Vakko çanta, Ricci gözlüklerle mi dağa çıkacaklar
Star Gazetesi köşe yazarı Aziz Üstel DTP'li vekillerin marka düşkünlüğüne değinerek “Kimlerle çıkacaksın dağa? Ne Aysel Tuğluk'un Vakko çantası, ne Sabahat Tuncel'in Nina Ricci marka gözlükleri ne de Sevahir Bayındır'ın röfleli saçlarıyla dağa çıkılır” dedi
Önce sine-i millete dönüyordunuz?
Sonra baktınız ki ortada, gerçek anlamda ne millet var ne de sine!
Şimdi Emine Ayna, elinde mikrofon
bağırıyor bas bas:
“Tabanımız dağa çıkın diyor!”
Kimlerle çıkacaksın dağa?
Ne Aysel Tuğluk’un Vakko çantası, ne Sabahat Tuncel’in Nina Ricci marka gözlükleri ne de Sevahir Bayındır’ın röfleli saçlarıyla dağa çıkılır! Ha Uludağ’a kayak yapmaya belki!
Dağa çıkmadan önce Üniversite hayalleri kuran rahmetli Serap’ın hesabını ver Emine Ayna!
Vakko çantanı bi yana bırak Tokat’ta pusuya düşürüp haince öldürdüğünüz yedi asker anasının ayaklarına kapan Sabahat Tuncel; önce Nina Ricci gözlüklerini çıkar ama!
Otobüslere molotof kokteyli atan, sağa sola taş savuran çoluğu çocuğu kışkırtmanın bir bedeli yok mu? Röfleli saçlarını savura savura TBMM koridorlarında yürümeye benzemez böylesi rezilliğin hesabını vermek!
Mustafa Karaalioğlu’nun geçen gün yazdığı yazıdaki, “DTP kapatılmamalı” sözüne aynen katılıyorum. Değil DTP, hiç bir siyasi parti kapatılmamalı. Ama bu kışkırtmaların da hesabı bir biçimde sorulmalı DTP’den. Bu hesabın sorulacağı yer de TBMM’dir sonra da seçim sandığıdır!
Bu parti daha ilk günden demokrasi açılımına karşıydı zaten. Çünkü isteklerini yerine getirmenin mümkünü yoktu. Bunu onlar da biliyordu. Akıllarınca kurnazlık yaptılar ve “Kürtçe ikinci dil olsun. Biz de Kürt Marşı okuyalım...” gibi ipe sapa gelmez bir sürü isteği tekrarlamakla kalmayıp,
“Abdullah Öcalan’ı serbest bırakmazsanız açılım maçılım olmaz!” diye son noktayı koydular.
Bu, yüzde altı dolaylarında oy alan parti, Türkiye’deki Kürt’lerin çok küçük bir bölümünü temsil ediyor. O yüzde altının da yüzde biri PKK teröristlerine sıcak bakıyor! Diğerleri “elimiz kırılaydı da bunlara oy vermeyeydik!” demeye başladı bile! İşte Bingöl’den Bilal, Tunceli’den Nizamettin, Şanlıurfa’dan de Neşet ve daha onlarca e-posta. Soyadlarını yazmıyorum, gider bu insanları taciz edersiniz diye!
Siz açılım falan istemiyorsunuz! Çünkü açılım sizin var olma nedeninizi ortadan kaldırır.
Yazıktır, günahtır bunca çoluk çocuğu sokağa salmak. Günahların en büyüğüdür vatan evlatlarını siste pusuya düşürüp öldürtenlere alkış tutmak. Rahmetli Serap’ın ardından göz yaşı dökmemekse hainliğin en büyüğüdür! Yazıklar olsun topunuza!
KARIN DEŞEN JACK DA TARİHTİR ONA DA SAHİP ÇIKIN
Emine Ayna ağzını bir açmaya görsün. Tam seçme saçmalar dökülüveriyor birbiri ardına:
“PKK ile aramıza mesafe koymadığımız için eleştiriliyoruz. Ben, birey olarak Öcalan’ı önemsiyorum. PKK’yı önemsiyorum. Çünkü Öcalan gibi bir lider, PKK gibi bir örgüt çıkmasaydı, Kürt kimliğimizi bilmiyor olacaktık!”
Bundan daha cahilce bir laf duydunuz mu hayatta?
Sen hiç İsmail Beşikçi’yi okumadın mı? Tarih konusunda hiç mi bilgin yok?
Bizim Sivaslı Safinaz Abla, ben yedi sekiz yaşındayken Kürt kimliğinin bilincindeydi, “Tek isteğim ağabeyimle, korkusuzca, toplum içinde Kürtçe konuşabilmek!” derdi. O zaman ne PKK gibi uyuşturucu kaçakçılarının muhafızları ne de Öcalan gibi eli kanlı bir adam vardı ortalıkta! İlla adam öldürüp köyler basıp, çoluk çocuk, yaşlı genç ayrımı yapmadan Kürt kökenli Türk vatandaşları öldürüldükten sonra mı Kürt kimliğinin bilincine vardın?!
Tarih eli kanlı canilerle dolu. Madem Öcalan’a sahip çıkıyorsun, hiç durma onlara da sahip çık!
Belediye meclisinde bir gün
Başkan, kürsüye gelir. Mikrofona eğilir. Mikrofondan çıkan ses biraz cızırtılıdır: Başkan: Arkadaşlar Lösemili Çocuklar Vakfı’na, belediyece tahsisi istenen bina için çıkarılan encümen kararını oya sunuyorum.
Üye A: Başkan... Başkan
Başkan: Buyrun?
Üye A: Neydi bu Lösemi’nin eski adı?
Başkan şaşkın şaşkın çevresine bakınırken, Üye B, Üye A’yı kolundan tutup yerine oturtur.
Üye B: Lösemi’nin eski adı diye bi şey yok! Lösemi...
Kan kanseri işte...
Üye A: A-aaa.. Üstüme iyilik sağlık. Bu adamlar Kan Kanseri diye değişsin mi istiyorlar İlçe’nin adını?
Üye B: Ne diyorsun sen be?
Üye A: Kardeşim biz burada iki ilçenin adını değiştirmek için karar vermeyecek miyiz? Onun için toplanmadık mı?
Üye B: Ulan sağır herif! Şu kulaklığını taksana! Lösemili Çocuklar Derneği’ne bina tahsisini oylayacağız!
Üye A (Kulaklığını takar):
Haaaa....
(Şeref Akdilek’e teşekkürler)
MERCEDES’İ BEĞENMEDİN Mİ?
Bir Arap şeyhinin oğlu Almanya’ya okumaya gider. Kısa bi süre sonra ailesine bi mektup döşenir: “Berlin harika bi yer. İnsanlar da öyle. Ama profesörlerim okula tramvayla giderken ben Mercedes’le gittiğim için utanıyorum.” Aradan bi kaç gün geçer, babasından cevap gelir. Oğlan zarfı açar içinden bir milyon euroluk bi çek çıkar ve de kısa bir not: “Artık utanmana gerek yok. Git kendine bir tramvay al. Baban.” (Yılmaz Bey’e teşekkürler)
Sonra baktınız ki ortada, gerçek anlamda ne millet var ne de sine!
Şimdi Emine Ayna, elinde mikrofon
bağırıyor bas bas:
“Tabanımız dağa çıkın diyor!”
Kimlerle çıkacaksın dağa?
Ne Aysel Tuğluk’un Vakko çantası, ne Sabahat Tuncel’in Nina Ricci marka gözlükleri ne de Sevahir Bayındır’ın röfleli saçlarıyla dağa çıkılır! Ha Uludağ’a kayak yapmaya belki!
Dağa çıkmadan önce Üniversite hayalleri kuran rahmetli Serap’ın hesabını ver Emine Ayna!
Vakko çantanı bi yana bırak Tokat’ta pusuya düşürüp haince öldürdüğünüz yedi asker anasının ayaklarına kapan Sabahat Tuncel; önce Nina Ricci gözlüklerini çıkar ama!
Otobüslere molotof kokteyli atan, sağa sola taş savuran çoluğu çocuğu kışkırtmanın bir bedeli yok mu? Röfleli saçlarını savura savura TBMM koridorlarında yürümeye benzemez böylesi rezilliğin hesabını vermek!
Mustafa Karaalioğlu’nun geçen gün yazdığı yazıdaki, “DTP kapatılmamalı” sözüne aynen katılıyorum. Değil DTP, hiç bir siyasi parti kapatılmamalı. Ama bu kışkırtmaların da hesabı bir biçimde sorulmalı DTP’den. Bu hesabın sorulacağı yer de TBMM’dir sonra da seçim sandığıdır!
Bu parti daha ilk günden demokrasi açılımına karşıydı zaten. Çünkü isteklerini yerine getirmenin mümkünü yoktu. Bunu onlar da biliyordu. Akıllarınca kurnazlık yaptılar ve “Kürtçe ikinci dil olsun. Biz de Kürt Marşı okuyalım...” gibi ipe sapa gelmez bir sürü isteği tekrarlamakla kalmayıp,
“Abdullah Öcalan’ı serbest bırakmazsanız açılım maçılım olmaz!” diye son noktayı koydular.
Bu, yüzde altı dolaylarında oy alan parti, Türkiye’deki Kürt’lerin çok küçük bir bölümünü temsil ediyor. O yüzde altının da yüzde biri PKK teröristlerine sıcak bakıyor! Diğerleri “elimiz kırılaydı da bunlara oy vermeyeydik!” demeye başladı bile! İşte Bingöl’den Bilal, Tunceli’den Nizamettin, Şanlıurfa’dan de Neşet ve daha onlarca e-posta. Soyadlarını yazmıyorum, gider bu insanları taciz edersiniz diye!
Siz açılım falan istemiyorsunuz! Çünkü açılım sizin var olma nedeninizi ortadan kaldırır.
Yazıktır, günahtır bunca çoluk çocuğu sokağa salmak. Günahların en büyüğüdür vatan evlatlarını siste pusuya düşürüp öldürtenlere alkış tutmak. Rahmetli Serap’ın ardından göz yaşı dökmemekse hainliğin en büyüğüdür! Yazıklar olsun topunuza!
KARIN DEŞEN JACK DA TARİHTİR ONA DA SAHİP ÇIKIN
Emine Ayna ağzını bir açmaya görsün. Tam seçme saçmalar dökülüveriyor birbiri ardına:
“PKK ile aramıza mesafe koymadığımız için eleştiriliyoruz. Ben, birey olarak Öcalan’ı önemsiyorum. PKK’yı önemsiyorum. Çünkü Öcalan gibi bir lider, PKK gibi bir örgüt çıkmasaydı, Kürt kimliğimizi bilmiyor olacaktık!”
Bundan daha cahilce bir laf duydunuz mu hayatta?
Sen hiç İsmail Beşikçi’yi okumadın mı? Tarih konusunda hiç mi bilgin yok?
Bizim Sivaslı Safinaz Abla, ben yedi sekiz yaşındayken Kürt kimliğinin bilincindeydi, “Tek isteğim ağabeyimle, korkusuzca, toplum içinde Kürtçe konuşabilmek!” derdi. O zaman ne PKK gibi uyuşturucu kaçakçılarının muhafızları ne de Öcalan gibi eli kanlı bir adam vardı ortalıkta! İlla adam öldürüp köyler basıp, çoluk çocuk, yaşlı genç ayrımı yapmadan Kürt kökenli Türk vatandaşları öldürüldükten sonra mı Kürt kimliğinin bilincine vardın?!
Tarih eli kanlı canilerle dolu. Madem Öcalan’a sahip çıkıyorsun, hiç durma onlara da sahip çık!
Belediye meclisinde bir gün
Başkan, kürsüye gelir. Mikrofona eğilir. Mikrofondan çıkan ses biraz cızırtılıdır: Başkan: Arkadaşlar Lösemili Çocuklar Vakfı’na, belediyece tahsisi istenen bina için çıkarılan encümen kararını oya sunuyorum.
Üye A: Başkan... Başkan
Başkan: Buyrun?
Üye A: Neydi bu Lösemi’nin eski adı?
Başkan şaşkın şaşkın çevresine bakınırken, Üye B, Üye A’yı kolundan tutup yerine oturtur.
Üye B: Lösemi’nin eski adı diye bi şey yok! Lösemi...
Kan kanseri işte...
Üye A: A-aaa.. Üstüme iyilik sağlık. Bu adamlar Kan Kanseri diye değişsin mi istiyorlar İlçe’nin adını?
Üye B: Ne diyorsun sen be?
Üye A: Kardeşim biz burada iki ilçenin adını değiştirmek için karar vermeyecek miyiz? Onun için toplanmadık mı?
Üye B: Ulan sağır herif! Şu kulaklığını taksana! Lösemili Çocuklar Derneği’ne bina tahsisini oylayacağız!
Üye A (Kulaklığını takar):
Haaaa....
(Şeref Akdilek’e teşekkürler)
MERCEDES’İ BEĞENMEDİN Mİ?
Bir Arap şeyhinin oğlu Almanya’ya okumaya gider. Kısa bi süre sonra ailesine bi mektup döşenir: “Berlin harika bi yer. İnsanlar da öyle. Ama profesörlerim okula tramvayla giderken ben Mercedes’le gittiğim için utanıyorum.” Aradan bi kaç gün geçer, babasından cevap gelir. Oğlan zarfı açar içinden bir milyon euroluk bi çek çıkar ve de kısa bir not: “Artık utanmana gerek yok. Git kendine bir tramvay al. Baban.” (Yılmaz Bey’e teşekkürler)