Cumhurbaşkanı'ndan Merkel Almanyası'yla Sarkozy Fransası'na AB konusunda eleştiri...

LONDRACumhurbaşkanı Gül'ün pazar gecesi Mandarin Oteli'nde kendisini izleyen gazetecilerle yaptığı s...


LONDRA
Cumhurbaşkanı Gül'ün pazar gecesi Mandarin Oteli'nde kendisini izleyen gazetecilerle yaptığı sohbet sırasında Türkiye'nin eksen kayması konusu yine gündemdeydi.
Bu konu, malum, "Türkiye başka sulara mı kayıyor, sırtını Batı'ya mı dönüyor, Türkiye İran'laşma yolunda mı?" gibi sorularda düğümleniyor.
Cumhurbaşkanı Gül, kapalı kapılar arkasındaki resmi temaslarda bu gibi soruların ima yoluyla dahi gündeme getirilmediği söyledi.
Ancak bu konunun Avrupa'da, Amerika'da özellikle medya üzerinden Türkiye'ye dönük psikolojik baskı olarak işlendiğini belirtti. Bu açıdan kimilerinin artniyetli ya da önyargılı, kimilerinin iyi niyetli olduğuna işaret etti.
Daha bir kaç hafta önce İngiltere'nin önde gelen haftalık dergisi The Economist kapak konusunu Türkiye'ye ayırmıştı.
"Türkiye sırtını Batı'ya mı dönüyor?" sorusuna ise başyazısında açık bir dille hayır yanıtını vermiş, Türkiye'nin demokratik ve ekonomik açılardan iyi yolda olduğunu vurgulamıştı.
Şu söylenebilir:
The Economist'in bakış açısı, Britanya'nın Türkiye'ye resmi görüşünü genel olarak yansıtıyor.
Bu da yeni değil.
Londra öteden beri böyle.
Nitekim Cumhurbaşkanı Gül de, pazar gecesi sohbetimizde, Londra'nın Türkiye'ye her zaman stratejik bir bakışının olduğunu, bu bakımdan Washington'la birlikte Avrupa'nın bazı büyük başkentlerinden ayrıldığını belirtti.
Bu bazı başkentlerin içinde hiç kuşkusuz Berlin ve Paris en başta geliyor.
Cumhurbaşkanı Gül, hem pazar gecesi bizimle sohbetinde, hem de Chatham House'da dün öğleyin verdiği konferansta Merkel Almanyası'yla Sarkozy Fransası'nı Türkiye'yle ilgili olarak isimlerini zikretmeden eleştirdi.
Britanya'yı ayrı bir yere koyarken, bu başkentlerde geçerli 'stratejik dar görüşlülüğü'nün AB'yi küresel bir oyuncu olmaktan alıkoyacağının altını çizdi Cumhurbaşkanı.
Chatham House'da dedi ki:
"Uluslararası güç dengesinin Doğu'ya ve Asya'ya doğru kaydığı bir dönemde AB'nin Türkiye'yi üye olarak kendi içine alması, stratejik bir yükümlülüktür. Şundan eminim. Türkiye'nin AB üyeliğine kabulü, yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğinde tarihi önem taşıyan çok dikkat çekici bir dönüm noktası olacaktır."
Şu söylenebilir:
Cumhurbaşkanı Gül pazartesi günü neredeyse tüm mesaisini Türkiye'nin demokrasi yolunu, AB üyeliği konusundaki kararlılığını, yalnız Batı içindeki değil dünyadaki yerini ve stratejik önemini anlatmakla geçirdi.
Ve her seferinde, öyle sanıyorum, karşısında söylediklerine kulak veren, hak veren, Türkiye'nin yeni uluslararası düzende, bölgesel ve küresel sahnede gittikçe artan öneminin bilincinde olan muhataplar buldu.
Gül'ün konuşmalarında bir nokta özellikle ön plana çıktı:
Demokrasi...
Gül hem Chatham House, hem Oxford konuşmalarında demokrasiyle barış ve istikrarın iç içeliğini sürekli vurguladı. Oxford konuşmasının başlığı, "İslam Dünyası, Demokrasi ve Kalkınma" başlığını taşıyordu.
Chatham House'da şöyle dedi:
"Günümüzde barışa, istikrara ve refaha giden yol, demokratik değerlerden ve yüksek insan hakları standartlarından geçiyor. Bunun gibi hukuk devleti, siyasal çoğulculuk, eşitlik ve farklılıklara saygı gözardı edilemez. Biz Türkiye olarak farklı inanç ve kültürlere karşı anlayış ve saygıyı geliştirirken, ırkçılık, yabancı düşmanlığı, ayrımcılık ve hoşgörüsüzlüğün her türlüsüne de karşı mücadele etmekteyiz."
Cumhurbaşkanı Gül, Türkiye'nin kendi komşularıyla bir zamanlar arasına ördüğü 'demir perde'yi son sekiz yıldır yıktığını, ilişkileri tarafların karşılıklı olarak kazançlı çıkacakları bir kazan-kazan anlayışına dayandırdığını söyledi.
Bu önemli bir nokta.
Komşuları gibi Türkiye'nin de daha yüksek bir demokrasi ve refah düzeyini yakalaması için kendi çevresinde barış ve istikrar kuşağına ihtiyacı var.
Abdullah Gül pazartesi gününü Britanya Başbakanı Camerun dahil, yalnız demokratik bir Türkiye'nin değil, aynı zamanda AB üyesi Türkiye'nin önemini anlatmakla geçirdi denilebilir.
Chatham House'ta şöyle dedi:
"Türkiye'nin Batılılığı nesiller-üstü bir politikadır. Bunun tarihsel bir geçmişi ve güçlü bir stratejik mantığı vardır. Türkiye'nin AB üyeliğine dönük olarak koymuş olduğu hedef, tarihsel bir temel üstüne oturtulmuş stratejik bir tercihtir."
Cumhurbaşkanı Gül'ün bu sözleri, dileriz, artık sadece Londra'da değil, Berlin ve Paris'te de dinlenir, yankı bulmaya başlar.
İki gündür Cumhurbaşkanı Gül'ü izliyorum, konuşmalarına kulak veriyorum. Bir nokta bir kez daha ön plana çıkıyor.
Türkiye demokrasi ve hukuk yolundan, AB yolundan sapmadığı sürece, yalnız Batı'da değil, bölgesiyle birlikte Doğu'da da daha güçlü bir oyuncu olacak, bununla birlikte refah çıtasını da daha çok yükseltecektir.