olmanın

Sanatçı Uğur Işılak, 25 yılını Almanya'da geçirdi. Aynı zamanda bir gurbetçinin oğlu olması nedeniyle gurbette kalmanın, daha doğrusu gurbetçi olmanın zorluğunu çok iyi biliyor. Zorluklarıyla birlikte aynı zamanda gurbetin özellik ve güzelliklerinin de farkında. Müzik sektörünün, uzun yıllar sanat dünyasının içinde farklı tarz ve imajla hayranlarının karşısında hep izlenilir ve dinlenir olmak, kolay kolay her sanatçıya nasip olmasa gerek. Düzgün ve farklı duruşuyla sanat dünyasının olumsuz görüntü ve söylentilerinden hep uzak durmayı becerdi Uğur Işılak. Gelen film tekliflerine uzak kalmayı tercih eden, dizilerde kahraman olmaktansa gerçek hayatta kahraman olmayı yeğlemiş. Çocukluğundan beri Necip Fazıl ve Cemil Meriç'in şiirlerine, sözlerine hayranlık duyan Işılak, küçüklüğünden beri edebiyatı olan merakından dolayı, Fatih Üniversitesi edebiyat bölümünde okuyarak, bu merakını gideriyor. Müziğine ise Anadolu motifli, Türkçe sözlü evrensel müzik diyen Işılak, yakın zamanlara kadar Samanyolu Televizyonunda, şehit ailelerine yönelik, 'Ölümsüz kahramanlar' programının yapımcılığını üstlenmişti. Centruy (Yüz yıl) Derneği'nin düzenlediği Sidney'deki konseri için geçtiğimiz haftalarda Avustralya'ya gelen sanatçı Uğur Işılak, hoş bir sadâ bırakarak Türkiye'ye döndü. Sesi, yorumu ve birbirinden güzel şarkılarıyla Avustralya'daki hayranlarını adeta mest eden sanatçı Avustralya izlenimlerini Cihan Haber Ajansı'na değerlendirdi.

Genel olarak soracak olursak, Avustralya'yı gelmeden önce nasıl düşlemiştiniz, nasıl buldunuz?

Avustralya tahmin ettiğim gibi çıktı. Şöyle söyleyeyim; güzel bir tabiatının olduğunu var sayıyordum bugüne kadar ve geldiğimde kesinlikle yanılmadığımı gördüm. Avustralya'ya gelip-giden arkadaşlar Avustralya hakkında anlattıkların da doğa güzelliği ve yüz ölçümüne göre nüfusun oldukça az olmasından kaynaklanan bir sükunet ortamı olduğunu söylüyorlardı. Burada bunları bizzat müşahede ettim. Yani bir insan yalancı cennet istiyorsa; herhalde Avustralya'yı tercih etmeli. (Gülüyor) Avrupa'nın hemen hemen tüm ülkelerini gördüm; Amerika'da dahil diğer kıtalarda bulunan pek çok ülkeyi de dolaşma imkanım oldu. Dünya ülkeleri ile karşılaştırıldığında gerçekten Avustralya çok güzel.

Malumunuz, Avustralya'nın doğa güzelliği kadar ülkeye özgü hayvanları da meşhur. Bunları görme fırsatınız da oldu mu?

Burada bir hayvanat bahçesini gezdik ve orada koalaları, kanguruları, tazmanya canavarını gördük. Gerçekten de çok hoşumuza gitti buradaki doğa güzellikleri ve hayvanlar. Arada kafa dinlemek için gelinecek yer diyoruz ama, o kadar yolu tekrar gelmeyi insanın gözü kesmiyor. (Gülümsüyor) Buraya gelirken, Antalya'daki bir konserden sonra hareket ettik ve toplamda 33 saat yol geldik. Oldukça yorucu oldu bizler için.

Yolun uzun olduğuna değindiniz. Sahnede sakalınız uzun bir şekilde görünce arkadaşlarla "Mesafe o kadar uzun ki, Türkiye'den gelen sanatçılarımızın sakalları Avustralya'ya gelinceye kadar uzayı veriyor." diye espri yaptık. Zira bu yıl Avustralya'ya konser için gelen Fatih Kısaparmak da Avustralya'ya sakalları uzun bir şekilde gelmişti.

(Gülüyor) Bunu daha önce duysaydım, sahnede espri olarak kullanırdım. Açıkçası hiç sakal bırakmayı düşünmüyorum. Avrupa turnesi sonrası sakallarımı kesmedim. Üzerinden bir kaç hafta geçtikten sonra da insan kesmeye kıyamıyor. Mesafenin uzunluğu sizin de söylediğiniz gibi çok fazla. Devamlı Avrupa'da konserlere giden birisi olarak; Avustralya'da yaşayan gurbetçimizin gerçek bir gurbet yaşadığını gördüm. Hatta konser sırasında "Avustralya'daki insanımız gerçek gurbeti yaşıyor; Avrupa'daki gurbetçilerimizin ise gurbetin edebiyatını yapıyor." dedim. Çünkü insanlar canı istediği zaman "Haydi bir Türkiye'ye, köyüme gideyim" diyemiyor. Bu yönüyle Avustralya'daki insanımıza hürmetim biraz daha fazla.

Uzun yıllar yurtdışında yaşamış bir sanatçı olarak, Avustralya'daki toplumumuzu nasıl buldunuz?

Avrupa ve Amerika'da olduğu gibi burada da iki kültür arasında bir bocalama yaşanıyor. Özellikle burada doğan kardeşlerimiz. Ne buranın kültürüne ne de Türkiye'nin kültürüne tam olarak adapte olabiliyor. Bu yönüyle diğer ülkelerde yaşanan sıkıntılardan pek bir farkı yok. Fakat, konserin düzenlendiği Şule Koleji gibi okulların, camilerimizin, diğer toplum derneklerinin ve vakıflarının olması; burada yaşayan insanımızın en azından kendi kültürünü, kendi kimliğini unutmaması adına çok önemli bir nimet diye düşünüyorum. Belki de buradaki insanlarımız, özellikle gençlerimiz, açılmış olan bu müesseselerin yaptıkları faaliyetleri tam olarak nasıl bir önemi olduğunu anlamıyorlar da olabilir. Dili, dini, kültürü yaşatma adına Türkiye'nin dışında yapılan her şey çok önemli.

"AYDIN GEÇİNEN BİRİLERİ ÜLKEMİZDE BİZE DEMOKRASİ DERSİ VERMEYE KALKIYOR. BUNLAR BU ÜLKENİN GERÇEK EVLADI OLAMAZ"

Konserini sırasında Türkiye'deki demokrasi anlayışı ve ideal demokratik yaşam hakkında da önemli mesajlar verdiniz. Türkiye demokrasisini ve gelişim sürecini bir sanatçı gözüyle nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ben 40 yaşına geldim. Birileri demokrasi adına kendi ülkemizde bir takım, kendisine göre, kurallar belirleyerek demokrasinin tanımını yaptığı zaman çok rahatsızlık duyuyorum. Sanki demokrasi yaşanan ülkeleri bizler hiç görmedik; demokrasinin yaşandığı ülkelerde özgürlüklerin ne demek olduğunu bilmiyoruz; aydın geçinen birileri de ülkemizde bize demokrasi dersi vermeye kalkıyor. Bunları gördüğüm zaman sadece gülüyorum. Bunlar bu ülkenin gerçek evladı olamaz diyorum.

Demokrasi denildiği zaman, başta temel hak ve özgürlükler gelir. Temel hakların ve inanç özgürlüğünün olmadığı bir ülkede demokrasiden bahsetmek mümkün değildir. Bu sebeple demokrasi sınavında yeterli olduğumuz kanaatini taşımıyorum. Devamlı sınıfta kalıyoruz. Fakat son dönemlerde, demokrasi adına önemli mücadeleler veriliyor ve 4-5 yıla kadar, olumsuz bir şey olmazsa, Avrupa standartlarında bir demokrasiye kavuşacağımıza inanıyorum.

FRANSA'DA DEMOKRASİNİN İLK MÜCADELESİNİ VERENLER ŞAİRLERDİR, SANATÇILARDIR

Peki, demokrasinin gelişmesi adına, her bireye görev düşüyor diye bilir miyiz?

Demokrasi adına tüm bu gelişmeler mücadelelerle oldu. Sanat camiasında bizlerin, siyasi camiada siyasileri, eğitimde eğitimcileri, medyada sizlerin.. gösterdikleri özveri demokrasi algısının oturmasını sağlar. Sadece buradaki konserimde değil; dünyanın neresinde konser verirsem vereyim, iyi bir demokrasi adına bizlere düşen ne ise, bu konulara temas ediyorum. Maalesef, bazıları bunu siyaset olarak algılıyor. Demokrasi istemek 'siyaset' değildir. Demokrasinin gelişmesi sadece milletvekillerinden, siyasilerden beklenemez. Fransa'da demokrasinin ilk mücadelesini verenler şairlerdir, sanatkarlardır.

Sahnede "Sadece tahammülsüzlere tahammülüm yok" dediniz. Biraz açar mısınız.

Demokrasi henüz bizlerin içselleştiremediği bir kavram. Türkiye'de insanlar arasında pek çok bölünme ve kutuplaşma olayı, insanların demokrasiyi içlerine sindirememesinden kaynaklanıyor. İnsanlar birbirlerinin düşüncesine, inancına ve yaşayışına saygı duymalı. Bu sebeple "Sadece tahammülsüzlere tahammülüm yok" diyorum.

Bir sanatçı olarak Türkiye'de demokrasinin gelişmesi adına yapılan anayasa değişikliğini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye açısında, son 30 yıldır neredeyse tüm insanların yakındığı demokrasi anlayışının değişmesi adına atılmış önemli bir adım olarak görüyorum. Ama bu sürecin devamının gelmesi lazımdır. Sadece bir kaç maddenin değişimiyle beklentileri geçiştiremeyiz. Umuyorum ki, önümüzdeki günlerde, Türkiye'nin gelişmesinin önünde duran diğer maddeler de değişir ve düşlenen demokrasi ortamı sağlanır.

Başka bir konu ise ağızları açıldığı zaman Avrupa standartlarından bahseden bazı insanların; Anayasa'da ve HSYK'da o standartları yakalamak için yapılan değişikliklere gelince buna tahammül edememeleri. Bu tavrı anlamak mümkün değil. Ülkedeki darbecilerin, darbeye teşebbüs edenlerin yargılanması kadar doğal bir şey olabilir mi? Birileri darbecilerin yargılanması söz konusu olduğunda 'bunlar yargılanmasın' diyorlar dolaylı olarak. Aşikar olarak söylemiyorlar çünkü milletin tepkisini toplayacaklarını biliyorlar. Bugün, 21 yüzyılda, darbecileri destekleyen bir zihniyetin demokratik olabileceğine inanmıyorum ve ülke insanına gelecek vaat edebileceğini düşünemiyorum.