Beş konu beş yorum
Bazı haftalar pek çok konu akıp gidiyor önümüzden. Birisinin anlamı üzerinde...
Bazı haftalar pek çok konu akıp gidiyor önümüzden. Birisinin anlamı üzerinde düşünürken öteki geliyor, daha ona bakamadan bir başkası düşüyor ekranlara. Son bir hafta böyle bir veri ve karar yağmuruna sahne oldu.
Merkez Bankası, zorunlu karşılık oranlarını arttırırken, bu karşılıklara faiz ödeme uygulamasına da son verdi. Bankaların kabul ettikleri mevduat için belirli bir oranda karşılık ayırarak Merkez Bankası’na yatırmaları uygulamasına zorunlu karşılık uygulaması deniyor. Bu uygulamanın iki amacı var: (1) Bu karşılıklar ilgili bankanın likidite sıkıntısına girmesi durumunda kendisine kullandırılıyor ve böylece bir çeşit sigorta görevi görüyor, (2) Merkez Bankası bu miktarda parayı bankalardan alarak açabilecekleri kredi miktarını düşürüyor, bu yolla para arzını ve dolayısıyla enflasyonu denetlemeyi amaçlıyor. Krize girerken kredileri arttırmayı ve dolayısıyla ekonomiyi canlı tutmayı hedefleyen Merkez Bankası, şimdilerde yaşanan kredi genişlemesinin sorun yaratmaması için tersini yapıyor.
Merkez Bankası bir adım da döviz alım ihalelerinde attı ve alım miktarlarını arttırdı. Gerekçe olarak döviz rezervlerini artırmak istediğini açıkladı. Ama hepimiz biliyoruz ki açıklanan gerekçe ile kafaların arkasındaki neden aynı değil. Yani Merkez Bankası bu hamleyi sıcak para girişinin fazlasıyla arttığı bu dönemde giderek değerlenen Türk Lirası’nın daha fazla değerlenmemesi için yaptı.
Merkez Bankası daha ilk döviz alım ihalesini yaptıktan sonra Moody’s Türkiye’nin kredi notunu ‘Ba2 durağan’dan ‘Ba2 pozitif’e çevirdi. Bu bir not arttırımı değil ama geleceğe dönük sinyalin pozitif olarak değiştirilmesi çok önemli ve olumlu bir gelişme. Zaten piyasalar da bunu böyle algıladı ve borsa coşarken TL değerlenmeye başladı. Yani Merkez Bankası döviz satın alıp karşılığında TL vererek dövizi kıt ve pahalı, TL’yi ise bol ve ucuz hale getirmeye çabalarken, Moody’s kredi notunun görünümünde yaptığı bu olumlu değişiklikle bu çabayı frenlemiş oldu. Moodys’in kararından sonra riskin azaldığını gören yatırımcılar daha çok sıcak para getirecek ve bu da TL’nin değerlenmesine yol açacak.
TÜFE, gıda maddeleri ve içecekler kaynaklı artışla aylık olarak yüzde 1.23 artarak 12 aylık bazda yüzde 9.24’e tırmandı. Buna karşılık enerji, gıda ve alkolsüz içecekler, alkollü içecekler, tütün ürünleri ve altını hesaba katmayan I özel kapsamlı endeksi geçen aya göre yüzde 0.15’lik bir düşüş göstererek 12 aylık bazda yüzde 3.70’e geriledi. Yani Merkez Bankası’nın politikalarıyla etkileyemeyeceği enflasyon bölümü artsa da Merkez Bankası’nın para politikasıyla etkileyebileceği enflasyon bölümü olan çekirdek enflasyon düşüyor. Demek ki Merkez Bankası etkileyebileceği alanı doğru belirlemiş ve doğru bir para politikası izlemiş. Bu durumda Merkez Bankası’nın enflasyon hedeflemesini enflasyonda etkileyebileceği bölüm üzerine (yani I özel kapsamlı endeksi üzerine) koyması yönündeki görüşümüzün haklı olduğu da ortaya çıkıyor.
Küresel sistemde kur savaşları en üst düzeyde sürüp gidiyor. Ülkeler ihracatlarını arttırıp ithalatlarını kısıtlamak için paralarının değerini düşürme yoluna gidiyor. Eskiden yani sabit kur rejiminin egemen olduğu dönemde bu, devalüasyon yoluyla yapılırdı. Bir ülke bu amaçla devalüasyon yaptığında aynı etkiden yararlanmak isteyen öteki ülkeler de devalüasyon yapar, bu karşılıklı adımlar dünya ticaretinin gerilemesine yol açardı. IMF’nin kuruluş amacı bu devalüasyonları önlemek, sıkıntıya giren ülkeye yardım ederek devalüasyon dışı çözümler üretmesini sağlamaktı. Küresel sistem dalgalı kur rejimine geçmiş olsa da dönüp dolaşıp sabit kur rejimindeki çıkmaz
sokağa geri geldik. Bunun temel nedeni küresel sistemde sermaye hareketlerinin serbestleşmesiyle ortaya çıkan paradigma değişikliğine göre politika belirleyecek teorik değişimin henüz gerçekleşmemiş olmasıdır.