ANALİZ - BM Libya Krizinde Yetersiz Kalıyor
Libya krizindeç BM çatısı altında ortaya konan girişimler, örgütün krizin kırılma noktalarını öngöremediğini ve güvenlik ikilemini azaltacak güvenlik garantileri sağlayamadığını defalarca kanıtladı Hafter’in Trablus saldırısına karşılık başta Misrata ve Zintan olmak üzere başkent ve civarında varlık gösteren silahlı gruplar bu saldırganlık karşısında ortak bir tavır sergileyerek dengeleyici bir ittifak kurdular 4 Nisan’dan bugüne çatışmaların seyrine bakılacak olursa tarafların birbirlerine net bir üstünlük sağlayamadığı tıkanmışlıktan söz edilebilir.
İSTANBUL -FURKAN POLAT- 4 Nisan 2019’da Halife Hafter liderliğindeki Libya Ulusal Ordusu’na bağlı bilirliklerin başkent Trablus’a yönelik operasyon başlatmasıyla, sekiz yıldır ülkede yaşanan iç savaşta yeni bir aşamaya geçildi. Hafter’in hamlesine karşılık başta Misrata ve Zintan olmak üzere başkent ve civarında varlık gösteren silahlı gruplar bu saldırganlık karşısında ortak bir tavır sergileyerek dengeleyici bir ittifak kurdular. 4 Nisan’dan bugüne çatışmaların seyrine bakılacak olursa tarafların birbirlerine net bir üstünlük sağlayamadığı tıkanmışlıktan söz edilebilir. Çatışmaların başlamasından kısa süre sonra Hafter’e bağlı birlikler başkent civarında ciddi ilerlemeler kaydetseler de dengeleyici ittifakın oluşması ve özellikle de Misrata kentinden gelen birliklerin sahaya inmesi bugünkü denge durumunu sağladı.
Trablus savaşında yaşanan bu tıkanmışlık karşısında aktörlerin nasıl bir davranış göstereceği ve olası senaryolar Libya gündemindeki en önemli meseledir. Aktörlerin ve özellikle Hafter’in mevcut dengeye rağmen geri adım atmaması saldırgan stratejilerin aktörler tarafından tercih edilmeye devam edeceğini gösteriyor. İşte tam bu noktada söz konusu saldırganlığın nedeni hem Hafter’in Trablus operasyonu hem de mevcut çıkmazın aşılması konusunda aktörlerin olası hamleleri hakkında ipucu veriyor. Başka bir ifadeyle aktörleri saldırgan davranmaya iten şartlar, Trablus’taki yaşadıkları tıkanmışlığı aşmalarına da imkan sağlamaktadır. Bu durumda cevaplanması gereken soru şudur: Aktörleri saldırgan davranmaya iten şartlar neler?
Bu sorunun teoride birbiriyle ilişkili iki cevabı bulunuyor. Birincisi, Kaddafi rejiminin yıkılmasından sonra ülkenin karşı karşıya kaldığı anarşi problemi. 2011 yılında merkezi otoritenin tamamıyla çökmesi ve buna karşılık geçiş sürecinde modern devlet kurumlarının oluşturulamaması, aktörleri tarihsel olarak devletlerin dikkate almak zorunda oldukları ilk şeye, yani güvenlik problemine odaklanmak zorunda bıraktı. Bu zorunluluk, çoğu zaman rekabet eden grupların güvenlik için gerekenden daha fazla güç biriktirdiği ve dolayısıyla başkalarını tehdit etmeye başladığı bir noktaya kadar devam eder. İkincisi, merkezi otoritenin çökmesiyle aktörlerin stratejik hesaplama ve davranışlarına etki eden saldırı-savunma dengesidir. İlk kez Barry Posen tarafından etnik çatışmaların yaşandığı iç savaşlara uyarlanan saldırı-savunma dengesi yaklaşımı Libya’daki aktörlerin davranışlarını anlama açısından uygun bir zemin sunuyor. Davranışların/stratejilerin belirlenmesinde etkili olan saldırı-savunma dengesinde, dengenin ne yöne evrileceğini belirleyen iki değişken vardır: Coğrafya ve teknoloji. Posen’in ifadesiyle “Coğrafya belirli nedenlerle belirli aktörleri saldırgan kılan durumsal değişkendir. Siyasi coğrafya, merkezi otoritenin çökmesiyle saldırıların hâkim olduğu bir dünya meydana getirecektir. Bazı gruplar daha fazla saldırı kapasitesine sahip olacaklardır çünkü diğer grupların bir kısmını veya tamamını etkili bir şekilde çevreleyeceklerdir.”
Hafter açısından Trablus operasyonu, kaçınılmaz olarak, tam da coğrafi üstünlüğün doğurduğu imkan ve koşullar çerçevesinde kabul edilebilir. 2014’te Bingazi’de başlayan ve sırasıyla Libya’nın doğusu ve bu yıl içerisinde güneyine kadar genişleyen toprak kontrolü, Trablus ve Misrata gibi rakip grupların iki farklı cepheden kuşatma altına alınması anlamına geliyordu. Hafter’in Libya tasavvurunun güvenliği açısından, elde edilen bu coğrafi üstünlüğün söz konusu saldırganlığı tetiklediği aşikârdır. Hafter’in saldırganlığını arttıran coğrafi üstünlük, Ulusal Uzlaşı Hükümeti ve ona bağlı gruplar açısından ise bir kuşatılmışlık hissine yol açtı. Her ne kadar son çatışmaların fitilini ateşleyen Hafter olsa da, Nisan ayı öncesinde Misratalı milislerle Hafter’e bağlı birlikler arasında zaman zaman küçük sürtüşmelerin yaşanması ve Trabluslu milislerin kendi aralarındaki anlaşmazlıkları bir kenara iterek Trablus Koruma Gücü altında yeni bir ittifak kurmaları, Hafter karşıtı cephenin önleyici müdahale hazırlığında olduğuna işaret ediyordu.
Merkezi otoritenin çöktüğü ülkelerde aktörleri saldırganlığa iten ikinci değişken ise teknolojidir. Teknoloji genellikle belirli bir rekabette tüm aktörlerin askeri kapasitelerini etkileyen evrensel bir değişken olarak görülür. Ancak yerel aktörlerin askeri teknoloji geliştirme açısından devletler kadar hünerli olmadıkları dikkate alınırsa bu noktada belirleyici olacak şey, dış ülkelerle kurdukları asimetrik ittifak ilişkilerinin sağladığı askeri kapasite ve bu kapasiteler arasındaki farklılıktır. Bu bağlamda dış destek, çatışan taraflar için hayati bir öneme sahiptir. Özellikle Hafter’in başta Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır ve Fransa olmak üzere bölgesel ve küresel güçlerden aldığı askeri destek, hem 2014’ten bu yana Libya’nın doğusu ve güneyindeki yayılmacılığında hem de Trablus operasyonunun başlamasında belirleyici oldu. Öte yandan Ulusal Uzlaşı Hükümeti’ne (UUH) bağlı birlikler ise yereldeki güç dağılımında meydana gelen dengesizliği telafi etmek adına müttefik arayışına girişti ve insansız hava aracı ve zırhlı araç elde etti. UUH’nin bu hamlesi yereldeki güç dağılımının dengelenmesine imkan sağladığı gibi Hafter’in karşı hamleleriyle de aktörler arasında bir silahlanma yarışının yaşanmasına yani güvenlik ikilemi koşullarının oluşmasına yol açacaktır. Dolayısıyla silahlanma yarışı, aktörleri saldırgan stratejiler izlemeye ve saldırı-savunma dengesinin saldırı lehine devam etmesine neden olacaktır.
Sonuç olarak, 4 Nisan’da başlayan ve günümüze kadar devam eden çatışmalar, UUH tarafından dengeleyici bir ittifakın kurulmasıyla tıkanmışlık görüntüsü verse de, bu durum mevcut krizin barışçıl yöntemlerle çözüleceğine dair bir beklenti oluşturmamalıdır. Son birkaç gündür Libya krizinin çözümüne yönelik yeni bir zirve yapılacağı gündeme gelmekte ve bu zirveye olumlu bakanlar iyi niyetlerini, William Zartman’ın çatışma çözümlerinde çok sık dile getirilen “zarar veren yenişemezlik” argümanına dayandırıyorlar. Bu yaklaşıma göre çatışmanın sonuç üretmeyeceği anlaşılıncaya kadar taraflar çatışırlar ve bu çıkmaz onları anlaşmaya iter.
Ancak bu beklenti ve girişimler, iki sebepten ötürü sonuç üretmeyecektir. Birincisi, saldırı-savunma dengesinin hâlâ saldırı lehine varlığını sürdürmesidir. Mevcut tabloda Hafter’in sahip olduğu coğrafi üstünlük ve muhaliflerinin ise kuşatılmışlık hissi devam ediyor. Öte yandan tarafların silahlanma yarışı güvenlik ikilemi koşularının oluşmasına imkan tanıyor ve saldırgan stratejilerin izlenme olasılığını arttırmaktadır. Bu duruma karşılık Hafter’in görüşmelerin dışında tutulma seçeneği UUH tarafından gündeme getirilse de, yereldeki güç dağılımının belirleyici aktörlerinden birinin görüşmelere dâhil edilmemesi krize yol açan etkenlerin hasır altı edilmesi anlamına gelecektir.
İkincisi, Libya krizini çözmekle görevlendirilen BM Libya Destek Misyonu’nun saldırganlığı teşvik eden karakteristik davranışlarıdır. Şimdiye kadar BM çatısı altında ortaya konan girişimler, örgütün krizin kırılma noktalarını öngöremediğini ve güvenlik ikilemini azaltacak güvenlik garantileri sağlayamadığını defalarca kanıtlandı. Aksine söz konusu girişimler, Hafter’in kazanımlarını meşrulaştırmak ve yeni saldırılara hazırlanması için zaman kazandırmak dışında bir etki doğurmadı. Dolayısıyla her biri Libya bağlamında çatışan çıkarlara sahip olan devletlerin baskısıyla hareket eden BM gibi örgütlerden barışçıl bir çözüm beklemek gerçekçi olmayacaktır.
[Furkan Polat Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsü (ORMER) Libya masasında araştırma görevlisi olarak çalışmalarını sürdürmektedir]
Kaynak: AA
Trablus savaşında yaşanan bu tıkanmışlık karşısında aktörlerin nasıl bir davranış göstereceği ve olası senaryolar Libya gündemindeki en önemli meseledir. Aktörlerin ve özellikle Hafter’in mevcut dengeye rağmen geri adım atmaması saldırgan stratejilerin aktörler tarafından tercih edilmeye devam edeceğini gösteriyor. İşte tam bu noktada söz konusu saldırganlığın nedeni hem Hafter’in Trablus operasyonu hem de mevcut çıkmazın aşılması konusunda aktörlerin olası hamleleri hakkında ipucu veriyor. Başka bir ifadeyle aktörleri saldırgan davranmaya iten şartlar, Trablus’taki yaşadıkları tıkanmışlığı aşmalarına da imkan sağlamaktadır. Bu durumda cevaplanması gereken soru şudur: Aktörleri saldırgan davranmaya iten şartlar neler?
Bu sorunun teoride birbiriyle ilişkili iki cevabı bulunuyor. Birincisi, Kaddafi rejiminin yıkılmasından sonra ülkenin karşı karşıya kaldığı anarşi problemi. 2011 yılında merkezi otoritenin tamamıyla çökmesi ve buna karşılık geçiş sürecinde modern devlet kurumlarının oluşturulamaması, aktörleri tarihsel olarak devletlerin dikkate almak zorunda oldukları ilk şeye, yani güvenlik problemine odaklanmak zorunda bıraktı. Bu zorunluluk, çoğu zaman rekabet eden grupların güvenlik için gerekenden daha fazla güç biriktirdiği ve dolayısıyla başkalarını tehdit etmeye başladığı bir noktaya kadar devam eder. İkincisi, merkezi otoritenin çökmesiyle aktörlerin stratejik hesaplama ve davranışlarına etki eden saldırı-savunma dengesidir. İlk kez Barry Posen tarafından etnik çatışmaların yaşandığı iç savaşlara uyarlanan saldırı-savunma dengesi yaklaşımı Libya’daki aktörlerin davranışlarını anlama açısından uygun bir zemin sunuyor. Davranışların/stratejilerin belirlenmesinde etkili olan saldırı-savunma dengesinde, dengenin ne yöne evrileceğini belirleyen iki değişken vardır: Coğrafya ve teknoloji. Posen’in ifadesiyle “Coğrafya belirli nedenlerle belirli aktörleri saldırgan kılan durumsal değişkendir. Siyasi coğrafya, merkezi otoritenin çökmesiyle saldırıların hâkim olduğu bir dünya meydana getirecektir. Bazı gruplar daha fazla saldırı kapasitesine sahip olacaklardır çünkü diğer grupların bir kısmını veya tamamını etkili bir şekilde çevreleyeceklerdir.”
Hafter açısından Trablus operasyonu, kaçınılmaz olarak, tam da coğrafi üstünlüğün doğurduğu imkan ve koşullar çerçevesinde kabul edilebilir. 2014’te Bingazi’de başlayan ve sırasıyla Libya’nın doğusu ve bu yıl içerisinde güneyine kadar genişleyen toprak kontrolü, Trablus ve Misrata gibi rakip grupların iki farklı cepheden kuşatma altına alınması anlamına geliyordu. Hafter’in Libya tasavvurunun güvenliği açısından, elde edilen bu coğrafi üstünlüğün söz konusu saldırganlığı tetiklediği aşikârdır. Hafter’in saldırganlığını arttıran coğrafi üstünlük, Ulusal Uzlaşı Hükümeti ve ona bağlı gruplar açısından ise bir kuşatılmışlık hissine yol açtı. Her ne kadar son çatışmaların fitilini ateşleyen Hafter olsa da, Nisan ayı öncesinde Misratalı milislerle Hafter’e bağlı birlikler arasında zaman zaman küçük sürtüşmelerin yaşanması ve Trabluslu milislerin kendi aralarındaki anlaşmazlıkları bir kenara iterek Trablus Koruma Gücü altında yeni bir ittifak kurmaları, Hafter karşıtı cephenin önleyici müdahale hazırlığında olduğuna işaret ediyordu.
Merkezi otoritenin çöktüğü ülkelerde aktörleri saldırganlığa iten ikinci değişken ise teknolojidir. Teknoloji genellikle belirli bir rekabette tüm aktörlerin askeri kapasitelerini etkileyen evrensel bir değişken olarak görülür. Ancak yerel aktörlerin askeri teknoloji geliştirme açısından devletler kadar hünerli olmadıkları dikkate alınırsa bu noktada belirleyici olacak şey, dış ülkelerle kurdukları asimetrik ittifak ilişkilerinin sağladığı askeri kapasite ve bu kapasiteler arasındaki farklılıktır. Bu bağlamda dış destek, çatışan taraflar için hayati bir öneme sahiptir. Özellikle Hafter’in başta Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır ve Fransa olmak üzere bölgesel ve küresel güçlerden aldığı askeri destek, hem 2014’ten bu yana Libya’nın doğusu ve güneyindeki yayılmacılığında hem de Trablus operasyonunun başlamasında belirleyici oldu. Öte yandan Ulusal Uzlaşı Hükümeti’ne (UUH) bağlı birlikler ise yereldeki güç dağılımında meydana gelen dengesizliği telafi etmek adına müttefik arayışına girişti ve insansız hava aracı ve zırhlı araç elde etti. UUH’nin bu hamlesi yereldeki güç dağılımının dengelenmesine imkan sağladığı gibi Hafter’in karşı hamleleriyle de aktörler arasında bir silahlanma yarışının yaşanmasına yani güvenlik ikilemi koşullarının oluşmasına yol açacaktır. Dolayısıyla silahlanma yarışı, aktörleri saldırgan stratejiler izlemeye ve saldırı-savunma dengesinin saldırı lehine devam etmesine neden olacaktır.
Sonuç olarak, 4 Nisan’da başlayan ve günümüze kadar devam eden çatışmalar, UUH tarafından dengeleyici bir ittifakın kurulmasıyla tıkanmışlık görüntüsü verse de, bu durum mevcut krizin barışçıl yöntemlerle çözüleceğine dair bir beklenti oluşturmamalıdır. Son birkaç gündür Libya krizinin çözümüne yönelik yeni bir zirve yapılacağı gündeme gelmekte ve bu zirveye olumlu bakanlar iyi niyetlerini, William Zartman’ın çatışma çözümlerinde çok sık dile getirilen “zarar veren yenişemezlik” argümanına dayandırıyorlar. Bu yaklaşıma göre çatışmanın sonuç üretmeyeceği anlaşılıncaya kadar taraflar çatışırlar ve bu çıkmaz onları anlaşmaya iter.
Ancak bu beklenti ve girişimler, iki sebepten ötürü sonuç üretmeyecektir. Birincisi, saldırı-savunma dengesinin hâlâ saldırı lehine varlığını sürdürmesidir. Mevcut tabloda Hafter’in sahip olduğu coğrafi üstünlük ve muhaliflerinin ise kuşatılmışlık hissi devam ediyor. Öte yandan tarafların silahlanma yarışı güvenlik ikilemi koşularının oluşmasına imkan tanıyor ve saldırgan stratejilerin izlenme olasılığını arttırmaktadır. Bu duruma karşılık Hafter’in görüşmelerin dışında tutulma seçeneği UUH tarafından gündeme getirilse de, yereldeki güç dağılımının belirleyici aktörlerinden birinin görüşmelere dâhil edilmemesi krize yol açan etkenlerin hasır altı edilmesi anlamına gelecektir.
İkincisi, Libya krizini çözmekle görevlendirilen BM Libya Destek Misyonu’nun saldırganlığı teşvik eden karakteristik davranışlarıdır. Şimdiye kadar BM çatısı altında ortaya konan girişimler, örgütün krizin kırılma noktalarını öngöremediğini ve güvenlik ikilemini azaltacak güvenlik garantileri sağlayamadığını defalarca kanıtlandı. Aksine söz konusu girişimler, Hafter’in kazanımlarını meşrulaştırmak ve yeni saldırılara hazırlanması için zaman kazandırmak dışında bir etki doğurmadı. Dolayısıyla her biri Libya bağlamında çatışan çıkarlara sahip olan devletlerin baskısıyla hareket eden BM gibi örgütlerden barışçıl bir çözüm beklemek gerçekçi olmayacaktır.
[Furkan Polat Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsü (ORMER) Libya masasında araştırma görevlisi olarak çalışmalarını sürdürmektedir]