AB-İsrail hattında Doğu Kudüs gerginliği
İsveç dönem başkanlığındaki AB, Kudüs'ün statüsünün çözülmesi gerekliliğine inandığını söyledi.
İsveç'in dönem başkanlığı yavaş yavaş sona eriyor. İsveç Pazartesi günü 10Aralık'ta gerçekleşecek AB Konseyi'ne sunacağı dönem başkanlığına ilişkin genel değerlendirme raporunu AB Dışişleri Bakanlarına sunacak. İsveç bu raporunda Doğu Kudüs'ün gelecekte kurulacak Filisitn devletinin başkenti olması gerektiğini ifade ediyor. İsveç'in İsrail ile olan ilişkileri son yıllarda bir kaç defa kopma noktasına geldi. En son Gazze saldırılarında ipler iyice gerilmişti. İsveç'in Konsey'e sunmaya hazırlandığı raporun Doğu Kudüs kısmı İsrail dışişlerini harekete geçirdi.
İsveç AB Konsey'ine sunacağı raporda "müzakerelerin bir an önce başlamasını ve kabul edilecek bir takvim çerçevesinde iki devletli bir çözüme götürecek bağımsız, demokratik, yaşayabilir, Batı Şeriya ile Gazze'yi birbirine bağlayan bir toprak bütünlüğü içinde ve Doğu Kudüs'ün başkent olduğu bir Filistin devletinin kurulması" çagrısında bulunmayı hedefliyor.
İsveç raporda AB'nin hiçbir zaman Doğu Kudüs'ün ilhakını tanımadığını hatırlatıyor ve ekliyor "Eğer kalıcı bir çözüm bulunacaksa , iki devletin başkenti olacak Kudüs'ün statüsüne ilişkin bir çözüm bulunmalı." İsveç'in Konsey'e sunacağı raporun bu ifadelerle kabul edilmesi zor görünse de bu ifadelerin dile getirilmesi ve kayıt altına alınması dahi önmeli.
İsveç'in raporunu hazırlarken temel aldığı bir diğer raporda bu güne kadar yayımlanmayan Doğu Kudüs'te görev yapan AB konsoloslarının İsrail üzerine hazırladığı rapor. Le Monde gazetesinin (3.12.2009) ele geçirdiği rapordan bir kaç paragraf:
*"İsrail pratik yöntemlerle , şehirde yaşayan Filisitin toplumunu zayıf duruma düşürerek, kentsel gelişmesine mani olarak ve son olarakta Doğu Kudüs'ü Batı Şeriya'dan ayırarak Doğu Kudüs'u kendine bağlamaya çalışıyor."
*İsrail'in stratejisi: " hızlı bir şekilde , Duğu Kudüs'ün Filistin başkenti olabilme şansını zayıflatmak ve bilinçli bir politika sürdürerek iki devletli bir çözümü gittikçe zorlaştırıyor" olarak ifade ediliyor.
*Rapor aynı zamanda İsrail hükümetinin demografik yapıyı değiştirmeye dönük planlı bir şekilde çalıştığının da altını çiziyor. Doğu Kudüs'ün yüzde otuzu İsrail hükümeti tarafından Kudüs Belediyesi ile birlikte bu güne kadar istimlak edildi ve "bu demografik savaşta , İsrail Doğu Kudüs'te kontrolü sağlamak için haksız yerleşim politikasını kullanmıştır" deniliyor.
*Avrupalı diplomatların hazırladıkları rapor İsrail'in stratejik bir vizyon içinde hareket ettiğini ifade ettikten sonra "bu haksız yerleşim, görüşmeler çerçevesinde Doğu Kudüs'ün gelecekte ki statüsüne zarar veriyor ve Doğu Kudüs'ün kurulacak bir Filistin devletinin başkenti olmasını imkansız hale getiriyor."
İsveç'in Konsey'e sunacağı raporun Doğu Kudüs'e ilişkin bölümlerinin bu şekliyle kabul görmesi zor görünüyor. AB devletleri , AB Kudüs Konsoloslarının hazırladığı rapora rağmen İsrail ile ilgili ifadelerin hafifletilmesi bekleniyor. Aslında üye devletlerin önemli bir çoğunluğu bu görüşe yakın duruyor ancak İsrail ile olan ikili ilişkilerin bozulmasını istemiyorlar.
AB, Afganistan ve Irak konularında olduğu gibi İsrail-Filisitin meselesinde de tek bir ağızdan konuşmakta zorlanıyor. İsrail'in Gazze saldırısından sonra AB'nin İsrail ile imzaladığı "startejik ortaklık" antlaşmasını askıya almasında o günlerde yükselen tepkilerin önemli bir rol oynadığı bilinmekte. 1 Ocak'ta görev başına geçecek AB "Dışişleri Bakanı" Ashton'un bu anlamda işi zor. Özellikle Orta Doğu meselesinde AB'yi oluşturan büyük devletlerin her birinin kendine dönük hesaplarının olduğunu bilinmekte.
Görev süresinin sonuna gelen AB Dışpolitika Yüksek Temsilcisi Javier Solana'nın çizgisi bu anlamda çok tutarlı değildi. Örneğin 23 Temmuz 2009 tarihli demecinde BM'nin müzakerelerin bitiş tarihini belirlemesi gerektiğini ve bu süre zarfında bir çözüm bulunamassa BM'nin İsrail ve Filistin'e rağmen bir çözümü dayatması gerektiği söylüyordu. Bu çıkşına İsrail'den tepki yağmıştı. Gelen tepkiler anlaşılan Solana'yı rahatsız etmiş olmalı ki 24 Ekim günü İsrailli yetkililerle yaptığı bir toplantıda İsrail'in AB'nin 28. ülkesi olduğunu söylemekle kalmadı aynı zamanda müzakereleri süren Hırvatistan'ı da kullanmaktan çekinmedi ve salondaki topluluğa dönerek:"Aramızda Hırvatistan Cumhurbaşkanı'nı göremiyorum, burada olmadığı için size şunu söylemeliyim Hırvatistan AB'ye girmeye aday bir devlet , sizin AB ile olan ilişkileriniz Hırvatistan'dan çok daha güçlü. Ona (Hırvatistan'a) sözlerimi tekrar etmeyin" diyerek İsraillilerin gönlünü kazanmaya çalışıyordu.
İsveç Dönem Başkanlığı çerçevesinde Konsey'e sunmaya hazırlandığı rapor değişikliğie uğrasa da , AB Konsoloslarının raporu ile birlikte, yaşananlara ilişkin tarihe düşülmüş bir not olarak değeri tartışmasız çok büyük.
İsveç AB Konsey'ine sunacağı raporda "müzakerelerin bir an önce başlamasını ve kabul edilecek bir takvim çerçevesinde iki devletli bir çözüme götürecek bağımsız, demokratik, yaşayabilir, Batı Şeriya ile Gazze'yi birbirine bağlayan bir toprak bütünlüğü içinde ve Doğu Kudüs'ün başkent olduğu bir Filistin devletinin kurulması" çagrısında bulunmayı hedefliyor.
İsveç raporda AB'nin hiçbir zaman Doğu Kudüs'ün ilhakını tanımadığını hatırlatıyor ve ekliyor "Eğer kalıcı bir çözüm bulunacaksa , iki devletin başkenti olacak Kudüs'ün statüsüne ilişkin bir çözüm bulunmalı." İsveç'in Konsey'e sunacağı raporun bu ifadelerle kabul edilmesi zor görünse de bu ifadelerin dile getirilmesi ve kayıt altına alınması dahi önmeli.
İsveç'in raporunu hazırlarken temel aldığı bir diğer raporda bu güne kadar yayımlanmayan Doğu Kudüs'te görev yapan AB konsoloslarının İsrail üzerine hazırladığı rapor. Le Monde gazetesinin (3.12.2009) ele geçirdiği rapordan bir kaç paragraf:
*"İsrail pratik yöntemlerle , şehirde yaşayan Filisitin toplumunu zayıf duruma düşürerek, kentsel gelişmesine mani olarak ve son olarakta Doğu Kudüs'ü Batı Şeriya'dan ayırarak Doğu Kudüs'u kendine bağlamaya çalışıyor."
*İsrail'in stratejisi: " hızlı bir şekilde , Duğu Kudüs'ün Filistin başkenti olabilme şansını zayıflatmak ve bilinçli bir politika sürdürerek iki devletli bir çözümü gittikçe zorlaştırıyor" olarak ifade ediliyor.
*Rapor aynı zamanda İsrail hükümetinin demografik yapıyı değiştirmeye dönük planlı bir şekilde çalıştığının da altını çiziyor. Doğu Kudüs'ün yüzde otuzu İsrail hükümeti tarafından Kudüs Belediyesi ile birlikte bu güne kadar istimlak edildi ve "bu demografik savaşta , İsrail Doğu Kudüs'te kontrolü sağlamak için haksız yerleşim politikasını kullanmıştır" deniliyor.
*Avrupalı diplomatların hazırladıkları rapor İsrail'in stratejik bir vizyon içinde hareket ettiğini ifade ettikten sonra "bu haksız yerleşim, görüşmeler çerçevesinde Doğu Kudüs'ün gelecekte ki statüsüne zarar veriyor ve Doğu Kudüs'ün kurulacak bir Filistin devletinin başkenti olmasını imkansız hale getiriyor."
İsveç'in Konsey'e sunacağı raporun Doğu Kudüs'e ilişkin bölümlerinin bu şekliyle kabul görmesi zor görünüyor. AB devletleri , AB Kudüs Konsoloslarının hazırladığı rapora rağmen İsrail ile ilgili ifadelerin hafifletilmesi bekleniyor. Aslında üye devletlerin önemli bir çoğunluğu bu görüşe yakın duruyor ancak İsrail ile olan ikili ilişkilerin bozulmasını istemiyorlar.
AB, Afganistan ve Irak konularında olduğu gibi İsrail-Filisitin meselesinde de tek bir ağızdan konuşmakta zorlanıyor. İsrail'in Gazze saldırısından sonra AB'nin İsrail ile imzaladığı "startejik ortaklık" antlaşmasını askıya almasında o günlerde yükselen tepkilerin önemli bir rol oynadığı bilinmekte. 1 Ocak'ta görev başına geçecek AB "Dışişleri Bakanı" Ashton'un bu anlamda işi zor. Özellikle Orta Doğu meselesinde AB'yi oluşturan büyük devletlerin her birinin kendine dönük hesaplarının olduğunu bilinmekte.
Görev süresinin sonuna gelen AB Dışpolitika Yüksek Temsilcisi Javier Solana'nın çizgisi bu anlamda çok tutarlı değildi. Örneğin 23 Temmuz 2009 tarihli demecinde BM'nin müzakerelerin bitiş tarihini belirlemesi gerektiğini ve bu süre zarfında bir çözüm bulunamassa BM'nin İsrail ve Filistin'e rağmen bir çözümü dayatması gerektiği söylüyordu. Bu çıkşına İsrail'den tepki yağmıştı. Gelen tepkiler anlaşılan Solana'yı rahatsız etmiş olmalı ki 24 Ekim günü İsrailli yetkililerle yaptığı bir toplantıda İsrail'in AB'nin 28. ülkesi olduğunu söylemekle kalmadı aynı zamanda müzakereleri süren Hırvatistan'ı da kullanmaktan çekinmedi ve salondaki topluluğa dönerek:"Aramızda Hırvatistan Cumhurbaşkanı'nı göremiyorum, burada olmadığı için size şunu söylemeliyim Hırvatistan AB'ye girmeye aday bir devlet , sizin AB ile olan ilişkileriniz Hırvatistan'dan çok daha güçlü. Ona (Hırvatistan'a) sözlerimi tekrar etmeyin" diyerek İsraillilerin gönlünü kazanmaya çalışıyordu.
İsveç Dönem Başkanlığı çerçevesinde Konsey'e sunmaya hazırlandığı rapor değişikliğie uğrasa da , AB Konsoloslarının raporu ile birlikte, yaşananlara ilişkin tarihe düşülmüş bir not olarak değeri tartışmasız çok büyük.