İlker Paşa'ya kötü haber
Haber 7 yazarı Osman Özsoy, İlker Başbuğ ve Genelkurmay ile alakalı yazdığı yazısını köşesine taşıdı.
İşte Ozman Özsoy'un Genelkurmay ve kamuoyunun askere olan güveni ile alakalı yazısı;
Beyaz eşya markası Bosch mağazalarında kurucusu Robert Bosch’un güzel bir sözü vardır; “İnsanların güvenini kaybetmektense, para kaybetmeyi tercih ederim” der.
Dilerim bugünlerde Genelkurmay Karargahı’nda çalışan aklıselim sahibi tüm kurmay heyeti böyle bir hassasiyet ve özeleştiri içindedir.
Üzgünüz ama genel tablo böyle görünmüyor. Sanırız şu anda Karargah’a hakim olan genel anlayış, “Aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık” şeklinde olmalı...
İlker Paşa’nın şu an içinde bulunduğu durumu yukarıdakinden daha iyi anlatan hangi atasözü vardır bilemiyorum.
İletişim Sosyolojisi derslerimizde iletişim hatalarını da güncel örnekler üzerinden tartışmaya açıyoruz. Sayın Bülent Arınç’a suikast hazırlığı iddiasıyla ilgili tartışmaların başlamasından 4-5 gün sonra Genelkurmay’ın web sayfasından yapılan açıklamanın ardından, konuyla ilgili ilk değerlendirmeleri almak üzere tüm haber kanallarını, internet sitelerini ve sonraki günlerde yazılı basını yakından takip ettim. Derslerimizde çok çarpıcı örnekler olarak yer alacak önemli donelerle karşılaştık.
Eğer İlker Paşa’da açıklamanın ardından medyayı yakından izledi ise mide krampları geçirmiş olabilir.
Kaldı ki Genelkurmay’ı yıllardır yakından izleyen meslektaşlarımız, yapılan açıklamaların ardından komuta kademesinin ekran karşısına geçip medya yansımalarını yakından izlediğini söylüyorlar.
Daha önceki yıllarda Genelkurmay açıklamaları yapıldığında bir askeri talimde “kıt’a dur” denilmiş gibi sistem durur, herkes sağdan soldan hizaya geçerek yapılan açıklamaları hiç tartışmasız takdis ederdi.
Genelkurmay saati ile Çarşamba günü saat 15.40’da yapılan açıklamadan sonra haber kanallarına bağlanan Türkiye’nin tanınmış isimlerinden büyük bölümü, Genelkurmay’ın yaptığı açıklamalara ihtiyatla yaklaşmak gerektiğini, İlker Paşa’nın göreve geldiği günden bu yana yaptığı sözlü açıklamalar dahil Karargah’tan yapılan açıklamaların büyük bölümünün daha sonra ortaya çıkan gerçeklerle örtüşmediğini kaydettiler. Açıklama inandırıcı ve ikna edici bulunmadı.
Açıklamanın ardından kaleme sarılarak dün yayınlanan yazılarını kaleme alan gazetecilerin değerlendirmeleri ise Genelkurmay açısından hiçte alışık olunmayan yorumlar içeriyordu.
Türkiye’nin etkili gazetelerinde yazan birçok gazeteci Genelkurmay açıklamalarına olan güvenini yitirmiş görünüyordu. Örneğin bir gazeteci “Yerseniz, asker böyle diyor” başlığını koymuş yazısına. Bir başkası, “Meselenin ciddiyetine göre davranalım” yazmış.
Balçiçek Pamir’in Habertürk’te Genelkurmay’ın açıklaması ile ilgili değerlendirmelerini sorduğu ünlü bir sanatçı sıcağı sıcağına şu yorumu yaptı kameralar önünde: “Genelkurmay ‘suikast yok’ dedi diye biz de inandık! Artık her söyleneni yutmadığımızı herkes bilmeli...”
Şu ifadelere bakar mısınız? “Yerseniz...”, “ Biz de inandık...”
Yanaşma gazetecilerin bir kısmı da eski alışkanlıkları ile vaziyeti örtbas edelim, sulandıralım derken, komik duruma da düşüyorlar. Nitekim Türkiye’nin saygın gazetecilerinden, herkesin sevgisini ve saygısını kazanmış olan Haşmet Babaoğlu bu tür gazeteciler için şunları yazdı: “Bir de gazeteci olacaklar! Sanırsınız ki, bunca yıl İsviçre'de yaşamış, görev yapmışlar!.. Sanırsınız ki, daha dün doğmuş, bugün gazeteciliğe başlamışlar da, siyasal tarihimizin aynı zamanda faili meçhul suikastlar zincirinden oluştuğunu bilmiyorlar!..”
Yapılan ölçüsüz değerlendirmeler üzerine gazeteci Mustafa Karaalioğlu: “Bu kadar insanlıktan uzak, bu kadar olayı kavramaktan aciz bir sulandırma hareketi görmedim. Yani adamın ölmesi mi lazım olayı ciddiye almamız için” demek zorunda kalmış.
Ülke cephesinde genel manzara böyle...
En büyük kaybımız...
Çok üzgünüm ama, artık kamuoyu Karargah’tan yapılan açıklamalara inanmıyor, güvenmiyor.
Daha da kötüsü, Hükümet üyeleri bile artık açıklamaları tatmin edici bulmuyor. Hükümetin resmi kaynaklardan edindiği bilgilerle, Genelkurmay açıklamaları örtüşmüyor. Güven bunalımı derinleşiyor. Cevap bekleyen sorular giderek artıyor.
Bırakın son tartışma konusunu, 1 yılda 6 subayını şüpheli ölüme kurban veren TSK’nın bu konuda kamuoyunu ikna edecek bir açıklama yapmaması ve olayların örtbas edilmeye çalışıldığı gibi izlenim oluşması zihinleri kurcalıyor.
Eline pimi çekilmiş el bombası tutuşturularak hayatını kaybeden 4 askerimize ait olay, TSK açısından bir milattır. Güven kaybının en önemli yansıması da ne biliyor musunuz? Giderek artan oranda şehid aileleri “iyi ama bizim evladımız neden öldü?” diye sorguluyor, giderek zihinlerde “acaba” lar artıyor. Medya konunun üzerine gitmeseydi birçok olayın gerçek boyutundan kimsenin haberi olmayacaktı.
Göreceksiniz, Bingöl’de 1993 yılında pusuya kurban giden 33 askerimizde olduğu gibi, yakında Reşadiye Olayı’nın gerçek yüzü de patlayacaktır. Birileri göstere göstere oynuyor bu ülkenin kaderi ile ama, Türkiye eski Türkiye değil, hala bunun farkında değiller.
Altını özenle çiziyorum: En güzide varlıkları olan evlatlarını kınalayarak kışlaya teslim eden bir toplum için zihinlerinde kuruma karşı oluşabilecek bir güvensizlik, bir ülkenin karşılaşabileceği en büyük kayıptır. Bu durum Robert Bosch’un ifade ettiği kayıptan milyonlarca defa daha bir büyük felakettir.
Silahlı Kuvvetleri’n kamuoyundaki imajını ve itibarını bu reddeye getirenler bunu hesabını vermelidirler. Ülke bunu hak etmediği gibi, bu ölçüde bir güven kaybı güvenlik parametleri açısından da büyük bir risktir.
Karargah’ı yönetenler, 'Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık' şeklinde ikilemde kalacaklarına, gerçeğin, sadece gerçeğin yanında olsalar kendilerine de, ülkeye de en büyük hizmeti yapmış olurlar. Yoksa kendileri de altında kalırlar.
Beyaz eşya markası Bosch mağazalarında kurucusu Robert Bosch’un güzel bir sözü vardır; “İnsanların güvenini kaybetmektense, para kaybetmeyi tercih ederim” der.
Dilerim bugünlerde Genelkurmay Karargahı’nda çalışan aklıselim sahibi tüm kurmay heyeti böyle bir hassasiyet ve özeleştiri içindedir.
Üzgünüz ama genel tablo böyle görünmüyor. Sanırız şu anda Karargah’a hakim olan genel anlayış, “Aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık” şeklinde olmalı...
İlker Paşa’nın şu an içinde bulunduğu durumu yukarıdakinden daha iyi anlatan hangi atasözü vardır bilemiyorum.
İletişim Sosyolojisi derslerimizde iletişim hatalarını da güncel örnekler üzerinden tartışmaya açıyoruz. Sayın Bülent Arınç’a suikast hazırlığı iddiasıyla ilgili tartışmaların başlamasından 4-5 gün sonra Genelkurmay’ın web sayfasından yapılan açıklamanın ardından, konuyla ilgili ilk değerlendirmeleri almak üzere tüm haber kanallarını, internet sitelerini ve sonraki günlerde yazılı basını yakından takip ettim. Derslerimizde çok çarpıcı örnekler olarak yer alacak önemli donelerle karşılaştık.
Eğer İlker Paşa’da açıklamanın ardından medyayı yakından izledi ise mide krampları geçirmiş olabilir.
Kaldı ki Genelkurmay’ı yıllardır yakından izleyen meslektaşlarımız, yapılan açıklamaların ardından komuta kademesinin ekran karşısına geçip medya yansımalarını yakından izlediğini söylüyorlar.
Daha önceki yıllarda Genelkurmay açıklamaları yapıldığında bir askeri talimde “kıt’a dur” denilmiş gibi sistem durur, herkes sağdan soldan hizaya geçerek yapılan açıklamaları hiç tartışmasız takdis ederdi.
Genelkurmay saati ile Çarşamba günü saat 15.40’da yapılan açıklamadan sonra haber kanallarına bağlanan Türkiye’nin tanınmış isimlerinden büyük bölümü, Genelkurmay’ın yaptığı açıklamalara ihtiyatla yaklaşmak gerektiğini, İlker Paşa’nın göreve geldiği günden bu yana yaptığı sözlü açıklamalar dahil Karargah’tan yapılan açıklamaların büyük bölümünün daha sonra ortaya çıkan gerçeklerle örtüşmediğini kaydettiler. Açıklama inandırıcı ve ikna edici bulunmadı.
Açıklamanın ardından kaleme sarılarak dün yayınlanan yazılarını kaleme alan gazetecilerin değerlendirmeleri ise Genelkurmay açısından hiçte alışık olunmayan yorumlar içeriyordu.
Türkiye’nin etkili gazetelerinde yazan birçok gazeteci Genelkurmay açıklamalarına olan güvenini yitirmiş görünüyordu. Örneğin bir gazeteci “Yerseniz, asker böyle diyor” başlığını koymuş yazısına. Bir başkası, “Meselenin ciddiyetine göre davranalım” yazmış.
Balçiçek Pamir’in Habertürk’te Genelkurmay’ın açıklaması ile ilgili değerlendirmelerini sorduğu ünlü bir sanatçı sıcağı sıcağına şu yorumu yaptı kameralar önünde: “Genelkurmay ‘suikast yok’ dedi diye biz de inandık! Artık her söyleneni yutmadığımızı herkes bilmeli...”
Şu ifadelere bakar mısınız? “Yerseniz...”, “ Biz de inandık...”
Yanaşma gazetecilerin bir kısmı da eski alışkanlıkları ile vaziyeti örtbas edelim, sulandıralım derken, komik duruma da düşüyorlar. Nitekim Türkiye’nin saygın gazetecilerinden, herkesin sevgisini ve saygısını kazanmış olan Haşmet Babaoğlu bu tür gazeteciler için şunları yazdı: “Bir de gazeteci olacaklar! Sanırsınız ki, bunca yıl İsviçre'de yaşamış, görev yapmışlar!.. Sanırsınız ki, daha dün doğmuş, bugün gazeteciliğe başlamışlar da, siyasal tarihimizin aynı zamanda faili meçhul suikastlar zincirinden oluştuğunu bilmiyorlar!..”
Yapılan ölçüsüz değerlendirmeler üzerine gazeteci Mustafa Karaalioğlu: “Bu kadar insanlıktan uzak, bu kadar olayı kavramaktan aciz bir sulandırma hareketi görmedim. Yani adamın ölmesi mi lazım olayı ciddiye almamız için” demek zorunda kalmış.
Ülke cephesinde genel manzara böyle...
En büyük kaybımız...
Çok üzgünüm ama, artık kamuoyu Karargah’tan yapılan açıklamalara inanmıyor, güvenmiyor.
Daha da kötüsü, Hükümet üyeleri bile artık açıklamaları tatmin edici bulmuyor. Hükümetin resmi kaynaklardan edindiği bilgilerle, Genelkurmay açıklamaları örtüşmüyor. Güven bunalımı derinleşiyor. Cevap bekleyen sorular giderek artıyor.
Bırakın son tartışma konusunu, 1 yılda 6 subayını şüpheli ölüme kurban veren TSK’nın bu konuda kamuoyunu ikna edecek bir açıklama yapmaması ve olayların örtbas edilmeye çalışıldığı gibi izlenim oluşması zihinleri kurcalıyor.
Eline pimi çekilmiş el bombası tutuşturularak hayatını kaybeden 4 askerimize ait olay, TSK açısından bir milattır. Güven kaybının en önemli yansıması da ne biliyor musunuz? Giderek artan oranda şehid aileleri “iyi ama bizim evladımız neden öldü?” diye sorguluyor, giderek zihinlerde “acaba” lar artıyor. Medya konunun üzerine gitmeseydi birçok olayın gerçek boyutundan kimsenin haberi olmayacaktı.
Göreceksiniz, Bingöl’de 1993 yılında pusuya kurban giden 33 askerimizde olduğu gibi, yakında Reşadiye Olayı’nın gerçek yüzü de patlayacaktır. Birileri göstere göstere oynuyor bu ülkenin kaderi ile ama, Türkiye eski Türkiye değil, hala bunun farkında değiller.
Altını özenle çiziyorum: En güzide varlıkları olan evlatlarını kınalayarak kışlaya teslim eden bir toplum için zihinlerinde kuruma karşı oluşabilecek bir güvensizlik, bir ülkenin karşılaşabileceği en büyük kayıptır. Bu durum Robert Bosch’un ifade ettiği kayıptan milyonlarca defa daha bir büyük felakettir.
Silahlı Kuvvetleri’n kamuoyundaki imajını ve itibarını bu reddeye getirenler bunu hesabını vermelidirler. Ülke bunu hak etmediği gibi, bu ölçüde bir güven kaybı güvenlik parametleri açısından da büyük bir risktir.
Karargah’ı yönetenler, 'Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık' şeklinde ikilemde kalacaklarına, gerçeğin, sadece gerçeğin yanında olsalar kendilerine de, ülkeye de en büyük hizmeti yapmış olurlar. Yoksa kendileri de altında kalırlar.