ANALIZ - Ikinci Berlin Konferansi, Libya'nin Gelecegi Ve Türkiye
Konferansin sonuç bildirgesinde yer alan baslica çagri ve tavsiyeler ilkesel olarak reddedilecek bir çerçeveye sahip degilmis gibi bir izlenim veriyor ancak temek zorluk bu çerçevenin somutlastirilmasi, siyasi bir sürece dönüstürülerek hayata geçirilmesi Darbeci Hafter sahip oldugu askeri kapasite, niyet ve arkasindaki yabanci güçlerle genel anlamda Libya için, daha özelde ise BM gözetimindeki mevcut geçis sürecinin basariyla sonuçlandirilmasi bakimindan bir tehdit oldugunu gösteriyor Türk askeri varliginin, BAE parasi ile finanse edilen Afrikali parali savasçilar ya da Rusya’nin gayriresmi harp unsuru Wagner ile ayni kefede degerlendirilmesi hukuken de siyasi açidan da kabul edilemez Türkiye, hükümetinin kararliligi, güvenlik kurumlarinin kapasitesi ve Libya politikasina destek veren genis kamuoyu destegi ile Dogu Akdeniz’deki varligini da Libya’daki misyonunu da devam ettirecektir.
Sonuç bildirgesinden anlasilacagi üzere Ikinci Berlin Konferansi da agirlikli olarak bu konulara odaklandi. Güvenlik sektörünün reforme edilerek birlesik, sivil ve gözetime tabi bir otoriteye siki bir sekilde bagli olmasi, insan haklari ihlalleri ile uluslararasi hukuka yönelik ihlallerin ele alinmasi, geçis dönemi adalet sürecinin baslatilmasi, geçmisteki çatismalarin geride birakilmasina yönelik çagrilarin yadirganacak bir tarafi yok. Bunlarin yani sira en sik tartisma konusu olan ve konferansin da odagindaki esas konular ise “24 Aralik seçimlerinin belirlendigi sekilde gerçeklesmesi için gerekli anayasal ve hukuki düzenlemeler uygulanmasi”, seçimlerin zamaninda yapilmasi ve ülkedeki yabanci güçler ve parali askerlerin gecikmeksizin Libya'dan çekilmesi idi. Türkiye Libya’da görevli egitmen ve danismanlarinin gayrimesru parali askerlerle ayni kefeye konuldugu gerekçesiyle hakli olarak bu son maddeye çekince koydu.
- Soyut ilkeler politikaya dönüsür mü?
Bildirgede yer alan baslica çagri ve tavsiyeler ilkesel olarak reddedilecek bir çerçeveye sahip degilmis gibi bir izlenim veriyor. Fakat temek zorluk bu çerçevenin somutlastirilmasi, siyasi bir sürece dönüstürülerek hayata geçirilmesi. Bildirgede ortaya konulan ilkeler ve soyut anlamda yapilan çagrilarin gerçek kosullar çerçevesinde yorumlanmasi arasinda ciddi bir makas farki var. Birkaç örnek vermek gerekirse; bildirgede seçimlerin yapilmasi gerektigi ifade edilirken, bunun önündeki temel zorluklar görmezden geliniyor. Libya’nin bütünlügüne vurgu yapilirken, bu anlamda tehdit olusturan güçler gözden kaçiriliyor. Insan haklari ve adalet kavramlari gelisigüzel kullanilirken, toplu katliamlarin failleri zikredilmiyor. Birlesik Arap Emirlikleri’nin (BAE) finanse ettigi parali savasçilar ile Libya’da siyasi sürecin baslamasini mümkün kilan Türk askeri varligi ayni cümle içinde zikredilerek esitlenmeye çalisiliyor. Bu tablo konferansin iyi niyetine ragmen, somut sonuçlara varmasinin neden çok zor oldugunu da gözler önüne seriyor. Sonuç olarak sahadaki gelismeler iyi niyetli açiklamalar ve ilkesel dogruculukla degil, politik irade ve iktidar araçlari ile sekillenecek.
Konferansa katilan ve “Libyalilarin öncülügünde BM tarafindan yürütülen siyasi sürece ve Libya'nin egemenligine, bagimsizligina, toprak bütünlügüne ve ulusal birligine olan güçlü bagliliklarini yineleyen” uluslararasi aktörlerin de sinavi burada basliyor. Nitekim konferansin ardindan yapilan açiklamalara bakildiginda, neredeyse tüm aktörlerin sonuç bildirgesindeki maddeleri kendince yorumlamaya devam ettigini ifade etmek mümkün. Bu kapsamda en dikkat çekici açiklama ise Hafter’den geldi. Konferansin ardindan sosyal medyaya yansiyan açiklamalarinda Hafter, “Seçimlerin vaktinde yapilmamasi halinde gerçek savas aninin gelecegini ve Trablus’u kurtaracaklarini” söyledi. Bu ifadeler bile aslinda Libya’daki siyasi kosullari açik bir sekilde ortaya koyuyor ve Berlin Konferansinda çizilen çerçevenin neden kolay kolay somutlasamayacagina isaret ediyor.
Hafter’in sözleri, kendisinin öncülük ettigi yabanci milis kuvvetlerinin ve bunlarin Libya’nin siyasi ve ülkesel bütünlügüne bir tehdit olmaya devam ettiklerine dair açik isaretler. Baska bir deyisle Hafter, sahip oldugu askeri kapasite, niyet ve arkasindaki yabanci güçlerle genel anlamda Libya için, daha özelde ise BM gözetimindeki mevcut geçis sürecinin basariyla sonuçlandirilmasi açisindan bir tehdit oldugunu gösteriyor. Hafter’in bu çikisini, seçimlerde aday olma istegine baglayan yorumlar da mevcut. Ancak Hafter’in bu yaklasiminda somutlasan tehdit, seçim süreci ve kendi adayligini dayatmanin ötesinde boyutlara isaret ediyor. Dolayisiyla eger Libya siyasi geçis süreci BM ve Berlin Konferanslar dizisinin çizdigi çerçevede basari ile sonuçlanacaksa öncelikle Libya’daki gerçek ve somut tehditlerin elimine edilmesi gerekiyor. Hafter -isbirligi yaptigi yerli ve dis destekçileri sayesinde- emrindeki yabanci parali savasçilarla, arkasindaki gayrimesru dis desteklerle, isledigi cürümler ve toplu sivil katliamlariyla, Libya’yi ikiye bölen siyasi irade destegi, darbeci yöntemleri ve her an harekete geçerek yeniden iç savas yaratma potansiyeli ile Berlin Konferanslarinda belirlenen tüm ilkeleri çignemeye devam ediyor.
- Türkiye’nin pozisyonu
Türkiye ilkesel olarak ne BM’nin misyonuna ne de Berlin Konferanslarindaki çerçeveye (serh koydugu madde hariç) itiraz ediyor. Dahasi, Libya hükümeti Türkiye’nin kendi ülkelerinde üstlendigi misyonun farkinda. Bu misyon temelde Libya’nin siyasi ve ülkesel bütünlügü için gerekli kosullarin saglanmasi ve geçis sürecinin basariya ulasmasi. En üst düzeyde gerçeklesen karsilikli ziyaretler, imza atilan anlasmalar ve her firsatta mevcut isbirligine yapilan vurgu bu duruma isaret ediyor. Buna karsilik Türkiye’nin Dogu Akdeniz, Afrika ve hatta Orta Dogu politikasi açisindan Libya’nin tasidigi önem de yerli yerinde duruyor. Bu durumda Türkiye’nin Libya’da bir oldubittiye göz yummasi beklenemez. Berlin Konferansinda Türk askeri varliginin ülkedeki yabanci parali askerlerle ayni kefeye koyulmasina itiraz etmesi de gayet dogal. Çesitli aktörlerin Türkiye’nin Libya’daki askeri varligini sorun haline getirmesi için Dibeybe hükümetine baski yaptigi biliniyor. Fakat Dibeybe hükümeti, Türkiye’nin misyonunun farkinda oldugu için bu baskiya direndi. Berlin Konferansinda Türk askeri varligi ile yabanci parali askerlerin ayni kefeye konulmaya çalisilmasi ise bu durumun uluslararasi bir konsensüse çevrilmeye çalisildigina isaret ediyor.
Halbuki Türk askeri varligi ile Libya’daki yabanci parali askerler arasinda uluslararasi hukuk, tasidiklari misyonlar ve Libya’daki kabulleri açisindan çok temel farklar var. Uluslararasi hukuk açisindan bakildiginda Türk askeri varliginin Libya hükümeti tarafindan davet edilmis olmasi nedeniyle mesruiyeti tartismaya açik degil. Misyon açisindan baktigimizda parali askerlerin Libya’nin iç savasa sürüklenmesi, Hafter darbesi ve ülkenin bölünmesinde bir aparat oldugu gün gibi ortada. Türk askeri varligi ise önce siyasi çözüm müzakereleri için kosullari saglayan baslica unsur oldu, simdi ise siyasi sürecin basariya ulasmasinda temel aktör pozisyonunda. Siradan Libyalilarin gözünde ise Türkiye-Libya isbirligi Libya’nin yeniden insasi için kabul görmüs bir unsur durumunda. Baska bir deyisle, Libyalilarin gözünde birçok aktör isgalci olarak degerlendirilirken Türkiye, Libya’da yukarda zikredilen misyonlari tasiyan bir ülke konumunda. Bu farklar ortada iken Türk askeri varliginin, BAE parasi ile finanse edilen Afrikali parali savasçilar ya da Rusya’nin gayriresmi harp unsuru olan Wagner ile ayni kefede degerlendirilmesi hukuken de siyasi açidan da kabul edilemez.
Sonuç olarak, Türkiye’nin Libya’daki misyonu ve Türkiye-Libya isbirliginin hukuki zemini de siyasi baglami da basladigi dönemki mesruiyetini ve gerekliligini koruyor. Bu kosullarda Türkiye’yi Libya denkleminden çikaracak bir gücün olmadigini da ifade etmek gerekiyor. Türkiye, hükümetinin kararliligi, güvenlik kurumlarinin kapasitesi ve Libya politikasina destek veren genis kamuoyu destegi ile Dogu Akdeniz’deki varligini da Libya’daki misyonunu da devam ettirecektir.
[Orta Dogu’da otoriteryenizm, asker-sivil iliskileri, vekalet savaslari ve çatisma alanlarinda çalisan Doç. Dr. Veysel Kurt Istanbul Medeniyet Üniversitesi ögretim üyesidir]