Erzurum'da Uluslar Arası Dadaş Film Festivali...
Erzurum'da bu sene 5'ncisi düzenlenen Uluslar arası Dadaş Film Festivali etkinlikleri kapsamında kente gelen sinema eleştirmeni Atilla Dorsay, öğrencilerle söyleşide bulundu.
Atatürk Üniversitesi Kültür Merkezinde düzenlenen söyleşide Dorsay, Türkiye'de kurulan ve sinema sektörüne büyük katkı sunan Sinematek'in bazı vaatlerini yerine getirmediğini söyledi.
Sinematek'in; kendi ülkesindeki filmlerin kopyalarını toplayan, depolayan, muhafaza eden bir kuruluş olması gerektiğini belirten Dorsay, "Ancak bu görevini yerine getirmedi. Sinematek, bir sinema kulübü gibi görevini yaptı. Tabii bu da önemli ama filmleri koruma fikrini yerine getirmedi. Bu görevi Türk Film Arşivi yaptı" dedi.
Dorsay, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Öncelikle kendi filmlerimizin kıymetini bilip, onları saklamamız gerekiyordu. Hele filmlerin kıymetini bilmeyen, dünyada film yakan tek ülke Türkiye'dir. DÜnyanın en baskıcı, en diktatör ülkesi Nazi Almanyası bile film yakmadı. Onlar kitap yaktılar. Yaktıkları kitapların kopyasını da 'belki bir gün lazım olur' diye depolarda sakladılar. Biz filmleri yaktık. Biz 'Yorgun Savaşçı'yı bütün kopyalarıyla birlikte yaktık. Yılmaz Güney'in filmlerini toplayıp yaktık. Böylesi bir ülkede filmlerin korunması hayati bir önem taşıyordu. Ama Sinematek bunu yapmadı, bu görevini yerine getirmedi.' Gazeteci yazar Burçak Evren de 1965'de sinema sektöründe dönüşüm, yeni atılımların yapıldığını, bir takım entelektüellerin bir araya gelerek Sinematek'i kurduğunu belirtti. O dönemlerde genellikle Amerikan filmleri, onlar da genellikle dış alımları yapanların beyinlerine seslenen amatör filmler vardı ülkemizde. Alman filmi, İtalyan, İngiliz filmi dışında Türk sinema seyircilerinin farklı ülkelerden, farklı filmleri izleme şansı yoktu. Yine dış alım politikasındaki sağlıksız yapıdan dolayı bugün olduğu çok da yabancı filmleri görme olanağımız yoktu. Sıcağı, sıcağına bir Amerikan filmi görmek isterdik ancak o filmler en az 5 yıllık olurdu. Türkiye'ye fazla Amerikan filmleri getiriliyordu. Amerikan filmlerinden beslendik, ancak Türk sinemasının yapımları da o piyasada sinema olgusunu dolduracak çoğunlukta değildi. 'Üçüncü dünya' ülkesi dediğimiz, bir Balkan sineması, Çin sinemasını, Orta Avrupa sinemasını tanımak çok zordu. Yine de Sinematek bize sinemanın dünyaya açılan penceresi oldu."
Sinematek'in; kendi ülkesindeki filmlerin kopyalarını toplayan, depolayan, muhafaza eden bir kuruluş olması gerektiğini belirten Dorsay, "Ancak bu görevini yerine getirmedi. Sinematek, bir sinema kulübü gibi görevini yaptı. Tabii bu da önemli ama filmleri koruma fikrini yerine getirmedi. Bu görevi Türk Film Arşivi yaptı" dedi.
Dorsay, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Öncelikle kendi filmlerimizin kıymetini bilip, onları saklamamız gerekiyordu. Hele filmlerin kıymetini bilmeyen, dünyada film yakan tek ülke Türkiye'dir. DÜnyanın en baskıcı, en diktatör ülkesi Nazi Almanyası bile film yakmadı. Onlar kitap yaktılar. Yaktıkları kitapların kopyasını da 'belki bir gün lazım olur' diye depolarda sakladılar. Biz filmleri yaktık. Biz 'Yorgun Savaşçı'yı bütün kopyalarıyla birlikte yaktık. Yılmaz Güney'in filmlerini toplayıp yaktık. Böylesi bir ülkede filmlerin korunması hayati bir önem taşıyordu. Ama Sinematek bunu yapmadı, bu görevini yerine getirmedi.' Gazeteci yazar Burçak Evren de 1965'de sinema sektöründe dönüşüm, yeni atılımların yapıldığını, bir takım entelektüellerin bir araya gelerek Sinematek'i kurduğunu belirtti. O dönemlerde genellikle Amerikan filmleri, onlar da genellikle dış alımları yapanların beyinlerine seslenen amatör filmler vardı ülkemizde. Alman filmi, İtalyan, İngiliz filmi dışında Türk sinema seyircilerinin farklı ülkelerden, farklı filmleri izleme şansı yoktu. Yine dış alım politikasındaki sağlıksız yapıdan dolayı bugün olduğu çok da yabancı filmleri görme olanağımız yoktu. Sıcağı, sıcağına bir Amerikan filmi görmek isterdik ancak o filmler en az 5 yıllık olurdu. Türkiye'ye fazla Amerikan filmleri getiriliyordu. Amerikan filmlerinden beslendik, ancak Türk sinemasının yapımları da o piyasada sinema olgusunu dolduracak çoğunlukta değildi. 'Üçüncü dünya' ülkesi dediğimiz, bir Balkan sineması, Çin sinemasını, Orta Avrupa sinemasını tanımak çok zordu. Yine de Sinematek bize sinemanın dünyaya açılan penceresi oldu."